Zühd, Kanaat Ve Kimseye El Açmamaya
Teşvik Hakkında Ayetler
Musibetlere Sabretmenin Faziletleri
Hakkında Ayetler
Allah'a Tevekkül Etmek Ve Kimseden
Bir Şey Dilenmemek Hakkında Ayetler
Zühd, Kanaat Ve Kimseye El Açmamaya
Teşvik Hakkinda Hadisler
Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın
adıyla Allah'a hamd ve O'nun yüce
Rasûlü'ne salâtu selâm olsun Telif
edildiği vakit bunların hepsi tek
kitaptı. Ancak basım esnasında
kitabın hacmi büyüdüğünden
okuyuculara belki bir kolaylık olur
diye 6. ve 7. bölümleri ayırarak
ikinci ana bölüm haline
getirdik.Kanaatin fazileti,
musibetlere sabretmeye teşvik ve
tenbih, bir de başkalarına el
açmanın kötülenmesi, bunların üçü de
Kur'an-ı Kerim ve hadislerde çeşitli
başlıklarla, değişik ifadelerle, misallerle,
uyarılarla, hükümlerle ve kıssalarla
o kadar çok zikredilmiştir ki,
onları kısa ve öz olarak anlatmak
bile büyük tafsilatı
gerektirmektedir. Onları bu muhtasar
kitapta kısaca yazmak bile kitabın
uzamasına sebep olmuştur. Yine de
kısaca bir çalışma mutlaka
yapılacaktır. Bu konu ikinci bölümün
sonunda geçmiştir. Şöyle ki; malda
kâr da vardır, zarar da vardır.0 hem
zehirdir hem de panzehirdir.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Her ümmetin
bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin
fitnesi de maldır". Öyleyse bu
fitneden ve onun zehrinden kendini
korumak çok önemli bir şeydir. Bu
yılan birinin yanında olur da onunla
tiryak (panzehir) yaparsa kendisi
için de, başkası için de faydalıdır.
Yoksa yılanın zehiri onu da helak
eder, başkalarına da zarar verir.
Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Bu mal yemyeşil, taze ve tatlıdır.
Eğer o hakka uygun (yani İslam'ın
kaide ve usullerine göre) elde
edilirse ve hakka göre harcanırsa
işe yarayan bir yardımcıdır. Haksız
olarak kazanan kimsenin misali
Cûut Bakar hastalığına yakalanan
birine benzer ki, devamlı yer, ama
karnı doymaz"Imanvı
Gazali rahmetuliahi aleyh buyuruyor
ki: Malın faydası da vardır, zararı
da. Bunun misali
bir yılana benzer ki, onun hilesini
bilen kimse yılanı yakalayıp onun
dişlerini söker, sonra ondan tiryak
(panzehir) elde eder. Bunu gören
cahil biri yılanı tutarsa yılan onu
sokar ve o kişi helak olur. Öyleyse
beş şeye dikkat gösteren kimse malın
zehrinden korunabilir; 1-Malın
maksadı nedir, hangi gaye için
yaratıldı diye düşünmelidir. Tâ ki
sadece o gaye ile bu mal arasında
bağlantı kurulsun. 2-Malın gelişi ve
kazanılmasının şeklini siki bir
şekilde kontrol etmelidir. Ona asia
caiz olmayan bir yolu
karıştırmamalıdır. Mesela;
kendisinde rüşvet şüphesi bulunan
hediye veya kendisinde zillet
endişesi bulunan dilenmek gibi.
3-İhtiyacından fazla olan miktarı
yanında bırakmamalıdır. Gerçek olan
ihtiyaç miktarını bulundurmak bir
mecburiyettir. Ondan fazlası derhal
harcanmalıdır. 4-Har-cama şeklini
kontrol etmelidir. Böylece gereksiz
harcama yapılmış olmaz ve haram
olan bir yere sarf edilmiş olmaz.
5-Malın geüşinde, harcanmasında ve
zaruret kadar saklanmasında kısaca
her şeyde halis niyet olmalıdır.
Maksadımız sadece Allah Rızası
olmalıdır. Malı yanında tutarken ya
da harcarken bunu sadece Allahu
Teâlâ'ya itaat etmede güç kazanmak
niyetiyle yapmalıdır. İhtiyacından
fazla olanı boş ve işe yaramaz kabul
ederek hemen harcamalıdır. Onu zelil
kabul ederek harcamalı ona değer
vermemelidir. Bu şartlarla birlikte
kişide mal bulunması zarar vermez.
Bundan dolayıdır ki Hz. Ali
radıyaiiahu anh şöyle buyurmuştur:
"Eğer bir insan (kendi menfaati
olmadan) sadece Allahu Teâlâ için
bütün dünyanın malını alıyorsa o
zahiddir. Eğer bir insan küçük ve
basit bir malı bile almıyorsa ve bu
hareketi Allah için değil de (dünya
çıkarı, makam sevgisinden dolayı
ise) o kimse dünyacıdır.Bir
hadiste şöyle buyuruluyor; "Bu mal
yemyeşil, taptaze ve tatlıdır. Kim
o-nu Hakka uygun olarak elde ederse,
onun için mal bereketli kılınır".
Diğer bir ha^ dişte şöyle
buyurulmuştur; "Dünya, kendisini
ahiret azığı yapan ve (onun
sebebiyle) Allahu Teâiâ'yı razı
eden kimse için ne güzel bir evdir!
Kendisini ahiretten alıkoyan ve
Allahu Teâlâ'nın rızasını kazanma
hususunda eksiklik meydana getiren
kimse için dünya ne kötüdür!Kısaca
pek çok rivayetlerde bu konu
geçmektedir. Şöyle ki; mal aslında
kötü bir şey değildir, güzel bir
şeydir, işe yarayıcıdır ve pek çok
dini ve dünyevi faydalar ona
bağlıdır. Bundan dolayıdır ki,
hadislerde nzık kazanmak ve mal
elde etmekle ilgili teşvikler de
geçmektedir. Ancak onda zehirli ve
helak edici madde vardır. Kalpler
de genellikle hastadır. Bundan
dolayı sık sık Kur'an-ı Kerim
ayetleri ve hadisi şeriflerde onu
çoğaltmak ve arttırmaktan sakınmaya
teşvik edilmiştir. Onun çokluğu
özellikle istenmeyen hatta tehlikeli
bir şey olduğu bildirilmiştir.
Bundan dolayı Rasûlullah sat/aiiahu
aleyhi veseiiem, "Allahu Teâlâ hangi
kutunu severse, siz hastalarınızı
sudan koruduğunuz gibi onu dünyadan
korur ve ihtimamla onu dünyadan
sakındırır" demiştir. Halbuki
su o kadar önemli ve zaruri bir
şeydir ki, hayatın kaynağı buna
dayanmaktadır. Onsuz hayat devam
edemez.Ancak bütün bunlara rağmen
eğer doktor bir hasta için suyun
zararlı olduğunu söylerse, hastayı
sudan alıkoymak için çeşit çeşit
tedbirler alınmaktadır. Bunun
sebebi nedir? Çünkü malın
çokluğundan dolayı genellikle insana
çok çeşitli zararlar ulaşır. Bunun
sebebi şudur; bizim kalplerimiz
malın sarhoşluğundan tesir
almayacak kadar saf ve temiz
değildir. Bundan dolayı Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Sizden su üzerinde
yürüyüp de ayağı ıslanmayan kim
v^h-dır?" Sahabeler, "Ya Rasûlallah!
Öyle bir kimse yoktur" dediler.
Rasûlullah sallatia-hu aleyhi
veseiiem, "işte dünyaya dalan
kimsenin hali de böyledir ki, onun
günahlardan sakınması zordur" Müşahede
ile de görülmüştür ki, cimrilik,
haset, kibir, ucub, kin, riya, gurur
ve diğer kalp hastalıkları ve bütün
günahlar mal yüzünden çok çabuk ve
çok fazla meydana gelir. Aynı
şekilde malın çokluğundan dolayı
serserilik, şarap içmek,
kumarbazlık, faiz yemek ve diğer
başka çeşit şehvani günahlar sıkça
işlenir. Daha sonra malın tabii
sevgisi kalbe öyle yerleşir ki,
insanın ne kadar fazla malı olursa
olsun devamlı bundan daha fazla
olmasını ister ve durmadan bunun
için çalışır. Nitekim birçok
rivayetlerde Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Eğer insanın iki vadi dolusu altını
olsa, o üçüncüsünü ister". Bütün
dünyanın müşahede ve tecrübesiyle
sabittir ki, hiç bir şahıs herhangi
bir miktara kanaat edici değildir.
İllâ Mâşâallah. Bundan dolayı sık
sık Kur'an-ı Kerim'de ve hadisi
şeriflerde kanaate teşvik
edilmiştir. Tâ ki bu açgözlülük ve
doymazlık biraz azalmış olsun.
Bundan dolayı dünyanın hakikati,
onun pisliği ve faniliği
açıklanmıştır ki, ona karşı olan
sevgi azalsın. Çünkü birşey çabuk
bitecekse insan ona neden gönlünü
kaptırsın ki! Gönül verilmesi
gereken şey ebedî kalıcı ve devamlı
işe yarayıcı olmalıdır. Bundan
dolayı sabır hakkında bol bol tekid
ve teşvik edilmiştir. Tâ ki insan
malın azlığını mutlaka musibet
zannetmesin. Aksine bazen bunda da
Allah'ın büyük hikmetleri
gizlenmiştir. Allahu Teâlâ buyuruyor
ki:"Eğer Allah kullarına rızkı bolca
vermiş olsaydı, yeryüzünde azgınlık
çıkarırlardı". (Şûrâ-27)
Nitekim tecrübeyle sabittir ki,
malın çok olduğu yerde, haddinden
fazla fe-sad vardır. Malın çokluğu
maksad olmadığından ve tabii olarak
insanların kalpleri ona
meylettiğinden sık sık dilenmenin
yasak olmasından ve çirkinliğinden
bahsedilmiştir. Çünkü insan mecbur
olmadığı halde, mal sevgisi ve onu
çoğaltma düşüncesinden dolayı
dilenmeye başlamaktadır. Zira bunda
hiçbir gayret sarfet-mek
gerekmemektedir. Biraz dili hareket
ettirince mutlaka ufak tefek bir
şeyler ele geçmekte ve bu yolla mal
artmaktadır. İşte bu üç konu
hakkında (1-Kanaat, 2-Musibetlere
sabır, 3-Dilenmenin kötülenmesiyle
ilgili) bazı ayetler ve hadisleri bu
bölümde yazıyoruz.
"İnsanlara, kadınlar, oğullar,
yüklerle altın ve gümüş yığınları,
besili atlar, davarlar ve ekinler
kabilinden şehvet sevgileri zinetli
gösterildi. Oysa bunlar dünya
hayatının geçici malıdır. Halbuki
akıbetin güzelliği Allah'ın
katın-dadır. / (Ey Muhammedi) de ki:
"Size bundan daha hayırlısını haber
vereyim mi? Allah'tan korkanlar
için Rableri katında altlarından
ırmaklar akan, içinde edebi
kalacakları Cennet'ler, tertemiz
eşler ve (onlardan daha üstün
olarak) Allah'ın rızası vardır.
Allah kullarını çok iyi görür". /
Onlar şöyle derler: "Rabbi'mizl
Şüphesiz biz iman ettik.
Günahlarımızı bağışla ve bizi
Cehennem azabından koru". / Onlar,
sabredenler, doğru söyleyenler,
(Allah'a) itaat edenler mallarını
Allah yolunda harcayanlar ve seher
vakitlerinde af dileyenlerdir. (Â!i
İmran-14,15,16,17)
İZAH: Allahu
Teâlâ bütün bunların sevgisini,
şehvetlerin sevgisi olarak ifade
etmiştir. İmam Gazali mhmetuiiahi
aleyh buyurdu ki: "Aşırı şehvetin
adı aşktır. Bu ise düşünce ve
fikirlerden boş olan kalbin
hastalığıdır. Bunu ilk
başlangıcından itibaren tedavi
etmelidir. Şöyle ki, ona olan nazar
ve iltifat azaltılmalıdır. Aksi
halde iltifat arttıkça, ondan dönmek
zorlaşacaktır. Ama bu başlangıçta
kolaydır. Diğer şeylere olan aşkın
durumu da böyledir. Mal olsun, makam
olsun, gayri menkul olsun, evlad
olsun, hatta (güvercin gibi)
kuşlarla oynamak ve satranç vs. ile
oynamanın hali de aynıdır. Bunlar
insanın üzerine musallat
olduklarında onun din ve dünyasını
berbat ederler. Bunun misali,
bir bineğe binmiş adama benzer ki,
hayvan başka tarafa yöneldiği anda
onun dizginini öbür tarafa çevirir.
O vakit çok kolay bir şekilde her
tarafa yönelir. Ancak o hayvan
herhangi bir kapıdan içeri girerse
sonra hayvanın sahibi de kuyruğundan
tutup geri çekmek isterse artık çok
çetin bir zorlukla karşılaşır,
öyleyse yukarıda sayılan şeylerin
hepsinin sevgisini başlangıçtan
itibaren kontrol altına almalıdır
ki, itidal sınırını aşmasın"Alimler
demiştir ki, dünyada bulunan her
şey şu üç kısma dahildir.
1-Madeniyyat (madenler), 2-Nebâtât
(bitkiler), 3-Hayvanat (canlılar).
Allahu Teâlâ yukarıdaki ayetlerde bu
üçünden örnekler zikrederek dünyanın
bütün maddelerine dikkatleri
çekmiştir. Hanımlar ve çocukları
zikrederek aile efradı, akraba-i
taallukata, dostlara, kısaca insanî
sevgililere dikkat çekmiştir. Altın
ve gümüşü zikrederek, madenleri,
atları ve davarları zikrederek her
çeşit canlılara, ekinlerle her türlü
bitkiye dikkat çekmiştir. İşte
bütün bu şeyler, dünya
varlıklarıdır.Allahu
Teâlâ bütün bunları sayıp onlara
dikkat çekerek (özetle) şöyle
buyurmuştur: Bütün bunların hepsi
şu birkaç günlük hayatı geçirmek
için gerekli şeylerdir. Onlardan
hiçbiri sevilmeye ve gönül verilmeye
layık değillerdir. Gönül verilmesi
gereken şeyler sadece kalıcı olan,
edebi devam edecek olan ve devamlı
işe yarayacak olanlardır. Onlarında
en büyüğü Allah'ın Rızası'dır, O'nun
hoşnutluğudur, O'nun rızası dünya ve
ahiretteki her şeyin üzerindedir ve
her şeyden üstündür.Kur'an-ı
Kerim'in başka bir yerinde Cennet
nimetleri zikredildikten sonra şöyle
buyurulmuştur:"Allah'ın rızası ise
her şeyden daha üstündür. En büyük
kurtuluş işte budur"(Tevbe-72)Gerçek
şudur ki, Allah'ın rızasına dünyanın
hiçbir şeyi eşit olamaz. Ahire-tin
de hiçbir nimeti ona denk olamaz.
Yukarıdaki ayetlerde dünyanın bütün
arzu duyulan şeyleri geniş olarak
zikredilerek, bütün bunların sadece
dünya hayatının sebepleri olduğu
vurgulanmıştır. Sonra Kur'an-ı
Kerim'de sık sık bu şeye dikkat
çekilerek çeşitli ifadelerle nasihat
edilmiştir. Bazen dünyayı talep
etmek kötülenmiş, bazen dünyayı
tercih edenlerin kabahati beyan
edilmiş, bazen dünyanın
sebatsızlığına dikkat çekilmiş
bazen de onun sadece bir aldatmaca
olduğu söylenmiştir. Tâ ki onun
hakikati iyice zihne yerleştirilsin.
Çünkü dünya ve dünyanın her şeyi
geçicidir. Sadece ihtiyaçları
görmeye yarayan şeylerdir. Bunlar ne
devamlıdır ne de gönül verilecek
şeylerdir. Bununla ilgili birkaç
ayete burada dikkat çekiyorum.
1) İşte
onlar ahireti verip dünya hayatını
satın alanlardır. Onların azabı
hafiflemeye çektir. Yardım da
olunmayacaklardır. (Bakara-86)
2) İnsanlardan
bir kısmı, "Rabbi'miz! Nimetlerini
bize dünyada ver" der (onların
alacaklarının hepsi dünyada
verilir). Bunların ahirette hiçbir
nasibi yoktur. / Onlardan bir kısmı
da, "Rabbi'miz! Bize dünyada da
iyiliği ver ahirette de iyiliği ver.
Ve bizi Cehennem azabından koru"
der, / İşte onların (güzel amel
işleyerek) kazandıklarından paylan
vardır. (Bakara-200,201,202)
3) İnsanlardan
öylesi de vardır ki, Allah'ın
rızasını kazanmak için canını
verir. Allah (böyle) kullarına karşı
çok merhametlidir. (Bakara-207)
4) İnkar
edenlere dünya hayatı süslü
gösterildi. Onlar iman edenlerle
alay ediyorlar. Oysa kıyamet gününde
Allah'tan korkanlar (küfür ve
şirkten sakınanlar) onlardan
üstündürler. (İnsan yalnız geçiminin
bolluğundan dolayı
gururlanmamalıdır. Çünkü) Allah,
dilediğini hesapsız şekilde
rızıklandı-nr. (O halde zenginlik
övünülecek şey değildir). (Bakara-212)
5) Biz
(dünya hayatındaki) bugünleri
insanlar arasında evirip çeviririz
(yani bazen bir kavim galip olur,
bazen diğeri galip olur). Öyleyse
galip veya mağlup olmak fikrinden
daha Önemli ve daha zaruri fikir
ahiret fikridir. (Ali
İmran-140)
6) Ey
Muhammedi De ki: "Dünyanın menfaati
pek azdır (birkaç gündür). Ahiret
ise Allah'tan korkanlar için daha
hayırlıdır. Ve kıl kadar zulme
uğramazsınız". / Nerede olursanız
olun Ölüm sizi yakalar. Sağlam
yapılmış kalelerde bulunsanız
bile... (Madem ki mutlaka Ölmek
vardır. Onu her an düşünmek
gerekir). (Nisa-77,78)
7) Size
itaat alâmeti atana (mesela selam
verene veya Kelime-i Tev-hid'i
söyleyene) dünya hayatının
menfaatini gözeterek "Sen mü'min
değilsin" demeyin. Allah katında
çok ganimetler vardır. (Nisa-94)
İZAH: Bazı
müslümanlar, kendilerinin Müslüman
olduklarını söyleyen bazı kafirleri
ganimet malı arzusundan do!ayı
katletmişlerdi. Bunun üzerine
yukarıdaki ayetler nazil olmuştur.
Bu çirkin hareket sadece şu bedbaht
dünyanın malını kazanmak için
işlenmişti. Pek çok hadislerde bu
olay genişçe anlatılmıştır. Bir
hadiste şu da geçmektedir: Bir
Müslüman bir kafire hamle yaptı. O
hemen Kelime-i Şehadet okudu.
Müslüman yine de onu öldürdü.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bunu duyunca o müslümanı
sorguya çekti. O, "O şahıs sadece
korktuğundan dolayı Kelime-i
Şehadeti okudu" diye bir mazeret
ileri sürdü. Bunun üzerine
Rasûlullah sailaiiahu aleyhi
vesellem, "Sen onun kalbini yarıp da
korkudan okuduğunu gördün mü?"
buyurdu. Daha sonra o (öldüren)
Müslümanın ölümü çok kötü bir
şekilde olmuştur.Allahu
Teâlâ hiçbir yerde haddi tecavüz
etmeye müsaade etmemiştir. Başka
konuya girmiş olacağımızdan bunu
yazmıyorum. Ancak sadece dünyevi
çıkarlar için kafirlere haksızlık
yapılmasına dinimiz asla izin
vermez. Bu konuda pek çok ayet ve
rivayetler varid olmuştur. Maide
sûresinin başında Allahu Teâlâ
şöyle buyurmuştur:"Sizi Mescid-î
Haram'dan menettiği (umre yapmadan
Mekke-i Mükerreme'-nin yakınından
maksadınıza ulaşamadan geri
döndüğünüz) için bir kavme (Mekkeli
kafirlere) olan öfkeniz, sakın sizi
onlara karşı haddi aşmaya sevk
etmesin. İyilikte ve takvada
yarışın. Günah işlemek ve düşmanlık
yapmakta yardimlaşmayın" {Maide-2)
Bu
sûrenin başka bir ayetinde şöyle
buyurulmuştur:"Ey İman edenler!
Allah'ın rızasını kazanmak için
hakkı ayakta tutanlar (O'nun
hükümlerine tam olarak yapışanlar)
ve adaletle şahitlik yapanlar olun.
Bir kavme olan düşmanlığınız sîzi
adaletsizliğe sevk etmesin" (Maide-8)
Hülasa pek çok yerde bu konulara
dikkat çekilmiştir. Dünya sevgisi
insanın aklını bile işe yaramaz
hale getirir.
8) Dünya
hayatı eğlence ve oyundan başka bir
şey değildir. Ahiret yurdu ise,
Allah'tan korkanlar için daha
hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz
mısınız? (Bu kadar açık bir şeyi
anlayamıyorsunuz. Dünyanın oyun ve
eğlencesinin, ahiretin üstün ve
güzel hayatıyla hiçbir ilgisi ve
benzerliği yoktur). (En'am-32)
9) Dinlerini
oyun ve eğlence edinen ve
kendilerini dünya hayatının
aldattığı kimseleri bırak (onlardan
ayrı dur). (En'am-70)
10) Şüphesiz
ki, bugün siz (Öldükten sonra) ilk
yarattığımız gibi (ayrı ayrı
doğduğunuz gibi) teker teker
huzurumuza geldiniz. Verdiğimiz her
şeyi (mal, mülk ve eşyaları)
ardınızda bıraktınız.
(En'am-94)
İZAH: Yani
insan annesinden doğduğu zaman malı,
mülkü olmadığı gibi, aynı şekilde
tek başına kabrin kucağına gider.
Bütün bunlar, burada kalacaktır.
Ancak kişi kendi hayatında Allah'ın
hazinesine bir şeyler yatırdıysa o
biriken mal kendisine tam olarak
ödenecektir. Üstelik Hazîne-i
Şahâne'den ona ilave de
yapılacaktır.
11) Dünya
hayatı onları aldatmıştır. (A'raf-51)
12) Nihayet
onların (iyilerin) ardından
yerlerine kötüler gelip kitaba varis
oldular. (Onlar öyle haram
yiyicilerdi ki, kitabın hükümleri
karşılığında) şu alçak dünyanın
geçici menfaatini alırlar. Ve "Biz
muhakkak af olunacağız (çünkü biz
Allah'ın sevgili kullarıyız)"
derler. (A'raf-162)
13) Allah'tan
korkanlar için ahiret yurdu daha
hayırlıdır. Hiç aklınızı kullanmaz
mısınız. (Böyle apaçık bir şeyi dahi
anlamıyorsunuz). (Araf
169)
14) Biliniz
ki sizin için mallarınız ve
evlatlarınız ancak bîr imtihandır.
(Tâ ki Biz, kimin onların sevgisini
tercih ettiğini, kimin de Allah
sevgisini tercih ettiğini, imtihan
edelim). Ve yine biliniz ki (kim
Allah sevgisini tercih ederse, dünya
hayatını, ahiret hayatı için
değerlendirirse, onun için) Allah
katında büyük mükafat vardır. (Enfal-28)
15) Siz
dünya malını istiyorsunuz. Allah
sizin için ahireti istiyor. (Yani
ahireti düşünmenizi ve her an ona
hazır olmanızı diliyor). (Enfal-67)
16) Yoksa
siz, ahiretin karşısında sadece
dünya hayatına mı razı oldunuz?
Halbuki, dünya hayatının geçici
zevki, ahiret saadeti yanında pek az
ve değersizdir. (Tevbe-38)
17) Bizimle
karşılaşmayı ummayanlar, dünya
hayatına razı olup, o-nunla rahat
edenler ve ayetlerimizden gafil
olanlar, işte onların
yaptıklarından dolayı varacakları
yer Cehennem ateşidir.
(Yunus-7,8)
18) Ey
İnsanlar! Azgınlığınız ancak kendi
aleyhinizedir. Dünya hayatında
(birkaç gün ondan) faydalanırsınız.
Sonra Bize döneceksiniz. Bütün
yaptıklarınızı size haber vereceğiz.
/ Dünya hayatı ancak, gökten
indirdiğimiz şu suya benzer: O su,
insan ve hayvanların yediği,
birbirine karışmış bitkilerin meydana
gelmesine sebep olur. Yeryüzü
o bitkilerle süslenip be-zendiği
sahipleri de bu mahsulütoplayıp
ondan faydalanmaya kendilerini kadir
zannettikleri bir sırada geceleyin
veya güpegündüz ona emrimiz
(âfâ-tımız fırtına, dolu, çekirge
vs. şeklinde) gelir de orası bir gün
önce hiç yokmuş gibi olur. (İşte
dünya hayatı ve onun parlaklığı,
süsü ve ziyneti de aynen böyledir.
O bütün tazeliği ve tüm süsü ve
ziynetine rağmen bir an içinde öyle
yok olur gider ki, sanki daha önce
hiç yokmuş gibi olur). Aynı şekilde
biz ayetleri, düşünen bir topluluk
için böyle açıklarız. (Düşünmek
istemeyen ne anlar ki?) / Ve
(dünyanın, onun süs ile zîynetinin
devamsız ve tehlikeli olmasından
dolayı) Allah kullarını emniyet
yurdu (daîmî, tehlikesiz) ve huzur
dolu olan Cennet'e davet eder ve
dilediğini doğru yola sevk eder .(Yunus-23,24,25)
19) Ey
Muhammedi De ki: "(Kur'an-ı Kerim'de
böyle güzellikler bulunduğuna göre)
Allah'ın lütfü ve rahmetiyle (ancak
bununla) sevinsinler (çünkü O bize
bu kadar büyük nimet ihsan
etmiştir). Bu onların
biriktirdiklerinden daha hayırlıdır
(çünkü dünya menfaati çok azdır ve
çok çabuk zâll olur. Kur'an-ı
Kerim'in faydası ise çok fazla ve
devamlıdır). (Yunus-58)
20) Kim
(iyi ameliyle) dünya hayatını ve
onun ziynetini (mal, mülk, şöhret ve
nam vs.) isterse, Biz onlara
yaptıklarının tam karşılığını
veririz. Onların dünyada bir şeyleri
de eksiltilmez. / İşte bunlara,
ahirette de Cehennem ateşinden
başka bir şey yoktur. Orada
yaptıkları ahirette boşa çıkmıştır.
Zaten işledikleri batıldır (boştur). (Hûd-15,16)
21) Allah
dilediğinin rızkını genişletir.
Dilediğinin rızkını daraltır
(Allah'ın rahmet ve gazabının
kaynağı bu değildir). Onlar dünya
hayatıyla sevinirler (ve onun oyun,
eğlence rahat ve konforundan dolayı
şımarırlar). Halbuki dünya hayatı
ahirete göre az bir maldır. (Yani
hiçbir şey değildir. Birkaç günlük dünya
hayatı nasıl olsa geçecektir). (Rad-26)
22) Kafilerden
(ister müşrik olsun ister kitap
ehli) bir kısmına verdiğimiz
çeşitli dünya nimetlerine (süs,
ziynet, mal, mülk, rahat ve keyfe)
heveslenip gözlerini kaldırıp bakma
(çünkü onlar bundan birkaç gün faydalanacaktır. Sonra
hepsi yok olacaklardır). (Hicr-88)
23) Sizin
elinizdeki (dünyadaki) şeyler
sonunda (bir gün sizin ölmenizle
veya malın zayi olmasıyla) biter.
(Her iki durumda da yok olur).
Allah'ın katındakiler ise tükenmez.
(Nahl-96)
24) Bunun
(yukarıdaki ayette zikredilen
azabın) sebebi dünya hayatını
ahirete tercih edip sevmeleridir.
(Nahl-107)
25) Kim
geçici dünya hayatını isterse
(amellerinin karşılığını sadece
dünyada isterse) Biz dünyada
dilediğimize dilediğimiz kadar
veririz. (Herkese vermemiz de şart
değildir. Kime istersek ona veririz.
Herkesin istediğini de vermemiz şart
değildir. Kime ne kadar istersek o
kadar veririz). Sonrada ona
Cehennem'i hazırlarız. Oraya perişan
bir halde, Allah'ın rahmetinden
kovulmuş olarak girer. / Kim de
mü'min olarak ahireti diler onun
için gerekeni yaparsa, işte onların
amelleri Allah katında makbuldür. /
Rabbi'nin ihsanından her birine hem
onlara hem bunlara (dindar olsun
veya dünyadar olsun) veririz.
Rabbi'nin (dünya) nimetleri kimseye
yasak edilmiş değildir. /
İnsanlardan bir kısmını (ister
Müslüman olsun ister kafir)
diğerinden nasıl üstün kıldığımıza
bir bak! (Bir kişi çalıştığı halde
az kazanır, bir başkası çalışmadan
eline çok geçer. Çünkü bu nimetleri
veren bîr başka Zat vardır).
Şüphesiz ki ahiret (imanlı olmak
şartı ile bu dünyadan) derece
itibariyle daha büyük, fazilet
yönüyle de daha üstündür. (İsra-18,19,20,21)
26) Sen
onlara dünya hayatının misalini
ver. Geçici dünya hayatı tıpkı şuna
benzer: Biz gökten yağmur indiririz.
Yeryüzündeki bitkiler onunla
karışıp yemyeşil kesilir. En
sonunda da kuruyup rüzgarın
savurduğu çerçöp haline gelir,
(Dünya hayatı ve onun malı mülkü,
oyunu ve eğlencesinin hali de
aynıdır. Bugün her şey varken bir
anda bir musibet gelir de hiçbir şey
kalmaz. Günümüzde gözler bu gibi
olaylara şahit olmaktadır). Allah
her şeye muktedirdir. (Kimi
isterse, ne zaman isterse, zengin
eder, kimini de çok zenginken fakir
kılar. Kimine evlad verir. Kiminin
kalabalık evladının hepsini alıp
yalnız bırakır. / Mal ve oğullar
dünya hayatının geçici
ziynetleridir. Baki olan ameller ise
sevap olarak Rabbi'nin katında daha
hayırlıdır. Ve ümit kaynağı olarak
da daha hayırlıdır. (Öyleyse bunları
ümit edip, o ümitlerin
gerçekleşmesi için çalışılmalıdır). (Kehf-45,46)
27) (Yukarıdaki
ayetlerde kıyametin kopması sûra
üfürülmesi zikredilmiştir. İşte o
gün mücrimler) aralarında, "Siz
dünya hayatında ancak on gün kadar
bir şey kaldınız" diye
fısıldaşırlar. / Biz onların ne
söylediklerini biliriz. O gün
onların en akıllıları, "Siz ancak
dünyada bir gün kadar bir şey
kaldınız" der. / (Ona akıllı
denmesinin sebebi onun bir gün
demesinin, on gün denmesi karşısında
akla daha yakın olmasındandır.
Aslında ahiret günleri itibariyle
dünyanın bütün hayatı bir gün değil,
onun onda biri bile değildir. İşte
ahiretin karşısında dünyada
geçirilen zamanın hakikati budur) (Ta'ha-103,104)
28) Ey
Muhammed! Bir kısım kafirlere
kendilerini imtihan etmek için
(verdiğimiz ve) faydalandırdığımız
şeylerde sakın gözün kalmasın.
(Bunlar bir; imtihandır. Bakalım kim
bu mal ve mülk içinde kulluğun
hakkını eda ediyor ve kim eda
etmiyor?) Rabbi'nin (ahirette
vereceği) rızkı, daha hayırlı ve
daha devamlıdır. / Ailene namazı
emret, kendin de ona devam et. Biz
senden rızık istemiyoruz. Sana rızık
veren Biziz. Güzel akibet takva
sahiplerinindir. (Ta'ha-131,132)
29) İnsanların
hesaba çekilme zamanı yaklaştı.
Fakat onlar hâlâ gaflette,
aldırmıyorlar.
(Enbiya-1)
30) Onlardan
birine ölüm geldiği zaman (ahiret
ahvali gözönüne geldiği zaman)
şöyle der: "Rabbi'm! Beni dünyaya
geri gönder. / Belki terketti-ğim
dünyada salih amel işlerim". (Allahu
Teâlâ buyuruyor ki:) "Hayır hayır!
öyle değil (ecel vakti ertelenmez).
Bu onun söylediği boş bir laftır" .(Mü'minin-99,100)
31) (Kıyamet
günü Allahu Teâlâ onların hasret ve
üzüntülerini arttırmak için)
"Yeryüzünde yıl olarak ne kadar
kaldınız?" der. / Onlar da, "Bir gün
veya bir günden daha az bir zaman
kaldık (doğrusu bize rüya gibi
geldi. Ne kadar zaman geçtiğini
ölçemiyoruz). Öyleyse hesaplayanlara
(yani her şeyin hesabını yazan meleklere)
sor (ki biz
ne kadar az kalmışız)". / Allah
şöyle dedi: "Sadece az bir zaman
kaldınız. Keşke (dünyanın sadece
birkaç gün çok az bir gün olduğunu)
bilseydiniz. / Sizi boşuna
yarattığımızı ve huzurumuza
çıkarılmayacağınızı mı sandınız?
(Halbuki Biz Kur'an-ı Kerim'de açık
açık beyan ettik ki, Biz insanları
ve cinleri ancak ibadet için
yarattık"). (Mü'minun-112,113,114,115)
32) Biz,
refah içinde şımarıp azgınlaşan nice
ülkeleri helak ettik. İşte (bakın)
onların geride bıraktıkları (boş)
yerlere! Kendilerinden sonra onların
pek azında oturulabilinmiştir.
(Kasas-58)
33) Size
verilen her şey, dünya hayatının
geçici malı ve süsüdür. Allah
nezdindekiler ise daha hayırlı ve
daha devamlıdır. Hiç düşünmez
misiniz? (Kasas-60)
34) Kendisine
(ahirette) mutlaka kavuşacağı güzel
bir vaadde bulunduğumuz kimse ile
dünya da zevkle yaşattığımız ve
sonra kıyamet günü azab için Bize
getirilecek kimselerden olan kişi
bir midir?
(Kasas-61)
35) Dünya
hayatını arzulayanlar {Karun'un süs
ve ziynetlerini görünce), "Ne
olurdu Karun'a verilenler gibi bizim
de olsaydı. Gerçekten o, büyük
nasibli bir insandır" dediler.
(Kasas-79)
İZAH: Karun'un
ibret verici kıssası geniş olarak
zekat vermemenin kötülüğünü beyan
eden 5. bölümün ayetler kısmında 3
numarada geçmiştir. Sermaye ve
servetin bolluğun eğer Allah'ın
rızasını kazanmaya vesile kılınmazsa
neticesi işte böyle olur.
36) Bu
dünya hayati eğlence ve oyundan
başka bir şey değildir. Şüphesiz
asıl hayat, ahiret yurdundadır.
Keşke (onlar bu hakikati)
bilselerdi!... (O zaman ahiret için
nasılda çalışırlardı). (Ankebut-64)
37) Onlar
dünya hayatının dış yüzünü bilirler
(onun için çalışırlar ve onun
uğrunda can verirler). Onlar
ahiretten tamamen gafildirler (ne
sevap temenni ederler, ne azaptan
korkarlar). (Rum-7)
38) Ey
İnsanlar! Rabbi'nizden korkun. Ne
babanın evladı namına ne de evladın
babası namına hiçbir yardımda
bulunmayacağı günden sakının.
Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır.
Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın
(ona dalarak ahireti unutmayın).
Allah'ın affına güvendirerek sakın o
aldatıcı şeytan sizi aldatmasın.
(Yani siz şeytanın aldatmasına
kapılarak Allah'ın azabından gafil
kalırsınız ve bize azab edilmez diye
düşünmeye başlarsınız). (Lokman-33)
İZAH: Hz.
Said bin Cübeyr mhmetuiiahi aleyh
buyurdu ki: Sizi şeytan Allah'ın
affına güvendirerek sakın
aldatmasın sözünün manası şudur;
"Siz hem günah işlersiniz hem de
Allahu Teâlâ'nın bağışlayacağını
umar durursunuz" Yani
günahınıza sağlam olarak tevbe edin
ve günah işlememeye tam irade edin
ki Allahu Teâlâ'dan mağfiret talep
etmeye yüzünüz olsun. Sonra geçmiş
günahlarınız için Allahu Teâlâ'dan
mağfiret isteyin. Gün boyu
günahlarla yüzünüzü karartıp ve
dilinizle "Allah'ım! Sen affeyle"
deyip durmanız ahmaklıktır. Bu konu
bu bölümün 18 numaralı hadisinde
genişçe gelmektedir. Ayrıca bu
konuda başka ayetlerde gelecektir.
39) Ey
Peygamber! Hanımlarına şöyle de:
"Eğer dünya hayatını ve süsünü
istiyorsanız, gelin boşanma
bedellerinizi verip hepinizi
güzellikle Salıvereyim. / Eğer
Allah'ın rızasını, peygamberini,
(onun nikahında, darlık ve yoksulluk
içinde kalmayı) ve ahiret yurdunu
istiyorsanız, iyi bilin ki, Allah,
içinizden iyilikte bulunanlar için
büyük bir mükafat hazırlamıştır".
(Kim daha fazla iyilik yaparsa o
kadar fazla ecir ve sevap elde
eder). (Ahzab-28,29)
40) Ey
İnsanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi
haktır. Sakın sizi dünya hayatı
aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan
sakın sizi Allah'ın affına
güvendirerek aldatmasın. (Yani siz
onun aldatmasına uyup da Allahu
Teâlâ'dan gafil kalmayasınız). (Fâtır-5)
İZAH: Hz.
Said bin Cübeyr rahmetuiiaM aleyh bu
ayetin tefsiri hakkında şöyle
buyuruyor: Dünyanın aldatması şudur;
onunla meşgul olup ahiret
hazırlığından gafil kalmaktır.
Şeytanın aldatması ise hem günah
işlemek hem de Allahu Teâlâ'-nın
bağışlamasını temenni etmektir.
41) Firavun'un
ailesinden imanını gizleyen mü'mîn
adam kendi yakınlarına nasihat
ederek şöyle dedi: "Ey kavmim!
Muhakkak bu dünya hayatı gelip
geçici birkaç günlük geçimlikten
ibarettir. Ahiret ise şüphesiz karar
kılınacak bir mekandır". (Mü'min-39)
42) Kim
ahiret tarlasını isterse (yani meyve
vermesi için tarlaya tohum atılıp,
sonra ona su verildiği gibi kim
ahiret ziraatini yapmak isterse,
onun için tohum atıp, onu iman ve
salih amellerle büyütürse) Biz onun
menfaatini artırırız. Kim de dünya
menfaatini isterse (bütün gayretini
bu hayata sarfederse) ona dünyada
istediğinin bîr kısmını veririz.
Ahirette ise hiçbir nasibi yoktur. (Şûra-2Q)
43) Size
verilen her şey dünya hayatının
metaından başka bir şey değildir.
İman edip Rablerine güvenenler, /
büyük günahlardan ve
hayasızlıklardan sakınanlar,
öfkelendikleri zaman affedenler, /
Rablerinin davetine uyanlar
namazlarını dosdoğru kılanlar,
işlerini aralarında müşavere ile
yürütenler, kendilerine verdiğimiz
rızıklardan Allah yolunda infak
edenler / ve zulme uğradıkları zaman
yardımlaşanlar için Allah nezdindeki
nimetler ise daha hayırlı ve daha
devamlıdır. (Şûra-36,37,38,39)
İZAH: Alimlerin
yazdığına göre bu ayetlerde bazı
önemli işler ve özel vasıflar
zikredilerek dört halife denilen
(Hülefa-i Raşidin'in) hilafet
tertibine sırayla işaret edilmiştir.
44) Rabbi'nin
rahmeti, onların dünyada
topladıklarından daha hayırlıdır. (Zuhruf-32)
İZAH: Bundan
sonra dünyanın süs ve ziynetleriyle
ilgili birkaç şey zikredildikten
sonra şöyle buyurulmuştur:
"(Önceki ayetlerde altın ve gümüşten
tavanlar ve kapılar vs.
zikredildikten sonra şöyle
buyurulmuştur): İşte bütün bunlar
dünya hayatının geçici malından
başka bir şey değildir. Rabbi'nin
nezdinde ahiret mükafatı ise
mutta-kilerindir". (Zuhruf-35)
45) Ben
cinleri ve insanları sadece Bana
ibadet etsinler diye yarattım. / Ben
onlardan ne bir rızık diliyorum ne
de Beni doyurmalarını istiyorum. /
Şüphesiz ki rızık veren, mutlak
kudret ve kuvvet sahibi olan ancak
Allah'tır. (Zariyat-56,57,58)
46) Bilin
ki dünya hayatı sadece bir oyun, bir
eğlence, bir süs, aranızda bir
övünme vesilesi, mal ve evlatların
çoğalmasından ibarettir. Bu bir
yağmura benzer ki, bitirdiği bitki,
çiftçilerin hoşuna gider. Sonra o
bitki kurumaya yüz tutar. Bir de
bakarsın ki, sapsarı kesilmiş, daha
sonra da çerçöp haline gelir. (Dünya
hayatının süs ve ziyneti ve baharı
da aynıdır. Bugün yükseliştedir,
sonra çöküş, sonra da zeval vardır).
/ Ahirette ise şiddetli bir azab
Allah'ın bağışlaması ve rızası
vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir
metadan başka bir şey değildir. /
Rabbi'nizin bağışlamasına ve
genişliği gökle yerin genişliği
kadar olan Cennet'e koşuşun. Bu
Allah'ın bir lütfudur. Dilediğine
verir. Allah büyük lütuf ve ihsan
sahibidir.
(Hadid-20,21)
İZAH: İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: Çocuğun aklı ermeye başladığı
zaman oyun ve eğlenceye dalar. Bu
hususta onda öyle bir duygu ve cezbe
oluşur ki, ona karşılık başka hiçbir
şey kendisine güzel gelmez. Biraz
daha büyüyünce süs ve ziynet, güzel
elbise giyinmek, ata ve diğer
bineklere binme arzusu doğar. Artık
onun yanında oyun ve eğlencenin
lezzeti boş bir şey olarak kalır.
Ondan sonra gençliğin lezzetleri
coşar. Şehvetinin arzularını yerine
getirmekten başka gözünde hiçbir
şeyin değeri kalmaz. Ne mal ve
mülkün değeri kalır ne de izzet ve
şerefin. Ondan sonra büyüklük,
üstünlük, makam ve rütbe cezbesi
meydana gelir. Bu duygu önceki
duygulara galip gelir. Bütün bunlar
dünyevi lezzetlerdir. Sonra
Allah'ın marifet cezbesi meydana
gelir Onun karşısında her şey boş
bir şey oluverir. İşte bu asıl
cezbedir ve en güçlüdür. Özet olarak
ilk zamanlar oyun ve eğlenceye
rağbet olur. Buluğ çağının
başlangıcında şehvet coşar. Yirmi
yaşından itibaren makam ve rütbe
arzusu başlar. Kırk yaşına yakın
ilim ve marifet cezbesi başlar. Buna
örnek olarak çocuklar, çocukluk
çağında, oyuna karşılık kadınlarla
ihtilatı ve rütbeyi boş görürler.
Aynı şekilde dünyacılar da, Allah'ın
marifetiyle meşgul olanlara
gülerler. Allah dostları onları,
buluğ çağındaki lezzeti anlamayan
çocuklar olarak görürler.
Yukarıda ki ayeti kerimede dünyevi
lezzetlerin kısımları zikredildikten
sonra, bütün lezzetlerin aldatmaca
olduğuna ve işe yarayacak olan
sadece ahiret ve ahi-ret hayatı
olduğuna dikkat çekilmiştir.
Dünyanın bütün lezzetleri önce
yemyeşil olup, sonra kuruyan daha
sonrada kendisini havanın
uçurduğubirekinebenzemektedir.
47) Doğrusu
bu insanlar dünyayı severler ve
şiddeti ağır olan günü arkalarına
atarlar (yani kıyamet günü hakkında
ne bir fikirleri vardır ne de bir
hazırlıkları. Dünya sevgisi onları
kör ettiğinden çok şiddetli musibet
gününe zerre kadar aldırmazlar). (lnsan-27)
48) Fakat
en büyük felaket (kıyamet) geldiği
vakit. / O gün insan dünyada neye
çalıştığını hatırlar. / Bir de
Cehennem görenlere gösterilir. /
Artık her kim azgınlık etmiş / ve
dünya hayatını tercih etmişse /
muhakkak Cehennem, onun varacağı
yerdir. / Kim de Rabbi'nin
makamından korkmuş ve nefsini şehevi
arzulardan men etmişse / muhakkak
Cennet onun varacağı yerdir. (Nâziât-34^1)
49) Muhakkak
(kötülükten) temizlenen / Rabbi'nin
ismini anıp namaz kılan, mutlaka
kurtuluşa ermiştir. / Ne var ki sîz
dünya hayatını tercih edersiniz. /
Halbuki ahiret daha hayırlı ve daha
devamlıdır. / Şüphesiz bu hükümler
sahifelerde de vardır. / Onlar
İbrahim ve Musa'nın sahifeleridir. (Alâ-14-19)
İZAH: O
sahifelerde ki konular pek çok âsâr
ve rivayetlerde zikredilmiştir. Bir
hadiste şöyle geçmiştir. Hz. Ebû Zer
radıyaiiahu anh Peygamber saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'e, "Kitapların
toplamı kaç tanedir?" diye sordu.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseliem, "100 sahife ve 4 kitaptır.
Onlardan Hz. Şit aleyhisselam'a 50,
Hz. İdris aley-hisseiam'a 30, Hz.
İbrahim aleyhisselam'a 10, Hz. Musa
aleyhisselam'a Tevrat'tan önce 10
sahife inmiştir. Dört kitaptan
Tevrat (Hz. Musa aleyhisselam'a),
İncil Hz. İsa aleyhisselam'a, Zebur
Hz. Dâvûd aleyhisselam'a Kur'an ise
Rasûllerin efendisi Hz. Mu-hammed
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e
inmiştir" buyurdu. Ben, "Ya
Rasûlallah! Hz. İbrahim
aieyhisseiam'm sahifelerinde ne
vardı?" dedim. Rasûlullah sailaiiahu
aleyhi vesei-lem buyurdu ki: "Onda
hep misaller
(uyanlar) vardı. (Onun bir bölümü
şöyleydi;) <Ey galip gelip hükümeti
eline geçiren padişah! Ey Mağrur!
Ben seni üst üste mal yığasın diye
yükseltmedim. Ben seni mazlumun
sesini bana ulaştırman (onun
feryadına yerinde ulaşman) için seni
yükselttim. Çünkü Ben onun feryadını
reddetmem. İsterse o mazlum kafir
olsun. Eğer akıl sahiplerinin
akılları mağlup olmadıysa
vakitlerini üç bölüme ayırmaları
gerekir. Bir bölümünü Allahu
Teâlâ'ya münâcat etmekle
geçirmelidir (yani ibadet
etmelidir). Bu yüzden vaktinin bir
bölümünü Sen neler yaptım? diye
kendini muhasebe etmeye ayırmalıdır.
(Muhasebe esnasında kendine şu
soruları yöneltmelidir; İyi ameller
için ne kadar zaman harcadın? Günah
ve kötülük işlemek için ne kadar
zaman ayırdın? Bu zaman içinde hangi
iyi amelleri işledin ve hangi
kötülükleri yaptın? Hangi ölçüde
iyilik yaptın ve hangi derecedeki
günahları işledin? Ne kadar vaktini
boşuna zayi ettin?) Zamanının bir
bölümünü de kendi caiz ihtiyaçlarına
(kazanıp yemeye) ayırmalıdır ki,
zamanının bu bölümü önceki iki
bölüme yardımcı olsun. Bir de kalp
sükûnu ve önceki iki iş için zaman
ve fırsat kazanmaya sebep olsun. Her
akıllı insan kendi zamanını muhafaza
etmeli, kendi meşguliyetine
yönelmeli ve kendi dilini
korumalıdır. Kendi sözlerini
kontrol eden kimse, boş sözleri az
konuşur. Akıllı bir insanın görevi
üç şey için çalışmaktır: Birincisi,
hayatını sürdürmek, yani geçimini
düzenlemek. İkincisi, ahiret azığı
hazırlamak. Üçüncüsü, caiz olan
rahatlık ve dinlenmek (yemek, içmek,
uyumak vs. gibi...) Bu üçünden başka
hangi şeyde vakit zayi edilirse bu
mâlâyani ve boş bir şeydir. İnsan
bir söz veya işe başlayınca bunun,
bu üç şeyden hangisine dahi!
olduğunu düşünmelidir". Hz. Ebû
Zerradıyailahu anh buyuruyor ki:
Ben, "Ya Rasûlallah! Hz. Musa
aieyhisseiam'\n sahifele-rinde ne
vardı?" dedim. Rasûlullah satiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Hepsi
ibretli sözlerdi (onlardan biride
şuydu;) <Ben ölüme inandığı halde
kişinin herhangi bir şeye nasıl
sevindiğine hayret ediyorum (çünkü
ölüm her zaman insanın başı
üzerindedir. Ne zaman gelecektir
bilinmez). Ben ölüme inandığı halde
herhangi bir şeye gülen adama
şaşıyorum. Dünyayı ve onda meydana
gelen değişiklikleri gördüğü halde
(mesela bugün çok zengin olanın
yarın fakir olup bir parça ekmeğe
muhtaç olması. Bugün bir kimsenin
ceza evinde olması, yarın devletin
başında olması gibi... Bunları
gördüğü halde) dünyadan bir şeye
güvenen kimseye şaşıyorum. Kadere
İman ettiği halde bir şeye üzülen
kimseye şaşıyorum. Kıyamet gününün
hesabına inandığı halde amel
yapmayana şaşıyorum (çünkü o gün can
ve malla ilgili her türlü hesap
sadece iyi ameller ile
tamamlanacaktır. Kişinin yanında
iyi amel olmazsa hesabın
tamamlanması için başkalarının
günahını kendi üzerine alması
gerekir)>". Ben "Ya Rasûlallah! Size
de Hz. İbrahim aieyhisseiam ve Hz.
Musa aieyhisseiam'm sahifelerinden
bir şeyler nazil oldu mu?" dedim.
Rasûlullah sallaiiahu aleyhi
veseiiem, "Evet şu ayet nazil
oldu;Mutlaka kurtuluşa ermiştir.
Günahlardan
temizlenen...(Alâ-14,15,16,17)Hz.
İbni Abbas radıyailahu anhuma diyor
ki: Allahu Teâlâ Necm sûresinde Hz. ibrahim aieyhisseiam
ı şöyle övmüştür;"O İbrahim ki,
(Allah'tan gelen vahyi) tam olarak
ifa etti". (Necm-37)
Yani
İslam'ın bütün parçalarını yerine
getirdi manasındadır. İslam'ın
toplam »0 parçası vardır. Bunlardan
10 tanesi Tevbe sûresinin şu
ayetlerinde zikredilmiştir.
"Şüphesiz ki Allah Müminlerin
canlarını ve mallarını Cennet
karşılığında satın almıştır",..
(Tevbe-111)
Bunlardan 10 tanesi Ahzab sûresinde
şu ayetlerde zikredilmiştir.
"Müslüman erkeklere ve müslüman
kadınlara..." (Ahzab-35)
Bunların 6 tanesi Mü'minûn sûresinin
ilk ayetlerinde zikredilmiştir.
"Gerçekten mü'minler kurtuluşa
ermiştir"... (Mü'minûn-1)
4
tanesi Meâric sûresinde
zikredilmiştir.
"Hesap gününün doğruluğuna
kesinlikle inananlar..." (Meâric-26)
Bunların toplamı 30 tanedir. Kim
bunlardan biriyle Allah'ın huzuruna
giderse, o İslam'ın bir parçasıyla
gitmiş olur.
50) Çoklukla
övünmek sizi tâ kabirlere varıncaya
(ölünceye) kadar (ahiretten) gafil
kıldı. / Hayır! (Bunlar asla
övülecek şeyler değillerdir).
Yakında (kabre girer girmez)
bileceksiniz (dünya neydi ve ahiret
nedir). / Yine hayır! (Bu şeyler
asla iltifata layık değillerdir).
İlerde (kabirden çıkıp mahşere
varınca) bileceksiniz. / Hayır!
(Bunlar asla övünülecek ve iltifat
edilecek şeyler değillerdir). Eğer
siz kesinlikle (Kur'an ve hadisler
ışığında bunların övünmeye layık
şeyler olmadığını) bilseydiniz
(ölümden sonra bildiğiniz gibi asla
bunlarla oyalanmazdınız). / And
olsun! Kızgın ateşi muhakkak
göreceksiniz (o hayal mahsulü bir
şey değildir). / Sonra yine and
olsun! Onu, gözünüzle muhakkak
göreceksiniz (yani onu görmek kesin
ve kafidir). / Sonra mutlaka o gün
(Allah'ın nimetlerinin hakkını nasıl
ödediniz? diye) nimetlerden
sorulacaksınız. (Tekâsür
sûresi)
İZAH: Bu
nimetlerin sorgulanmasıyla ilgili
pek çok tafsilat bir çok hadislerde
geçmiştir. Zikredilen bütün
açıklamaların hepsi misal
şeklindedir. Allahu Te-âlâ'nın her
zaman her an her insan üzerinde
yağmur gibi yağan nimetlerini kim
kuşatabilir veya sayabilir? Allahu
Teâlâ'nın yüce irşadı tamamen
haktır,
"Allah'ın nimetlerini saymaya
kalksanız bitiremezsiniz" (ibrahim-34,
Nahl-18)
Bir
hadiste Rasulullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bu sûreyi okudu ve"Sonra
mutlaka o gün nimetlerden
sorulacaksınız" (Tekâsür-8) ayetini
okuduktan sonra şöyle buyurdu; "Siz
Rabbi'nizin huzurunda soğuk suyun
hesabını vereceksiniz. Evlerin
gölgesinden sorulacaksınız (çünkü
Allah güneşin sıcağından ve
yağmurdan korunmak için bu gölgeyi
-ve gölgeliği- ihsan etmiştir).
Karın doyuran yemekten
sorulacaksınız. Bedeninizin sıhhat
ve selamette olmasından
sorulacaksınız (çünkü Allah
sapasağlam el, ayak, göz, kulak,
burun vs. verdi. Onların hangi
hakkını eda ettiniz?) Tatlı uykunun
hesabı sorulacaktır. Hatta eğer sen
bir kadını nikahlamak istediğinde
aynı kadını başka bir kimse de
istediyse ve Allahu Teâlâ da o
kadını seninle evlendirdiyse, bu
nimetinde hesabı sorulacaktır. Çünkü
bu Allah'ın sana bir ihsanıdır. Zira
kızın velisinin kalbine kızı seninle
nikahlaması başkalarıyla
nikahlamaması fikrini Allahu Teâlâ
koymuştur". İnsan, hadisi şerifte
zikredilen bu şeyleri dikkatlice
düşünürse kendi üzerine her vakit
Allahu Teâlâ'nın ne kadar ihsanı
olduğunu tahmin edebilir. Bu
nimetlerde fakir ve zengin hepsi
ortaktır. Her an üzerine Allah'ın
sınırsız nimetler yağdırmadığı
hangi aşırı yoksul ve fakir vardır?
Sıhhat ve azaların sağlam olması bu
nimetlerden biridir. Ondan daha
üstünü ise her an nefes alıp
vermektir. Bu öyle bir nimettir ki
her canlıya nasip olmuştur.Bir başka
hadiste şöyle geçmektedir. Bu sûre
(Tekâsür sûresi) nazil olduğunda
bazı sahabeler, "Ya Rasûlallah!
Bizde hangi nimetler var kil Bir
arpa ekmeği var. O da açlığın
yarısını giderecek kadar. Karnımızı
doyuracak kadar bile değil" dediler.
Bunun üzerine Allah celie celaiuhu
şöyle vahyetti: "(Ey Habibim!) Sen
onlara söyie; <Siz ayakkabı giymiyor
musunuz? Soğuk su içmiyor musunuz?
Bunlar da Allahu Teâlâ'nın
nimetlerindendir>". Bir başka
hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Kıyamet günü ilk önce sorulacak
nimetler beden sağlığı ve soğuk
sudur". Diğer bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kendisinden
sorulacak nimetler şunlardır;
Yenilen bir ekmek parçası. Susuzluğu
gideren su ve vücudu örten elbise
parçası".Yine bir hadiste şöyle
geçmektedir: Hz. Ebû Bekr Sıddık
radıyaiiahu anh bir defasında
şiddetli güneş sıcağında öğlen vakti
Mescid-i Nebevi'ye gitti. Hz. Ömer
radıyaiiahu anh bunu duyunca o da
evinden çıkıp geldi ve Hz. Ebû Bekr
radıyaiiahu anh'a, "Bu vakitte
buraya neden geldin" dedi. O,
"Açlığın şiddeti beni mecbur etti"
dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh bunun
üzerine, "Canım kudret elinde olan
Zât'a yemin ederim ki, aynı sıkıntı
beni.de mecbur etti" dedi. İkisi bu
durumdayken Rasulullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem evinden geldi ve
onlara, "Siz bu vakitte niçin
geldiniz?" buyurdu. Onlar, "Açlığın
şiddeti mecbur etti" dediler.
Rasulullah saiiaiiahu aleyhi
vesel-lem, "Ben de aynı
mecburiyetten dolayı geldim"
buyurdu. Üçü de kalkıp Hz. Ebû Eyyûb
Ensâri radıyaiiahu anh'm evine
gittiler. Kendisi yoktu. Hanımı
onların gelişine çok sevindi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Ebû Eyyûb nerede?"
buyurdu. Hanımı, "Ya Rasûlallah
şimdi gelir" dedi. Bu esnada Ebû
Eyyûb geldi ve acele olarak bir
hurma salkımı koparıp getirdi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Bütün salkımı neden
kopardın? Onlardan olgun olanları
seçip getirseydin" buyurdu. O, "Ya
Rasûlallah! Olgun, yarı olgun,
kuru, yaş her çeşit hurma önünüzde
bulunsun. Hangisini arzu ederseniz,
onu yersiniz düşüncesiyle salkımın
hepsini kopardım" dedi. Onlar
salkımda bulunan her çeşit hurmadan
yediler. Bu sırada Ebû Eyyûb
radıyaiiahu anh bir oğlak kesip
acele olarak bir kısmını ateşte
kızarttı ve bir kısmını tencerede
pişirdi. Sonra onların önüne getirip
koydu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bir ekmeğin arasına bir
parça et koyup, "Bunu Fatıma'ya
götür, ver. O da birkaç günden beri
böyle bir şey yemedi" buyurdu ve onu
Ebû Eyyûb'a verdi. Onlar ekmekle eti
yediler. Ondan sonra Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Allah'ın bu kadar nimetlerini
yediniz. Et, ekmek, olgun ve ham
hurmalar". Böyle derken Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
Efendimizin gözleri yaşarmıştı.
Buyurdu ki: "İşte kıyamet günü
sorgulanacağınız nimetler
bunlardır". Sahâbe-i Kiram bunu
duyunca ("Demek ki böyle şiddetli
açlık halinde yenilen bu şeyler bile
hesab sorulmaya değer şeylerdir"
diye) çok üzüld-ürler. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunun
üzerine şöyle buyurdu: "Şüphesiz
bunların hesabı vardır. Bunun
telafisi ve çözümü şöyledir; Yemeğe
başladığınız zaman Bismillah
deyiniz. Yemekten sonra ise şu duayı
okuyunuz:"Bütün hamdler bizi
(lütfuyla) doyuran, bize nimetler
veren ve bol bol veren Allah'a
aittir.Hadis
Kitaplarında bu konuda pek çok
rivayetler vardır. Maksadımız şu an
onları zikretmek değildir. Burada
maksadımız sadece şunu göstermektir:
Allahu Teâlâ kendi Yüce Kelâmı'nda
dünyanın fâni olduğunu, iltifata
layık olmadığını, ahiretin
karşısında bir hiç olduğunu, onunla
meşgul olmanın hüsrana sebep
olduğunu ve sonunda insanı azaba
götürdüğünü ne kadar çok zikretmiş
ve sık sık buna dikkat çekmiştir.
Burada onlardan sadece 50 ayet örnek
olarak zikredilmiştir. Bunlardan
başka pek çok ayette bu konuya
dikkat çekilmiştir. Ne kadar feci,
şaşılacak ve insana dokunacak bir
şeydir ki, Allahu Teâlâ bu konuda ne
kadar uyarı yapıyorsa, bizim
tarafımızdan bu konuda o kadar
gaflet gösterilmektedir. Artık
bundan sonra o yüce dergahta hazır
bulunacak hangi yüz vardır
ki?"Şikâyet ancak Allah'adır. Yardım
talep edilecek Zât ancak O'dur"
"Şüphesiz ki sizi biraz korku,
açlık, biraz da mallar, canlar ve
mahsuller-deki eksiklikle imtihan
edeceğiz. Sabredenleri müjdele! /
Onlara bir musibet dokunduğu zaman,
<Şüphesiz biz Allah içiniz ve
mutlaka O'na döne-ceğiz> derler. /
İşte Rab'lerinin mağfiret ve rahmeti
onların üzerindedir. Ve işte onlar
hidayete erenlerin ta kendileridir." (Bakara-155,156,157)
İZAH: Musibet
zamanında dille Innâ lillahi ve innâ
ileyhi râciûn demek faydalı ve
mükafata sebeptir. Kalpten onun
manasını anlayarak okumak ise daha
tesirli olup, mükafat ve itminana
sebeptir. Manası şudur: "Biz,
hepimiz (malımızla ve canımızla
birlikte) Allahu Teâlâ'nın mülküyüz
(kendi mülkünde her türlü
tasarrufta bulunmak Mâlikin
hakkıdır. Nasıl isterse mülkünü öyle
kullanır). Ve biz hepimiz ancak
Allah'a döneceğiz". Yani öldükten
sonra herkes oraya gidecektir.
Buradaki zarar ve sıkıntıların
karşılığı ve sevabı orada bol bol
verilecektir. Mesela dünyada
herhangi bir kişi bir zarara uğrasa,
eğer o bu zararın karşılığında en
kısa zamanda bundan daha fazlasına
kavuşacağına inanırsa, o zaman
çektiği zarara hiç üzülmez. Aynı
şekilde insan Allah indinde çok
fazla mükafata kavuşacağına
inanırsa, o takdirde en ufak bir
üzüntüsü kalmaz. Ancak bizlerdeki
iman ve yakîn zayıfladığından dolayı
az bir meşakkat, az bir sıkıntı ve
az bir zarar bile bizim için çok
büyük bir musibet olmaktadır. Allahu
Teâlâ kendi Yüce Kelamında bu
konuya hem kısaca hem de genişçe
dikkatleri çekmiş ve bu dünyanın çok
çetin bir imtihan ve ibtila yeri
olduğunu ve pek çok konularda
imtihan yapıldığını anlatmıştır.
İnsan bazen maldaki aşırılıktan yani
onun nasıl kazanıldığından ve nereye
harcandığından imtihan edilir. Bazen
de fakirlik ve yoksullukla imtihan
edilir. Acaba insan bunları nasıl
karşılamaktadır? Ağlayıp, döğıınerek
mi yoksa sabır ve sebat ile mi?
Bundan dolayı sık sık sabır, namaz
ve Allah'a yönelmeye teşvik
edilmekte ve, "Siz bugün
imtihandasınız. Bu imtihanda sakın
kaybetmeyin" diye uyarılarda
bulunulmaktadır. Örnek olarak birkaç
ayete işaret edeceğim.
1) Sabırla
ve namazla yardım isteyin. (Bakara-45)
İZAH: Hz.
Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Bu iki şey Allah tarafından
yardımdır. Onlarla yardım alın".
Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma
buyuruyor ki: Ben bir defasında
Rasûtullah saiiattahu aleyhi
veseilem ile birlikte bir bineğe
binmiştim. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem buyurdu ki;
"Evladım, ben sana birkaç şey
söyleyeceğim. Allahu Teâlâ bunlarla
seni faydalandıracaktır". Ben,
"Elbette söyleyin" dedim. Buyurdu
ki; "Allah'ı koru (yani O'nun
hakkını eda et) ki, Allahu Teâlâ da
seni korusun. Allahu Teâlâ (nın
haklarını) koru ki, O'nu (her zaman
yardım için) karşında bulasın.
Bolluk halinde Allah'ı tanı (yani
hatırla) ki, O musibet vaktinde seni
tanısın (yardım etsin). Ve şunu iyi
bil ki, sana ulaşan her musibet asla
senden şaşmazdı. Ve sana ulaşmayan
da asla sana ulaşacak değildi. Eğer
bütün mahlukat bir araya gelip sana
bir şey vermeye çalışsalar, Allah
celle ceiaiuhu bunu dilemezse,
onların hepsinin asla sana bir şey
vermeye gücü yetmez. Eğer onların
hepsi birleşerek senden her hangi
bir musibeti gidermek isteseler,
Allahu Teâlâ bunu istemezse, onlar
asla bu musibeti gideremezler.
Takdir kalemi kıyamete kadar olacak
olan her şeyi yazmıştır. Sen bir şey
istediğin zaman sadece Allah'tan
iste. Yardım istediğin zaman yalnız
Allah'tan iste. Güveneceğin zaman
sırf Allah'a güven. İman, yakîn ve
şükürle Allah için amel yap. Ve şunu
çok iyi bil ki, hoşa gitmeyen
şeylere sabretmek çok üstün bir
şeydir. Allah sabırla beraberdir.
Musibetle beraber rahat vardır,
darlıkla beraber bolluk vardır. Yani
sana bir sıkıntı ulaştığı zaman bil
ki, artık bir rahatlık gelmek
üzeredir. Bir darlık olduğu zaman
bil ki bir bolluk gelmek
üzeredir".Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Bir şahıs aŞ yada
muhtaç olur da kendi hacetini
insanlardan gizlerse, Allahu Teâlâ
ona bir senelik helal rızık vermeyi
Kendi zimmetine alır". Hz. Huzeyfe
radıyatiahu anh buyurdu ki:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem herhangi bir önemli şeyle
karşılaşınca namaza yönelirdi".
Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi
veseilem buyurdu ki: "Önceki
peygamberlerin başına bir zorluk
gelince kendilerini namaza
verirlerdi". Hz. İbni Abbas
radıyaliahu anhuma bir yolculuğa
çıkmıştı. Yolda oğlunun vefat
haberini duyunca bineğinden indi,
iki rekat namaz kıldı ve okuyarak,
"Allahu Teâlâ bize bunu emretti"
dedi. Daha sonra şu ayeti okudu:
Hz.
Ubâde radıyaliahu anh vefatı
yaklaştığı sırada şöyle dedi: Ben
her birinizi bana ağlamaktan men
ediyorum. Benim ruhum bedenimden
ayrıldığı zaman her şahıs güzel bir
şekilde abdest alsın ve mescide
giderek iki rekat namaz kılsın.
Sonra benim için mağfiret duası
yapsın. Daha sonra da beni çabucak
defnedin.
2) Ey
iman edenler! Sabırla ve namazla
yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah
sabredenlerle beraberdir.
(Bakara-153)
3)
Sıkıntı, hastalık, korku ve savaş
zamanında sabredenler. (Bakara-177)
Bu ayeti kerime, birinci bölümün
ikinci numarasında tam olarak
geçmiştir.
4) Allah
sabredenlerle beraberdir. (Bakara-249)
İZAH: Bu
konudaki ayetler Kur'an-ı Kerimin
pek çok yerinde nazil olmuştur.
Allahu Teâlâ sık sık, "Allah
sabredenlerle beraberdir" diye
teselli ve müjde vermektedir.
5) Bu
ayeti kerime bu bölümün birinci
numarasında tam olarak geçmiştir.
6) Eğer
sabreder, Allah'tan korkarsanız o
(kafirlerin) hileleri size hiç bir
zarar veremez.
(Âli
lmran-120)
7) Yoksa,
Allah içinizden cihad edenleri belli
etmeden (yani henüz imtihan
etmeden) ve sabredenleri ortaya
çıkarmadan Cennet'e gireceğinizi mi
zannettiniz? (Şunu iyi bilin ki, din
için yapılan her çalışma cihada
dahildir). (Âlilmran-142)
8) Eğer
sabreder ve Allah'tan korkarsanız
bilin ki, bu (sabır ve takva) azmi
gerektiren işlerdendir.
(Âli
İmran-186)
9) Senden
önce de nice peygamberler
(imansızlar tarafından)
yalan-lanmıştı (onlara çok ağır
eziyetler yapılmıştı). Kendilerine
yardımımız gelene kadar
yalanlanmaya ve eziyet olunmaya
sabrettiler.
(En'am-34)
10) Musa
kavmine şöyle dedi: "Allah'tan
yardım dileyin ve sabredin. Şüphesiz
yeryüzü Allah'ındır. Ona kullarından
dilediğini varis (hükümdar) kılar
(nitekim o vakit hükümdarlığı
Firavuna vermişti). Sonunda kurtuluş
Allah'tan korkanlarındır. (Eğer siz
sabır ve takvayı seçerseniz sonuç
sizin olacaktır)". / (Kavmi
Musa'ya), "Sen bize gelmeden önce de
eziyet gördük. (Bizim başımıza
musibetler yağdırılıyordu.
Evlatlarımız öldürülüyordu). Sen
geldikten sonra da (başımıza çeşitli
musibetler gelmektedir)" dediler.
Musa da onlara, "Umulur ki,
Rabbiniz, düşmanlarınızı helak
edecek ve sizi onların yerine
yeryüzüne halife kılacak ve sizin de
ne işler yapacağınıza bakacaktır.
(Şükür ve itaat mi ediyorsunuz veya
nankörlük ve isyan mı işliyorsunuz?
Sonra amelinize göre size muamele
edilecektir) (A'raf-128,129)
11) Şüphesiz
ki, Allah müminlerden canlarını ve
mallarını, Cennet karşılığında satın
aldı.
(Tevbe-111)
İZAH: Müslümanların
bütün can ve malı Allahu Teâlâ'ya
satıldığına göre, Allah ceiie
ceiaiuhu kendi yarattığı ve bir de
üstelik satın aldığı bu şeylerde
dilediği gibi tasarruf yapar. Hatta
Müslümanların satmalarının gereği
şudur ki, artık kendileri satılan
malı satın alan Zât'a ulaştırmak
için çalışmalı ve ileri
atılmalıdırlar. Kaldı ki satın alan,
satın aldığı şeyi alınca, buna
üzülüp kederlenmemelidir.
12) Sana
vahyedilene uy! Allah'ın hükmü
gelinceye kadar (onların
eziyetlerine) sabret (O dilerse
dünyada helak etmek yada ahirette
azab etme kararı verir). Allah
hüküm verenlerin en hayırlısıdir,
(Yunus-109)
13) Eğer
Biz, İnsana tarafımızdan bir rahmet
tattırıp (rahatlık, zenginlik vs.
verip) sonra onu kendisinden
alırsak, şüphesiz ki insan
ümitsizliğe düşer ve nankörleşir. /
Eğer Biz, insana uğradığı zarardan
sonra tekrar nimetler tattırırsak,
"Kötülükler başımdan gitti" der.
Şüphesiz insan çok sevinir ve çok
övünür. / Ancak sabredenler, iyi
ameller işleyenler (ne musibet
anında Allah'ın rahmetinden ümit
keserler ne de rahat ve servet
halinde ö-vünürler). İşte onlar için
büyük bağışlanma ve mükafat vardır. (Hûd-9,10,11)
14) Kim
Allah'tan korkar ve (musibetlere)
sabrederse, şüphesiz ki, Allah
iyilikte bulunanların mükafatını
asla zayi etmez. (Yusuf-90)
15) Bu
(nasihati) ancak akıl sahipleri
kabul eder. / Bu akıl sahipleri
onlardır ki, Allah'ın ahdini yerine
getirirler, antlaşmayı bozmazlar. /
Allah'ın riayet edilmesini emrettiği
(akrabalık haklarına) riayet
ederler. Rablerinden korkarlar.
(Kıyamet günündeki) hesabın
kötülüğünden korkarlar. /
Rableri-nin rızası için
(musibetlere) sabrederler. Namazı
gereği gibi kılarlar. Kendilerine
verdiğimiz rızıklardan gizli ve
açık hayır yolunda sarfederler.
Kötülüğü iyilikle def ederler (yani
biri onlara kötü davranırsa yine de
onlar o kimseye iyi davranırlar).
İşte bunlar için ahiretin en güzel
mükafatı vardır. / O da Adn
Cennet'leridir! Oraya onlar ve
onlarla beraber, salih olan
ana-baba-ları, zevceleri ve
evlatları gireceklerdir (mü'min olup
da her ne kadar ameller ve derece
itibariyle onlara eşit olmasalar da
Cennet'e gireceklerdir). Melekler
her kapıdan onların yanlarına
girecekler ve "Sabretmeniz (din
üzere sebat etmeniz)in karşılığı
olarak selam size (artık her afetten
korunmuş oldunuz) Ahiretin en güzel
mükafatı ne hoştur" diyeceklerdir. (Ra'd-19-24)
İZAH: Hz,
ibni Abbas radıyaiiahu anhuma
buyuruyor ki: "Cennet'e en aşağı
derecede ki insana şeffaf inciden
bir köşk verilecektir ki, içinde 70
bin oda ve her odada 70 bin kapı
vardır. Her kapıdan 70 bin melek
selam vermek için geleceklerdir."
16) Şüphesiz
ki, Musa'yı mucizelerimizle
gönderdik ve ona şöyle dedik:
"Kavmini karanlıklardan aydınlığa
çıkar, onlara Allah'ın (nimet
verdiği ve azab verdiği) günlerini
hatırlat". Şüphesiz bunda her
sabredip şükreden için nice İbretler
vardır (tâ ki Allah'ın nimetlerine
şükretsin ve musibetlere sabretsin.
Çünkü sabır ve şükrün her biri Allah
indinde istenen ve sevilen bir
şeydir). (lbrahim-5)
17) (Kafirler
tarafından) zulme uğradıktan sonra,
Allah'ın rızası için hicret eden
(vatanını terk eden) mü'minleri,
dünyada güzel bir yere
yerleştireceğiz. Ahiretin mükafatı
ise daha büyüktür. Bir bilseler
(ahiretin güzelliklerini ve
büyüklüğünü...) / Bunlar (başlarına
gelen musibetlere) sabrederler ve
bunlar yalnız Rablerine
güvenenlerdir (evlerini bırakırken,
Dar-ul İslam'a gidince yeme-içme işi
ne olacak? diye düşünmeyenlerdir) (Nahl-41,42)
18) Eğer
(size zulüm yapanlara) bir ceza
verirseniz, size yapılanın misliyle
karşılık verin. (Çünkü başkasının
zulmüne ondan daha fazlasıyla
karşılık vermeye kimsenin asla hakkı
yoktur. Bu durum siz karşılık vermek
istediğiniz taktirdedir). Ama
sabrederseniz and olsun ki bu
mutlaka sabredenler için daha
hayırlıdır. / (Bundan sonra
özellikle Rasûlullah saiiaiiahu
a-leyhi veseiiem'e hitap edilmiş ve
onun şanının karşılık vermekten çok
yüce olduğu söylenerek şöyle
buyurulmuştur:) Sen sabret! Senin
sabrında ancak Allah'ın tevfiki
iledir. Onların (yaptıkları
muhalefete karşı) üzülme.
Yaptıkları hileden telaşa düşme. /
(Onlar sana hiçbir şey yapamazlar.
Çünkü sen takva ve ihsan sahibisin).
Şüphesiz ki, Allah takva
sahipleriyle ve iyilik e-denlerle
beraberdir. {Nahl-126,127,128)
19) Biz
kimin daha iyi amel işlediğini
imtihan etmek için yeryüzündeki
şeylerin hepsini yeryüzünün süsü ve
yaldızı yaptık. (Kehf-7)
İZAH: Hz.
İbni Ömer radıyaiiahu anh diyor ki:
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem bu ayeti kerimeyi okuyunca
ben bunun manasını sordum. Buyurdu
Ki; "Tâ ki Allah şunu imtihan etsin:
Kim çok akıllıdır (akla uygun olanı
tercih etmektedir), kim Allah'ın
haram kıldığı şeylerden daha fazla
sakınmaktadır ve kim Allah'a
itaat
etmekte acele etmektedir?". Hz.
Hasan rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"İmtihan şudur; Dünyayı bırakmakta
en sağlam kimdir?". Süfyân-ı Sevri
rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"İmtihan şudur: Dünyada en zahid
kimdir?".1 Yani dünya nimetleri ve
lezzetlerine en fazla sabreden
kimdir?
20) (Ey
Muhammedi) Sen kafirlerin asılsız
sözlerine sabret. Güneş doğmadan
Önce (buna sabah namazı da dahildir)
ve güneş batmadan önce (buna öğlen
ve ikindi dahildir) Rabbine hamd ile
teşbih edip ibadette bulun. Gecenin
bir bölümünde (buna akşam ve yatsı
namazı dahildir) ve gündüzün İlk ve
son bölümünde de Rabbini teşbih edip
ibadette bulun (sık sık teşbih
edilmesi söylenmiştir. Burada sabah
ve ikindi namazı daha ziyade tekid
edilmiştir. Nitekim pek çok hadiste
bunların üzerinde durulmuştur.
Ayrıca sabah akşam teşbihleri de
zikredilmiştir). Tâ ki (bunların
karşılığında sana ahirette çok
fazla sevab verilsin de) sen razı
olasın ve sevinesin. ( Tâ'hâ-130)
21) Ey
Habibim! (Allah'ın hükmü karşısında)
boyun eğenleri (Allah'ın rızası ve
Cennet'le) müjdele. / Onlar ki,
Allah anıldığında (O'nun azamet ve
korkusundan) kalpleri titrer. Onlar
uğradıkları musibete sabreden ve
namazlarını dosdoğru kılanlardır.
Onlar kendilerine verdiğimiz
rızıklardan hayra sarf ederler. (Hac-34,35)
İZAH: Bu
ayet birinci bölümün 16 numarasında
geniş olarak geçmiştir.
22) Elif,
Lâm, Nlîm. / İnsanlar sadece İman
ettik demekle bırakılıp (çeşitli
musibet türleriyle) imtihan
edilmeyeceklerini mi sanıyorlar?
(Böyle olması mümkün değildir. Bu
dünya imtihan evidir). / Doğrusu
Biz, onlardan öncekileri de imtihan
ettik, (onlardan bazıları kendi
davalarında doğru çıktı, bazıları
da yalancı. Aynı şekilde şimdi de)
Allah elbette (İman ve Allah sevgisi
niîrrh Mensur davasında) doğru söyleyenleri
bilir,yalancıları da bilir. (Nitekim
bu gibi imtihanlarda sadık
Müslümanlar bu tür olaylarda,
Allah'a daha çok yönelirler.
Şahsiyetsiz zavallılar ise daha
fazla sapıklığa dalarlar. Nihayet
bazıları mür-ted olarak İslam'ı terk
ederler. Yahut musibetlerin
korkusundan dolayı kötülükleri
himaye etmeye ve savunmaya
başlarlar). / Yoksa kötülüklerde
bulunanlar, Bizden kaçıp
kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Ne
de fena hüküm veriyorlar" (Ankebut-1,2,3,4)
23) Salih
amel işleyenlerin mükafatı ne
güzeldir. / Onlar (musibetlere)
sabrederler ve (her darlıkta)
Allah'a tevekkül ederler. / (Siz
geçim sebebinizin ne olacağını
düşünüyorsanız o halde şunu da bir
düşünün ki;) Canlılardan niceleri
vardır ki, rıziklarım taşımaktan
acizdirler. Onları da sizi de
rızık-landıran Allah'tır. O (her
isteyenin sözünü) çok iyi işiten ve
(herkesin halini) çok iyi bilendir.
(Öyleyse O'ndan
isteyin. O sizin halinizi çok iyi bilmektedir.
O ne kadar uygun görürse size o
kadar verecektir).
(Ankebut-58,59,60)
24) Şüphesiz
sabredenlere mükafatları hesapsız
olarak ödenecektir. (Zümer-10)
25) İyilikle
kötülük bir olmaz (aksine her
birinin neticeleri ayrı ayrıdır. O
halde) sen kötülüğü en güzel şekilde
önle. O zaman aranızda düşmanlık
olan kimse, sana sanki samimi bir
dost gibi oluverir (yani kötülüğü
kötülükle önlemek düşmanlığı
azaltmaz, aksine artırır. Ama
kötülüğe iyilikle karşılık vermek,
eğer o kişi tamamen düşük ahlaklı
biri değilse, onu düşmanlığı terk
etmeye mecbur eder. Hatta o
minnettar olup dost oluverir. Ancak
kötülük ve eziyetin karşısında
iyilik etmek çok zor olduğundan
şöyle buyurul-rnuştur:) / Bu haslet
ancak sabredenlere (musibetlere
tahammül etmeye alışkın olanlara)
verilir. Bu haslet ancak hayırdan
büyük payı olanlara verilir. / Eğer
şeytandan seni dürtecek bir vesvese
gelirse (mesela, ona iyilik etmekle
kendini aşağılamış olursun veya onun
cesaret/ artacak vs. gibi vesveseler
gelirse), o zaman hemen Allah'a
sığın. Şüphesiz O her şeyi işiten
ve en iyi bilendir. (Fussilet-34,35,36)
26) İnsan
menfaat istemekten usanmaz.
Kendisine bir kötülük dokununca da
hemen ümitsizliğe ve karamsarlığa
düşer (Halbuki Allah'tan asla ümit
kesmemek gerekir). / Şayet ona
dokunan bir zarardan sonra
Tarafımızdan kendisine bir rahmet
tattırsak mutlaka, "Bu (kanunen)
benim hakkımdır1' der (Halbuki ne
Allah'tan ümit kesmeli ne de bir hak
iddiasında bulunmal.d.r). (Fussilet-49,50)
27) Kötülüğün
cezası onun gibi bir kötülüktür.
(Yani bir kimse hangi kötülüğü
yapmışsa, aynı kötülükle karşılık
verilebilir. Tabi o iş caiz olmak
şartıyla. Mesela sert sözün
karşılığı sert sözdür. Dövmenin
karşılığı dövmektir. Ama sert sözün
karşılığı dövmek olamaz). Kim
(karşılık vermez) kendine yapılan
kötülüğü affedip barışırsa (yani
onunla iyi geçinirse), onun mükafatı
Allah'a aittir. Şüphesiz Allah
zalimleri sevmez. / Zulme uğradığı
zalime aynıyla mukabele edip intikam
alanlar, işte onlar için ne bir
kınama ne de bir cezalandırma
vardır. / Kınama ve cezalandırma
ancak insanlara zulmedenler ve
yeryüzünde haksız yere bozgunculuk
çıkaranlar içindir. İşte bunlar
için can yakıcı bir azab vardır. /
Kim (başkasının zulmüne) sabredip
affederse, şüphesiz ki bu mutlaka
azmedilip yapılması gereken
işlerdendir" (Şûra-40,41,42,43)
28) Mülk
ve saltanat, kudret elinde olan
Allah ne yücedir. O her şeye
kadirdir. / Hanginizin daha iyi amel
işleyeceğini imtihan etmek için
ölümü ve hayatı yaratan O'dur.
(Mülk-1,2)
İZAH: Hz.
Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Allahu Teâlâ bu dünya evini hayat
ve ölüm evi yapmıştır. Ahiret evini
ise mükafat ve ebedi kalma evi
yapmıştır.Bu
evin bütün sıkıntılarının sonu
ölümdür ve o mutlaka gelecek olan
bir şeydir. O evin (yani ahiretin)
sıkıntılarının ise bir sonu yoktur.
Çünkü orada ölüm de yoktur.
29) Gerçekten,
insan yaratılıp bahse değer bir şey
haline gelmeden evvel onun üzerinden
uzun bir zaman geçmiştir. (Çünkü
önce pis bir su idi. Daha önce o da
yoktu). / Biz insanı karışık bir
nutfeden yarattık. Biz onu imtihan
ederiz. Biz onu işiten ve gören bir
şekilde var ettik. (Yani göz ve
kulak verdik ki, Hak'kı kendisi
görsün veya başkasından dinlesin). /
Biz ona hidayet yolunu gösterdik
(sonra insan İki sınıfa ayrıldı). Ya
şükreden (mü'min) ya da nankörlük
eden (kafir) oldu. (lnsan-1,2,3)
İZAH: Bu
dünya mademki imtihan evidir. Bu
durumda herhangi bir hale nankörlük
ederken şunu düşünmek gerekir.
Allah'ın o kadar nimetleri vardır
ki, onlara şükretmek, O'nun verdiği
sıkıntı ve musibetten daha fazla
gereklidir.
30)Rabbi
insan, imtihan edip ikramda
bulunduğunda ve nimetler
verdarağında (bununla onun sabr, ve
nzasmı Rabbim bana ihanet
etti"der-(Yani "Benim ikram görme
hakkım olduğu halde beni gözlerden
düşürdü" der. Halbuki ne mal ne
zenginlik, izzet ve ikramın
delilidir. Ne de fakirlik ve
yoksulluk ihanet ve zilletin
delilidir). / Hayır, hayır (rızkın
az olması asla ihanet değildir).
Bilakis (ihaneti gerektiren şeyler
şunlardır ki;) Siz yetime ikram
etmiyorsunuz. / "Birbirinizi
yoksulları yedirmeye teşvik
etmiyorsunuz. / Miras malını (helal
haram gözetmeden) habire yiyorsunuz.
(Başkasının hakkını da yiyorsunuz.
Özellikle sizinle mücadele edemeyen
yetimlerin ve zayıfların
mallarını...) / Malı pek çok
seversiniz (Bu ise bütün
kötülüklerin, bütün zulümlerin ve
bütün hataların köküdür). / (Siz
bunları basit bir şey
zannediyorsunuz) Hayır! (Bunlar
basit şeyler değildir. Aksine)
üzerinde olanlar yıkılıp yeryüzü
parça parça edildiği zaman, / Rrvıbh
ve melekler saf saf (mahşer
meydanında) karşına çıktığı
zr.rnan./ İşte o gün Cehennem
getirilecek, o gün insan her şeyi
anlavacak. Fakat bu anlamanın ona ne
faydası var ki? / O gün insan,
"Keşke bugünkü hayatım için bir
şeyler yapsaydım" diyecektir. (Fecr-15-24)
31) Asra
yemin olsun (çünkü asrın İçindeki
değişiklikler ibret alınması
gereken olaylardır. Bazen üzüntü,
bazen sevinç, bazen zenginlik, bazen
fakirlik, bazen sıhhat, bazen
hastalık meydana gelmektedir). /
İnsan (kendi kıymetli ömrünü zayi
ederek) mutlaka hüsrandadır. / Ancak
iman edenler, sa-lih amel işleyenler
birbirlerine hakkı (söylemeyi ve hak
üzere kalmayı) tavsiye eden ve
sabrı tavsiye edenler bunun
dışındadır (ibadetlere ihtimam
göstermek de sabra dahildir. Şehvet
ve haram olan işlerden nefsi alıkoymak
da buna dahildir. Musibetler
ve zamanın hadiselerine sabretmekte
buna dahildir) (Asr
sûresi)
İZAH: Bu
31 ayet işaret yoluyla
zikredilmiştir. Eğer her ayeti
kerime üzerine açıklama ve
tavsiyeler yazılacak olsa çok uzar.
Maksat olarak şu ifade hepsine
ortaktır. Dünya imtihan yeridir. Bu
dünyanın ne zenginliği ne de izzeti,
gururlanma ve iftihar sebebidir.
Ayrıca ne fakirlik ne de yoksulluk,
ihanet ve zillet sebebidir. Bir
kimsede malın bulunması şükrü
gerektiren bir şey olmakla birlikte
bir imtihan konusudur. Aynı şekilde
fakirlik ve yoksulluk sabrı
gerektiren bir imtihan olmasından
başka bir rızâ (ve teslimiyet)
imtihanıdır. Malın mevcut olması
imtihan yönünden en şiddetli
olanıdır. Çünkü bu imtihanı çok az
insan kazanmaktadır. Kaybedenler
daha çoktur. Bundan dolayı
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben
sizin için fakirlik ve yoksulluktan
o kadar korkmuyorum. Ben dünya
fetihlerinin ve onun nimetlerinin
sizin aranızda yayılmasından ve
sizden önceki insanların gönül
verdiği gibi, ona gönül vermenizden
korkuyorum. Sonra bu afet, sizden
öncekileri helak ettiği gibi sizi
de helak edecektir". Öyleyse onun
fitnesinden çok fazla
sakınılmalıdır. Onun yoksulluğuna ve
musibetlerine de bir imtihan olması
açısından sabredilmelidir.
"Müminler ancak o kimselerdir ki,
Allah zikredildiği zaman (O'nun
azamet ve korkusundan) kalpleri
ürperir. Allah'ın ayetleri onlara
okunduğu zaman imanları kat kat
artar (sağlamlaşır) ve sadece
Rablerine güvenirler. / Onlar
namazlarını dosdoğru kılarlar ve
kendilerine verdiğimiz rızıklardan
Allah yolunda harcarlar. / İşte
gerçek mü'minler onlardır. Onlar
için Rableri indinde büyük
dereceler (ve onların günahları
için) mağfiret ve güzel rızık
vardır. (Enfal-2,3,4)
Bu
ayeti kerime birinci bölümün 13
numarasında da geçmiştir. Burada
ikinci defa yazılmasının sebebi
şudur: Gerçek mü'minin şanının
yalnız Allah'a tevekkül etmek, O'na
itimad etmek, O'na dayanmak ve
O'ndan başkasına yönelmemek olduğu
bu ayeti kerimede geçmiştir.
Bunların sonucunda derecelerin
yüksek olması, günahların
affedilmesi ve izzetli bir rızık
vaadi 'zikroiunmuştur. Bunlardan her
biri tek başına tevekkül için son
bir gayretle çalışmayı gerektirir.
Kaldı ki tevekkül üzerine Allah
ceiie ceiaiuhu tarafından bu şekilde
üç tane vaad vardır. Artık bu
vaadlerden sonra bu sıfatı elde
etmek için ne kadar çalışılsa
azdır.Hz. İbni Abbas radıyaiiahu
anhuma buyurdu ki: "Allah'a tevekkül
etmenin manası O'ndan başkasına bir
umut bağlamamaktır". Hz. Said bin
Cübeyr rahmetuiiahi aleyh buyurdu
ki:"Allah'a tevekkül imanın
toplamıdır"Eğer
Kur'an-ı Kerim'de Allah'a itimad ve
güvenmekle ilgili sadece bir ayet
dahi olsa yine de yeterliydi. Ancak
Kur'an-ı Kerim'de Allah'a itimad
(sadece O yüce Zat'a güvenmek,
musibet ve ihtiyaç halinde yalnız
O'na yalvarmak, ancak O'ndan yardım
dilemek ve sadece O'na yönelmek) o
kadar sık zikredilmiştir ki, bu
kadar sık zikredilen başka konular
çok azdır. Sık sık bu tevekkül
emredilmiştir. Saühlerin ve sevilen
zatların hallerinde bu zikredilmiş
ve buna teşvik edilmiştir. Böyle
olması da gerekir. Çünkü tevekkül,
aslında tevhidin meyvesidir. Kim
tevhid konusunda ne kadar sağlam
olursa, onun tevekkülü de o kadar
üstün olur. Tevhid İslam'ın
temelidir. İmanın köküdür. Tevhid
olmadan hiçbir şey geçerli
değildir. Dinin tamamının ve
şeriatın hepsinin kaynağı ancak
tevhiddir. Bundan dolayı (ayet ve
hadislerde) ona önem verilmesinin
bildirilmesi apaçık bir şeydir. Ve
bir de Allahu Teâlâ'nın Kur'an-ı
Kerim'de tevekkül karşılığında bu
kadar büyük rızâ ve hoşnutluğu olma
belgesi vereceğini bildirmesi
uğrunda can verilmeye layık bir
şeydir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
"Allah tevekkül edenleri sever".
Dünyada hiçbir sıfat mahbubiyyet
(sevgili olmak) sıfatına eşit
olabilir mi? Herhangi bir şahsın,
dünya ve ahirette mülkün sahibi ve
iki cihanın padişahı olan Allah'ın
sevgilisi olmasından daha üstün
hangi şeref ve iftihar olabilir?
Üstelik ona kefil olacağına dair
Allah'ın şöyle bir vadi vardır: "Kim
Allah'a tevekkül ederse Allah ona
yeter". Yahu öyleyse böyle birinin,
bir zarureti için, bir başkasına ne
ihtiyacı kalır ki? İşte bundan
dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem şöyle buyurmuştur: "Siz
Allah'a hakkıyla tevekkül etseniz,
sizi kuşları rızıklandırdığı gibi
rızıklandırırdı".Bir başak hadiste
şöyle geçmektedir: "Kim Allah'a tam
olarak yönelir (kendini O'na
verirse), Allahu Teâlâ onun her
sıkıntısına yeter ve ona tahmin
etmediği yerden rızık verir"Hadisler
kısmında, birinci hadisin izahında
bu konuda bir çok rivayetler
gelecektir. Burada âdetimiz gereği
birkaç ayete işaret etmek istiyoruz.
O ayetlerde Allah'a tevekkül etmek
ve ihtiyaçlarda yalnız O'na müracaat
etmek buyu-rulmuştur. Sadece numune
olarak birkaç ayet zikredilecektir.
Kısa tutmayı düşünerek her yerde
özetle ve işaretlerle yetindik. Eğer
bizlerde biraz din fikri varsa,
ahiretin önemi varsa, dünyanın
gereksiz uğraşılarından az çok boş
zaman bula-biliyorsak, bu ayet ve
hadisler bizim için çok dikkatlice
ve derin bir fikirle üzerinde
düşünülmesi gereken şeylerdir.
1) Mü'minler
sadece Allah'a tevekkül etsinler.
(Yani başka birine zerre kadar
güvenmemek gerekir. Bu konu aynı
lafızlarla Kur'an-ı Kerim'in pek çok
yerinde geçmektedir. Tekrar tekrar
nazil olmuştur. Şu ayetlerin
hepsinde aynı ifade geçmektedir.) (Âli
lmran-123, Maide-11, lbrahîm-11,
Tevbe-51, Mücadele-10, Teğabun-13)
2) (Ey
Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseilem)
De ki: "Şüphesiz lütuf Allah'ın
elindedir (buna rızıkta dahildir).
Allah geniş lütuf sahibidir. Her
şeyi çok iyi bilendir. (Kime ne
zaman ne kadar vermek gerektiğini
bilir). / Allah rahmetini dileğine
tahsis eder. Ve Allah büyük lütuf
sahibidir". (Âli
İmran-73,74)
3) Şüphesiz
Allah tevekkül edenleri sever. (Âli
İmran-159)
İZAH: Allah
kimi kendine sevgili kılarsa, onun
yükselmesi ve terakki etmesine ne
denebilir.
4) (Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem zamanında
meydana gelen özel bir vak'aya
işaret edilerek şöyle buyurmuştur:)
Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar
onlara, "O insanlar (yani düşmanlar)
size karşı (büyük bir) ordu topladı.
Onlardan korkun" dediklerinde bu
haber onların imanlarını arttırmış
ve güçlendirmiştir. Ve şöyle
demişlerdir: "Allah bize yeter (her
musibette yardımcımız ancak O'dur).
O ne güzel vekildir".
/ Kendilerine hiçbir
kötülük dokunmadan (oradan)
Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri
döndüler. Ve Allah'ın rızasına
uydular. Allah büyük lütuf
sahibidir. / (Ey Müslümanlar! Böyle
hallerde bir şeyi iyi belleyin ki,
bu gibi olaylarda) Şeytan kendi
dostlarıyla (sizi) korkutur. Siz
onlardan korkmayın. Eğer mü'min
iseniz yalnız Ben'den korkun" (Âli
İmran-173,174,175)
İZAH: Maksat
şudur, düşmanla karşılaşma ve
saldırı haberini duyunca bilin ki bu
korkup ürkütecek bir şey değildir.
Allah'a kâmil bir itimadla ve tam
bir güvenle kendi imkan dairenizde
hazırlık yapın. Sadece şundan korkun
ki, sahibimiz olan Allah'ın
rızasına ters düşen bir şey sakın
bizden sâdır olmasın. Çünkü asıl
felaket budur. Böyle yapmak dünyada
bir felaket olduğu gibi, ahiret de
zaten bir felakettir. Buna ilave
olarak kimseden korkmaya gerek
yoktur. Çünkü karşınızdaki insanlar
sizi öldürmekten ziyade bir şey
yapamazlar. Ölüm mutlaka
gelecektir. Ama vaktinden önce asla
gelemez.
5) Dost
olarak Allah yeter. Yardımcı olarak
da Allah yeter. (Nisa-45)
6) Sen
Allah'a tevekkül et. Allah vekil
olarak yeter. (Nisa-81)
7) Eğer
mü'min iseniz, sadece Allah'a
tevekkül edin. (Mâide-23)
8) De
ki: "Ben Allah'tan başkasını mı dost
edineyim? O gökleri ve yeri
yaratandır. O herkesi rızıklandınr.
(İhtiyacı olmadığı için) O'na kimse
rızIk veremez". (En'am-14)
9) Allah
sana bir zarar isabet
ettirecek olsa, o zararı O'ndan
başka hiçbir kimse kaldıramaz. Sana
bir hayır isabet
ettirecek olsa (o hayrı kimse
engelleyemez). O her şeye kadirdir.
(En'am-17)
10) Kim
Allah'a güvenirse (o çoğu zaman
galip gelir. Çünkü) Allah şüphesiz
herseye galiptir. (Kendine güvenen
kimseleri de galip kılar. Bazen
böyle olmazsa onda bir hikmet
vardır. Çünkü) O Hakim'dir. Hikmet
sahibidir. (Enfâl-49)
11) Allah'a
tevekkül et. Şüphesiz O her şeyi çok
iyi işiten ve çok iyi bi-endir
(insanların dualarını işitir ve
onların durumlarını çok iyi bilir (Enfâl-61)
12) İnsana
bir zarar geldiğinde yan tarafına
yatarken veya otururken veya ayakta
iken Bize yalvarır durur. Fakat
ondan uğradığı zararı (ağlayıp
yakarması sonucu) kaldırınca sanki
o, dokunan zararın kalkması için
Bize yalvarmamış gibi yine yoluna
devam eder (Bizimle ilişkisini
keser). (Bu büyük bir
akılsızlıktır). (Yunus-12)
13) De
ki: "Size gökten ve yerden nzık
veren kimdir? Sizin kulak ve
gözlerinize kim mâlik bulunuyor?
Ölüden diriyi çıkaran, diriden de
ölüyü çıkaran kimdir? Bütün bu
işleri düzene koyan kimdir? Hemen, "Bütün
bu işleri yapan
Allah'tır" diyeceklerdir. Sen de ki:
"O halde Allah'tan korkmaz mısınız?
(başkalarından neden korkuyorsunuz?) (Yunus-31)
14) Musa
kavmine, "Ey kavmim! Eğer Allah'a
(gerçekten) iman ediyorsanız ve
O'na teslim olmuş Müslümanlarsanız,
yalnız O'na tevekkül edin" dedi. /
Onlar da, "Biz yalnız Allah'a
tevekkül ettik" dediler. (Yunus-84,85)
15) Allah
seni bir zarara uğratırsa onu senden
kaldıracak ancak O'dur. Sana bir
iyilik dilerse, lütfuna kimse mani
olamaz. O, iütfunu kullarından
dilediğine verir. O, çok bağışlayan
ve çok merhamet edendir.
(Yunus-107)
16) Yeryüzünde
hiçbir canlı varlık yoktur ki, rızkı
Allah'a ait olmasın. (Öyleyse nzık
O'ndan istenmelidir)
(Hud-6)
17) De
ki: "O benim Rabbimdir. (Beni
terbiye edendir). O'ndan başka ilah
yoktur. Ben ancak O'na tevekkül
ettim. Dönüşümde (tevbem de) ancak
O'nadir.
(Rad-30)
18) Bunlar
(musibetlere) sabredenler ve yalnız
Rablerine güvenenlerdir, (Onlar
hicret ettikten sonra Acaba yemek
düzeni nasıl olacak? diye
düşünmezler).
(Nahl-42)
19) Şüphesiz
şeytanın, iman edip Rablerine
güvenenler üzerinde hiç bir nüfuzu
yoktur.
(Nahl-99)
20) Biz
Musa'ya kitabı (Tevrat'ı) vermiştik.
Onu İsrail oğullarına hidayet
rehberi yapmıştık. Onlara, "Benden
başkasını kendinize vekil
edinmeyin" demiştik.
(İsrâ-2)
21) Denizde
(fırtına gibi) herhangi bir
tehlikeye maruz kaldığınızda,
Allah'tan başka yardımını
istediğiniz (kendilerine ibadet
ettiğiniz) bütün putlar hatırınızdan
silinir gider. (O vakit yalnız
Allahu Teâlâ'ya yalvarılır) Allah
sizi tehlikeden kurtarıp karaya
çıkarınca da yüz çevirirsiniz.
Gerçekten insan nankördür. (İsra-67)
22) Onların
Allah'tan başka hiçbir dostu yoktur.
O hiçbir kimseyi hükmüne ortak
yapmaz (kaldı ki, parlamentonun
görüşünü alsın). (Kehf-26)
23) O
Allah'ı bırakıp kendisine zarar da,
fayda da vermeyen şeylere tapar.
İşte bu büyük sapıklıktır.
(Hac-12)
24) Sen,
ölümsüz, diri olan Allah'a tevekkül
et. (Furkan-58)
25) O
(Allah) beni yedirir ve içirir.
Hastalandığım zaman bana O şifa
verir. (Şuarâ-79,80)
26) Sen
her şeye galip ve çok merhametli
olan Allah'a güven. (Şuara-217)
27) Siz
rızkı ancak Allah'ın nezdinde arayın
(çünkü rızkın Maliki O'dur) O'na
kulluk edin ve O'na şükredin Siz
ancak O'na döndürüleceksiniz. (Ankebut-17)
28) Canlılardan
niceleri vardır ki, kendi
rızıklarını taşımaktan acizdirler.
Onları da sizi de rızıklandıran
Allah'tır. (O ancak tevekkül
edilmeye layıktır. Çünkü) O her
şeyi çok iyi işiten ve çok iyi
bilendir.
(Ankebut-60)
29) Allah'a
tevekkül et. Vekil olarak Allah
yeter. (Ahzab-3)
30) De
ki: "Allah size bir fenalık
(herhangi bir zarar ve ziyan)
dilerse sizi O'ndan kim
koruyabilecektir? Veya O'nun
rahmetini sizden kim
engelleyebilecektir? (Bütün dünya
bir araya gelse yinede
engelleyemezler. İyi bilin ki;)
onlar Allah'tan başka kendilerine ne
bir dost ne de bir yardımcı
bulabilirler". (Ahzab-17)
31) Allah
kuluna kâfi değil midir? (Zümer-36)
32) Sen
onlara şöyle de: "Söyleyin bakalım,
eğer Allah bana herhangi bir zarar
vermek istese, sizin Allah'ı bırakıp
taptıklarınız O'nun bu zararını
giderebilir mi?" De ki; "Bana Allah
yeter. Tevekkül edenler sadece O'na
tevekkül ederler". (Zümer-38)
33) İşte
O Allah benim Rabbimdir. Ben sadece
O'na tevekkül ettim. Ve ancak O'na
yönelirim.
(Şûra-10)
34) Allah,
kullarına son derece lütufkârdır. O
kullarından dilediğini (dilediği
kadar) rızıklandırır. O güçlüdür her
şeye galiptir. (Şûra-19)
35) Sizin
Allah'tan başka ne bir dostunuz ne
de bir yardımcınız vardır. (Şûra-31)
36)
İman edip Rablerine güvenenler için
Allah indindeki nimetler daha
hayırlı ve daha devamlıdır.
(Şûra-36)
37) Rızıklarınız
da, vaad olunduğunuz şeyler de
semadadır (Yani orada Levhi
Mahfuz'da yazılmıştır. Yağmur vs.
İle oradan iner) (Zariyat-22)
38) (İbrahim
aieyhîsseiam şöyle dua etti:) "Ey
Rabbimiz! Bîr Sana güvendik. (Her
hacetimizde) Sana yöneldik. Kıyamet
günü dönüşümüz yine Sana'dır".
(Mümtehine-4)
39) O
münafıklar, "Rasülullah'ın
beraberinde bulunan mü'minlere bir
şey vermeyin de (açlıktan ölme
derecesine gelince) etrafından
dağılıp gitsinler" diyenlerdir.
(Halbuki bu ahmaklar şunu
bilmiyorlar ki,) göklerin ve yerin
hazineleri Allah'ındır. Fakat
münafıklar bunu anlamazlar. (Onlar
ahmaktırlar. Çünkü onlar rızkın
kendi İhsanlarına bağlı olduğunu
zannederler). (Münafıkûn-7)
40) Kim
Allah'tan korkarsa, Allah ona bir
kurtuluş (ve kolaylık) yolu
gösterir. / Ve onu hiç ummadığı
yerden rızıklandırır. Kim Allah'a
tevekkül ederse, Allah ona yeter.
Şüphesiz Allah emrini mutlaka yerine
getirir. Allah her şey için bir ölçü
(ve zaman) koymuştur. (Talak-2,3)
Hadisler kısmında birinci hadisin
izahında bu ayeti kerimeyle ilgili
birde kıssa gelecektir.
41) O
doğunun da batının da Rabbidir.
O'ndan başka ilah yoktur. O halde
sen, sadece O'nu vekil edin, (Yani
mademki O, doğunun ve batının
sahibidir, o halde O'na itimad ve
tevekkül edilmelidir). (Müzzemmil-9)
Bu 41
ayet numune olarak zikredilmiştir.
Yoksa Kur'an-ı Kerim'in her konusu
tevhid talimi vermektedir. Tevhidin
meyvesi de tevekküldür. Kim tevhidte
ne kadar sağlam ve kamil olursa, o
kişiye, o ölçüde tevekkül, Allah'a
güven ve O'ndan başkasına tenezzül
göstermemek nasib olur. Nitekim şu
meşhur bir olaydır: Hz. İbrahim
Halilullah â/â nebiyyina ve
aleyhissalatü vesselam ateşe
atılacağı zaman Hz. Cebrail
aieyhîsseiam gelerek ona, "Benim
yapabileceğim bir hizmet varsa
emrediniz" dedi. İbrahim
aieyhisseiam, "Hayır, benim seninle
ilgili bir hacetim yoktur" buyurdu.Bir
fakir itikafa niyet ederek bir
mescide gidip oturdu. Yanında yemek
ve içmek için hiçbir şeyi yoktu.
Mescidin imamı ona, "Böyle parasız
pulsuz bir haldemescitte
oturmaktansa bir yerde çalışsaydın
daha güzel olurdu ( çünkü karnını
doyurmak farzdır)" diye nasihat
etti. Fakir ona bir cevap vermedi.
İmam efendi ikinci defa aynı şeyleri
söyledi. Fakir yine sustu. İmam
üçüncü defa söyledi. Fakir sükut
etti. İmam dördüncü defa yine
söyledi. Bu sefer şöyle cevap verdi:
"Bu mescidin yakınındaki dükkanın
sahibi olan yahudi her gün için bana
iki ekmek vermeyi kararlaştırdı''.
İmam, "Eğer o yemek vermeyi
kararlaştırdıysa çok iyi. Öyleyse
mutlaka itikaf yap" dedi. Fakir,
"Keşke sen imam olmasaydın ne iyi
olurdu. Sen bu eksik tevhidinle
Allah ve O'nun kulları arasında
vasıta olarak duruyorsun. Bir kafir
yahudinin vaadini, Allah'ın rızık
vaadinden daha üstün yaptın
(yazıklar olsun sana ve senin
haline)" dedi. Gerçekten
doğru söylemiş. Bizim halimizde
aynı. Kulların vaadlerine güvenir
mutmain oluruz ama Allah'ın vaadine
değil...Yukarıda zikredilen ayetler
üzerinde son derece düşünmeli ve (şu
özelliklerin bizde oluşması için)
çok fazla çalışmalıyız. Bizim
gözlerimiz sadece Allah celle şânuhû
vetekaddes hazretlerine yönelmeli,
ancak O'na güvenmeli, O yüce Zaftan
istemeli, sadece O'ndan dilenmeli,
O'ndan başkasının önünde el
açmamalı, hatta kalbimizden dahi
başkalarını geçirmemeli, aksine
yalnız ve sadece O yüce Zat'a
dayanmalıyız. Fayda ve zararın
yalnız O'nun elinde olduğunu
kalbimizle kabul etmeliyiz. Dille
söyleyip durmak bizim genel bir
alışkanlığımız olmuştur. Ancak asıl
işe yarayan şey bizim kalbimize şu
inancın yerleşmesidir ki, O
dilemedikten sonra hiçbir idareci ve
hiçbir zengin, hiç kimseye ne hiçbir
şekilde zarar verebilir ne de hiçbir
şekilde fayda verebilir. Biraz
düşünülürse şunun çok açık bir şey
olduğu anlaşılır. Bütün dünyanın
kalbi yalnız O'nun elindedir. Biz
yüzbinlerce defa bir adama yalvarıp
yakarsak da, onun kalbi başkasının
tasarrufunda olduğuna göre, kalbin
sahibi dilemedikten sonra bizim
yalvarıp yakarmamız onun kalbine ne
kadar tesir edebilir? Kalplerin
sahibi bir işin olmasını dilerse o
şey kendiliğinden bir başkalarının
kalbine yerleşir. Biz yüzbinlerce
defa tok gözlü ve kanaatkar
davransak da onun kalbi
kendiliğinden onu mecbur edecektir.
Devamlı onun kalbine düşünceler
gelecek, hiçbir dış etki olmadan
düşünmeye başlayacaktır. Öyleyse
ihtiyacımızın görülebileceği tek
adres, O yüce Zat'tır. Eğer yalvarıp
yakarıp boyun bükecek bir yer varsa
o da O'nun kapısıdır. Bütün dünyanın
kalbi O'nun iradesine tabidir. Bütün
dünyanın hazineleri O'nun
mülküdür.Allah'ım! Yalnız kendi
lütfunla hak ettiğimden dolayı
değil, hatta hak ettiğimin tam
tersine ben günahkar kuluna da o
cevherden bir parça ihsan eyle.
Çünkü Senin vermen için o şeyi hak
etmek şart değildir.
ŞİİR:
Musa'dan sorunuz halini, Allah 'm
vermesinin, Ateş almaya gitsin de,
peygamberlik buluversin.
Bundan sonra bu konularla ilgili
birkaç hadisi kısaca arz ediyorum.
Bu hadislerle ilgili olarak yukarıda
üç ayet ayrıca zikredilmişti.
1) Abdullah
İbtli Mes'ud radıyallahu an/i'dan
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesei-lem şöyle buyurmuştur: "Kime
bir yoksulluk gelir de onu
insanların önüne arz ederse onun
yoksulluğu kapanmaz. Kime bir
yoksulluk ulaşır da o kendi
yoksulluğunu Allahu Teâlâ'ya arz
ederse (O'ndan isterse) Allahu Teâlâ
yakın da ona acil olarak veya
gecikmeli olarak rızık verir". (Tirmizi,
Dürrü Mensur)
İZAH: İnsanlardan
dilenip duran kimsenin yoksulluğu
bitmez sözünün maksadı şudur: Onun
ihtiyacı tamamlanmaz. Eğer bugün bir
ihtiyacından dolayı dilenirse o
İhtiyaç görünüş itibariyle
tamamlanır ama yarın ondan daha
önemli bir ihtiyaç ortaya çıkar.
Böylece ihtiyaç devam eder gider.
Eğer Allahu Teâlâ'nın yüce kapısına
el açarsa bu ihtiyacı zaten
tamamlanır. Başka ihtiyaç meydana
gelmez. Eğer ihtiyaç meydana
gelirse Malikimiz olan Allah onu
hemen giderir.Birinci bölümün
hadisler kısmında 8 numaralı hadisin
açıklamasında Hz. Ebû Kebşe
radıyallahu anh ile ilgili bir hadis
geçmişti. Orada Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem yemin
ederek birkaç şey buyurmuştur.
Onlardan biri de şudur: "Kim
insanlardan dilenme kapısını
açarsa, Allahu Teâlâ ona yoksulluk
kapısını açar". Bir başka hadiste
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'm yemin ederek aynı ifadeyi
kullanması Hz. Abdurrahman bin Avf
radıyallahu antim rivayetinde de
geçmiştir. Bundan dolayıdır ki kapı
kapı dolaşarak dilenen kimseler
devamlı yoksulluk ve darlık içinde
kalırlar.Bir başka hadiste bu konu
şu şekilde geçmiştir: "Bir kimse
kendi yoksulluk ve ihtiyacını
Allah'a arzederse, Allahu Teâlâ onun
fakirliğini çok çabuk giderir. Ya
acele bir ölümle veya acele bir
zenginlikle". Acele ölümün iki
manası vardır; Birincisi, eğer ölüm
vakti zaten yaklaşmış ise, Allah
Teâlâ yoksulluğun sıkıntıları
arasında musibet çekmeden önce ona
ölümü nasip edecektir. İkinci mana
şudur; Bir başkasının ölümü onun
zenginliğine sebep olur. Meselâ
birinden bol miktarda miras payı
elde edilmesi veya biri vefat
ederken Malımdan falan şahsa şu
kadar verilsin diye vasiyet etmesi
gibi... Buna benzer bir çok olay
gördük ve duyduk. Şöyle ki; Mekke'de
bazı kimseler vefatları
esnasında,"Benim malım satılıp
parası Hinphrindeki falan isimli
şahsa verilsin" diye vasiyet
etmişlerdir.Kürt bir kavmin adıdır.
O kavmin arasında meşhur bir eşkıya
vardı. O kişi bizzat kendi başından
geçeni şöyle anlatıyor: Ben
arkadaşlarımdan bir toplulukla
birlikte yol kesmek için gidiyordum.
Yolda bir yere oturduk. Orada üç
hurma ağacı gördük. İkisi bol bol
meyve vermiş ancak birisi tamamen
kurumuştu. Bir serçe devamlı meyvesi
bol olan ağaçlardan taze hurmaları
gagası ile alıp o kuru ağaca
götürüyordu. Biz bu olayı görünce
hayret ettik. Ben serçenin oraya
götürdüğünü on defa gördüm.
İçimden, "Şu ağaca çıkıp bakayım, bu
serçe o hurmaları ne yapıyor?" diye
bir düşünce geçti. Ağaca tırmanıp en
tepesine ulaşınca bir de ne göreyim,
gözü kör bir yılan ağzını açmış
bekliyor ve bu serçe taze hurmaları
onun ağzına koyuyor. Ben bu hadiseyi
görünce o kadar ibret almıştım ki,
ağlamaya başladım ve "Ey Mevlam! Bu
bir yılandır. Senin peygamberin
bunun öldürülmesini emretmiştir.
Gözleri kör olunca Sen ona rızık
ulaştırmak için bir serçe tayin
ettin. Ben ise Senin kulunum. Senin
birliğini ikrar eden biriyim. Sen
beni insanların malını soymaya
ayırdın" dedim. Böyle der demez
benim kalbime şöyle bir ilham geldi
ki, "Benim tevbe kapım açıktır". Ben
o anda insanların yolunu kesmekte
kullandığım kılımı kırdım. Başıma
toprak atmaya ve, "Igâle, igâle (af
eyle, af eyle)" diye feryad etmeye
başladım. Ğayb'tan bana, "Seni
affettik, seni affettik" diye bir
ses geldi. Ben arkadaşlarımın yanına
geldim. Onlar, "Sana ne oldu?"
dediler. Ben, "Ben ayrılmış ve
uzaklaşmıştım, Artık ben sulh yapıp
barıştım" dedim. ve bütün hadiseyi
anlattım. Onlar da, "Biz de sulh
yapıyoruz" diyerek her biri kendi
kılıcını kırdı. Hepimiz
gasbettiğimiz eşyaları bırakarak
ihrama girdik ve Mekke'ye gitmeye
niyet ederek yola koyulduk. Üç gün
yürüdükten sonra bir köye vardık.
Orada gözleri görmeyen bir ihtiyar
kadınla karşılaştık. O benim adımı
söyleyerek, "Sizin içinizde Kürt
kavminden şu isimde biri var mı?"
dedi. Arkadaşlarım, "Evet var"
dediler. O bir miktar elbise çıkardı
ve "Benim oğlum üç gün önce vefat
etti ve bu elbiseleri bıraktı. Ben
üç günden beri her gün Rasûlullah
saiiai-lahu aleyhi veseiiem'ı
rüyamda görüyorum. Bana, <O
elbiseleri falan isimli Kürde ver buyuruyor"
dedi. Sonra ben o elbiseleri aldım
ve hepimiz onları giydik.1Bu kıssada
ibret alınmaya değer iki şey vardır:
Birincisi, kör yılana Allah celle
celaluhu tarafından rızık
ulaştırılması, ikinci Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem
tarafından (o kimseye) elbise
bağışlanmasıdır. Allahu Teâlâ bir
kimseye yardım etmek isteyince,
yardım sebeplerini yaratmak O'nun
için zor mudur? Fakirlik ve
zenginliğin bütün sebeplerini O
yaratır. Samimi bir tevbenin
bereketiyle Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem tarafından elbise
ile ödüllendirilmek övünülecek bir
şeydir. Ayrıca acele ölüm sayesinde
zenginlik elde etmeye bir misaldir.
Daha pek çok insanın vefat ederken,
"Benim malımdan ve eşyamdan şu
kadarını falan şahsa verin" diye
vasiyet ettikleri olayları
duymaktayız.Bir hadiste Hz. İbni
Abbas radıyallahu anhuma Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesel-/em'in şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Bir kimse
aç olur veya bir ihtiyacı olur da
hacetini insanlardan gizlerse Allahu
Teâlâ üzerine (lütfü ve kereminden
dolayı) o kişiye helal maldan bir
senelik rızık vermek hak oiur"Bir
başka hadiste şöyle bu-yurulmuştur:
"Bir kimse aç olur veya muhtaç olur
da bu halini insanlardan gizlerse ve
Allahu Teâlâ'dan isterse, Allahu
Teâlâ ona bir senelik helal rızık
kapısı açar"Bir
başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Kim Allah'tan gına yani tok
gözlülük isterse Allah ona gına
verir. Kim Allah'tan iffet isterse
Allah ona iffet verir. Yukarıdaki el
(yani veren el) alttaki elden (yani
isteyen elden) daha üstündür. Bir
şahıs dilenme kapısı açarsa Allahu
Teâlâ ona fakirlik kapısını açar".
Hz. Ali kerremeliahu vechehü, Arafat
meydanında halktan dilenen birinin
sesini işitti. Ona kırbacıyla vurdu
ve "Böyle bir günde ve böyle bir
yerde Allah'tan başkasından mı
istiyorsun?" diye azarladı. Diğer
bir hadiste şöyle geçmektedir: "Kim
dilenme kapısını açarsa Allahu Teâlâ
dünya ve ahirette ona fakirlik
kapısını açar. Kim de Allah rızası
için verme kapısını açarsa Allahu
Teâlâ ona dünya ve ahiretin hayır
kapısını açar". Bir başka hadiste de
şöyle buyurul-muştur: "Bir kimse
dilenme kapısını açarsa Allahu Teâlâ
ona fakirlik kapısını açar. Bir
şahıs ip alarak odun toplar, sırtına
yükleyip satarsa ve onunla geçimini
temin ederse, bu dilenip de
kendisine verilmesi veya
verilmemesinden daha hayırlıdır".
Yine bir hadiste buyuruiuyor ki:
"Kim (sadaka vererek veya akrabayı
gözeterek) verme kapısını açarsa,
Allahu Teâlâ ona bolluk verir (yani
onun malı artar). Kim de malını
arttırmak niyetiyle dilenme kapısını
açarsa, onda yokluk çoğalır. Yani
ihtiyaçlar çoğalır ve geliri git
gide yetersiz hale gelir.Hz. Imran
bin Husayn radıyaiiahu anh
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseffem'in şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Bir kimse kendini tam
olarak Allah'a yöneltirse, Allahu
Teâlâ onun her ihtiyacına kefil olur
ve ona tahmin etmediği yerden rızık
verir. Kim de var gücüyle dünyaya
yapışırsa Allahu Teâlâ onu dünyaya
havale eder. (Sanki "Artık var işini
kendin yap, yani çalış ve kazan. Ne
kadar meşakkat çekersen Biz ona
göre vereceğiz" demektir). Hz. Ebû
Zer radıyaiiahu anh diyor ki:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu; "Ben size
gizli ve aşikâr işlerinizde
Allah'tan korkmanızı vasiyet
ediyorum. Eğer sizden bir kötülük
meydana gelirse (onu telafi etmek
için) iyilik yapın ve kimseden bir
şey istemeyin. Kimsenin emanetini
yanınızda tutmayın İki kişi arasında
hakim olmayın (çünkü bu çok önemli
bir iştir. Herkesin becerebileceği
bir şey değildir)".Bir hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyuruyor ki: "Kim aza razı
olup kanaat eder ve Allah'a tevekkül
ederse, o çalışıp kazanma
zorluğundan kurtulur". Diğer bir
hadiste şöyle buyuruiuyor: "Kim en
kuvvetli olmak istiyorsa o Allah'a
tevekkül etsin. Kim en zengin olmak
istiyorsa, o Allah'ın yanında
olanlara, kendi yanında olan
şeylerden fazla güvensin. Kim de en
şerefli olmak istiyorsa, takvayı
seçsin. (Şu tecrübe edilmiştir ki,
insanın takvasının halka tesir
ettiği gibi hiçbir şey tesir etmez.
Bir kimsede ne kadar fazla takva
olursa, insanların kalbinde ona
karşı o kadar fazla hürmet ve saygı
olur)".Hz. Vehb rahmetuiiahi aleyh
Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Kulum bana tevekkül
ettiği zaman, gökler ve yerler
birleşerek ona bir hile ve tuzak
kurmak isteseler bile Ben ona bir
çıkış yolu açarım". Hz. İbni Abbas
radıyaiiahu anhuma buyurdu ki:
Allahu Teâlâ Hz. İsa âlâ nebiyyina
ve ateyhissalatü vesselama şöyle
vahyetti; "Bana tevekkül et ki, Ben
senin ihtiyaçlarına kefil olayım.
Ben'den başkasını kendine dost
edinme ki, Ben seni
bırakmayayım".Pek çok hadislerde şu
vakıa zikredilmiştir: Hz. Mâlik
radıyaiiahu anh''in oğlunu kafirler
esir aldılar ve deriden tasmalarla
onu sımsıkı bağladılar. Ona son
derece işkence ediyorlar ve aç
bırakıyorlardı. O bir yolunu bulup
babasına kendi halini bildirdi ve
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vese/fem'den dua talep etmesini
söyledi. Haber Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem e ulaşınca buyurdu
ki: "Ona benim şu sözümü ulaştırın
ki o Allah'tan korksun (takva yolunu
tutsun). Allah'a tevekkül etsin ve
sabah-akşam şu ayeti kerimeyi
okusun:""Şüphesiz size kendinizden
bir peygamber gelmiştir. Sıkıntıya
düşmeniz ona ağır gelir. O size son
derece düşkündür. Müminlere çok çok
şefkatli ve merhametlidir. / (Ey
Rasûlüm!) Eğer yüz çevirirlerse de
ki: <O'ndan başka hiç bir ilah
yoktur. Ben O'na güvendim. O yüce
Arşın Rabbidir>". (Tevbe-128,129) O
sahabeye bu haber ulaşınca bu ayeti
kerimeyi okumaya başladı. Bir gün
vücudundaki tasmalar kendi kendine
koptu. O kafirlerin esaretinden
kurtulup kaçtı ve yanında onlara ait
birkaç hayvanı da alıp götürdü.Hz.
İbni Abbas radıyatiahu anhuma
buyurdu ki: "Kim padişahın zulmünden
kor-kuyorsa veya bir yırtıcı
hayvandan yahut denizde boğulmaktan
korkuyorsa bu ayeti kerimeyi okusun.
İnşallah ona hiçbir zarar dokunmaz".
Başka bir hadiste bu kıssadaLa
havle vela kuvvete illa billah kelimesini
de bol bol söylemesi emredilmiştir.
İşte Mâlik radıyaiiahu an/Tın
kardeşinin bu başından geçen olay
hakkında şu ayet nazil olmuştur:"Kim
Allah'tan korkarsa Allah ona bir
kurtuluş yolu gösterir. / Ve onu hiç
ummadığı yerden nzıklandmr. Kim Allah'a
tevekkül ederse Allah ona yeter" (Talak-2,3)
O
sahâbi kendisine bu kadar şiddetli
zulüm yapan kafirlerin mallarından
kendisi için rızık takdir edildiğini
tahmin edebilir miydi?Bir Allah
dostu diyor ki: Ben ve arkadaşım bir
dağda kalıyorduk. Her an ibadetle
meşguldük. Benim arkadaşımın geçimi
ot, yeşillik vs. gibi şeylerdi.
Benim için Allahu Teâlâ şöyle bir
intizam yapmıştı; Bir ceylan benim
yanıma her gün gelirdi. Benim
yakınıma gelip ayaklarını gererek
durur, ben de onun sütünü içerdim.
Sonra o giderdi. Uzun zaman böyle
geçti. Her gün o ceylan gelir, ben
de onun sütünü içerdim. Arkadaşımın
kaldığı yer benden uzakta olan karşı
dağdaydı. Bir gün o yanıma geldi ve
"Buraya yakın bir yere bir kafile
gelip konaklamış. Haydi gidip o
kafiledekilerin yanına gidelim.
Orada belki biraz süt ve ayrıca
biraz yiyecek bir şeyler buluruz"
dedi. Ben baştan çok reddettimse de
o çok ısrar edince onunla beraber
gittim. İkimiz kafileye ulaştık.
Onlar bize yemek yedirdiler. Biz
yemekten sonra kendi yerlerimize
döndük. Ondan sonra ben vakti
geldiğinde devamlı o ceylanı
beklerdim. Ancak o gelmez oldu.
Günlerce bekledikten sonra anladım
ki, bu günahımın uğursuzluğundan
dolayı kendisiyle endişesiz bir
hayat geçirdiğim rızkım kapandı.Ravz
adlı eserin sahibi diyor ki:
Yukarıdaki olayda görünürde üç şey
günahtı: 1-Seçmiş olduğu tevekkülü
terk etti. 2-Hırslandı ve kendisine
rahat içinde ve endişe etmeden gelen
rızka kanaat etmedi. 3-Tayyib ve
temiz olmayan yemekten yedi. Bu
yüzden temiz rızıktan mahrum
oldu.Çok ibretli bir kıssa. Biz çok
defalar hırs ve açgözlülükten dolayı
Allah'ın nimetlerinden mahrum
oluyoruz. Görünüş itibariyle
dilenmek ve istemek neticesinde o
anda bir şeyler elde edilir. Ancak
bunun kötü tesirinden dolayı, talep
etmeden ve kimseye minnet etmeden
elde edilecek olan Allah'ın
nimetinden mahrum olunur.Hz. İmam
Ahmed bin Hanbel rahmetuilahi
aleyh'm şöyle bir duası vardır:
"Allah'ım! Alnımı Sen'den başkasına
secc'e etmekten koruduğun gibi,
dilimi de Sen'den başkasından
dilenmekten (istemekten) koru"
Allahümme Amin
2) Ebû
Hureyre radıyallahu anh'dan
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem şöyle buyurdu: "Kim malını
çoğaltmak için dilenirse, o Cehennem
koru istemiş olur. Dilerse az
istesin, dilerse çok istesin".
(Müslim, Mişkat)
İZAH: Birinci
hadisi şerifte sadece Allah ceiie
ceiaiuhu tarafından gaybi yardım ve
desteğin kapanacağı tehdidi vardı.
Çünkü o hadiste zaruret !urumunda
dilenmek söz konusuydu. Bu hadiste
ise zaruretsiz olarak yalnız kendi
malını arttırmak için dilenmek
zikrolunmuştur. O halde bunda daha
şiddetli tehdit vardır. Şöyle ki, o
Cehennem korları biriktirmektedir.
Artık böyle bir insan, gönlü ne
kadar isterse o kadar kor
biriktirmekte serbesttir.
Bir
defasında Hz. Ömer radıyallahu anh
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem'e, "Falan iki şahıs
kendilerine iki dinar verdiğiniz
için sizi övüyorlardı" dedi. Bunun
üzerine Rasûlullah sailaitahu aleyhi
vesellem, "Ben falanca şahısa 10
dinardan 100 dinara kadar verdiğim
halde yine de böyle yapmadı"
dedikten sonra şöyle buyurdu: "Bazı
insanlar dileniyorlar, ben onlar
istediği için veriyorum. Onlar da
koltuklarının altlarına
sıkıştırarak gidiyorlar. Ancak onlar
koltuklarının altına ateş
sıkıştırarak gidiyorlar". Hz. Ömer
radıyallahu anh, "Ya Rasûlallah!
Öyleyse neden veriyorsunuz?" dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem, "Ben ne yapayım? Onlar
istemeden duramıyorlar. Allahu
Teâlâ benim cimri olmamı istemiyor"
buyurdu. Başka bir hadisin lafzı
şöyledir: Hz. Ömer radıyaliahu anh,
"Ya Rasûlallah! Mademki onun ateş
olduğunu biliyorsunuz. O halde neden
veriyorsunuz?" dedi. Rasûlullah
saiiai-lahu aleyhi vesellem, "Ne
yapayım onlar dilenmeden
duramıyorlar. Allahu Teâlâ'da benim
cimri olmama razı olmuyor"
buyurdu.Hz. Kabîsa radıyallahu anh
buyuruyor ki: Ben bir yükü (yani
ceza veya başka bir şeyi) üzerime
aldım. Yani bir şeye kefil oldum. Bu
konuda yardım istemek için
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseflem'in huzuruna vardım.
Rasûlullah sailallahu aleyhi
vesellem, "Bekle, bir yerden sadaka
malı gelince sana yardım ederim"
dedikten sonra Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Kabîsa! İstemek sadece üç sınıf
insan için caizdir; 1-Üzerine bir
yük almış bir şeye kefil olmuş veya
başka bir şeyi üzerine borç olarak
kabul etmiş kimsedir. O kimse, o
kadar miktar istesin ve dursun.
Ondan fazlasını istemeye hakkı
yoktur. 2-Üzerine bir afet gelip de
bütün malı telef olan kimsedir
(mesela, yangın veya malının
tamamını alıp götüren âni bir afete
uğraması gibi). O kimsenin hayatını
sürdürebilecek miktarda istemesi
caizdir. 3-Yokluk içine düşen
kimsedir. Hatta onun kavminden üç
kişi onun yoksulluk içinde kaldığını
söylemelidir. O zaman o kimsenin
hayatını sürdürebilecek ölçüde
istemesi caizdir. Bu üç sınıf
insandan başka kim isterse o haram
mal yemiş olur".Diğer bir hadiste
şöyle Duyurulmuştur: "Dilenmek iki
kişi için caiz değildir. 1-Zengin
İçin, 2-Güçlü ve sağlıklı olan
(çalışıp kazanmaya gücü yeten) için.
Şüphesiz 'ki insanı toprağa
yapıştıran fakirlik veya insanı
perişan eden borç bir kişinin
başına gelirse onun için de istemek
caizdir. Kim de malını arttırmak
için isterse, kıyamet günü onun
yüzü yara-bere içinde olacak ve o,
Cehennem korları yiyecektir.
Dileyen fazla istesin dileyen de az
istesin". Yine bir hadiste şöyle
geçmektedir: "Dilenmek, kıyamet
günü baştaki yaralar şeklinde
olacaktır. Bundan dolayı dilenen
kişinin yüzü yara içinde kalacaktır.
Gönlü isteyen yüzünün güzelliğini
devam ettirsin. Dileyen de (bu
güzelliği) terk etsin, Elbette
devlet başkanından (yani alma hakkı
bulunmak şartıyla Beytül Mal'dan)
istesin veya mecburiyet derecesinde
isterse de bir sakınca yoktur". Bir
başka hadiste şöyle buyurulmuştur:
"İnsan dilenir durur. Nihayet
kıyamet günü yüzünde hiçbir et
parçası kalmaz".Hz. Mesud bin Amr
radtyallahu anh diyor ki: Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesel-/em'in
yanına namazı kılınması için bir
cenaze getirildi. Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseilem, "Miras
olarak ne bıraktı?" buyurdu. Halk,
"Birkaç altın bıraktı" dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseilem, "Onlar birkaç Cehennem
izidir" buyurdu. Hadisin ravisi
diyor ki: Ben Hz. Ebû Bekr
radıyatiahu anh1 m azadlı Kölesi
Abdullah bin Kasım'a o kişiyle
ilgili sordum, dedi ki; "O malını
arttırmak niyetiyle dilenirdi".Hadis
kitaplarında buna benzer bir çok
olay zikredilmiştir. O rivayetlerde
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseilem miras olarak basit rakamlar
bırakmanın karşılığında Cehennem'de
dağlanmak ve buna benzer tehditler
buyurmuştur. Alimler bu gibi
rivayetlerle ilgili şunları
yazmıştır: Bu durum insanın önceden
bir miktar parası olduğu halde yalan
söyleyerek kendini tamamen fakir ve
muhtaç göstererek dilenmesi ve
fakir olmadığı halefe kendini fukara
topluluğuna katmasındandır.İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: Dilenmeyi yasaklayan pek çok
rivayetler varid olmuş ve hadislerde
çok şiddetli tehditler gelmiştir.
Ancak bununla birlikte bazı
hadislerde buna izin verildiği
anlaşılmaktadır. Bunun açıkça izahı
şudur; Aslında suâl (dilenmek)
haramdır. Ancak mecburiyet
derecesinde veya mecburiyete yakın
hacet durumunda caizdir. Eğer bu iki
durum yoksa dilenmek haramdır. Haram
olmasının sebebi şudur; Dilenmek üç
şeyden uzak değildir. O üç şeyde
haramdır. 1-Dilenmekte Allahu
Teâlâ'yı açıkça şikayet vardır. Bir
bakıma O'nun ihsanının azlığı ve
yetmezliği (açıklanmış olmaktadır).
Mesela bir köle birinden dilense
bunun manası şudur ki, onun efendisi
ona darlık göstermektedir. Bunun
gereği dilenmek çok şiddetli bir
mecburiyet olmadan helal
olmamalıdır. Örnek olarak şiddetli
mecburiyet durumunda leş yemek
helaldir. 2-Dilenmek-te, isteyen
kimsenin kendi nefsini Allah'tan
başkasının önünde zelil etmesi
vardır. Mü'minin şanına yakışan
şudur ki, o kendini Allah'tan başka
kimsenin önünde zelil etmez.
Şüphesiz o yüce Mevlâ'nın huzurunda
kendini zelil etmek insan için bir
izzettir. Çünkü sevgilinin önünde
zillet ve acizlik bir lezzettir.
Mevlâ'nın önünde aciziyetini
açıklamak saadettir. 3-Dilenmekte,
kendisinden istenilen kimseye çoğu
zaman eziyet etmek vardır.
Genellikle veren kimsenin kalbi
isteyerek vermeye yönelmemektedir.
Ancak utandığından veya başka.bir
sebepten dolayı vermektedir. Öyleyse
eğer o utanarak veya gösteriş için
veriyorsa, o mal alan için de
haramdır. Bir de o kimse vermeyi
reddetse de bazen bundan dolayı
üzülür. Çünkü bu durumda o kişi
görünüşte cimri olmuş olur. O halde
dilenmekte her halükarda eziyet
ihtimali vardır. Buna sebebiyet
verende o dilencidir. Bir
mecburiyet olmadan birine eziyet
vermek haramdır. Bu mesele zihinlere
iyice yerleştikten sonra Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem"\n
dilenmeye karşı bu kadar şiddetli
tehditler buyurmasının sebebi de
açığa çıkmış olmaktadır. Rasûlullah
aleyhi veseilem buyuruyor ki: "Kim
bizden dilenirse, biz ona veririz
(biz ne den vermeyelim ki o kişi
dilenmesinin caiz olup olmamasından
kendisi mesuldür). Kim müstağni
olursa (yani dilenmezse ve Allah'tan
zenginlik isterse), Allah onu
zengin kılar. Kim de bizden
istemezse, o bize, bizden isteyenden
daha sevimlidir".Bir başka hadiste
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseilem şöyle buyuruyor:
"İnsanlardan müstağni olun (onlara
ihtiyacınızı arzetmeyin). İstemek ne
kadar az olursa o kadar iyidir". Hz.
Ömer radıyaiiahu anh bir dilencinin
akşamdan sonra dilendiğini gördü ve
birine onu yedirmesini söyledi. O
kişi hemen emri yerine getirerek
ona yemek yedirdi. Sonra Hz. Ömer
radıyaiiahu anh o kimsenin dilenme
sesini duyunca yemek yediren şahsa,
"Ben sana ona yemek yedirmeni
söylemiştim" dedi. Adam, "Ben
yedirdim" dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu
anh dilenciye dönüp baktı. Onun
koltuğunda bir torba vardı. İçinde
pek çok ekmek vardı. Hz. Ömer
radıyaiiahu anh ona, "Sen sâil
değil tacirsin (yani sen muhtaç
olduğundan dolayı değil, ticaret
için dileniyorsun). O ekmekleri
toplayıp satacaksın" buyurdu. Sonra
onun torbasını alıp zekat olarak
verilen develerin önüne döktü. Ona
da bir kırbaç vurdu ve "Bir daha
böyle yapma" dedi. imam Gazali
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Eğer
dilenmek haram olmasaydı. Hz. Ömer
radıyaiiahu anh ne o kişiye vurur ne
de onun elindeki ekmekleri alırdı.
Bazı kimseler buna itiraz
etmişlerdir. Onlar diyorlar ki; "Hz.
Ömer radıyaiiahu anh'ın vurması bir
uyarı ve te'dîb olabilir. Ancak onun
malını alması zulümdür. Şeriat
kimsenin malının elinden alınması
gibi bir ceza koymamıştır". Ancak bu
itiraz gerçeği bilmemekten
kaynaklanmaktadır. Yahu Hz. Ömer
radıyaiiahu anh'ın dindeki
anlayışına (fıkıh bilgisine)
başkaları nasıl ulaşabilir? Hz. Ömer
hakkında, "Efendim o başkalarının
malının alınmasının caiz olmadığı
konusunu bilmiyordu" diye bir zan
yapılabilir mi? Veya, "Meseleyi
bildiği halde haram olan bir fiile
(yani dilenmeye) karşı öfkelendi ve
(neûzü billah) öfke halinde böyle
yaptı" veya "Gelecekte dilenmeyi
önlemek için maslahattan dolayı
böyle caiz olmayan bir yola baş
vurdu" diye yorum yapılabilir mi?
Eğer böyle olsaydı zaten onun bu
fiili (yani maslahat icabı caiz
olmayan bir yolu seçmesi) caiz
olmazdı. Aksine (gerçek) durum
şudur; O kişi ihtiyacı olmadığı
halde dilenmiştir. Ona yardım
edenler, onu fakir ve muhtaç
zannederek vermişlerdir. O halde bu
mal hile ve aldatma yoluyla eline
geçtiğinden onun mülkiyetine
geçmemiştir. Asıl sahiplerinin
tespit edilmesi de artık zordu.
Netice olarak bu sahibi bilinmeyen
bir Lukta (yani kayıp mal)
hükmündedir. O halde onun
harcanacağı yer (Beytül Mal'a ait)
Mesâlih-i Âmme'dir. Bundan
dolayı (o ekmekler) zekat olarak
verilen (ve Beytül Mal'a ait olan)
develere yedirilmiş-tir. O fakirin
hali, günahlarla meşgul olan bir
şahsın, kendisini sûfi gibi
göstererek sadaka toplamasına
benzer. Eğer sadaka veren kimseler
onun halini bilselerdi asla
vermezlerdi. O kimsenin alması caiz
değildir. Aldığı şeyleri sahibine
geri iade etmesi gerekir.Dilenmenin
yalnız zaruret anında caiz olduğu
meselesi kesinleştiğine göre şunu
bilmeli ki zaruretin dört derecesi
vardır: 1-lztırar ve çaresizlik
derecesi, 2-lz-tırar sınırından
aşağıda olan şiddetli ihtiyaç,
3-Basit ihtiyaç, 4-İhtiyaçsızlık.
Birinci dereceye misal
şudur; Açlık veya hastalıktan dolayı
helak olma ve ölme endişesi taşıyan
kimsedir. Yahut vücudunu örtecek bir
elbisesi olmayan çıplak kimsedir.
Böyle bir kimsenin istemesi caizdir Ancak
caiz olmasının bazı diğer şartları
da bulunmaktadır. Onlar da şöyledir;
a) İstediği şey helal olmalıdır, b)
İstediği kimse gönül rızasıyla
vermelidir, c) isteyen
kirrîseçalışıp kazanmaktan aciz
olmalıdır. Eğer çalışmaya gücü
yetiyorsa, demek ki o çalışmak
yerine dilenen yaramsz ve kof bir
adamdır. Şüphesiz eğer bir talebe
kendi vakitlerini ilim tahsil
etmekte ge-çiriyorsa, onun
istemesinde bir beis yoktur.
Dilenmenin dördüncü derecesi
öncekilerin tam tersinedir. Şöyle
ki; bir kimse kendi yanında bulunan
şeyin aynısını ister. Mesela elbise
ister. Halbuki yanında ihtiyacı
kadar elbise vardır. Öyleyse bu
şahsın dilenmesi haramdır. Bu
birinci ve dördüncü dereceler
birbirinin tam tersidirler. Bunların
arasında iki derece vardır. Biri
şiddetli ihtiyaç dereces/dir. Mesela
bir adam hastadır. İlaç alacak
parası yoktur. Ancak hastalık onu
helak edecek derecede değildir. Veya
birinin elbisesi vardır ama onunla
soğuktan tam olarak korunamıyordur.
Bu durumda dilenmenin caiz olması
imkanı vardır. Ancak dilenmemek
evladır. Böyle bir kimse dilenince
ona haram veya mekruh diyemeyiz,
ancak "Evlâ olanın tersini
yapmıştır" deriz. Tabi bunu demek
için de o şahıs dilenmesinin türünü
açıklamalıdır. Mesela şöyle
demelidir; "Benim elbisem var ama
soğuğa karşı yeterli değildir".
Zaruret derecesinden daha fazla
açıklama yapmamalıdır. (Bundan aşağı
olan) bir başka derece az ihtiyaç
derecesidir. Mesela kişinin yanında
ekmek parası var ama yemek için
parası yoktur. Veya yırtık ve eski
elbisesi vardır ama o dışarı çıkıp
dolaşacağı zaman giyeceği bir elbise
yaptırmak istemektedir. Tâ ki,
insanlara eskimiş elbisesi
görünmesin. Böyle bir kimsenin
İstemesi her ne kadar caiz olsa da
mekruhtur. Bunun şartı da hangi
derecede ihtiyacı olduğunu
açıklamasıdır. Bir de daha önce
geçen (dilenmeyi haram kılan) üç
şeyden hiçbiri bulunmamalıdır. Yani
birincisi Allahu Teâlâ'yı şikayet
etmemelidir. Yani Allah'ı şikayet
ettiğini belli edercesine
dilenmemelidir. İkincisi, kendini
zelil etmemeli. Üçüncüsü kendisinden
istediği kişiye eziyet etmemelidir.
"Bu üç şeyden uzak durmanın şekli
nasıl olabilir?" denilirse şöyle
derim: "Şikayetten uzaklaşmanın
şekli şudur; hem Allahu Teâlâ'ya
şükür etmeli hem de ihtiyacı
olmadığını göstermelidir. İsterken
fakirler gibi istememelidir. Mesela
şöyle demelidir; <Zaruret
derecesinde değilim. Allah'a şükür
yanımda ihtiyaç kadar var. Ancak bu
nefis güzel bir elbise istiyor>.
Zilletten sakınmanın yolu şudur;
Kendi ana-babasından, kardeşinden
veya bu istediğinden dolayı gözünden
düşüp de zelil olmayacağını tahmin
ettiği bir dostundan istemelidir. Yada
öyle cömert birinden istemelidir
ki, o bol bol sadaka veren ve
kendisinden istenildiği zaman
hoşlanan biri olmalıdır. Eziyet
vermekten sakınmanın şekli şudur;
Mesela birinden özel bir şey
istememeli, aksine genel olarak
istemelidir. Veya öyle birüs up ile
istemelidir ki, eğer kendisinden
istenilen şahıs başından savmak
isterse, savabilmelidir". Ayrıca
bilinmelidir ki, bir şeyi veren eğer
utandığından dolayı veya
zorlanmasından dolayı mecbur kalarak
ve gönülsüz olarak verirse, onu
almak icma yoluyla haramdır. Bu
durum bir adamı döverek malını zorla
elinden almaya benzer. Çünkü bir
kimsenin dış bedenine vurmakla,
kınama ve utandırma kırbacıyla
kalbine vurmak eşittir. Şüphesiz ki
muztarr ve çaresizlikten kıvranan
birinin, verenin gönül rızası
olmadan alması hakkıdır. Ancak
muamele Ahkamul Hâkimin olan Allah
iledir. Bütün haller O'nun önünde
ayan beyandır. O her şahsın
durumunu çok iyi bilmektedir. Bir de
kendisinden istenildiği zaman
sevineceği tahmin edilen dost ve
arkadaşlardan istemekte bir sakınca
yoktur.Allâme Zübeydî rahmetuiiahi
aleyh buyuruyor ki: Bu tehdit ve
uyarılarda geçen dilenmeden kasıt
kişinin kendi zatı için istemesidir.
Başkası namına istemek ise buna
dahil değildir. Aksine bu o kişiye
yardımcı olmaktır. Bir de kendi
yakınlarından ve dostlarından
kendisi için istediği şeyler süal'e
(dilenmeye) dahil değildir. Çünkü
onlar bundan sevinir, memnun
olurlar"Ancak
bunun şartı şudur ki; bu istekten
yakınlar sevinmelidirler. Eğer
böyle bir durum yoksa o zaman yakın
akrabaya eziyet vermek daha ağır bir
vebaldir. Şüphesiz ki kerim ve
cömert olan yakınlar bu gibi
istemelerden memnun olurlar. Ben
bunu bizzat tecrübe etmişimdir. Pek
çok olaylar da buna şahittir. Babam
rahmetuiiahi aleyti'm bir teyzesi
vardı. Halen hayattadır. Benim
çocukluğumda onun bir âdeti, her
defasında benim Kandehle şehrine
yolculuğum sırasında iki kuruş
vermekti. Ben evlad sahibi olunca o
benim çocuklarıma da ikişer kuruş
vermeye başladı. Ben çok ısrarla
kendi iki kuruşumu dört kuruş
yaptırdım. Bunu yaparken, "Sen beni
ve benim çocuklarımı aynı dereceye
mi koyuyorsun?" demiştim. Ben
devamlı hatırlarım, benim o dört
kuruşu istemem onu o kadar
sevindirmişti ki, ben de onu
sevinmesinden keyifleniyordum. Hatta
bazı zamanlar yanında verecek
parası olmazsa ben kendim ona para
verirdim ki, ondan bana para versin.
O paradan verirken bile o kadar
sevinirdi ki, "Ben onun kendi
parasından yine ona veriyorum" diye
hiç aklına getirmezdi.Aynı şekilde
rahmetli babamın öz dayısı olan
Mevlânâ Şemsul Hassan rahmetuiiahi
aleyh'm bana her yolculuğumda bir
rupi vermek eskiden beri âdetiydi.
Benim çocuklarım olunca parayı benim
yerime onlara kaydırdı. Ben kendi
paramı zorla yürürlüğe koydum. Bunu
yaparken ona, "Siz çocuklara verin
veya vermeyin, ben ondan mesul
değilim. Benim param kesilmeyecek"
dedim. Bu olayı devamlı hatırlarım.
Ne zaman hatırlasam devamlı
kendisine şöyle dua ederim: "Allahu
Teâlâ onu bağışlasın ve kendi yüce
şanına göre ona bol bol mükafat
nasip eylesin". Çünkü benim bu
İsteğimden çok fazla sevinmişti.
Çoğu zaman kahkaha ile güler ve sık
sık benim, "Efendim benim param
kesilmeyecek" sözümü tekrarlayıp
dururdu. Ben de, "Tabi asla
kesilmeyecek" derdim.Kendi
yakınlarım ve akrabalarımla bu tür
daha pek çok olaylar yaşamışım-dır.
Ben bu konuyu şundan dolayı yazdım.
Bugünlerde ilişkiler, özellikle
akrabalık ilişkileri genel olarak
öyle bozulmaktadır ki, artık bu gibi
konulan zihinlerin alması zor
olmaktadır. Yakınların birbirinden
istemesi de memnuniyete sebep
olabilir mi? gibi konuların artık
zihinlere sığmasj zor
olacaktır.Allâme Zübeydi rahmetuiiaN
aleyh ikinci olarak şunu yazmıştır:
"Eğer bir kimse başkası adına
isterse, onun bu konuya dahil
olmadığı açıktır". Birinci bölümde
başkalarına İmdat ve yardımda
bulunmakla ilgili geçen bütün
rivayetler buna delildir. Aynı
şekilde ilim öğrenmekle meşgul olmak
diienme zilletinden daha
önemlidir.Molla Aliyyûl Kâri
rahmetuiiahi aleyh şöyle naklediyor:
"Bir kimse çalışıp kazanmaya gücü
yettiği halde ilmî meşguliyetinden
dolayı çalışmıyorsa, onun zekat
alması da caizdir. Sadaka alması da
caizdir. Bir kimse kazanmaya gücü
yettiği halde nafileler ve
ibadetlerle meşguliyetinden dolayı
bunu terk etmişse, onun zekat malı
istemesi caiz değildir. Nafile
sadakalardan istemesinde bir sakınca
yoktur ancak mekruhtur. Eğer bir
topluluk Islâhı Nefs ve Tezkiye-i
Bâtın için bir araya geliyorsa,
herhangi bir şahıs onların hepsi
için yiyecek ve giyecek
toplamalıdır.ilmî
meşguliyet, ister Ulûmu Zahire olsun
ister Ulûmu Batine olsun kesinlikle
çok önemlidir. Böyle insanların
kesinlikle başka şeylerle meşgul
olmaları asla gerekmez. Sadece
haddini bilmeyenler ve ahmakların
kınama ve ayıplamalarından korkarak
bu mühim meşguliyetle birlikte
kazanç vs. gibi şeylerle uğraşmak,
cahillerin ayıplamaları korkusundan
dolayı kendi kıymetli sermayesini
zayi etmektir. Haddini bilmeyenlerin
ayıplama ve kötülemelerinden hiçbir
zaman ne ilim ehli kurtulmuştur ne
de peygamberler
kurtulmuştur.Bugünlerde şu hastalık
çok geniş bir şekilde yayılmaktadır.
"İlim ehli kendi geçimini
sağlayabilmek için bir sanat ve
meslek öğrenmesi lazımdır". Ehli
ilim de dünyacıların ayıplama ve
kötülemelerinden bıkıp bunun önemini
hissetmekte ve dini medreselere bu
düzen uygulamaya konulmaktadır.
Ancak bu, ilme çok fazla zarar veren
bir şeydir. Bu meselede kendi
geçimleri için ticaret, sanat vs.
gibi meşguliyetler seçerek din ve
ilme hizmet eden geçmiş alimler
örnek olarak ileri sürülmektedir.
Eğer Allah ceiie ceiaiuhu tevfik
verirse bu yol kesinlikle en güzel
yoldur. Ancak bizim kalplerimiz,
bizim gücümüz ve bizim durumumuz ne
buna dayanabilir (yani biz bir
vakitte iki işi yapamayız) ne de
bizim nefsimizin arzusu ve dünya
sevgisi buna müsaade etmektedir
(yani malı arttırmanın sebepleri
meydan gelmesine rağmen bizler,
Allah'ın işi için, dinin ve ilmin
hatırı için dünya meşguliyetinden
daha fazla vakit koparamıyoruz.
Neticede şu oluyor; başlangıçta iki
işe birden başlanıyor, sonunda dünya
kazancı ve talebi, ilmî meşguliyete
galip geliyor. Bu durum defalarca
tecrübe edilmiştir.İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh ilim talep
etmenin 10 âdabını yazmıştır. Orada
yazıyor ki: Dördüncü edep şudur;
İlim talep eden kişi dünya
meşguliyetini çok azaltmalıdır.
Kendi, ehlinden ve vatanından
uzaklara gitmelidir. Çünkü
ilişkilerin çokluğu onlarla meşgul
olmaya sebep olur ve maksattan
uzaklaştırıcı olur. Alla-hu Teâlâ
bir kimsede iki kalp yaratmamıştır
(Tâ ki bir kalp ilimle meşgul olsun,
diğeri dünya kazanmakla). Bu
Kur'an-ı Kerim'deki şu ayete işaret
etmektedir:"Allah bir adamın
göğsünde iki kalp
yaratmadı"(Ahzab-4)Kendi düşünce ve
fikrini ne kadar fazla dağınık
şeylerle meşgul edersen ilmin
hakikatlerinden o kadar uzak
olursun. Bundan dolayı şöyle
denmiştir: "Sen kendini tamamen ilme
verirsen, ilim sana birazını verir".
Düşünce ve fikrin çeşitli işlere
dağılmasına misal;
kovası delinmiş bir su arkına benzer
ki, ondan, oraya buraya su akar.
Fakat tarlaya çok az ulaşır.Ancak
bunlarla birlikte şu da gereklidir:
Gerçekten ilim tahsil etmek maksat
olmalıdır. Sadece ekmek yemek ve
insanların mallarının kiri olan
sadakaları toplamak maksat
olmamalıdır. İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh kötü alimler
hakkında varid olan tehditleri
zikrettikten sonra şöyle yazıyor:
Bunlardan anlaşılıyor ki, dünyacı
bir alim durumu itibariyle çok fazla
hasistir (cimridir). Azab yönünden
de cahile göre daha fazla azaba
müstahaktır. Kurtuluşa eren alimler
ise sadece ahiret alimleridir.
Ahiret alimlerinin de bir kaç
alâmeti vardır. Onlardan birincisi
onun maksadı kendi ilmiyle dünya
kazanmak olmamasıdır. Alimin en
aşağı derecesi, dünyanın
değersizliğini, dünyanın
rezilliğini, dünyanın pisliğini,
onun faniliğini her an hatırında
bulundurmasıdır. Bir de ahiretin
büyüklüğünü, onun devamlılığını,
onun üstünlüğünü, onun nimetlerinin
temizliğini, onun şanının yüceliğini
bilen olmasıdır. Şunu da iyice
anlıyor olmalıdır ki, dünya ve
ahiret iki kumadırlar. Birini razı
edersen diğeri darılır. (Bu konu
bir hadiste geçmiştir). Ve şunu
anlamalıdır ki, dünya ve ahiret
terazinin iki gözü gibidir. Hangisi
ağır basarsa diğeri yukarı çıkar.
Kim dünyanın değersizliğini
anlamıyorsa onun aklı fâsiddir
(bozuktur). Öyleyse o a-limlerden
nasıl sayılabilir? Hasan Basri
rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Alimlerin azabı, kalplerinin
ölmesidir. Kalbin ölmesi de ahiret
amelleriyle dünyayı talep etmektir
(dünya malı ve serveti veya dünya
izzeti ve itibarı kazanmak
maksadıyla din işi yapmaktır)".
Yahya bin Muaz rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Kendisiyle dünya
kazanılmaya başladığı vakit ilim ve
hikmetin nuru gider". Hz. Said İbnul
Müseyyeb rah-metuliahi aleyh buyurdu
ki: "Alimi amirlerin kapısında
görürsen bil ki o hırsızdır". Ömer
radıyaiiahu anh buyuruyor ki: "Bir
alimin dünyayı sevdiğini bilirsen,
onun dinine karşı suçlu olduğunu
anla. Çünkü her kim neyi severse
kendini ona verir".Öyleyse
ulemânın her zaman kendi nefislerini
suçlu kabui ederek onu sıkı bir
şekilde kontrol etmeleri gerekir.
"Her hatanın başı olan dünya sevgisi
fark edilemeyecek bir şekilde
kökleşmesin" diye mutlaka her an
düşünmelidir. Dünya arzusu
olmayınca, hatta ona karşı nefret
iyic£ yerleştikten sonra ne
istemekte sakınca vardır ne de
zekat ve sadaka almakta. Üstelik
sadaka verenlerin en önemli vazifesi
daha önce sadaka vermenin
adaplarında geçtiği gibi ilim ehlini
önde tutmaktır. Alİahu Teâlâ şu pis
dünyanın köpeklerini dâhi bu
tehlikeli hastalıktan kurtarsın.
Çünkü dünya talebi öyle helak edici
bir hastalıktır ki, ağır ağır
gelişir. Dünya talebi, sadece mal
elde etmekte gizlenmiş değildir.
Aksine makam ve rütbe elde etme
hastalığı, maldan daha hızlı
ilerlemektedir. Dînî çevrelerde bu
hastalık dünya sevgisinden daha
fazla mesafe kat etmektedir.
3) Hakîm
bin Hizam radıyaiiahu anh diyor ki:
Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'üen (birşeyler) istedim. O
da verdi. Sonra yine istedim, yine
verdi. Sonra, "Ey Hakim! Muhakkak bu
mal yemyeşil ve tatlıdır (yani
görünüşü güzeldir, kalplere lezzet
verir). Öyleyse kim onu tok
gözlülükle alırsa o kendisine
bereketli kılınır. Kim de onu hırs
ve aç gözlülükle alırsa o kendisine
bereketli kılınmaz. O kimse (açlık
hastalığına yakalandığından) yiyip
de doymayan kimseye benzer.
Yukarıdaki el aşağıdaki elden daha hayırlıdır
(yani veren el alan elden
dahaüstündür)". Hakim radıyaiiahu
anh diyor ki: Ben, "Ya Rasûlallah!
Seni hak üzere gönderen Zât'a yemin
ederim ki, ölene kadar senden sonra
kimseyi asla rahatsız etmeyeceğim"
dedim. (Müttefekun
aleyh, Mişkat)
İZAH: Yani,
"Artık ömür boyu asla kimseden
dilenmeyeceğim" demektir. Bazı
rivayetlerde bu hadisten sonra şu
ifadelerde geçmektedir. "Ondan sonra
Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh
kendi halifeliği zamanında Beytül
Mal'da bulunan feyhakkını
vermek için Hz. Hakîm radıyaiiahu
anh1] çağırır, o ise bunu kabul
etmezdi. Sonra Hz. Ömer radıyaiiahu
anh zamanında da aynı davranışı
devam etti. Hz, Ömer radıyaiiahu
anh Hakîm radıyaiiahu anh'a payını
vermek için çağırır, o da almayı
reddedirdi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh
halkı şuna şahit kıldı ki; <Ben
hissesini vermek üzere Hakîm'i
çağırıyorum, o ise almıyor>. Hz.
Hakîm radıyaiiahu anh ahirete
intikal edene kadar kimseden bir şey
almadı".Bir
başka hadiste şöyle geçmektedir:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e Bahreyn'den mal geldi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
voseiiem o maldan ilk önce Hz.
Ab-bas radıyaiiahu anh'a verdi.
Ondan sonra Hakîm radıyaiiahu anh'\
çağırdı ve avucunu doldurarak ona da
verdi. O, "Ya Rasûlallah! Onu almak
benim için iyi mi, yoksa kötü mü?"
dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Kötü" buyurdu. Bunun
üzerine o iade etti ve "Ben kimsenin
bağışını kabul etmeyeceğim" diye
yemin etti. Sonra Hakîm radıyaiiahu
anh, "Ya Rasûlallah! Allahu
Teâlâ'nın bende bulunan şeylere
bereket vermesi için dua ediniz"
diye ricada bulundu. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi Allahu Teâlâ'nın
onun eliyle kazandığı şeylere
bereket vermesi için dua etti.Hz.
Muâviye radıyaiiahu anh Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'ln şöyle
buyurduğunu nakletmiştir:
"istemekte ısrar etmeyin. Allah'a
yemin olsun ki, kim benden bir şey
ister de, sadece onun istemesinden
dolayı (kendim hoşlanmadığım halde)
ona bir şey verirsem, onda bereket
olmaz". Bir başka hadiste şöyle
buyu-rulmuştur: "Ben kime gönül
rızasıyla bir şey verirsem, onda
bereket olur. Kime de onun hırs ve
dilenmesinden dolayı gönlümün rızası
olmadan bir şey verirsem, o kişinin
misali
devamlı yiyip de doymayan insan
gibidir". Hz. Ibni Ömer radıyaiiahu
anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiemln şöyle buyurduğunu
naklediyor: "İstemekte ısrar
etmeyin. Kim ısrarla bizden bir şey
alırsa onda bereket olmaz".Kur'an-ı
Kerim'de de bu hususta uyarı
yapılmış ve şöyle
buyurulmuştur:"Onlar, insanlardan
ısrarla dilenmezler"(Bakara-273)Hz.
Aİşe radıyaiiahu anha Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Bu mal yem
yeşil ve tatlıdır (manzarası
hoştur). Biz kime ondan bir şeyi
gönül hoşluğu ile verirsek ve alan
kimsenin hali de rızık almak için en
güzel bir hal olursa (yani onu
almayı hak etme açısından müstehik
olur ve isteme açısından da uygun
olan bir talep olup, mübalağa
olmazsa) ve bir de onda hırs ve aç
gözlülük olmazsa, o zaman o mal o
kişi için bereketli kılınır. Biz
kime gönül rızamız olmadan bir şey
verirsek ve onda da almak için güzel
bir hal bulunmazsa ve bir de buna
açgözlülük eklenirse, o zaman o
malda bereket olmaz.Bereket
öyle önemli ve değerli bir şeydir
ki, ondan az bir şeyle pek çok
ihtiyaç görülür. Kitabın baş
tarafında bu tür olaylar geçmişti.
Şöyle ki, bir tas süt pek çok Suffe
Ashabı'na yetmişti. Aslında bu
sadece bir bereketti. Zamanımızda da
bazı vakitlerde bu müşahede
edilmektedir. Gerçi bunlar
Rasûlullah sallaiiahu aleyhi
veseiiem için ortaya çıkan bereket
örneklerine benzememektedir. Zaten
öyle olamaz da. Ancak zamanımız ve
durumlar açısından pek çok defa şu
tecrübe ediliyor ki, Allahu Teâlâ
kendi lütfuyla herhangi bir
şeyejbyle bir bereket veriyor ki,
görenler hayran kalıyorlar. Bunun
tam zıddına bereketsizlik öyle kötü
bir şeydir ki ne kadar kazanırsan
kazan hiçbir zaman yeterli olmaz.
Bunun misali
biraz önce Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseüemin şu yüce kelâmında
geçmişti: "İnsan yer, yer, karnı
doymaz".Bu bereketsizlik hakkında
bizzat kendi üzerimdeki bir
tecrübemi ve böylece kendi
hamâkatimi açıklıyorum. Ben
çocukluğumda beyt okumaya çok
meraklıydım. Rahmetli Babam (Allah
kabrini nurlandırsın) sert ve
şiddetli biri olmasına rağmen bu işi
menetmezdi. Bundan dolayı bu
hastalık gittikçe artıyordu.
Mübalağasız bir kaç lisanda
binlerce şiir ezberimdeydi. Ancak
şimdi onlar da kalmadı. Benim en
önemli eğlencem şuydu: Benim hususi
yakınlarım rastgele bir yerde
toplanınca bu şiir okuma işi
başlardı. Ben ilk müderris olduğum
zaman aniden bir geceliğine Kîrâne
şehrine gitmiştim. Orada halamın
oğlu avukatlık yapıyordu. O da bu
şiir işine meraklı yada onun
hastasıydı. Benden dolayı diğer bazı
yakınlarım da toplandı. Yatsıdan
sonra bu gereksiz iş başladı.
Havalar soğuktu. Onlar gece bir kaç
defa (sütlü) çay faslı olacak
düşüncesiyle üç kilo süt getirtip
koymuşlardı. "Birazcık zaman
geçince çay yapılacak" diye
düşünüyorlardı. Ancak çay yapmaya
sıra gelmemişti. Benim tahminime
göre yarım saat veya 45 dakika
geçmişti ki, ben ufak abdest
ihtiyacı hissettim. Dışarı çıkınca
doğu tarafında öyle parlak bir
beyazlık göründü ki hayret ettim.
Bu beyazlığın ne olduğu hakkında hiç
bir şey anlayamadım. Onu görmeleri
için diğer arkadaşlara seslendim.
Onu görünce hepsi hayretler içinde
kaldılar. Bu beyazlığın neyin nesi
olduğu hakkında çeşitli tahminler
ileri sürülüyordu. Bu esnada dört
bir yandan ezan sesleri gelmeye
başladı. Bundan anlaşıldı ki o
beyazlık Fecri Sad/tftır.1 O günü,
"Acaba gece nereye uçtu" diye acayip
bir şaşkınlık içinde geçirdik. O
günden beri bu olayı ne zaman
hatırlasam "O gece neden bu kadar
bereketsiz geçti" diye ürperirim.
Şimdi ne zaman o gecenin hayali
gözümün önüne gelse, hayret etmenin
dışında bir ibret alma ve üzülme de
oluyor. Demek ki ölümden sonra
dünyada geçirdiğimiz bütün ömür o
gece gibi olacaktır.O gün (yukarıda)
bahsi geçen halamın oğlu rüyasında
babası Mevlânâ Radıyyul Hasen
rahmetuiiahi aieyti\ görmüş. Babası,
o zamanda çok büyük bir zat olan Hz.
Kutbu Alem Gangûhî'nin (Allah
kabrini pürnur eylesin) hadis
talebesiydi. Hala oğluna rüyasında
babası şöyle diyormuş: "Zekeriyya
Efendi de nasıl bir din büyüğü imiş?
Geceyi bu şekilde zayi ediyor".
Biraz o zatın teveccühünün etkisi
olacak ki, ondan sonra artık hiç bu
işe sıra gelmedi. Ancak ömür boyu
beni hayret içinde bırakmak için
Kîrâne şehrindeki o gece bana yeter.
Bu olaydan iki şeynesin doamasına
yakın görülen beyazlık zihnime öyle
yerleşti ki, onları imkansız sanma
fikri tamamen kayboldu: Birincisi;
din büyüklerinin ve Allah
dostlarının vakıaları ve halleridir.
Tarih kitaplarında onlarla ilgili
bu gibi şeyler zikredilmektedir.
Mesela "Bütün geceyi namaz kılarak
geçirdi. Yatsı abdestiyle sabah
namazı kıldı. Bütün geceyi yalvarıp
yakarmakla geçirdi" gibi... Bu
türden ne kadar vakıa varsa hepsi
akla yakın şeylerdir. Lezzet ve bir
şeye düşkünlük şüphesiz öyle bir
şeydir ki, onu elde ettikten sonra
ne gecenin uzunluğu kalabilir ne de
uykunun hamlesi. Ailahu Teâlâ lütfü
ile o zatlara ibadetlerinde lezzet
makamı ihsan etmiştir. Onlar bunu
devşirmektedirler. Kimlerin
ibadetlerinde lezzet yoksa, onlara
bu hallerin zor gelmesi ve bu
halleri bir dağ gibi ağır
zannetmeleri apaçık bir şeydir.Kendi
tecrübemle zihnime yerleşen ikinci
şey ise bir hadisi şerifte geçen şu
ifadelerdir: "Kıyametin 50 bin
senelik olan çok çetin günü bazı
insanlar üzerinden bir namaz
kılacak kadar veya iki namaz vakti
arası kadar olan bir zaman içinde
geçip gidecektir". Şüphesiz bu
insanların masiyet ve günahları
olmadığından dolayı korku yanlarına
uğramayacaktır. Güzel amellerinden
dolayı da,"Bilesiniz ki, Allah'ın
dostlarına korku yoktur; onlar
üzülmeyecekler de(Yunus-62) ayetinin
ehli olacaklardır. Şöyle ki, o gün
onlara ne bir korku vardır ne de
onlar mahzun olacaklardır. Onlar
işledikleri üstün amellerin
lezzetleriyle arşın gölgesi altında
meşgul ve ona kendilerini kaptırmış
olacaklardır. Bu kadar uzun zaman,
onların üzerinden ne kadar az bir
süre içinde geçerse geçsin
normaldir. Benim kendi tecrübem
bunu doğrulamaktadır.
4) Hz.
Hâlid bin Ali radıyaiiahu anh diyor
ki: Ben Rasûlullah saiiaiiahu aiey-
şöyle buyurduğunu işittim: "Kime
istemeden ve işrâfı nefs itmeden
(yani hırs ve aç gözlülük etmeden)
kardeşi tarafından güzel bir şey
ulaşırsa, onu kabul etsin ve
reddetmesin. Bu Allah Azze ve
Celle'nin ona gönderdiği bîr
rızıktir".
(Ahmed, İbniHibban, Hâkim, Terğib)
İZAH: Bir
çok hadislerde şu konu geçmiştir:
Eğer İstemeden ve aç gözlü olmadan
bir hediye gelirse onu kabul
etmelidir. Çünkü onu geri iade etmek
Allah'ın nimetine nankörlüktür ve
onu tepmektir. Bundan dolayıdır ki
çoğu din büyükleri tabiatları
hoşlanmasa da hediyeyi kabul
etmektedirler.Hz. İbni Ömer
radıyallahu anhuma buyurdu ki:
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesel-tem bana bağış olarak bazı
şeyler verdi. Ben de, "Ya
Rasûlallah! Benden daha fazla
ihtiyaçlı olan birine veriniz"
deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Hayır, al.
Bir mal istemeden ve mal hırsı
olmadan gelirse onu al. Sonra
dilersen onu kendin kullan, dilersen
sadaka olarak ver. Bir mal kendisi
gelmezse ona iltifat bile etme". Hz.
İbni Ömer radıyaiiahu anhuma'nm oğlu
Salim radıyaiiahu anh diyor ki: Bu
hadisten dolayı Hz. İbni Ömer'in
âdeti şöyleydi; O asla kimseden bir
şey istemezdi. Bir yerden bir
şeylerjelirse onu da
reddetmezdi.Buna benzer bir olayda
Hz. Ömer radıyaiiahu anh'm başından
geçmiştir. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem ona bir şeyler
verdi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh onu
İade etti. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem, "Neden geri iade
ettin?" buyurdu. Hz. Ömer
radıyaiiahu anh, "Siz, <Bİzim için
en hayırlısı kimseden bir şey
a!mamaktır> buyurmuştunuz" deyince
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "Ondan kasıt
isteyerek almaktır. İstemeden bir
şeyin gelmesi Allah tarafından
verilen bir rızıktır. Onu Allah
celle celaluhu ihsan etmiştir". Hz.
Ömer radıyaiiahu anh, "Ya
Rasûlallah! O halde benim canım
kudret elinde oian Allah'a yemin
olsun ki bundan sonra asla kimseden
bir şey istemeyeceğim. İstemeden
gelirse kabul edeceğim"
dedi.Abdullah bin Âmir radıyaiiahu
anh bir elçiyle Hz. Aişe radıyaiiahu
anha'ya biraz para ve biraz kumaş
gönderdi. Hz. Aişe radıyaiiahu anha,
"Benim âdetim kimseden bir şey
almamaktır" diyerek geri gönderdi.
Elçi geri dönüp gitmeye başladı, tam
evden çıkmıştı ki Hz. Aişe
radıyaiiahu anha onu geri çağırdı ve
o hediyeyi aldı sonra, "Ben bir şey
hatırladım. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bana, <Ey Aişe
istemeden bir şey gelirse onu kabul
et O mal Allah tarafından sana
gönderilen bir rızıktır> buyurmuştu"
dedi.Galiba bu ilk zamanlardaki bir
kıssadır. Ondan sonra Hz. Aişe
radıyaiiahu anha hediyeleri kabul
etmeye başladı. Bir çok Sahâbe-i
Kiram'dan Hz. Aişe radıyaiiahu
anha'ya çok büyük paraların takdim
edildiği ve Hz. Aişe radıyaiiahu
anha'nın onları alır almaz taksim
ettiği bir çok rivayetler de varid
olmuştur.Vâsıl bin Hattab
radıyaiiahu anh diyor ki: Ben
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem e, "Siz, <Kimseden bir şey
istemeyin> diye bir şey söylediniz
mi?" dedim. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, "Evet ben istemekle
ilgili söylemiştim. Ancak eğer
istemeden Allahu Teâlâ bir şey
verirse onu alıver. O Allah'ın sana
vermiş olduğu bir nzıktır" buyurdu.
Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh da
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Kime Allah cetie
celaluhu istemeden bir şey
verdirirse onu kabul etsin. O Allah
tarafından o kimseye gönderilen bir
nzıktır". Âbid bin Ömer radıyaiiahu
anh da Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem'ln şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Kime istemeden ve hırs
etmeden bir mal verilirse o malla
kendi harcamalarında bolluk meydana
getirmesi gerekir. Eğer kendisinin
ona ihtiyacı yoksa o zaman
kendisinden daha fazla ihtiyacı olan
birine vermesi gerekir". Hz. İmam
Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh1
\n oğlu Abdullah diyor ki: Ben
babama, "İsrafı nefs (hırs ve aç
gözlülük) nedir?" diye sordum,
buyurdu ki: "Kalbinden, <Bu şahıs
bana bir şeyler verecek. Falan
şahıs bana bir şey gönderecek> diye
kalbinden geçirmendir" Işraftn
asıl manası gizli gizli hırsızlama
bakmaktır. Nefsin israfı ise Nefsin
mala gizlice (hissettirmeden)
bakması ve onu sinsice beklemesidir.
İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi
aleyh'm buyurduğu gibi kalpten "Şu
adam bana bir şeyler verecek"
düşüncesinin geçmesidir. Bundan
dolayı alimlerin çoğu israfı, hırs
ve aç gözlülükle ifade etmişlerdir.
Çünkü bunda da nefsin, "Bana bir
şeyler verilsin" arzusu
bulunmaktadır.Allâme Aynî
rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:
"Bazıları israfı Nefsin manası
şiddetli hırstır demişlerdir. Bazı
alimler de işraf-ı Nefs, veren
kişinin nefsine ağır gelerek
vermesidir, dediler". İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh, talep etmeden
bir yerden gelen şeyi kabul etmenin
adabı hakkında şöyle yazmaktadır: Bu
konuda Üzerinde düşünülmeye ve
fikredilmeye değer üç şey vardır.
Birincisi mal, ikincisi verenin
maksadı, üçüncüsü alanın maksadı.
Yani ilk önce malın durumuna bakmak
lazımdır. Eğer haram veya şüpheli
malsa ondan sakınmak gerekir. Ondan
sonra verenin maksadına bakmak
gerekir ki, o hangi niyetle
vermektedir. Yani başkasının kalbini
sevindirmek ve onun sevgisini
arttırmak İçin hediye niyeti ile mi
veriyor? Veya sadaka niyetiyle mi
veriyor yada şöhret yapmak ve ün
salmak gayesiyle mi veriyor? (Yahut
başka bir bozuk niyetle mi veriyor?
-ki onun açıklaması ikinci hadiste
gelmektedir-) Eğer sadece hediye ise
onu kabul etmek sünnettir (pek çok
hadislerde hediye vermek ve hediyeyi
kabul etmekle ilgili teşvikler
geçmiştir). Bu, alan kişi üzerine
minnet (iyilik etmek ve yük) olmak
şeklinde olmamalıdır. Eğer minnet
ve yük altında kalma durumu varsa
reddetmekte bir sakınca yoktur.
Eğer hediye fazla miktarda
olduğundan dolayı minnet olursa
ondan bir miktar alıp bir miktarını
geri iade etmekte de bir sakınca
yoktur.Bir şahıs Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem e yağ
peynir ve bir koç takdim etti.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem yağ ve peyniri kabul etti.
Koçu geri iade etti. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in bazı
hediyeleri kabul edip bazılarını
reddetmek yüce âdetlerindendi. Bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Ben
istiyorum ki Kureyş'ten veya
Ensardan veya Sakif kabilesinden
yahut Devs kabilesine mensup
insanlardan başka kimsenin
hediyesini kabul etmeyeyim". Bu
irşadın temeli şuydu: BirA'rabi
köylü Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem e bir dişi deve takdim
etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseitem'\r\ âdeti şerifi, hediyeye
mukabelede bulunmak olduğundan
devenin karşılığında ona altı deve
verdi. Köylü bunu az buldu. Çünkü o
bundan daha fazlasını ümid ediyordu.
Bundan dolayı o üzüntülü olduğunu
belli etti. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bu olayı öğrenince
vaazında bunu zikrederek
(yukarıdaki) niyetini açıkladı.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem hediye konusunda istisna
ettiği insanların ihlasına itimad
ediyordu.Tabiinden
olan büyük zatların âdetlerinin de
böyle olduğu çok sık nakledilir.
Şöyle ki; hediyelerin bazılarını
kabul eder, bazılarını da
reddederlerdi. Bir adam Feth bin
Şehref Mûsilî mhmetuiiahi aieytis
içinde 50 dirhem bulunan bir kese
takdim etti. O buyurdu ki: "Bana
Rasûluüah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şu hadisi ulaştı; <Kime
talep etmeden bir rızık gelir de, o
kişi onu geri iade ederse, o
Allah'ın verdiği rızkı iade etmiş
olur>". Ondan sonra o keseyi aldı ve
içinden bir dirhemini kabul edip
kalanını geri iade etti.Hasan Basrî
rahmetuiiahi aleyh de aynı îiadisi
rivayet ediyor. Ancak bir adam ona,
içinde dirhem bulunan bir kese ve
içinde Horasan'ın ince kumaşlarından
bulunan bir bohça getirdi. Hasan
Basri rahmetuiiahi aleyh bunları
geri verdi ve şöyle buyurdu: "Kim
benim oturduğum makama oturur da
(yani vaaz-u nasihat hidayet ve
irşad etme makamında bulunursa),
sonra da insanlardan bu gibi şeyleri
kabul ederse o kimse hiçbir payı
olmadığı halde Allah'a kavuşur (yani
ahirette ona hiç bir şey
verilmeyecektir). Çünkü bunda dini
işlerde karşılık ve bedel alma
şaibesi vardır".Hz. Ubâde
radıyaliahu anh buyuruyor ki: Ben
Ashabı Suffe'ye Kur'an-ı Kerim
okuturdum. Onlardan biri bana bir
yay hediye etti. Ben, "Bu bir mal
değildir. Onu Allah yolunda cihadda
kullanırım" diye düşündüm. Sonra
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e bir sorayım" dedim ve
sordum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Eğer sen
ateşten bir halkanın boynuna
takılmasını istiyorsan onu al"Hasan
Basri rahmetuiiahi aieyti'm bu
davranışından (ve Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm
hadisinden) anlaşıldı ki; hediye
kabul etme meselesinde alim ve
vaizlerin durumu daha ağırdır. Buna
rağmen Hz. Basri rahmetuiiahi aleyh
{kendi özet) dostla-rının
hediyelerini kabul ederdi. (Çünkü
orada bir bedel ödeme şüphesi
yoktu), ibrahim Teymi
rahmetuiiahi aleyh kendi
dostlarından hediye olarak
birer-ikişer dirhem alırdı. Bazı
insanlar kendisine çok yüklü paralar
teklif ederler ama o bunu kabul
etmezdi. Bazı zatların âdeti de
şöyleydi: Biri hediye verince şöyle
derlerdi; "Şimdi o yanında kalsın ve
iyice düşünerek bana söyle ki; eğer
onu kabul edersem senin kalbindeki
değerim (ve sevgim), onu kabul
etmeden önceki sevgiden daha fazla
artıyor mu? Eğer öyleyse bana
bildir. Ben o taktirde onu alırım,
yoksa almam". İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bunun
alâmeti şudur; reddedilince
hediye-yi veren kimsenin kalbi
kırılmalı, kabul etmekle sevinip
memnun olmalı, hediye-sinin kabul
edilmesini kendine yapılan bir ihsan
olarak görmelidir".Bişr rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "Ben Hz. Sirrî
Sakatî rahmetuiiahi a/eyfi'den
başka kimseden asla bir şey
istemedim. Şüphesiz benim ondan
istememin sebebi onun zühd halini
bildiğimdendir. Ben şunu kesin
olarak biliyorum ki, onun
mülkiyetinden bir şeyin çıkması
onun sevinmesine sebep olmakta ve
yanında kalması sıkıntıya sebep
olmaktadır. Bundan dolayı ben onun
malından alarak onun sevinmesine
yardımcı oluyorum.Horasanlı bir
şahıs Hz. Cüneydi Bağdadi
rahmetuiiahi aieyh'e hediye olarak
pek çok eşya getirdi. Cüneydi
Bağdadi rahmetuiiahi aleyh, "İyi,
ben bunu fakirlere dağıtırım" dedi.
Adam, "Ben bunun için size
vermiyorum. Gönlüm istiyor ki, siz
bunları kendi yemeğinize harcayınız"
dedi. O, "Ben onu bitirene kadar
nasıl hayatta kalırım? (yani bu çok
büyük bir miktardır. Onu bitirmek
için zaman gerekir)" dedi. Adam,
"Ben bunu sirke ve sebzeye
harcamanızı istemiyorum (çünkü bu
şekilde yıllarca bitmez). Benim
gönlüm istiyor ki, bununla siz
helva, tatlı vs. gibi güzel şeyleri
yiyiniz" deyince Cüneydi Bağdadi
rahmetuiiahi aleyh kabul etti.
Horasanlı şahıs, "Bağdat'ta sizden
daha çok bana ihsan eden hiçbir
kimse yoktur (çünkü siz benim ricam
üzerine hediyemi kabul ettiniz)"
dedi. Hz. Cüneyd, "Senin gibi şahsın
hediyesi muhakkak kabul edilmelidir"
buyurdu. Yukarıda anlatılan bahsin
tamamı hediye hakkındaydı.
İkinci olarak gelen malın sadaka mı
veya zekat mı olduğuna bakılmalıdır.
Eğer o mal zekat ise onu alacak kişi
zekat almaya müstahak olup
olmadığına bakmalıdır. (Bu durumun
açıklaması zekat bölümünün sonunda
geçmiştir). Eğer (verilen şey)
zekatın dışınca kalan bir sadaka ise
onu alacak olan kimse, verecek olan
kimsenin niçin verdiğine bakmalıdır.
Eğer verilen sadaka, alanın
dindarlığından dolayı veriliyorsa, o
zaman alan kişi kendi haline bir göz
atmalıdır. Yani gizlice herhangi
bir günahı işliyor olmamalıdır.
(Öyle bir günah ki) eğer sadakayı
veren kimse bu günahı bilse asla
(ona bir şey) vermez ve tabiatı o
kişiden nefret ederdi. Eğer sadakayı
alan böyle bir günah işliyorsa, o
sadakayı alması caiz değildir. Bu
duruma şöyle örnek verebiliriz; bir
kimse bir adamı âlim zannederek bir
şey verse, ancak o kimse halis
cahil ise veya bir kimse bir adamı
Seyyid (yani Peygamber saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm torunlarından
biri) zannederek verse, ancak o adam
Seyyid değilse, o takdirde bunların
(cahilin ve Seyyid olmayanın) o malı
almaları asla caiz değil ve
kesinlikle haramdır.Eğer veren
kimsenin maksadı övünmek gösteriş ve
şöhretse, onu asla kabul etmemek
gerekir. Çünkü bu bir masiyettir.
Onu alan kişi bu günahta o
kimseye'yardımcı olmuş olur.
(Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem övünmek için yemek yediren
kimselerin yemeğini yemeyi
yasaklamıştır).Hz.
Süfyan Sevrî rahmetuiiahi aleyh bazı
hediyeleri şöyle diyerek geri
çevirirdi: "Eğer ben veren kimsenin
bunu öğünerek anlatmayacağına kesin
olarak inansam alırım". Bazı zatlara
hediyeleri geri çevirdikleri için
itiraz edilince, "Veren kişiye
acıdığımdan geri çeviriyorum. Çünkü
o bunu insanlara anlatıyor. Bu
yüzden sevabı gidiyor. O halde
sevap kazanmadığı halde onun malı
neden zayi olsun?"
demişlerdir.Üçüncü olarak, alan
kişinin maksadıdır. Eğer o kişi
muhtaç ise ve malda 1 ve 2. sırada
saydığımız afetlerden korunmuş ise
onu almak efdaldir. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Eğer sadakayı alan
muhtaç ise sadaka almasının sevabı
verenin sevabından az değildir".
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Allahu
Teâlâ kime istemeden ve kalbinden
geçirmeden bir mal verirse, o
Allah'ın ihsan ettiği bir
rızıktır".Bu konuyla ilgili bir çok
rivayetler yukarıda geçmiştir.
Alimler buyurdular ki: "Kim
istemeden geleni almazsa istediği
zaman da kendine bir şey gelmez".
Hz. Sİrri Sakati rahmetuiiahi aleyh,
Hz. imam Ahmed bin Hanbel
rahmetuiiahi aieyh'm yanına hediye
gönderirdi. Bir defasında o hediyeyi
geri çevirince Hz. Sİrrî rahmetuUahi
aleyh buyurdu ki: "Ahmed! Geri
çevirmenin vebali almanın vebalinden
daha ağırdır". Hz. Ahmed bin Hanbel
rahmetuiiahi aleyh, "Sözünüzü bir
daha tekrarlayınız (tâ ki ben onu
düşüneyim)" dedi. Hz. Sirrî Sakatı
rahmetuiiahi aleyh, "Geri çevirmenin
vebali, almanın vebalinden daha
ağırdır" buyurdu. Hz. Ahmed bin
Hanbel rahmetuiiahi aleyh, "Yanımda
bir aylık geçinecek miktar olduğu
için geri çevirdim. O sizin
yanınızda kalsın bir ay sonra bana
veriniz" dedi.Bazı alimler şöyle
buyurmuştur: İhtiyacı olduğu halde
(verilen şeyi) almayan kimse
herhangi bir cezaya mübtela olur.
Eğer kişide hırs meydana gelirse
veya şüpheli mal almak gerekirse
yahut bir afet öylesine gelirse ve
eğer bu mala ihtiyacı da yoksa, o
zaman şuna bakmalıdır; kendisi
infiradi bir hayat mı yaşıyor yoksa
içtimai bir hayat mı? Yani eğer
yalnız başına yaşıyorsa ve başka
insanlarla ilişkileri yoksa, böyle
bir adamın ihtiyacından fazlasını
alıp, yanında tutmaması gerekir.
Çünkü bu sadece arzulara tabi
olmaktır ve o kişiyi fitneye mübtela
kılmaya sebeptir. Eğer herhangi bir
sebepten dolayı almışsa onu
başkalarına taksim etmelidir. İmam
Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh
Hz. Sirrî rahmetuiiahi a/ey/j'in
bağışını kendisinin buna ihtiyacı
olmadığından kabul etmemişti. Bir de
alıp da onun taksimi ve
harcanmasıyla kendi vakitlerini
meşgul etmeyi kabul etmedi. Çünkü
bunda pek çok afetler ve zorluklar
vardır. Afet mahallinden uzak durmak
ihtiyatın gereğidir. Çünkü şeytanın
hilesinden hiçbir zaman emin
olunamaz.Mekke'de oturmakta olan bir
şahıs diyor ki: Benim yanımda biraz
dirhem vardı. Onları Allah yolunda
sarf etmek için saklıyordum.
Tavafını bitirmiş bir fakir gördüm.
(Kabe'nin örtüsüne yapışmış) çok
sessizce şöyle diyordu; "Allah'ım
Sen biliyorsun ki ben açım. Ey
Allah'ım Sen biliyorsun ki ben
çıplağım. Ey başkalarını gören ve
Kendisini kimsenin görmediği Yüce
Zât!". Ben o fakire göz gezdirince
onun bedeni üzerinde eskimiş iki bez
parçası gördüm ki, onlar onun
vücudunu örtmüyordu. Ben kalbimden,
"Benim dirhemlerimin sarfedileceği
bundan daha hayırlı bir yer bulamam"
diye düşündüm. O dirhemlerin hepsini
onun önüne koydum. Onlardan sadece
beş dirhem alarak gerisini bana iade
etti ve "Dört dirhem iki peştemalin
bedelidir. Bir dirhem de üç günlük
yemeğe sarf olacaktır. (Bir dirhem
yaklaşık 3,2 gr gümüş'tür). Ben
ikinci gece onun üzerinde iki yeni
bez parçasının olduğunu gördüm.
Benim kalbimde onunla ilgili
tehlikeli bir şey geçti. O bana
baktı ve elimi tutarak kendisiyle
birlikte tavaf yaptırdı. Tavafın
yedi dönüşünde her adım başı
ayağımın altında değerli madenlerin
dolu olduğunu hissettim. Onlar
ayağımın altında hareket
ediyorlardı. Onlar arasında altın,
gümüş,yakut, inci ve diğer
mücevherler vardı. Ben onları
görüyordum. Fakat diğer insanlar
görmüyorlardı. Ondan sonra o adam
bana, "Allah ceiie ceiaiuhu bütün
bunları bana ihsan etti. Ancak ben
bunlardan almak istemiyorum.
İnsanların elinden alıp harcıyorum.
Çünkü bunda kendilerinden aldığım
insanlar için de kazanç vardır.
Allah'ın Rahmeti de onlar üzerine
inmektedir" dedi.Bu olayları
anlatmaktan maksat şudur: İhtiyaçtan
fazlasını almak fitneye sebeptir.
Allah tarafından onu hangi işe
harcadığına dair bir imtihandır.
İhtiyaç kadar almak Allah'ın
Rahmeti'dir. Öyleyse insanın rahmet
ve imtihan arasında ayırım yapması
gerekir. Allahu Teâlâ buyuruyor
ki:"Biz kimin daha iyi amel
işlediğini imtihan etmek için
yeryüzündeki varlıkları, yeryüzünün
süsü ve yaldızı yaptık" (Kehf-7)
(Yanı kim bu süse ve yaldıza
kapılarak Allahu Teâlâ'dan gafil
oluyor ve kim de ondan yüz çevirip
Allah ile meşgul oluyor). Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyuruyor
ki: "İnsanın üç şeyden başkasında
hakkı yoktur: 1-Belini doğrultacak
kadar yemek, 2-Bedenini örtecek
kadar elbise, 3-İçinde insan
barınabilecek kadar bir ev. Bunların
dışında ne varsa hepsinin hesabı
vardır. Bu üç tanesinden zaruret
kadar olanı mükâfata sebeptir, insan
bundan fazlasında Allah'a isyan
etmese bile kesin hesap vardır. Eğer
isyan ederse azab vardır. O halde
zaruretten fazla bir şeyler var ise
onu muhtaç olanlara sarf
etmelidir.Bütün bunlar infiradi
hayatın haliydi. Eğer bir kimsenin
hayatı içtimai ise onun tabiatında
cömertlik ve ihsan maddesi varsa
fakirler ve salihler topluluğu ona
bağlıysa onların ihtiyaçlarını da
yerine getirmek gerekiyorsa, o zaman
böyle bir şahsın ihtiyacından
fazlasını almasında bir sakınca
yoktur. Ancak aldıktan sonra çok
âcil bir şekilde sarf etmeli ve
ihtiyaç ehline taksim edilmelidir.
Bir gece bile onu kendi yanında
tutmak bir fitnedir. Çünkü kalpte
onun düşüncesi doğmaya başlar ve
insanın tabiatı onu harcamaktan
çekinebilir. Hatta böyle bir şahsın
Allah'a güvenerek borç alıp, onu
harcamasında bir sakınca yoktur.
Allahu Teâlâonun borcunu
Ödeyecektir.
5) Hz.
Enesanadan Rasûlullah buyurdu:
»Sizden biriniz birine bir borç
verirde o borçlu kimse borç veren
ktaL hir hedive verir veya bineğine
bindirirse, ne onun hediyesini kabul
e sene de oLVb eğine
binsin. Ancak bu gibi muameleler
daha onc aralarında cereyan ediyorsa
bunda bir sakınca yoktur». Mâce,
İZAH: Yani
eğer önceden beri aralarında
hediyeleşmek veya onun bir şeyini
ödünç alıp kullanmak vs. gibi
ilişkiler varsa o zaman borç
durumunda da hediye kabul etmekte
bir sakınca yoktur. Eğer önceden
böyle ilişkiler yoksa şimdi borç
aldığı için böyle yapıyorsa o zaman
o faiz olur.Bir başka hadiste şöyle
geçmektedir: Hz. Ebû Bürde
radıyallahu anh diyor ki: Bana Hz.
Abdullah bin Selam radıyallahu anh
buyurdu ki; "Siz faizin çok revaçta
olduğu bir yerde oturuyorsunuz.
Öyleyse herhangi bir şahıstan
alacağınız bir hak varsa, sonra o
sizin yanınıza bir çuval kül veya
bir çuval ot koysa, onu almayınız
zira o faizdir" O
halde hediye kabul etmek konusunda
veren kişinin herhangi bir bozuk
maksadının olup olmadığına bakmak
gerekir. Mesela, borç durumunda
hediye vermek faiz olmakla beraber,
"Alacaklı borcunu istemesin" diye
bir gaye de varsa bu aynı zamanda
faizle birlikte rüşvettir de.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
ve-seiiem pek çok hadisi
şeriflerinde rüşvet alana da verene
de lanet etmiştir.Hz. Abdullah Ibni
Ömer radıyallahu anhuma buyurdu ki:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem rüşvet alana ve rüşvet
verene lanet etmiştir". Bir başka
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur:
"Rüşvet alana, rüşvet verene Allah
lanet etmiştir". Diğer bir hadiste,
"Rüşvet alan da rüşvet veren de
Cehen-nem'dedir" buyuruimuştur. Yine
bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Bir kavimde faiz revaç bulursa,
onlar üzerine kıtlık musallat olur.
Hangi kavimde rüşvet ortaya çıkarsa
onların düşmana karşı cesaretlen
gider ve korku içinde kalırlar". Bir
çok hadiste şöyle geçmiştir:
"Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem rüşvet alana da rüşvet
verene de ve bu muamelede aracı
olana da lanet etmiştir"Rasûl-i
Ekrem saiiaiiahu aleyhi veseilem bir
şahsı sadakaları toplamak için
gönderdi. O işini bitirip dönünce
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm huzuruna gelerek, "Bu
mal sadaka olarak verildi, şunu da
halk bana hediye olarak verdi" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem vaazında bunun üzerine
uyarıda bulunarak şöyle buyurdu:
"Bazı insanlar halktan sadaka malı
toplamak için gönderiliyor. Gelince
de, <Bu sadaka malıdır. Şu ise bana
hediye olarak verildi> diyor. O
kendi babasının veya anneciğinin
evinde otursaydı da, kendisine
hediye verilip verilmeyeceğine bir
baksaydı".Önceki
hadislerde borçlanma durumunda
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem şöyle buyurmuştu: "Eğer
borç muamelesi olmadan önce de bu
hediye verme -durumu var ise o zaman
bunda bir sakınca yoktur".
Yukarıdaki azarlamada da şuna işaret
edilmiştir. Bir kimseye idareci
olmadığı bir durumda evinde
otururken hediye geliyorsa, o
hediyedir. Ancak bir hediye idareci
olduğundan dolayı veriliyorsa, o
hediye değildir. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu
ki: "Bir kimse birini himaye edip
kayırsa, bu himayesinden dolayı
kendisine hediye verilse, o da
hediyeyi kabul etse, faiz
kapılarından çok büyük bir kapıya
dahil olur".Hz.
Muaz radıyallahu anh diyor ki:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem beni Ye-men'e vali tayin
edip gönderince arkamdan bir adam
gönderdi. Beni yoldan geri çağırdı.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseüem, "Biliyor musun ben seni
niçin çağırdım? Benim iznim olmadan
hiçbir şey alma, bu hıyanet olur".
"Kim
hıyanet ederse, Kıyamet gününde
hıyanet ettiği şeyi (yüklenerek
mahkemeye) getirir".
(Âli
lmran-161)
Hz.
Ebû Hureyre radıyallahu anh buyurdu
ki: Hz. Rifâe radıyallahu anh bir
köleyi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiemG hediye olarak takdim etti.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem ile birlikte Hayber
gazvesine gitti. O bir yerde
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm devesine yük bağlıyordu
ki, bir yerden bir ok gelip ona isabet
etti. Bu yüzden o şehid oldu. Halk,
"Şehitlik ona mübarek olsun (çünkü o
Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi
veseiiem'm kölesiydi, bir de buna
şehitlik derecesi katıldı. Bu tebrik
edilmesi gereken bir durumdur)"
dediler. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem, "O (ganimet
malından) bir şal çalmıştı, şimdi o
şal bir ateş halinde onu sarıyor"
buyurdu.Hz. Zeyd bin Hâlid
radıyallahu anh diyor ki: "Huneyn
savaşında bir adam vefat etti.
Cenazesi hazırlanıp namazını
kıldırması için Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem'e rica
edildi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem, <Onun namazını siz
kendiniz kılın> buyurdu. Sahâbe-i
Kiram'ın (üzüntüden) yüzlerinin
rengi kaçtı. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem (onları üzüntülü
görünce), <o (ganimette) hıyanet
etmiştir> buyurdu". Hz. Zeyd
radıyallahu anh diyor ki: "Biz
merhumun eşyalarını aradık, onlar
arasında yahudilerin incilerinden
küçük küçük inciler bulduk. Onlar
iki dirhem bile etmezlerdi"Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle
buyurdu: "Allahu Teâlâ kendisi
temizdir ve sadece temiz malı kabul
eder. Allahu Teâlâ Rasûllerine neyi
emret-mişse Müslümanlara da aynı
şeyi emretmiştir. Nitekim şöyle
buyurmuştur:<Ey Peygamberler! Temiz
(yani helal) şeylerden yiyin ve
salih ameller
işleyin>(Mü'minûn-51)Allahu Teâlâ
müminlere şöyle buyurmuştur:<Ey İman
edenler! Size verdiğimiz nzıklann
temiz olanlarından
yiyin>(Bakara-172)"Sonra Rasûlullah
(sattaiiahu aleyhi veseiiem bir
adamdan bahsederek şöyle buyurdu: "O
uzun bir yolculuğa çıkıyordu
(yolculuk duanın kabul olduğu özel
bir yerdir). Saçları dağınık, toz
toprak içindeydi (bununla onun
yoksulluğu da anlaşılmaktadır).
Sonra o adam iki elini göğe doğru
kaldırıp, <Allah'ım! Allah'ım!>
diyerek dua ediyordu. Ancak yemeği
haram, içmesi haram, elbisesi
haramdı. Haram malla beslenmişti.
Peki böyle birinin duası nasıl kabul
olunabilir?"Bir başka hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur "Yakında
öyle bir zaman gelecek ki, insan
malın helal yoldan mı, haram yoldan
mı geldiğine bile aldırış
etmeyecektir"Bunlardan
başka pek çok değişik ifadeleri
içini alan bir çok rivayetler hadis
kitaplarında sık sık varid olmuştur.
Bu rivayetlerde en çok şuna tenbih
edilmiştir. İnsan gelir ve kazanç
yollarını sıkı bir şekilde gözden
geçirmelidir. Para hırsıyla haram
kazanca göz yummamahdır. Bu konuda
ilim ehlinin mesuliyeti, halkın
mesuliyetinden daha fazladır. Çünkü
onlar bizzat helal ve haramı
bilmektedirler. Bilhassa
medreselerle ilgilenenler ve yardım
için toplanan mallarla ilişkisi
olanların daha fazla ihtiyat
göstermeleri gerekir.Bizim büyüğümüz
olan, selefi sâlihînden arta kalan,
akranlarının iftihar kaynağı olan
olan Hz. Mevlânâ Şah Abdurrahim
Raypûri kuddise siuuhu şöyle
buyururdu: "Ben medreselere ait
olan paradan korktuğum kadar
insanların mülkiyetinde olan
paradan korkmam. Eğer birinin şahsi
malıyla ilgili bir dikkatsizlik ve
kusur olursa, nihayetinde ondan af
dilenir, o affederse affolunmuş
olur. Ancak medreselerin parası
dünyanın her yerinden gelen
bağışlardır. Medrese yönetenler
£m/n'dirler. Eğer o parada bir
hıyanetlik olur yada haksız tasarruf
yapılırsa, bu yöneticilerin
affetmesiyle af olmaz. Şüphesiz
yöneticiler böyle bir şeyi
affetmekle bu suça ortak
olmaktadırlar". Allahu Teâlâ kendi
lütuf ve keremiyle kul haklan
meselesinden korusun. Çünkü bu çok
ağır bir şeydir.Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Allahu Teâlâ indinde
kıyamet günü üç mahkeme vardır;
1-Birinci mahkemede affetmek asla
söz konusu değildir. Bu, şirk ve
tevhid mahkemesidir. Allahu Teâlâ
şöyle buyurmuştur;<Şüphesiz Allah
kendisine ortak koşulmasını (şirki)
bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini
bağişlar> (Nisa-116).
2-İkinci mahkemede Allahu Teâlâ
bedelini alana kadar (hesap
sormadan) kimseyi bırakmayacaktır.
Bu mahkeme bir başkasına yapılan
zulmü yargılayan mahkemedir. (Bu
zulüm ister can açısından olsun,
mesela; kötü konuşmak, birinin İffet
ve şerefini zedelemek, ayıplamak vs.
gibi... İsterse bu zulüm mal
açısından olsun, mesela; birinin
malını haksız yolla almak gibi...)
3-Üçüncü mahkeme Allahu Teâlâ'nın
hakları ile ilgilidir. Bu hususta
Allah dilerse azab eder, dilerse
affeder"Bu
hadisleri zikretmenin asıl maksadı
şudur; insan kendi gelir yollarını
çok derin bir şekilde gözden
geçirmelidir. Eğer kazanç haram
olursa biraz öncede geçtiği gibi ne
o kişinin duası kabul olunur ne de
onun sadakaları kabul edilir. Bu
konuda pek çok rivayetler zekatın
açıklandığı bölümde geçmiştir. Hatta
bazı rivayetlerde şu ifade de
geçmiştir: "Haram maldan oluşan ete
(yani bedene) Cehennem ateşi daha
layıktır". İlerdeki hadisin izahında
da bu gibi ifadeler gelecektir.
Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfü ile
bizleri (haram kazançtan) muhafaza
buyursun (Amin).
6) Hz.
İbni Mes'ud radıyaifahu anh'dan
rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü hiçbir insanın ayağı
beş şeyden sorgulanmadan (ve makul
bir cevap alınmadan, hesap yerinden)
ayrılmaz. 1-Ömrünü hangi İşte
harcadığı, 2-Gençliğini hangi şeye
sarf ettiği, 3-Ma-lı nereden
kazandığı, 4-Malı nereye harcadığı,
5-İlmiyle ne amel yaptığı". (Tirmizi,
Mİşkât, Terğib)
İZAH: Bu
hadisi şerif pek çok sahabeden
nakledilmiştir. Burada Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem kıyamet
hesabının fihristini kısaca
saymıştır. Başka hadislerde bunların
her biriyle ilgili çeşitli ifadeler
kullanılarak, bunlar üzerine uyanlar
yapılmıştır.İlk önce sorulup da
cevabı istenecek şey, her nefesi son
derece kıymetli bir sermaye olan
"Ömrünü hangi şeye harcadın?"
sorusudur. Biz insanlar niçin
yaratıldık? Bizim hayatımız herhangi
bir maslahat için mi, herhangi bir
iş için mi dir? Yoksa boşu boşuna mı
yaratıldık? Allahu Teâlâ bu konuya
dikkatleri şöyle çekmiştir:"Sizi
boşuna yarattığımızı ve Bize
döndürülmeyeceğinizi (ve hayatınızın
hesabını vermeyeceğinizi mi)
sandınız?" (Mü'minûn-115)Yalnız
bu kadar değil, bilakis başka bir
yerde Allahu Teâlâ hayatın
maksadını şöyle açıklıyor:"Ben
cinleri ve insanları sadece Bana
ibadet etsinler diye yaratt ım"
(Zariyat-56)Böyle bir durumda
herkesin kendi hayatının bütün
vakitlerini gözden geçirmesi
gerekmektedir. Acaba kıymetli
vakitlerini yaratılış maksadı olan
işler için sarf ediyor mu? Bu
vakitlerin ne kadarını kendi
ihtiyaçları, ne kadarını eğlenceler
ve maksatla ilgisi olmayan
meşguliyetlere harcıyor?Siz bir
mimarı, bir bina yapmak için
görevlendiriyorsunuz. O size verdiği
zamanın ne kadarını inşaat işinde
kullanıyor, ne kadarını nargile
içerek ve ne kadarını yemekle
geçiyor? Siz onun ihtiyaçlarını
gidermesi için ne kadar bir zamana
kutlanabileceğinizi hesap ediniz. O
halde siz kendi emriniz altında
olanlara ne kadar müsamaha ve
müsaade gösterebiliyorsanız,
kendinize de sadece o kadar
müsamaha gösteriniz.Siz dükkanda
durması için bir tezgahtar
tutuyorsunuz. Bundan dolayı ona maaş
veriyorsunuz. O ise gün boyu kendi
ev ihtiyaçları ile ilgileniyor.
Dükkana da bir kaç dakikalığına bir
tur atıyor. Acaba siz ona maaş
vermeye razı olabilir misiniz? Eğer
"Hayır" diyorsanız o halde
kendinizle ilgili ne gibi
mazeretiniz vardır? Zira Allah
ceiie ceiaiuhu sizi sadece ibadet
için yaratmıştır. O Malik ve
Yaratıcı olan Allah her an size
kendi nimetlerini lütfetmekte ve siz
boş işlerde ömrünüzü
geçirmektesiniz. Bir de, "5 vakit
namaza gidiyoruz. Daha ne
yapabiliriz ki?" diye kendinizi
teselli etmektesiniz. Dikkatlice
düşünün! Bu cevabı siz kendi
işçilerinizden duymaya dayanabilir
misiniz?Allahu Teâlâ ikram ve
ihsanından dolayı vakitlerin
tamamında ibadeti farz kılmamıştır.
Aksine zamanın çok az bir bölümünde
farz kılmıştır. Bunda da kusur
edilirse ne büyük bir
zulümdür!Yukarıda ki hadiste
sorgulanacak şeyin ikincisi, gençlik
gücünün hangi şeylere sarf
edildiğine dairdir. Allahu Teâlâ'nın
rıza ve hoşnut olduğu işlere mi?
O'na ibadete mi? Mazlumları koruyup,
himaye etmeye mi? Zayıflar ve
sakatlara yardım etmeye mi? Veya
günah ve kötülüklere mi? Ayyaşlık ve
serseriliğe mi? Güçsüzlere
zulmetmeye mi? Haksıza yardım etmeye
mi? Şu pis dünyayı kazanmaya mı?
Bir de dünya ve ahirette işe
yaramayan boş işlere mi?Bunun cevabı
öyle bir mahkemede verilecek ki,
orada ne avukatlık geçerli olabilir
ne de yalan, hile ve güzel
konuşmalar işe yarayabilir. Oranın
gizli polisleri her zaman ve her an
insanla beraber bulunmaktadırlar.
Sadece bu kadar değil üstelik
insanın kendileriyle bu çirkin
hareketleri işlediği organları,
kendi aleyhinde şahitlik edecekler
ve suçlarını itiraf edeceklerdir.
Nitekim Allahu Teâlâ şöyle
buyurmuştur:"O gün Biz onların
ağızlarını mühürleriz (tâ ki onlar
boş özürler uydurmasınlar). Bize
elleri konuşur, ayaklan da ne
yaptıklarına şahitlik eder".
(Yasin-65) Yani el, "Benimle falan
ve falan kimseye zulmedildi. Bana
caiz olmayan şu şu hareketler
yaptırıldı" diyecektir. Ayak, "Ben
caiz olmayan nice meclislere
götürüldüm" diye şahitlik
edecektir.Diğer bir ayette şöyle
buyurulmuştur:"O gün Allah'ın
düşmanları toplanıp Cehennem ateşine
sevkedilirler. Sonra bir araya
getirilirler. / Cehennem'e (yakın)
geldikleri zaman (ve hesap
başlayınca) kulakları, gözleri ve
derileri işledikleri arhelleri
hakkında aleyhlerinde şahitlik
eder. / Onlar derilerine, "Niçin
bizim aleyhimizde şahitlik
yapıyorsunuz?" derler. Onlar da,
"Bizi her şeyi konuşturan Allah
konuşturdu. Sizi ilk defa yaratan
O'dur. (Şimdi) yine O'na
döndürülüyorsunuz" derler. / Siz
günahlarınızı kulaklarınızın,
gözlerinizin ve derilerinizin
aleyhinizde şahitlik etmelerinden
korkarak gizlemiyordunuz (şu açıktır
ki, insanın yaptığı hareketleri
göz, kulak vs. hissederler öyleyse
onlardan gizlenerek kim bir iş
yapabilir?). Aksine siz Allah'ın
yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini
sanıyordunuz. / İşte Rabbinize
karşı beslediğiniz bu kötü zan (yani
Allah'ın haberi yokturzanni) sizi
helak etti de, böylece hüsrana
uğrayanlardan
oldunuz".(Fussilet-19-23)Bedenin
şahitliği ile ilgili pek çok
rivayetler hadislerde geçmiştir. Bir
hadiste şöyle buyuruluyor: Hz. Enes
radıyaiiahu anh buyuruyor ki; Biz
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm yanındaydık. O tebessüm
etti. Hatta mübarek dişleri göründü.
Sonra buyurdu ki: "Biliyor musunuz
ben niçin güldüm?". Sahâbe-i Kiram
bilmediklerini açıklayınca,
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ves&uem
buyurdu ki: "Kul kıyamet günü
Mevlâ'sına şöyle diyecektir;
<Allah'ım! Sen bana zulüm
yapılmayacağına dair güvence
verdin>. Allahu Teâlâ, <Doğru
söylüyorsun> diyecektir. Bunun
üzerine kul, <Allah'ım! Ben kendi
aleyhimde kimsenin şahitliğini
geçerli kabul etmi-yorum> diyecek.
Allahu Teâlâ, <Peki öyleyse seni
nefsin üzerine şahit kılacağız>
buyuracak. Onun ağzına mühür
vurulup, vücudunun azalarına
sorulacak. Onlar işledikleri
amellerin hepsini sayınca ağzındaki
mühür açılacak bunun üzerine o kendi
azalarına, <Bedbahtlar! Yazıklar
olsun size! Ben bu şeyleri sizin
için yapıyordum (yani o yanlış
hareketlerin lezzetini siz
tadıyordunuz. Kendi aleyhinizde
şahitlik etmeye başladınız)>
diyecektir". (Ancak azalar da buna
mecburdurlar. Çünkü o gün hiçbir şey
hakkın aksine bir şey
söyleyemeyecektir).Başka bir hadiste
şöyle buyurulmuştur: "İnsanın
azalarından ilk önce sol kalçası
konuşur. Kendisinden hangi işler
sâdır olduğunu söyler. Ondan sonra
diğer azalar konuşurlar. Kısaca her
uzuv yaptıgîlyi ve kötü amelleri
sayacaktır". Bundan dolayı başka
bir hadiste Rasûluilah saiiaiiabu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
11 in Subhanallah Elhamdülillah ve
diğer kelimeleri parmaklarınızla
sa-sayın (teşbih edin). Çünkü
kıyamet günü bu azalara konuşma gücü
verilecek ve sorgulanacaklardır".
Yani bu azalar kendi günahlarını
saydıkları gibi pek çok iyi işleri
de sayacaklardır. Eller kötü
hareketleri, zulüm, sitem ve caiz
olmayan fiilleri haber verdiği gibi
Allah'ın yüce ismini saymayı (teşbih
çekmeyi), sadakalar vermeyi güzel
amellerle meşgul olmayı da haber
verecektir.
Kısaca bu konu genişlik yönüyle çok
uzundur. Ancak hülasası şudur:
Gençliğin güç ve coşkusunu taşıyan
bu azaları, zulüm, sitem ve haram
olan davranışlardan korumak çok
gereklidir. Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur:"Gençlik delilikten bir
parçadır. Kadınlar ise şeytanın
tuzaklarıdır"Yani insan kendi
deliliği yüzünden bu ağa
düşmektedir. Her Cuma günü hutbede
bu sözleri dinliyoruz da şu anki
gençlik sarhoşluğu içinde bunun
cevabını vermemiz gerekeceğini
zerre kadar aklımızdan bile
geçirmiyoruz. Biz gençlik gücünü
günahlarda ve dünya kazanmakta zayi
ediyoruz. Halbuki gençlik kuvveti,
ölümden sonra işe yarayacak işlerde
kullanılmak içindir. Ne mutlu o
gençlere ki, her an Allah'ın işiyle
(ibadet ve taatle) meşgul olarak
günahlardan uzak dururlar.Baştaki
hadiste zikredilen üçüncü soru
şudur: "Kazandığın malı hangi
yoldan elde ettin, helal miydi,
haram mıydı?" Kıyamet günü kişi bu
sualin cevabını vermeden hesap
yerinden ayrılması mümkün
olmayacaktır. Bundan önceki hadiste
bununla ilgili bir şeyler geçmişti.
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
vesetiem buyurdu ki: "İnsan haram
yoldan kazanmış olduğu paradan
sadaka verirse kabul olunmaz,
harcarsa bereketi olmaz, miras
olarak bıraksa, o mal, o kişi için
Cehennem azığı olur". Bir başka
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Haram
malla gelişip büyüyen bir ete (yani
insan bedeninden bir parçaya)
Cehennem ateşi daha uygundur". Diğer
bir hadiste buyuruldu ki: "Bir adam
10 dirheme bir elbise satın alsa,
onun bir dirhemini haram kazançtan
elde etmiş ise elbise bedeninde
bulunduğu müddetçe o kişinin namazı
kabul olunmaz"Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu
irşadı bir çok hadiste geçmiştir:
"Rızkı uzak sanmayın. Hiçbir insan
takdirde yazılan rızkı kendisine
ulaşıncaya kadar ölmez. Öyleyse
rızık kazanmak için en iyi yolu
seçin Helal kazanın, haramı terk
edin". Pek çok hadiste şöyle
geçmektedir: "Ölüm insanı aradığı
gibi rızık da insanı arar". Yani
insana ölüm gelmekten başka çare
olmadığı gibi takdirde yazılan
rızkını elde etmekten başka çaresi
yoktur. Yine başka bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "İnsan rızkından
kaçmak istese de ölüm kendisini
mutlaka bulacağı gibi rızık onu
mutlaka bulur". Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Rızık insan için
tayin edilmiştir. Dünyadaki bütün
insan ve cinler rızkı ondan
uzaklaştırmak isteseler
uzaklaştıramazlar'Bir
hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur. "Eğer
sende 4 şey varsa dünyanın hiçbir
şeyinin olmaması üzülmeye değmez;
Emaneti korumak, doğru konuşmak,
güzel âdetler, temiz ve helal
rızık". Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kazancı güzel olan
(yani temiz ve helal olan), içi
(yani kalbi) iyi olan, dışı ahlaklı
olan ve kötülüğünden insanların emin
olduğu kimse mübarek bir insandır.
Yine ilmiyle amel eden, ihtiyacından
fazla olan malını (Allah yolunda)
harcayan, ihtiyacından fazla olan
sözü kesen (yani lüzumsuz yere
konuşmayan) kimse de mübarek bir
insandır".Hz. Said radıyaliahu anh
bir defasında Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi vesellem'e, "Allahu Teâlâ'mn
beni Müstecâb-ud Deavât (duası kabul
olunan) bir kimse yapması için dua
buyurunuz" diye ricada bulundu.
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Rızkını
temiz tut (şüpheli mal yeme) ki
Müstecâb-ud Duâ olasın. Mu-hammed'in
canı kudret elinde olan Zât'a yemin
ederim ki, insan karnına bir lokma
haram koyunca bu yüzden onun 40
günlük ibadeti kabul olunmaz. Kimde
haram malla beslenirse, Cehennem ona
daha layıktır".Bu konuda daha pek
çok rivayetler hadislerde
geçmektedir. Öyleyse
kişi kendi kazanç sebeplerine çok
dikkat etmelidir. Bu dikkati
gösterirken dış görünüş açısından
bir zarar görünse bile yine de bunda
bereket vardır. Netice itibariyle
maldaki bu azalma çok faydalı ve
zarardan koruyucudur.Baştaki
hadisteki dördüncü sorgulama şudur:
"Malı nereye harcadın". Bu kitap
baştan başa bu konu hakkındadır.
Şöyle ki, insanın işe yarayacak olan
malı sadece Allah yolunda harcadığı
maldır. Malın (Allah yolunda
harcanmayıp), kalması kişinin işine
yaramadığı gibi, üstelik tamamen boş
bir şey olarak kalmış olur. İkinci
bölümün sonuna doğru bunun bir çok
zararları da geçmişti. Ne kadar
fazla mal olursa hesabın o kadar
fazla gecikeceği açık bir şeydir.
Kıyametin o çok çetin ve insanın
aklını başından alan gününde herkes
kan-ter içinde kalacaktır. Her
şahıs korkunun şiddetinden sarhoş
gibi olacaktır. Halbuki bu gerçek
bir sarhoşluk değildir. Bununla
ilgili olarak Allah cette cetaiuhu
şöyle buyuruyor:"Ey İnsanlar!
Rabbinizden korkun. ÇünküTuyamet
sarsıntısı büyük bir şeydir. / Onu
gördüğünüz zaman her emzikli kadın
(korkudan) emzirdiği çocuğunu
unutur, her hamile kadın (dehşete
kapılıp) çocuğunu düşürür. Sen
insanları sarhoş görürsün. Aslında
onlar sarhoş değillerdir. Fakat
Allah'ın azabı şiddetlidir. (O'nun
korkusundan dolayı hepsi bu duruma
düşerler)".(Hac-1,2)Başka bir yerde
şöyle buyurulmuştur:"İnsanların
hesaba çekilme zamanı yaklaştı
(Kıyamet hızla yaklaşmaktadır).
Fakat onlar hâlâ gafletteler,
aldırmıyorlar" (Enbiya-1)Bundan
birkaç ayet sonra şöyle
buyurulmuştur:"Biz kıyamet günü için
adalet terazileri kuracağız. Hiçbir
kimse hiçbir zulme uğratmayacaktır.
İşlenen amel (iyi veya kötü) bir
hardal tanesi kadar da olsa Biz onu
ortaya koyarız. Hesaba çeken olarak
da Biz yeteriz".(Enbiya-47)Başka bir
yerde de şöyle
buyurulmuştur:"Rablerinin emrine
icabet edenlere (ve onunla amel
edenlere) güzel mükafat vardır
(Cennet'te onlara verilecektir). Ona
icabet etmeyenler ise (kıyamet günü)
yeryüzündekilerin hepsi hatta
onların bîr misli daha kendilerinin
olsa (yani bütün dünyadaki şeyler
bir misliyle onların olsa) hepsini
(kurtulmak için) fidye olarak verirlerdi.
İşte bunlar için kötü bir hesap
vardır" (Rad-18)Daha
başka ayetlerde o günün hesabı, o
günün şiddeti ve ehemmiyeti üzerine
dikkatler çekilmiştir. Hz. Aişe
radtyaiiahu anha diyor ki:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bir defasında şöyle
buyurmuştur: "Kıyamet günü kim
hesaba çekilirse o helak olur
(çünkü hesabı tam olarak vermek çok
zordur)". Hz. Aişe radıyai-lahu
anha, "Ya Rasûlallah! Allahu Teâlâ
(Inşikak suresinde) kolay bir hesap
olacağını buyurmuştur" dedi. Bunun
üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Bu (surede
zikredilen) hesap sadece amellerin
arz edilmesidir. Kimin muhasebesi
başlarsa o helak olur".Bir başka
hadiste Hz. Aişe radıyallahu anha
buyurdu ki: Rasûluliah sallallahu
aleyhi veseiiem, "Allah'ım!
Hesabımı Hisab-ı
Yesir (kolay bir hesap) eyle" diye
dua ederdi. Ben, "Ya Rasûlallah! Hisab-ı
Yesir nedir?" dedim. Buyurdu ki:
"Kişinin amel defterine bakılıp,
<Bunlar affedilmiştir> denilmesidir.
Kim de hesaba çekilirse o helak
olmuştur".Hz. EbÛ Hureyre
radıyallahu anh Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem'm şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Üç şey
vardır ki bunlar kimde bulunursa
onun hesabı kolay olur ve Allah
ceiie ceialuhu onu rahmetiyle
Cennet'e koyar. O üç şey şunlardır:
Seni lütfundan mahrum eden kimseye
sen ihsan et. Sana zulmedeni affet.
Seninle yakınlık ilişkisini kesenle
sen ilişkini devam ettir".Bir
hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Sizden
Allah ile konuşmayacak hiç kimse
yoktur. Konuşurken o kişiyle Allah
arasında ne bir perde ne de bir
vasıta olacaktır. Kişi sağına
bakınca dünyada işlediği iyi
amelleri görecektir. Soluna bakınca
işlediği (kötü) amelleri görecektir.
(Alev alev yanmakta olan) Cehennem
gözünün önünde olacaktır. Ondan
(kurtulmanın en güzel yolu
sadakadır. Öyleyse sadaka vererek
ondan) sakınınız, isterse (o sadaka)
yarım hurma olsun".Bir
hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Bana Cennet
gösterildi. Onun en yüksek
derecelerinde muhacirlerin fakirleri
vardı. Orada zenginler ve
kadınların sayısı azdı. Bana,
<Zenginler henüz Cennetin
kapılarında hesap vermeyle
uğraşmakta, kadınları ise altın ve
gümüşün sevgisi alıkoymuş
durumdadır>" denildi. Bir başka
hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben
Cennetin kapılarında duruyordum.
Yoksulların çoğu oraya giriyorlardı.
Zenginler ise (hesap yerinde) bağlı
kalmışlardı. Ve ben Cehennem
kapılarında durarak baktım ki, oraya
çoğunlukla kadınlar giriyorlar". Bir
başka hadiste Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İnsan
iki şeyden korkar halbuki ikisi de
onun için hayırdır. Ölümden korkar,
halbuki ölüm onun için fitneden
korunmadır. İkinci olarak malın
azalmasından korkar, halbuki mal ne
kadar az olursa hesap o kadar kolay
olur".RasûlUllah
sallailahu aleyhi vesellem bir
defasında Sahâbe-i Kiram radıyaliahu
anhum ecmain topluluğunun yanında
oturmuştu. Şöyle buyurdu: "Ben bu
gece Cen-net'i ve oradaki sizin
derecelerinizi gördüm". Sonra Hz.
Ebû Bekr Sıddık radıyaliahu an/j'a
dönerek, "Ben bir şahıs gördüm. O
Cennet'in hangi kapısına gitse,
oradan <Merhaba, merhaba (buyurun
gelin! buyurun gelin!)> sesleri
geliyordu. (Cennet'te her iyi amel
için bir kapı vardır. Her kapıdan
çağırılmasının manası o kişinin her
iyi amelde rütbesinin çok üstün
olması demektir)" dedi. Hz. Selman
radıyaliahu anh, "Ya Rasûlallah
makamı böyle olan kimse rütbesi çok
büyük olan biridir" dedi.
Rasûlullah sallailahu aleyhi
vesellem, "Bu şahıs Ebû Bekr'dir"
buyurdu. Sonra Rasûlullah sallailahu
aleyhi veseliem Hz. Ömer radıyaliahu
anh'm tarafına dönerek, "Ben
Cennet'te beyaz inciden bir ev
gördüm. Üzeri yakut işlemeliydi.
Ben, <Bu mekan kimindir?> dedim.
<Kureyş'ten bir gencindir> dediler.
(O köşkün son derece güzel olması,
parlaklığı, gösterişi ve benim
Seyyid-ül Murselin olmam sayesinde)
anladım ki, o köşk ancak benimdir.
Ben o köşke girmek isteyince bana,
<Burasif/Ömer'indir> dediler"
buyurdu. Sonra Rasûlullah sallailahu
aleyhi veseliem Hz. Osman
radtyaliahu anh Hz. Ali ve diğer bir
çok sahabelerin makamlarını söyledi.
Ondan sonra Hz. Abdurrahman bin Avf
radıyaiiahu anh'm tarafına dönerek
şöyle buyurdu: "Benim Ashabım
arasında bana en geç sen ulaştın.
Ben senin hakkında, <Acaba bir
yerde helak mı oldu?> diye
endişelendim. Sen kan ter içinde
kalmıştın. Ben, <Bu kadar zamandan
beri nerede kalmıştın?> diye sorunca
sen, <Malımın çokluğundan dolayı
hesab vermekle meşguldüm. Bana malım
hakkında, Nereden kazandın, nereye
harcadın'? diye hesap soruldu> diye
cevap verdin". Hz. Abdurrahman bin
Avf radıyaliahu anh kendisiyle
ilgili bu sözleri duyunca ağlamaya
başladı ve "Ya Rasûlallah! Bu gece
Mısır'daki ticaretimden 100 deve
geldi. Bunlar Medine-i Münevvere'nin
fakirleri ve yetimlerine sadakadır.
Belki Allah ceiie ceiaiuhu bundan
dolayı o günün hesabını bana hafif
kılar" dedi.Bir
hadiste şöyle geçmektedir: Bir
defasında Rasûlullah sallailahu
aleyhi veseliem şöyle buyurdu: "Ey
Abdurrahman! Sen benim ümmetimin
zenginlerindensin ve Cennet'e
sürünerek gideceksin (yürüyerek
gidemeyeceksin). Sen Allahu
Te-âlâ'ya borç ver ki, ayakların
açılsın". Hz. Abdurrahman
radıyaliahu anh, "Ya Rasûlallah!
Neyi borç vereyim?" dedi. Rasûlullah
sallailahu aleyhi veseliem, "Bütün
malını" buyurdu. Bunu duyunca
malının tamamını getirmek için hemen
ayağa kalktı. Rasûlullah sallailahu
aleyhi vesellem onun arkasından
birini göndererek onu çağırttı ve,
"Şimdi Hz. Cibril aieyhisseiam geldi
ve <Abdurrahman'a söyle ki, misafir
ağırlasın, fakirlere yemek
yedirsin, isteyenlerin isteklerini
yerine getirsin, sadaka verirken
kendi yakınlarından başlasın. Bunlar
onun tezkiyesi (tertemiz ve sağlam
bir kimse olması) için yeterlidir İşte
bu Abdurrahman bin Avf radıyaliahu
anh kadri büyük bir sahâbidir. Çok
üstünlüklerin ve övülecek işlerin
sahibidir. Aşere-i Mübeşşe-re'den
sayılmaktadır. Yani Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem'in daha
dünyada iken kendilerini Cennetle
müjdelediği 10 Sahâbe-i Kiram
arasındadır. Ayrıca şehadeti
sırasında Hz. Ömer radıyaliahu
anh'\n yeni halife seçimini
kendilerine bağladığı 6 kişi
arasındadır. Hz. Ömer radıyaliahu
anh şöyle demişti: "Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem bunlardan
razı olduğu halde bu dünyadan
göçmüştü". Sonra o altı kişiden
beşi halife seçme işini en sonunda
Abdurrahman bin Avf radıyaiiahu
anttın kararına bırakmışlar, o da
Hz. Osman radıyaliahu üçüncü
halife tayın etmişti. O Sâbıkîn-i
Evvelîn'den sayılıyordu. Onlar
hakkında Allahu Teâlâ şöyle
buyuruyor:
"İlk
iman eden Muhacirler ve Ensar ile
onlara ihlasla tabî olanlardan Allah
razı oldu. Onlar da Allah'tan razı
oldular. Allah onlar için altından
ırmaklar akan Cennet'ler
hazırlamıştır. Onlar, orada ebedi
kalacaklardır". (Tevbe-100)
Buna
ilave olarak Hz. Abdurrahman bin avf
radıyaliahu anh iki hicreti de
yapmıştır. Bedir savaşı ve diğer
savaşlara katılmıştır. Rasûlullah
sallailahu aleyhi veseliem zamanında
ehli ilim ve ehli fetvadan
sayılmıştır. Hz. Ömer radıyaliahu
anh bazı işleri sadece onun reyi
üzerine tercih etmiştir. Rasûlullah
sallailahu aleyhi veseliem bir
seferinde sabah namazını onun
peşinde kılmıştır. Çünkü Rasûlullah
sallailahu aleyhi vesellem defi
hacet için gitmişti. Sahâbe-i
Kiram'da bir araya gelerek onu imam
seçmişlerdi. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem geri dönünce namaz
kılınıyordu. Bir rekat kılınmıştı
ki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem ona uyarak namazını kıldı.
Hz. Ömer radıyaliahu anh halife
olunca birinci senesinde kendi
yerine vekaleten onu Emîr-ui Hacc
tayin edip göndermişti.Velhasıl
sayısız faziletlerine rağmen malının
çokluğu onu kendi derecesindeki
insanlardan geri bıraktı. Malı da
sadece Allahu Teâlâ'nın lütfü, O'nun
bağışı ve O'nun ikramıyla elde
etmişti. Yoksa o çok fakir biriydi.
Hicretin ilk yıllarında Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem
Muhacirler ve Ensar arasında
kardeşlik tesis etmişti. Tâ ki Ensar
bu hususi ilişkiler üzerine
Muhacirlerin fakirlerine yardım ve
destek olsunlar, işte bundan dolayı
onu Hz. Sa'd bin Rebi Ensari
radıyaiiahu anh'a kardeş yapmıştı.
Hz. Sa'd radıyatiahu anh ona, "Allah
ceiie ceiaiuhu Medine'de en fazla
mal ve serveti bana verdi. Ben
malımın her birinin yarısını sana
veriyorum.Benim iki hanımım var,
onlardan hangisini istersen onu
boşayacağım. İddeti dolunca sen
onunla nikahlanırsın" dedi. Ama onun
gözü toktu, şöyle dedi: "Allahu
Teâlâ senin malını bereketli kılsın.
Benim ona ihtiyacım yoktur. Sen bana
buranın pazarının yolunu göster".
Pazara gitti ve alış verişe başladı.
Akşamleyin kâr olarak biraz yağ ve
peynir kazanıp getirdi. Aynı şekilde
her gün gidiyordu. Daha birkaç gün
geçmişti. Kazancı o kadar çoğalmıştı
ki, nitekim evlendi. Sonra
öyle bir zaman geldi ki Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesetiem sadaka
vermeye teşvik edince bütün malının
yarısını sadaka olarak verdi.
Malının çokluğu biraz önce geçen
olayla ölçülebilir. Şöyle ki, sadece
Mısır'daki ticaretten 100 tane yüklü
deve gelmişti. Onları sadaka olarak
vermişti. Ondan sonra bir defasında
40 bin dinar (altın) sadaka
vermişti. Bir defasında 500 at ve
500 deveyi cihad için vermişti. Otuz
bin tane köle azad etmişti. Bir
rivayete göre 30 bin aileyi azad
etmiştir. Her
ailede kim bilir ne kadar erkek ve
kadın, yaşlı ve çocuk vardı. Bir
defasında bir araziyi 40 bin dinara
satmış ve hepsini Muhacirlerin
fakirlerine ve kendi akrabalarına ve
Ezvâc-ı Mutahharât'a taksim
etmiştir.Vefatı
sırasında yaptığı vasiyette Bedir
savaşına katılmış olan her kişiye
400 dinar verilmesini istemiştir. O
vakit Bedir ashabından 100 kişi
hayatta idi. Ezvâc-ı
Mutahharât için bir bağ vasiyet
etmişti. O bağ 40 bin dinara
satıldı. Buna
rağmen kendi hali şöyleydi; bir
defasında gu-sül edip "yemek yemek
için oturdu. Karşısında içinde ekmek
ve et (yani tirid) yemeği bulanan
bir tabağın konulmuş olduğunu
görünce ağlamaya başladı. Biri
ağlamasının sebebi sorunca şöyle
dedi: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseitem ahirete intikal edene kadar
karın doyuracak miktarda arpa ekmeği
bile bulamamıştır. Bizde bulunan bu
hallerin, bizim için hiç hayırlı
olmadığı anlaşılıyor" Yani
eğer bu bolluk bir hayır olsaydı.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem için de olurdu. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseffem için
böyle şeyler olmadığına göre
bunların hiç hayırlı bir şey
olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu
kadar üstün derecelere rağmen
yukarıda söz konusu olan sorgulama
yapılmaktadır.Baştaki hadiste
Kıyamet meydanında cevabı verilmesi
gereken beşinci sorgulama şudur.
"Allahu Teâlâ'nın sana vermiş olduğu
ilimle ne kadar amel ettin?"
Herhangi bir suçu bilmemek mazeret
değildir. Kanunu bilmemek hiçbir
mahkemede geçerli değildir, Çünkü
bunu öğrenmek kişinin kendi
görevidir. Dolayısıyla, "Allah'ın
hükmünü bilmiyordum" demek başlı
başına bir suç ve başlı başına bir
günahtır. Çünkü Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Her Müslüman'ın
(dinle İlgili) bilgileri öğrenmesi
farzdır. Ancak şu da açıktır ki, suç
olduğunu bildik-ten sonra bir suçu
işlemek daha ağırdır". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesetiem şöyle
buyurmuştur. "Kendi ilminizle
birbirinize nasihat ediniz. İlime
hıyanet etmek maldaki hıyanetten
daha ağırdır. Allahu Teâlâ'nın
huzurunda bunun sorgulaması
olacaktır". Şu ifade ise pek çok
hadislerde geçmektedir: "Bir kimseye
ilimden sorulur da, o kimse onu
gizlerse kıyamet günü onun ağzına
gem vurulacaktır".Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir
defasında vaaz buyurdu. Vaazında
bazı kavimleri övdü. Sonra şöyle
buyurdu: "Ne oluyor da bazı kavimler
kendi komşusu olan kavimlere ilim
öğretmiyorlar? Ne onlara nasihat
ediyorlar, ne onları anlayışlı
insan olarak yetiştiriyorlar, ne
onlara güzel şeyleri emrediyorlar ne
de kötü şeylerden onları
alıkoyuyorlar. Ne oluyor da bazı
kavimler kendi komşu kavminden ilim
öğrenmiyorlar? Ne hikmet ve anlayış
öğreniyorlar ne de nasihat elde
ediyorlar. Bu insanlar kendi
komşularına ilim öğretsinler, onlara
nasihat etsinler ve onları anlayışlı
kılsınlar. Diğer insanlar da ilim
sahiplerinden bu şeyleri elde
etsinler. Eğer böyle olmazsa
Allah'a yemin olsun ki, ben onların
hepsine dünyada iken ağır ceza
veririm (ahiret muamelesi ise
ayrıdır)". Bundan sonra Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem mimberden
indi. İnsanlar bu sözlerden hangi
kavmin kastedildiğini aralarında
konuşmaya başladılar. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Bundan kasıt Eş'ari kavmine
mensup olan insanlardır. Onlar ilim
ehlidir. Fıkıf ehlidir. Onların
civarında oturan kavimler
cahildirler". Bu haber Eş'ariülere
ulaştı. Onlar Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm yanma geldiler ve
"Ya Rasûlal-lah! Siz bazı kavimleri
övdünüz ve bizim hakkımızda böyle
buyurdunuz" dediler. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi
sözünü onların önünde de söyledi:
"Ya onlar kendi komşularına ilim
öğretsinler ve nasihat etsinler,
onları anlayışlı yetiştirsinler,
onlara güzel şeyleri emretsinler ve
kötü şeylerden menetsinler. Diğer
insanlar da onlardan bu şeyleri
elde etsinler. Yoksa daha dünyada
iken onlara şiddetli ceza veririm"
buyurdu. Onlar, "Ya Rasûlallah! Biz
başkasını nasıl anlayışlı kılarız"
deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem yine aynı emrini söyledi.
Onlar üçüncü defa yine aynı şeyi
arzedince Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem yine aynı o emrini
tekrarladı. Onlar, "Ya Rasûlallah!
Peki bize bir senelik mühlet
veriniz" dediler. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem
komşularına ilim öğretmeleri için
onlara bir senelik mühlet verdi.Bu
hadisi şerif ve Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem in bu
ağır tehdidinden şu da anlaşılmış
oldu ki, ilim ehli olan ve anlayışlı
olan kimselerin bir mesuliyetleri de
etraflarında oturmakta olan
cahillerin eğitimi için çalışmaktır.
İlim erbabının, "Efendim kim ilmi
maksat edinirse kendisi öğrenir"
görünüşünde olmaları yeterli
değildir. Öğrenmemenin onlar
üzerindeki hesabı ayrı günahı da
ayrıdır. Ancak onlara öğretmekten
ilim ehli de sorumludur. Öyleyse
ilim erbabı buna gayret göstermeli
ve onların ilim öğrenmeleri için
tedbirler almalıdırlar. Böyle yapmak
kişinin kendi ilmiyle amel
etmesinden sayılır. Zira ilimle amel
etmeye ilmi öğretmek de
dahildir.Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vese//em'den nakledilen pek
çok dualar arasında şu dua sık sık
geçmektedir: "Allah'ım! fayda
vermeyen ilimden Sana
sığınırım".Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseüem şöyle buyurmuştur
"Kıyamet günü bir adam (yani aynı
zümreden ne kadar adam varsa)
getirilip Cehennem'e atılacak. Bu
yüzden onun bağırsakları dışarı
çıkacak ve bağırsaklarının etrafında
değirmen merkebinin, değirmenin
etrafında döndüğü gibi dönecektir
(yani merkep, öküz vs. gibi
hayvanlar un öğütülen değirmenin
dört bir yanında döndükleri gibi
dönecektir). Cehennem'deki insanlar
onun etrafında toplanacak ve "Sana
ne oldu? Sen bize iyi şeyleri
emreder, kötü şeylerden de men
ederdin?" diyeceklerdir. O, "Ben
size onu emrederdim ama kendim amel
yapmazdım" diye cevap verecektir.Bir
başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Ben Miraç Gecesi'nde dudakları
makaslarla kesilen bir topluluk
gördüm. Hz. Cebrail aieyhisseiam'a,
<Bunlar kimdir?> diye sorunca,
<Bunlar senin ümmetinin vaizleridir.
Başkalarına nasihat ediyorlar.
Kendileri söyledikleriyle amel
etmiyorlardı" dedi. Yine başka bir
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Zebaniye
(adlı Cehennem melekleri) fisk ve
günaha mübtela olan okumuş ve
tahsilli kimseleri kafirlerden daha
önce yakalayacaklardır. Onlar,
<Neden böyle kafirlerden önce
yakalanıyoruz?> diyecekler, onlar da
cevap olarak, <Alim ve cahil eşit
değildir> diyeceklerdir". (Yani
"Siz bilmenize rağmen bu hareketleri
işlediniz?" denilecektir). Zebaniye
insanları Cehennem'e atmaya memur
kılınan şiddetli ve acımasiz
melekler topluluğudur. Bunlar Ikra
diye başlayan Alak sûresinde
zikrolunmuşlardır. Başka bir hadiste
şöyle buyurulmuştur: "Bazı
Cennetlikler, bazı Cehennemliklerin
yanına gidip, <Size ne oldu ki,
burada bulunuyorsunuz? Biz ancak
sizin sebebinizle Cennet'e gittik.
Çünkü sizden ilim öğrendik>
diyeceklerdir. Onlar, <Biz
başkalarına söylerdik ama kendimiz
onlarla amel etmezdik>
diyeceklerdir".Hz, Malik bin Dinar
mhmetuiiahi aleyh Hz. Hasan Basri
rahmetuliahi aleyh yoluyla
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Her kim vaaz ederse,
Aİlahu Teâlâ kıyamet günü maksadının
ne olduğu hakkında onu hesaba
çekecektir. (Yani vaazının maksadı
herhangi bir dünyevi çıkar mıydı?
Mal, menfaat, makam ve şöhret
miydi? Ya da sadece Allah rızası
için mi konuşmuştu?)" Hz Malik
rahmetuliahi aieyh'ın talebesi diyor
ki: Malik rahmetuliahi aleyh bu
hadisi açıkladığında o kadar
ağlardı ki sesi kesilirdi. Sonra,
"Siz vaaz etmekle benim sevindiğimi
mi sanıyorsunuz? Halbuki ben
biliyorum ki kıyamet günü bana, <Bu
vaazdan maksadın neydi?> diye
sorulacaktır" buyururdu. Buna
rağmen söylemek mecburiyeti vardır.
Bu konu biraz önce geçmiştir. Yani
pek çok rivayetlerde geçtiği gibi
insanları ilimle aydınlatma
mesuliyeti de vardır. Bu konudaki
Eşari kabilesinin kıssası biraz önce
geçmişti.Hz. Ebû Derda radiyaüahu
anh şöyle buyururdu: "Ben şundan
korkup, ürperi-yorum ki, kıyamet
günü bütün mahlukatın önünde
çağırılırım da, <Lebbeyke Rabbî
(buyur ya Rabbİ)> derim. Sonra bana,
<İlminle ne amel yapttn?> diye
sorulur".Bir başka hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Kıyamet
günü en şiddetli azaba uğrayacak
olan kimse ilmi kendisine fayda
vermeyen âlimdir".Hz. Ammâr bin
Yâsir radıyaliahu anh buyurdu ki:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem Beni Kays kabilesine talim
için gönderdi. Ben oraya varınca
onların vahşi develere
benzediklerini olduklarını gördüm.
Onların zihni her an kendi develeri
ve keçileriyle meşguldü. Onların
bundan başka hiçbir düşünceleri
yoktu (her an sadece dünya
meşgalesiyle uğraşıyorlardı). Ben
oradan döndüm. Rasûlullah
sal-lallahu aleyhi veseiiem, "Ne
yaptın?" buyurdu. Ben Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e onların
halini beyan ettim ve onların
(dinden) gaflet içinde olduklarını
anlattım. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ammâr!
Âlim oldukları halde bunlar gibi
(dinden) gafil olan topluluğun hali
bundan daha fazla hayret
vericidir".Bir başka hadiste şöyle
geçmektedir: "Bazı insanlar
Cehennem'e atılacaklar, onların
kötü kokusundan ve iğrenç
râyihasından Cehennem'dekiler bile
perişan olacaklardır. Onlar, <Siz
böyle hangi uğursuz ameli işlediniz.
Bizim içine düştüğümüz musibet az
mıydı da bir de sizin bu pis kokunuz
bizi daha da perişan etti>
diyecekler. Onlar da, <Biz kendi
ilmimizden fayda lan mazdık"
diyeceklerdir".Hz.
Ömer radıyaiiahu anh şöyle
buyurmuştur: "Ben bu ümmet hakkında
en fazla münafık âlimden
korkuyorum". Biri, "Münafık âlim
kimdir?" diye sorunca, "Dil yönünden
âlim, kalp ve amel bakımından cahil
olandır" buyurdu. Yani çok akıcı ve
tatlı konuşma yapan ancak amel
namına sıfır olan kimsedir. Hz.
Hasan Basri rahmetuliahi aleyh
buyurdu ki: "Sen âlimlerin ilmini
toplayan, hekimlerin az bulunur
sözlerini yüklenen, ancak amel
etmekte ahmak ve akılsızlar gibi
olan biri olma". Hz. Süfyân Sevrî
rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki:
"İlim ameli çağırır. Kim onunla
amel ederse, o ilim baki kalır.
Yoksa o da gider (yani o ilim zayi
olur)". Hz. Fudayl rahmetuliahi
aleyh buyuruyor ki: "Ben üç kişiye
çok acıyorum; 1-Zelil duruma düşmüş
olan bir kavmin reisine,
2-Zenginlikten sonra fakir olan
kimseye, 3-Dünya ken-disiyle oynayan
âlime (yani dünyayı taleb eden
alime. Çünkü kim dünyanın tâlip-lisi
olursa, dünya onunla oynar). Hz.
Hasan rahmetuliahi aleyh buyuruyor
ki: "Âlim-lerin azabı kalbin
ölmesidir. Kalbin ölümü ise ahiret
ameliyle dünyayı talep et-mektir".
Bir şair şöyle demiştir:Dalâleti
satın alana şaştım, hidayet
karşılığında Daha acâibi, dünya
satın alandır, din karşılığında En
hayret verici şey, başkasının
dünyası için dinini Satan kimsedir.
Bu ise her ikisinin daha acâibi Yani
başkasının dünyasına faydalı olur
ama kendi dinini de berbat etmiş
olur. İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh
buyuruyor ki: Dünyacı olan alim hâl
itibariyle cahilden daha sefildir.
Azab bakımından daha fazla şiddete
mübtela olacaktır. Kurtuluşa eren ve
Allah'a yakın olanlar ise ahiret
âlimleridir. Onların bir kaç alâmeti
vardır:
1)
İlmiyle dünya kazanıyor olmamalıdır: Alimin
en küçük derecesi şudur: Dünyanın
değersizliği ve onun aşağılığı, onun
kirliliği ve onun çabuk biten bir
şey olduğunun şuurunda olmalıdır.
Ahiretin büyüklüğü, onun ebediliği,
onun nimetlerinin güzelliğinin
anlayışına sahip olmalıdır. Bir de
şunu iyi bilmelidir ki, dünya ve
ahiret birbirlerinin zıddıdır. İki
kuma gibidir. Hangisini razı edersen
diğeri darılır. Bunlar bir terazinin
iki kefesine benzer. Hangisi ağır
basarsa diğeri yukarı kalkar. İkisi
arasında doğu ile batı gibi fark
vardır. Sen hangisine yaklaşırsan
diğerinden uzaklaşırsın. Kim
dünyanın değersizliğini, onun
kirliliğini ve dünya lezzetlerinin
iki cihan sıkıntıları ile
kenetlenmiş olduğunu hissetmezse o
Fâsidüi Akıl yani aklı bozuk bindir.
Müşahede ve tecrübeler şuna şahittir
ki, dünya lezzetlerinde dünya
sıkıntısı da vardır. Ahiret
sıkıntısı ise zaten vardır. Öyleyse
bir şahsın aklı yoksa o nasıl âlim
olabilir? Hatta bir kimse ahiretin
büyüklüğü ve orada ebedi
kalınacağını bile bilmiyorsa o
kafirdir. Kendisine iman nasip
olmayan biri nasıl âlim olabilir?
Bir kimse dünya ve ahiretin
birbirinin zıddı olduğunu bilmiyorsa
ve her ikisini birleştirme hırsını
taşıyorsa (hırslanmaması gereken
şeye hırslanıyorsa), o şahıs bütün
peygamberlerin şeriatını bilmek
konusunda cahildir. Bir kimse de
bütün bunları bildiği halde dünyayı
tercih ediyorsa, o şeytanın
esiridir. Onu şehvetleri helak
etmiştir. Bedbahtlık ona galip
gelmiştir. Hali böyle olan biri
nasıl âlimlerden sayılır?Hz. Dâvûd
aieyhisseiam Allahu Teâlâ'nın şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Hangi âlim
dünya arzusunu, Benim sevgime tercih
ederse, Ben ona en az şöyle muamele
ederim; Kendi münâcâtımın
lezzetinden onu mahrum ederim (şöyle
ki, o Beni zikretmekten ve Bana dua
etmekten lezzet alamaz). Ey Dâvûd!
Kendisini Benim sevgimden
uzaklaştıran ve kendisini dünya
sarhoşluğu sarmış olan âlimin halini
sorma. Böyle kimseler eşkiyâdır. Ey
Dâvûd! Sen Beni arayan birini
görünce onun hadimi ol. Ey Dâvûd!
Kim koşarak Bana gelirse, Ben onu
cehbez (yani kamil anlayışlı)
yazarım. Kimi cehbez yazarsam ona
azab etmem".Yahya bin Muaz
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "İlim
ve hikmet vasıtasıyla dünya talep
edildiğinde onun nuru gider". Saîd
İbnül Müseyyeb rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Bir âlimin devlet
adamlarının yanından ayrılmadığım
görürsen, onun hırsız olduğunu
anla". Hz. Ömer radıyaiiahu anh
buyuruyor ki: "Bir âlimin dünyayı
sevdiğini görürsen, onun kendi dini
konusunda suçlu olduğunu bil. Çünkü
kim neyi severse kendini ona verir".
Bir Allah dostuna biri şöyle sormuş:
"Günahtan lezzet alan biri arif olup
Allah'ı bilir mi?" O zat cevap
vermiş: "Ben dünyayı ahirete tercih
eden kimsenin arif olamayacağı
hususunda zerre kadar tereddüt
etmem. Günah işlemenin derecesi ise
bundan daha fazladır. Şu konu zihne
iyice yerleştirilmelidir ki, sadece
mal sevgisinin olmaması ile ahiret
âlimi olunmaz. Makam sevgisinin
derecesi ve onun zararı maldan daha
fazladır".Yani yukarıda dünyayı
tercih etmek ve onu talep etmekle
ilgili ne kadar tehditler geçtiyse
onlara sadece mal kazanmak dahil
değildir. Üstelik makam talep
etmek, mal talep etmeye göre bu
tehdite daha fazla girer. Çünkü
makam talep etmekteki zarar ve
ziyan mal talep etmekten daha
şiddetlidir.
2)
Âlimin söz ve fiili birbirine ters
düşmemelidir: Başkasına
hayrı emredip, kendisi onunla amel
etmiyor olmamalıdır. Allahu Teâlâ
şöyle buyuruyor:
"İnsanlara iyiliği emrediyor da
kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz
kitabı da okuyorsunuz". (Bakara-44)
Başka
bir ayette şöyle buyuruluyor:
"Yapmayacağınız şeyi söylemeniz
Allah nezdinde büyük bir gazaba
sebep olur" (Saff-3)
Hâtem-i Esamm rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Kıyamet günü başkaları
kendisinden ilim öğrendikleri ve
amel ettikleri ve neticesinde
kurtuluşa erdikleri halde kendisi
amel etmediğinden dolayı
kurtulamayan âlimden daha çok acı ve
üzüntü duyan kimse olmayacaktır".
İbni Simâk rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: "Nice kimseler vardır ki,
başkalarına Allah'ı hatırlatırlar,
kendileri ise Allah'ı unuturlar.
Başkalarını Allah'tan korkuturlar,
kendileri ise Allah'a karşı cüret
ederler. Başkalarını Allah'a
yaklaştırırlar, kendileri ise
Allah'tan uzaklaşırlar. Başkalarını
Allah'a çağırırlar, kendileri ise
Allah'tan kaçarlar". Hz. Abdurrahman
bin Ğanm rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: Bana Sahâbe-i Kiram'dan 10 kişi
şu sözü söylediler: "Biz Kubâ
mescidinde oturmuş ilim
öğreniyorduk. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem geldi ve <Ne kadar
ilim elde ederseniz edin Allah
indinde amelsiz mükafat verilmez>
buyurdu".
3)
Âlim ahirette işe yarayacak olan
ilimlerle meşgul olmalıdır: Güzel
işlere rağbet etmelidir. Ahirette
hiçbir faydası olmayan yada faydası
az olan ilimlerden sakınmalıdır.
Biz kendi bilgisizliğimizden dolayı
kendisiyle sadece dünya kazanılması
gaye edilen şeylere ilim diyoruz.
Halbuki o CehN Mürekkebi, Çünkü
böyle bir kimse kendisini okumuş ve
tahsilli biri sanır. Artık o din
ilimlerini öğrenmeye önem vermez.
Hiçbir tahsili olmayan bir kimse ise
en azından kendini cahil kabul eder
ve dini konulan öğrenmeye çalışır.
Ancak cahilliğine rağmen kendisini
âlim zanneden kimse büyük
zarardadır.Hâtem-i Esamm
rahmetuiiahi aleyh meşhur bir Allah
dostu ve Hz. Şakîki Belhî
rahmetuiiahi aieyh'm hususi
talebesiydi. Bir defasında Şeyh
hazretleri, "Hâtem! Ne zamandan
beri sen benimle berabersin?" dedi.
O, "33 seneden beri" dedi. Şeyh, "Bu
kadar zaman içinde sen benden ne
öğrendin?" dedi. Hâtem, "8 mesele
öğrendim" dedi. Hz. Şakîk
rahmetuiiahi aleyh, Innalillahi
ve inna ileyhi raciun,bu kadar uzun
müddet içinde sadece 8 mesele mi
öğrendin? Benim ömrüm seninle
tükendi" dedi. Hâtem rahmetuiiahi
aleyh, "Efendim sadece sekiz mesele
öğrendim, yalan konuşamam" dedi.
Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh, "Peki
söyle bakalım o sekiz mesele nedir?"
deyince Hâtem rahmetuiiahi aleyh
buyurdu ki: "a) Ben bütün
yaratıkların mutlaka birini
sevdiğini gördüm {hanımını, evladını
malını dostlarını vs.'yi) ancak o
kabre gidince, sevgilisinin ondan
ayrıldığını gördüm. Bundan dolayı
ben iyilikleri sevdim. Tâ ki ben
kabre gidince benim sevdiklerim de
benimle birlikte gitsinler ve
öldükten sonra benden
ayrılamasınlar". Hz. Şakîk
rahmetuiiahi aleyh, "Çok iyi ettin"
buyurdu. Sonra, "b) Ben Kur'an-ı
Kerim'de Allahu Teâlâ'nın şöyle
buyurduğunu gördüm;<Rabbinin
makamından (ahirette Rabbinin
huzurunda duracağından) korkan ve
nefsini (haram olan) şehevi
arzulardan koruyana gelince, onun da
varıp kalacağı yer mutlaka
Cennet'tir> (Nâziât-40,41). Ben
bildim ki, Allah'ın irşadı haktır.
Nefsimin arzularını engelledim.
Nihayet o Allahu Teâlâ'ya itaatte
durdu. c) Ben dünyaya baktım ki bir
kimsenin yanında çok kıymetli olan
bir şey ona çok sevimli gelmektedir.
Onu çok dikkatlice bir yere koymakta
ve korumaktadır. Sonra ben Allahu
Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu
gördüm;<Sizin yanınızda (dünyadaki)
şeyler biter (ya o şey elinizden
çıkar ya da siz ölürsünüz. Her
halükarda o bitmiş olur). Allah
katındakiler ise devamlı kalıcıdır
(Nahl-96). Bu ayeti kerimeden dolayı
bazen yanımda değeri fazla olan ve
beğendiğim şeyleri Allahu Teâlâ'nın
yanına gönderdim. Tâ ki devamlı
korunmuş olsun, d) Ben bütün dünyaya
baktım. Kimisi (kendi izzet ve
büyüklüğünü göstermek için) mala
yöneliyor. Kimi neseb ve şerefe
yöneliyor. Kimi de övüneceği şeylere
yöneliyor (yani bu şeylerle kendi
içlerinde büyüklük meydana getiriyor
ve dışarıda büyüklük taslıyorlar).
Ben Allahu Teâlâ'nın şu fermanını
gördüm;<Muhakkak Allah nezninde en
şerefli olanınız. O'ndan en çok
korkanınızdır>(Hucurât-13). Bundan
dolayı ben takvayı seçtim. Tâ ki,
Allah ceiie ceiaiuhu nezdin-de
şerefli olayım, e) Ben insanların
birbirlerini kınadıklarını,
birbirlerinin ayıplarını
araştırdıklarını ve kötü sözler sarf
ettiklerini gördüm. Bütün bunlar
hasetten dolayı olmaktadır. Çünkü
insanlar birbirlerine hased
etmektedirler. Ben Allahu Teâlâ'nın
şu irşadını gördüm;<0nlann dünya
hayatındaki geçineceği şeyleri
aralarında Biz taksim ettik.
Birbirlerinden faydalansınlar diye
(derece bakımından) Biz onların
bazısını bazısına üstün kıldık
(hepsi bir çeşit olsaydı o zaman bir
kimse bir işi niçin yapsın, niçin
işçilik yapsın ki? Böyle olursa
dünyanın nizamı bozulacaktır)>
(Zuhruf-32). Ben bu ayeti kerimeden
dolayı hased etmeyi bıraktım. Bütün
mahlukattan ilişkimi kestim. Rızkın
taksiminin sadece Allah'ın elinde
olduğunu bildim. O kimin payına ne
kadar dilerse ayırır. Bundan dolayı
insanlara düşmanlığı bıraktım. Şunu
anladım ki, birinin yanında malın
fazla veya eksik olmasında o kişinin
fiilinin fazla etkisi yoktur. Bu,
mülkün sahibi olan Allah
tarafındandır. Bundan dolayı artık
kimseye kızmıyorum. f) Ben dünyada
gördüm ki, hemen hemen herkesin
biriyle kavgası var. Biriyle
düşmanlığı var. Ben iyice düşündüm
ve Allahu Teâlâ'nın şöyle
buyurduğunu gördüm;<Şüphesiz ki
şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de
onu düşman edinin (onu dost
edinmeyin)> (Fâtır-6). Nihayet
düşman olarak onu seçtim. Ondan uzak
durmak için son derece çalışıyorum.
Allahu Teâlâ' onun düşman olduğunu
buyu-runca ben ondan başka herkesten
düşmanlığı kaldırdım, g) Ben bütün
mahlû-kâtın ekmek peşine
düştüklerini gördüm. Bundan dolayı
kendilerini başkalarının önünde
zelil duruma düşürüyorlar ve caiz
olmayan şeyleri seçiyorlar. Sonra
ben Allah ceiie ceiaiuhu nun şu
irşadını gördüm;<Yeryüzünde gezen
hiçbir canlı varlık yoktur ki rızkı
Allah'a ait olmasın>(Hud-6). Ben
kendimi, o yeryüzünde gezenlerden
biri olarak gördüm. Onların rızkı
Allah'ın zimmetindedir. Öyleyse ben
kendi vakitlerimi, Ailahu Teâlâ'nın
benim üzerime gerekli kıldığı
şeylerle meşgul ettim. Allah'ın
zimmetinde olan şeylerden kendi
vakitlerimi el çektirdim, h) Ben
bütün mahlukatın yine mahluk olan
herhangi özel bir şeye İtimad ve
tevekkül ettiklerini gördüm. Kimi
kendi gayri menkulüne güveniyor,
kimi kendi ticaretine itimad ediyor,
kimi kendi sanatına gözlerini
takmış, kimi kendi vücut sağlığı ve
gücüne güveniyor (ki, <Ne zaman ve
nasıl istersem kazanırım> diyor).
Bütün mahlukat kendisi gibi mahluk
olan şeylere güvenmiş durumdayken
ben Allahu Teâlâ'nın şöyle
buyurduğunu gördüm;<Kim Allah'a
tevekkül ederse (ve güvenirse),
Allah ona yeter> (Talak-3) Bundan
dolayı ben artık Allah'a tevekkül
edip güvendim" dedi. Bunun üzerine
Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh buyurdu
ki; "Hâtem! Allah sana tevfik
versin. Ben Tevrat, İncil, Zebur ve
Kur'an-ı Azîm'deki ilimleri gördüm,
bütün hayırlı işleri o sekiz şeyde
buldum. Kim bu sekiz şeyle amel
ederse, o Allahu Teâlâ'nın dört
kitabında geçen sözlerle amel
etmiştir. Bu türden ilimleri ancak
ahiret âlimleri bulabilirler.
Dünyacı âlimler ise sadece mal ve
mevki kazanmaya devam ederler.
4)
Ahiret âlimlerinin bir alâmeti de
şudur: Yemek
içmek ve elbisenin en kalitelisi ve
en üstününe iltifat etmemelidir:
Aksine bu şeylerde orta yolu tercih
etmelidir. Büyüklerin tarzını
benimsemelidir. Bu şeyleri azaltmaya
doğru meyil ne kadar artarsa o kadar
Allahu Teâlâ'ya yakınlık artacaktır.
Onun ahiret âlimleri arasındaki
derecesi de o kadar
yükselecektir.İşte bu konuda Şeyh
Hâtem rahmetuiiahi aieyti'm bir
kıssasını da talebesi Şehy Ebû
Abdullah Havas rahmetuiiahi aleyh
şöyle naklediyor: Bir defasında Hz.
Şeyh Hâtem rahmetuiiahi aleyh ile
birlikte Rey adındaki bir şehre
gittik. Bizimle beraber 320 kişi
vardı. Biz haccetmek niyetiyle
gidiyorduk. Hepsi tevekkül edenler
cemaatiydi. Yanlarında azık, eşya
vs. gibi hiçbir şey yoktu. Rey'de
soğuk mizaçlı, küçük çapta bir
tacire uğradık. O bütün kafileye
ziyafet verdi ve bir gece bizi
ağırladı. Ertesi gün ev sahibi, Hz.
Hâtem rahmetuiiahi aleyh'e, "Burada
bir hasta âlim var. Ben şu an onu
ziyarete gidiyorum. İsterseniz siz
de geliniz" dedi. Hz. Hâtem
rahmetuiiahi aleyh, "Hastayı ziyaret
sevaptır, âlimi ziyaret ibadettir.
Ben mutlaka seninle geleceğim"
dedi. Hasta olan âlim, o bölgenin
kadısı olan Şeyh Mu-hammed bin
Mukâtil idi. Onun evine varınca Hz.
Hâtem, "Allahu Ekber! Bir âlimin evi
ve büyük bir köşk" diye düşünmeye
başladı. Kısaca yanına girmek için
izin istedik. İçeri girdiğimizde
evin içerisi de son derece güzel
görünüşlü ve genişti. Çeşitli
yerlerinden perdeler sarkıyordu. Hz.
Hâtem rahmetuiiahi aleyh bütün
bunları seyrediyordu. Düşünceye
dalmıştı. Derken Kadı Efendi'nin
yanına vardık. O son derece yumuşak
bir yatak üzerinde istirahat
ediyordu. Bir köle baş tarafında
yelpaze sallıyordu. O tacir selam
verip yanına oturdu ve halini,
hatırını sordu. Hâtem rahmetuiiahi
aleyh ayakta kaldı. Kadı Efendi ona
oturması için işaret etti. O
oturmayı kabul etmedi. Kadı Efendi,
"Siz bir şey mi diyecektiniz?" dedi.
O, "Evet bir mesele öğrenmek
istiyorum" dedi. Kadı efendi,
"Buyurun söyleyin" dedi. Hâtem
rahmetuiiahi aleyh, "Siz kalkıp
oturunuz" dedi. (Köleleri kadı
efendiye destek vererek kaldırdılar.
Çünkü kendi başına kalkması zordu).
Kadı Efendi oturdu. (Sonra
aralarında şöyle bir konuşma geçti;)
Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Siz ilmi
kimden tahsil ettiniz?" Kadı Efendi,
"Muteber ulemâdan". Hz. Hâtem, "O
âlimler kimden öğrendiler?". Kadı
Efendi, "Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu
anhum ecmain hazretlerinden". Hz.
Hâtem, "Sahâbe-i Kiram kimden
öğrenmişlerdi?" Kadı Efendi,
"Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem Öen". Hz. Hâtem,
"Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem kimden öğrendi?" Kadı
Efendi, "Hz. Cebrail
a/ey/j/sse/am'dan". Hz. Hâtem, "Hz.
Cebrail aiey-hisselam kimden
öğrendi?" Kadı Efendi, "Allahu
Teâlâ'dan" dedi. Bunun üzerine Hz.
Hâtem buyurdu ki: "Bir ilim ki, Hz.
Cebrail aieyhisseiam, onu Allah
celieceiaiuhu-dan alıp Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem'e
ulaştırdı. Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem Sahabelere
ulaştırdı. Sahabeler, muteber
âlimlere ve onlar yoluyla size tadar
ulaştı. O ilimde herhangi bir yerde
şöyle bir şey geçiyor muydu; <Kimin
evi ne kadar yüksek ve büyük olursa,
Allah ceiie ceiaiuhu indinde onun
derecesi o kadar fazla olacaktır>".
Kadı Efendi, "Hayır bu ilimde böyle
bir şey geçmemiştir" dedi. Hz.
Hâtem, "Madem bu ilimde böyle bir
şey gelmemiştir. Öyleyse hangi şey
gelmiştir?". Kadı Efendi, "Bu ilimde
şu gelmiştir; <Kim dünyaya rağbet
etmezse, ahirete rağbet ederse,
fakirleri severse, ahireti için
Allah'ın huzuruna azık gönderirse,
o şahıs Allah indinde rütbe
sahibidir>". Hz. Hâtem, "O halde siz
kime tabî oldunuz? Peygamber
sailallahu aleyhi vesellem'e mi?
Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'İnAshabfna mı? Muttaki
âlimlere mi? Yoksa Firavun ve
Nemrut'a mı? Ey kötü âlimler!
Dünyaya balıklama dalan cahil dünya
ehli, sizin gibileri görünce,
<Âlim-lerin hali böyleyse biz
onlardan daha kötü oluruz>
diyorlar". Böyle dedikten sonra Hz.
Hâtem dönüp gitti. Bu konuşma ve
nasihatten dolayı Kadı Efendi'nin
hastalığı daha da arttı. Halk
arasında bu olay yayıldı. Biri Hz.
Hâtem rahmetuiiahi aleyh'e,
"Gazvîn'de oturan Tenâfûsî bundan
daha fazla ağalar, paşalar gibi
yaşıyor" dedi. (Gazvîn'le Rey
arasındaki mesafe 81 mildir). Hz.
Hâtem (ona nasihat etmek için yola
koyuldu.) Onun yanına ulaşınca, "Ben
Acemlerden bir insanım (yani Arap
bölgelerinde yaşamıyorum). Sizden
ricam bana dinin başlangıcı, yani
namazın anahtarı olan abdesti
öğretiniz" dedi. Tenâfûsî, "Olur,
memnuniyetle" dedi ve abdest için su
istedi. Tenâfûsî abdest alarak, "Bu
şekilde abdest alınır" dedi. O
abdest aldıktan sonra Hâtem
rahmetuiiahi aleyh, "Ben sizin
yanınızda abdest alayım da zihnime
İyice yerleşsin" dedi. Tenâfûsî
abdest yerinden kalktı. Hâtem oturup
abdest almaya başladı. İki elini
dörder defa yıkadı. Tenâfûsî, "Bu
israftır üçer defa yıkaman gerekir"
dedi. Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh,
"Subhanallah. Benim bir avuç suyum
israf oluyor da senin yanında
gördüğüm eşyalar israf olmuyor mu?"
dedi. Tenâfûsî onun maksadının
öğrenmek olmadığını, aksine
maksadının bunu söylemek olduğunu
anladı.Ondan sonra Hâtem
rahmetuiiahi aleyh Bağdat'a ulaşınca
Hz. İmam Ahmed bin Hanbel
rahmetuiiahi aleyh onun halini
öğrendi ve onunla görüşmek için
yanına geldi. Ona, "Dünyadan
kurtulmanın çaresi nedir?" dedi.
Hâtem rahmetuiiahi aleyh şöyle
buyurdu: "Sende 4 şey bulunmadığı
müddetçe dünyadan kurtulamazsın:
1-Halkın cahilce davranışlarını
affet, 2-Kendin onlara cahilce
hareket yapma, 3-Yanında bulunan
şeyleri onlara harca, 4-Onlarda
bulunan şeylere ümid besleme".Ondan
sonra Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh
Medine-i Münevvere'ye ulaştı. Oranın
halkı haberi duyunca onunla görüşmek
için toplandılar. O, "Bu hangi
şehirdir? dedi. Halk, "Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem'm
şehridir?" dediler. O, "Burada
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'in köşkü nerede? Ben oraya
gidip iki rekat namaz kılayım" dedi.
Halk, "Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'ın köşkü yoktu. Çok sade
bir evi vardı. Çatısı çok alçaktı"
dediler. O, "Sahâbe-i Kiram'ın
köşkleri nerelerde, bana onları
gösterin" dedi. Halk, "Sahabelerin
de köşkleri yoktu. Onların yere
yakın (alçak yapılı) küçük küçük
evleri vardı" dediler. Hâtem
rahmetuiiahi aleyh, "Öyleyse bu
şehir Firavun'un şehridir" dedi.
Halk onu yakalayarak ("Bu adam
Medine-i Münevvere'ye ihanet ediyor
ve Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem"\n şehrine, Firavun'un
şehri diyor" diyerek onu) Medine'nin
Emİri'nin yanına götürdüler ve "Bu
Acem diyarına mensub olan şahıs
Medine-i Tayyibe'ye Firavunun Şehri
diyor" dediler. Medine'nin Emiri
ona, "Bu ne biçim söz?" diye sordu.
O, "Siz acele etmeyiniz. Sözümün
tamamını dinleyiniz. Ben bir Acemli
insanım. Bu şehre girince, <Bu
kimin şehridir?> dedim" diyerek
halka sorduğu sorular ve cevaplarla
ilgili olayın tamamını anlattı.
Sonra şöyle dedi: "Allahu Teâlâ
Kur'an-ı Ke-rim'de şöyle
buyurdu;<Muhakkak Allah'ın
Rasûlü'nde, sizin için, Allah'ın
Rahmeti ve ahiretin nimetlerini
arzulayanlar ve Allah'ı çokça
zikredenler (yani kâmil mü'min
olanlar) için, güzel bir numune
vardır (yani her konuda şuna bakmak
gerekir ki, acaba Ra-sûlullah
sailaiiahu aleyhi vese/fem'in ameli
neydi. Daha sonra da ona ittiba
etmek gerekir)> (Ahzab-21). Öyieyse
şimdi siz söyleyin, siz Peygamber
sailaiiahu aleyhi vesei-/em'e mi
ittiba ettiniz, yoksa Firavun'a mı?"
Bunun üzerine insanlar onu
bıraktılar.Burada bir konu dikkate
değerdir. Şöyle ki; mubah şeylerle
lezzet hasıl etmek veya onların
bolluğu haram değildir, caizdir.
Ancak şu kesindir ki onların
çokluğundan dolayı bu şeylere karşı
ünsiyet meydana gelmektedir. Onların
sevgisi kalbe oturmaktadır. Sonra
onları terk etmek zor olmaktadır.
Bir de onları toplamak için
sebepler aranması gerekmekte ve ürün
ile geliri çoğaltmak için
fikre-dilmektedir. Bir kimse parayı
çoğaltma fikrine kapıldığı zaman
onun din konusunda da gevşeklik
yapması ve tavizler vermesi
gerekmektedir. Bu uğurda bazen günah
işlemeye bile sıra gelmektedir.
Dünyaya daldıktan sonra bundan
korunmak kolay olsaydı, Rasûlullah
saüaiiahu aleyhi veseiiem bu kadar
ihtimamla dünyaya iltifat etmemeyi
tenbih etmezdi ve kendisi bu kadar
şiddetle ondan sakınmazdı. Nitekim
nakışlı gömleğini bile mübarek
bedeninden çıkarmıştır.
Yahya
bin Yezîd Nevfelİ rahmetullahi aleyh
Hz. İmam Mâlik rahmetullahi a!eyh'Q
bir mektup yazdı. Mektubunda hamd ve
salâttan sonra şöyle yazmıştır:
"Bana ulaşan habere göre siz ince
elbise giyiyor, ince ekmek yiyor ve
yumuşak yatakta yatıyormuşsunuz. Siz
bir de kapıcı tayin etmişsiniz.
Halbuki siz büyük âlimlerdensiniz.
Uzak uzak yerlerden insanlar sefer
ederek sizin yanınıza ilim öğrenmek
için geliyor. Siz imamsınız,
öndersiniz. İnsanlar size tabî
oluyorlar. Sizin çok ihtiyatlı
olmanız gerekir. Sadece samimiyetle
size bu mektubu yazıyorum. Bu
mektuptan Allah'tan başka kimsenin
haberi yoktur. Bu kadar vesselam".
Hz. İmam Malik rahmetullahi aleyh
cevap olarak şöyle yazdı: "Sizin
mektubunuz ulaştı. Mektubunuz benim
için nasihatnâme, şefkatnâme ve
tenbihnâmedir. Allahu Teâlâ takva
ile faydalanırsın ve nasihatınızdan
dolayı hayırlı mükafatlar nasib
eylesin. Bana da Allah ceiie
ceiaiuhu amel yapmak için tevfik
nasib eylesin. İyiliklerle amel
etmek ve kötülüklerden sakınmak
ancak Allahu Teâlâ'nın tevfikiyle
olabilir. Sizin zikrettiğiniz
konular doğrudur. Gerçekten öyle
olmalıdır. Allahu Teâlâ beni
affetsin (ama bütün bunlar
caizdir). Allahu Teâlâ şöyle
buyurmuştur:<De ki: Allah'ın kulları
için yarattığı ziyneti (elbise
vs.'yi) temiz (ve helal) rı-zıkları
kim haram etti> (Araf-32)." Sonra
şöyle yazdı: "Ben iyice biliyorum ki
bu şeyleri tercih etmemek, tercih
etmekten daha evlâ ve hayırlıdır.
Gelecekte de kıymetli
mektuplarınızla beni şerefyâb
eyleyiniz. Ben de size mektup
yazacağım.imam Malik rahmetullahi
aleyh ne kadar ince ve hoş bir üslup
seçmiştir. Şöyle ki; bunların caiz
olduğunun fetvasını da vermiş ve
gerçekten en üstün olan şeyin bu
şeyleri terk etmek olduğunu da
itiraf etmiştir.
5)
Ahiret alimlerinin bir alameti de
sultanlar ve idarecilerden uzak
durmalarıdır: (Zaruret
olmadan) asla onların yanına
gitmemelidir. Hatta onlar bizzat
gelirse onlarla az görüşmelidir.
Çünkü onlarla beraberlik, onları
hoşnut edip gönüllerini yapmak ve
tekellüf göstermekten uzak değildir.
Onlar çoğunlukla zâlim ve helal
olmayan işleri işleyen kimselerdir.
Bu kötülükleri reddetmek gerekir.
Onların zulmünü açıklamak ve caiz
olmayan işlerinden dolayı onları
uyarmak gereklidir. Bunlara sükût
etmek dinde dalkavukluktur. Onları
memnun etmek için övmek gerekirse,
bunu yapmak apaçık bir yalandır.
Eğer insanın tabiatı onların malına
meylediyor ve hevesleniyorsa, bu
caiz değildir. Her durumda onlarla
beraber bulunmak pek çok kötülüğün
anahtarıdır. Rasûlullah sailaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Köyde
yaşayan insan sert mizaçlı olur. Av
peşine düşen (her şeyden) gafil
olur. Padişahın (devlet başkanının)
yanına gidip gelmeye başlayan kimse
de fitneye düşer". Hz. Huzeyfe
radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Fitne
yerlerinde durmaktan sakınınız".
Biri, "Fitne yerleri nerelerdir?"
diye sorunca, "İdarecilerin
kapılarıdır. Çünkü onların yanına
gidilirse, onların yanlış işlerini
tasdik etmek gerekmektedir. (Onları
övmek için) onlarda olmayan sözleri
söylemek gerekmektedir". Rasûlullah
sailaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Âlimlerin en şerlisi
devlet idarecilerinin yanına
gidenler, devlet idarecilerinin en
hayırlısı ise âlimlerin yanına
gelenlerdir".Hz. Semnûn rahmetullahi
aleyh (Hz. Sini Sekatî rahmetuiiahı
aleyhin arkadaşların-dandır) diyor
ki: Ben, "Siz bir âlimin dünyayı
sevdiğini duyarsanız onun dini
hakkında şüpheye düştüğünü anlayın"
sözünü duydum ve bunu kendim tecrübe
ettim. Padişahın yanına ne zaman
gittiysem dönüşte kalbimi araştırdım
ve onun üzerinde bir günah buldum.
Halbuki siz görüyorsunuz ki ben
orada sert konuşmalar yapıyorum.
Padişahın görüşüne şiddetli
muhalefet ediyorum. Oranın hiç bir
şeyinden faydalanmıyorum. Hatta
oranın suyunu bile içmiyorum. Bizim
ulemamız Benî İsrail ulemasından
bile kötü ki, devlet idarecilerinin
yanına gidip onlara (kötülüğe)
çıkış yollan (cevaz yollan)nı
anlatıyorlar. Onları memnun etmeyi
düşünüyorlar. Eğer onlar idarecilere
mesuliyetlerini açık açık
söyleseler, onların yanlarına
gelmeleri bile idarecilere ağır
gelecektir. Âlimlerin böyle açık ve
net söylemeleri Allahu Teâlâ indinde
kendilerinin kurtuluşuna vesile
olacaktır. Âlimlerin, sultanların
yanına gitmeleri büyük bir fitnedir,
Şeytanın onları yoldan çıkarmasına
sebeptir. Özelikle güzel konuşmayı
beceren kimseye şeytan, <Senin
gitmenle o ıslah olacak ve bundan
dolayı zulüm yapmaktan sakınacaktır.
Dinin şeâiri korunmuş olacaktır>
diye anlatır. Nihayet insan devlet
idarecilerinin yanına gitmeyi dînî
bir görev zanneder. Halbuki onların
yanına gitmekle onların gönlünü
alıcı, yaltaklanıcı sözler etmek ve
onları yersiz bir şekilde övmek
gerekmektedir. Bu durumda din
tehlikeye girmektedir".Hz. Ömer bin
Abdulazîz rahmetullahi aleyh Hz.
Hasan Basri rahmetullahi aleyh'e,
"Bana bu (hilafet) işinde
kendilerinden yardım alabileceğim
(danışabileceğim) kimselerin
adreslerini bildiriniz" diye yazdı.
Hz. Hasan rahmetullahi aleyh (cevab
olarak) şöyle yazdı: "Din ehli sana
kadar gelmeyecekler. Sen ise
dünyacıları yanına almazsın
(almaman gerekir. Yani aç gözlü,
mala çok düşkün insanları devlet
işlerinde tercih etmemek lazımdır.
Çünkü onlar kendi çıkarları uğrunda
işleri berbat ederler). O halde asil
ve şerefli soydan gelenlere iş
yaptır. Çünkü onların kavimlerinden
gelen asaletleri onları bu
kötülükten alıkoyar. Çünkü onlar
(yanlış hareket yaparlarsa) kendi
soyundan gelen asaleti, hıyanetle
kirletmiş olurlar". Bu cevap, zühd
ve takvada adalet ve insafta dillere
destan olan Hz. Ömer bin Abdul Aziz
rahmetuiiahi aieyh'e yazılmıştır.
Hatta ona Ömer-i Sâni (ikinci Ömer)
denilirdi.Bunlar İmam Gazali
rahmetullahi aieyti'm ifadeleridir.
Ancak bu acizin görüşü şudur: Eğer
dînî bir mecburiyet olursa, kendi
nefsini koruyarak ve gözeterek
onların yanına gitmekte bir sakınca
yoktur. Hatta bazı zamanlar dînî
maslahat ve zaruretler gitmeyi
gerektirmektedir. Ancak şu kesindir
ki, şahsi çıkar, şahsi menfaat, mal
ve mevki elde etmek gayesi
olmamalıdır. Aksine maksat sadece
Müslümanların ihtiyaçlarını
gidermek olmalıdır. Allahu Teâlâ
buyuruyor ki:"Allah bozguncuyu ıslah
edenden (ayırt etmesini) bilir" (Bakara-220)
6)
Ahiret alimlerinin bir alâmeti de
fetva vermekte acele etmemeleridir:Fıkhî
bir meseleyi söylemekte dikkat
göstermelidir. İmkan nispetinde eğer
başka bir ehil kişi varsa ona
göndermelidir.Ebû Hafs Neyşapûri
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Âlim,
dini bir meseleyi söylerken, <Yann
kıyamette Nereden söyledin? sorusuna
cevap vermek gerekecektir> diye
korkan kimsedir". Bazı âlimler şöyle
demişlerdir: "Sahâbe-i Kiram dört
şeyden çok sakinindi; 1-lmamlık,
2-Vasîlik (yani birinin vasiyeti
üzere mal vs. taksim etmek),
3-Emanet saklamak, 4-Fetva vermek.
Onlar 5 şeyle meşgul olurlardı;
1-Kur'an tilaveti, 2-Mescidleri
âbâd etmek, 3-Allahu Teâlâ'yı
zikretmek, 4-Güzel şeyleri nasihat
etmek, 5-Kötü şeylerden
alıkoymak"ibni Husayn rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "Bazı insanlar öyle
fetva veriyorlar ki, eğer o mesele
Hz. Ömer radıyaiiahu antia
arzedilseydi, bütün Bedir ehlini
toplayıp meşvere yapardı". Hz. Enes
radıyaiiahu anh kadri büyük bir
sahâbidir. Rasûlullah saliaiiahu
aleyhi veseiiem'e 10 sene hizmet
etmiştir. Ona bir mesele
sorulduğunda, "Mevlâna El-Hasan'dan
sorunuz" derdi. (O zât tabiînin
meşhur fakihlerinden ve meşhur
sûfiyeden olan Hz. Hasan Basri
rahmetuiiahi aieyh'6\r Hz. Enes
radıyaiiahu anh birsahâbi olmasına
rağmen tabiînden birinin adını
söylüyordu). Hz. Abdullah İbni Abbas
radıyaiiahu anhumaöan bir mesele
sorulduğunda (kendisi meşhur bir
sahâbi ve Reîs-üi Müfessirin
unvanına sahib iken) "Cabir bin
Zeyd'den sorun" derdi. (Cabir bin
Zeyd rahmetuiiahi aleyh tabiînin
fetva ehlinden olan bir
zattır).Büyük bir fıkıh âlimi olan
meşhur sahâbi Abdullah ibni Ömer
radıyaiiahu anhuma ise (tabiînden)
Hz. Said İbni Museyyeb rahmetullahi
aleyh'e gönderirdi.
7)
Ahiret alimlerinin bir diğer alâmeti
de bâtmî ilme, yani Sülûk'a çok
fazla ihtimam göstermeleridir: Bâtınını
ve kalbini ıslah için çok fazla
çalışmalıdır. Çünkü bu zahiri olan
ilimlerde de yükselmeye sebeptir.
Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: Kim
ilmiyle amel ederse Allahu Teâlâ ona
okumadığı ilmi nasib eder. Önceki
Enbiya aieyhimüssaiata vesselam'in
kitaplarında şöyle geçmektedir; "Ey
İsrail oğulları! Siz, <İlim
göktedir, onu kim indirecek? Veya o
yerin dibindedir, onu kim yukarı
çıkaracak? Yahut o denizlerin öbür
kenanndadır, kim oralara uğrayacak
ve getirecek?> demeyin. İlim sizin
kalbinizin içindedir. Siz Benim
huzurumda ruhani zâtların adâbıyla
durun. Sıddıkların ahlakıyla
ahlakla-nın ki, Ben de sizin
kalplerinizden ilimleri açığa
çıkarayım. Nihayet o ilimler sizi
kuşatır ve örter". Tecrübe de buna
şahittir ki, Allahu Teâlâ'nın
Ehiullah'a ihsan ettiği ilim
vema'rifet kitaplarda aranmakla
bulunmamaktadır.Rasûlullah
saliaiiahu aleyhi veseiiem ANahu
Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu
nak-letmiştir: "Kulum Benim sevdiğim
şeyler içinde kendisine farz
kıldığım şeylerden daha fazla bir
şeyle Bana yakiaşamaz. (Yani namaz,
zekat, oruç, hacc vs. gibi farzları
güzelce eda etmekle elde edilen
yakınlık, diğer şeylerle elde
edilmez). Kulum Bana nafilelerle
yaklaşır. Nihayet Ben onu Kendime
sevgili kılarım. Ben onu Kendime
sevgili kılınca onun duyan kulağı,
gören gözü, tutan eli ve yürüyen
ayağı olurum. Ben'den isterse, Ben
onun İsteğini yerine getiririm. Bir
şeyden Bana sığınırsa, onun
sığınağı olurum". Yani
onun yürümesi, dolaşması, bakması,
işitmesi bütün işleri Benim rızama
uygun olur demektir. Bazı hadislerde
bununla birlikte şu ifade de
geçmektedir: "Kim Benim bir velime
düşmanlık ederse, Bana savaş ilan
etmiş olur". Evliyaullah'ın bütün
düşünce ve fikirleri Ailahu Teâlâ
ile ilgili olmaktadır. Bundan
dolayı Kur'an-ı Kerim'in ince
ilimleri onların kalplerine münkeşif
olmaktadır (açılmaktadır). O'nun
sırları, onlara vazıh ve aşikâr
olmaktadır. Özelikle her an Allahu
Teâlâ'nın zikri ve fikri ile meşgul
olan böyle insanlar üzerine vazıh
olmaktadır. Amel konusunda ihtimam
gösteren ve çalışan herkese, başarı
durumuna göre pay verilecektir.
Hz.
Ali radıyaiiahu anh çok uzun bir
hadiste ahiret âlimlerinin halini
beyan etmiştir. Bu hadisi İbni
Kayyım, Miftâh'ü dâr'üs Seâdeh'ös ve
Ebû Nuaym, Hiiye'de zikretmişlerdir.
O hadiste buyuruluyor ki: "Kalpler
birer kap gibidir, en hayırlı
kalpler en fazla hayrı içinde
saklayanlardır. İlmi toplamak mal
toplamaktan hayırlıdır. Çünkü ilim
seni korur. Malı ise senin koruman
gerekmektedir. İlim harcamakla
çoğalır. Mal ise harcamakla azalır.
Malın faydası onun zail olmasıyla
(harcanmasıyla) biter. Ancak ilmin
faydası devamlı baki kalır. (Âlimin
vefat etmesiyle de ilim bitmez.
Çünkü onun sözleri baki kalır)11.
Sonra Hz. Ali radıyaiiahu anh derin
bir nefes aldı ve "Benim sinem ilim
doludur. Keşke ona ehil olan
bulunsaydı. Fakat ben din esbabını,
dünyayı talep etmek için harcayan
insanlar görmekteyim. Veya
lezzetlere dalan, şehvetlerini talep
etme zincirlerine bağlanan veya mal
toplamanın peşine düşen insanlar
görmekteyim". Bu uzun bir konudur.
Ondan birkaç paragrafı burada
nakletmiş olduk.
8)
Ahiret âlimlerinin bir alâmeti de
şudur: Onun Allahu Teâlâ'ya imanı ve
yakîni yüksek seviyede olmalıdır: O
buna çok fazla önem vermelidir. Zira
yakîn asıi sermayedir.Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Yakîn,
kâmil imandır" buyurmuştur. Yine
Rasûlullah saiiaitahu aleyhi
veseüem, "Yakîn'i öğreniniz"
buyurmuştur. Bu sözün manası şudur:
"Yakîn sahiplerinin yanında
ihtimamla oturunuz, onlara ittiba
ediniz. Tâ ki, onların sayesinde
sizde de sağlam yakîn meydana
gelsin". Bir de onun Allahu
Teâlâ'nın kâmil kudretine ve
sıfatlarına, ay ve güneşin varlığına
yakînen inandığı gibi inanmalıdır.
Her şeyi sadece O yüce Zât'ın
yaptığına kâmil bir yakîni
bulundurmalıdır. Şu dünyanın bütün
sebepleri O'nun iradesine bağlıdır.
Bunlar, vuran kimsenin elindeki
değnek gibidir. Bu vurma işinde
hiçbir kimse değneği tasarruf edici
olarak görmemektedir. Ne zamanki bu
yakîn sağlam olursa, o kişi için
tevekkül, rıza ve teslimiyet kolay
olacaktır.Bir de şuna sağlam bir
yakîn olmalıdır ki, rızık zimmeti
sadece Allah'a aittir, O herkesin
rızkını zimmetine almıştır.
Takdirinde yazılmış olan rızık onu
mutlaka bulacaktır. Mukadder olmayan
rızkı hiçbir durum da elde
edemeyecektir. Buna olan yakîni
sağlam olunca nzık arayışında itidal
meydana gelecek, hırs ve açgözlülük
gidecektir. Eline geçmeyen şeylere
üzülmeyecektir. Ayrıca o kişinin
Allahu Teâlâ'nın her an, her iyilik
ve kötülüğü gördüğüne yakînle
inanması gerekir. Zerre kadar bir
iyilik veya kötülük olursa onu Allah
ceiie ceiaiuhu bilir. Onun karşılığı
iyi veya kötü olarak mutlaka
verilecektir. O kişi iyi bir iş
yapmanın mükâfatına, ekmek yemekle
karın doymasına inandığı gibi
yakînen inanmalıdır. Kötü işten
dolayı verilecek olan azabın,
yılanın sokmasıyla zehirin yayılması
gibi kesin olduğunu kabul etmelidir
(o yemek ve içmeye meylettiği gibi
iyiliğe meyletmeli, yılan ve
akrepten korktuğu gibi günahtan
korkmalıdır). Bu inanç sağlam olunca
her iyiliği elde etmek için onda tam
bir rağbet olur. Her kötülükten
kaçmak için de tam bir ihtimam
gösterir.
9)
Âlimin her hareket ve duruşundan
Allah korkusu damlıyor olmalıdır:O
şahsın her edasından Allah'ın
azamet, celal ve heybetinin izleri
görünüyor olmalıdır. Onun
elbisesinden, onun âdetlerinden,
onun konuşmasından, onun
susmasından hatta her hareket ve
duruşundan, bu durum görülmelidir.
Onun yüzüne bakmakla Allahu
Teâlâ'nın yâdı tazelenir olmalı,
sükûn, vakar, alçak gönüllülük ve
tevazu onun tabiatı olmalıdır.
Faydasız sözler boş laflar ve
tekellüfle konuşmaktan
sakınmalıdır. Çünkü bu şeyler gurur
ve kibir alâmetleri ve Allah'tan
korkmamanın delilidir. Hz. Ömer
radıyaiiahu anh buyurdu ki: "İlim
öğrenin ve ilim için sükun ve vakar
öğrenin. İlim öğrendiğiniz kişinin
karşısında rnütevâzi olunuz. Katı
kalpli âlimlerden
olmayınız".Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesetiem buyurdu ki: "Benim
ümmetimin en hayırlı fertleri toplum
içinde Allahu Teâlâ'nın geniş
rahmetinden dolayı şen ve güler
yüzlü durup, yalnız başına
kaldıkları zaman Allah'ın azabından
korkarak ağlayanlardır. Onların
bedenleri yeryüzünde durmakta,
kalpleri ise semaya yönelmektedir".
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e biri, "En hayırlı amel
nedir?" diye sordu. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Caiz
olmayan işlerden sakınmaktır. Bir de
Allahu Teâlâ'nın zikriyle senin
dilin ıslak ve taze kalsın" buyurdu.
Biri, "En hayırlı arkadaş kimdir?"
dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Sen iyi bir işi
yapmaktan gafil kaldığında seni
uyaran, eğer sen bu konuda uyanıksan
sana yardım edendir" buyurdu. Biri,
"Kötü arkadaş kimdir?" dedi.
Rasûlulİah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Sen iyi bir işi yapmaktan
gafil kalınca seni uyarmayan. Sen
iyi bir işi yapmaya başlayınca sana
yardım etmeyendir" buyurdu. Biri "En
büyük âlim kimdir?" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Allah'tan en fazla
korkandır?" buyurdu. Biri, "Biz en
fazla hangi insanlarla oturalım?"
dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'\ "Yüzlerine bakınca Allah
hatıra gelen kimselerle"
buyurdu.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Ahirette en
fazla düşünmeyip itminan içinde
olanlar dünyada çok düşünenlerdir.
Ahirette en fazla gülecek olanlar,
dünyada çok ağlayanlardır".
10) Âlim, amellerle, helal ve
haramla ilgili meselelere daha fazla
önem vermelidir: "Falan
ameli yapmak gerekir", "Falan
amelden sakınmak gerekir", "Şu şey
sebebiyle falan amel zayi olur" gibi
(mesela falan şeyden dolayı namaz
bozulur. Misvak kullanmakla şu
fazilet kazanılır vs. gibi...)
şeylere önem vermelidir. Halkın
kendisini bir araştırmacı, bir
filozof ve felsefeci zannetmesi için
sadece bir beyin eğlencesi ve dal ve
budak kabilinden olan ilimlerden
bahsetmemelidir.
11) Âlim ilmine basiretle nazar
etmelidir: Sadece
insanları taklid etmek ve onlara
tabî olmak için onların dediklerini
kabul etmemelidir. Asıl ittiba
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'jn sözlerine olan
ittibadır. Bundan dolayı Sahâbe-i
Kiram radıyaiiahu anhum a İttiba
edilir. Çünkü onlar Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'm yaptığı
işleri gören kimselerdir. Asıl
ittiba Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem e olduğuna göre onun
sözleri ve fiillerini toplamaya ve
onlar üzerine düşünüp, fikret-meye
çok fazla İhtimam göstermelidir.
12) Alim bid'atlerden çok şiddetle
ve titizlikle sakınmalıdır: Bir
iş hakkında çok sayıda insanın bir
araya toplanması asla geçerli bir
şey değildir. Aksine Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e ittiba
etmek asıldır. Bir de Sahâbe-i
Kiram'ın amellerinin ne olduğuna
bakılmalıdır. Bunun için de o
zatların işledikleri ameller ve
ahvalleri etraflıca incelenmeli ve
araştırılmalı ve üzerine
düşülmelidir.Hz. Hasan Basrî
rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: İki
şahıs bid'atçidir. Onlar İslam'da
iki bidat başlatmışlardır.
Birincisi; kendi anladığı şeyi din
zanneden ve kendi görüşüyle aynı
görüşte olan kimsenin kurtuluşa
ereceğini kabul eden kimsedir.
İkincisi ise, dünyaya tapan ve onu
talep eden kimsedir. Bu kimse
dünyayı kazananlardan memnun olur.
Dünyayı kazanmayan kimseye darılır.
Bu iki adamı Cehennem için bırakın.
Allahu TeâSâ kimi bu ikisinden
korursa o kimse geçmiş büyüklere
İttiba eden, onların ahvaline uyan
ve onların yollarından yürüyen
biridir. İnşallah bu kimse için çok
büyük ecir vardır.Hz. Abdullah İbni
Mes'ud radıyaiiahu anh şöyle
buyurmuştur: "Sizler nefsani
arzuların ilme tâbi olduğu bir
zamandasınız. Ancak yakında öyle bir
zaman gelecektir ki, ilim arzulara
tabî olacaktır. Yani gönül neyi
isterse o ilimle isbat
edile-vcektir". Bazı büyükler şöyie
demişlerdir: Sahâbe-i Kiram
zamanında şeytan kendi askerlerini
dört tarafa gönderdi. Onların hepsi
dönüp dolaşıp yorgun bir vaziyette
geldiler. Şeytan onlara, "Durum
nasıl?" diye sordu. Onlar, "Bizi
perişan ettiler. Bizim onlara
hiçbir etkimiz olmadı. Biz onlar
yüzünden çok sıkıntılara düştük"
dediler. Şeytan, "Endişelenmeyin bu
insanlar kendi nebilerinin
sohbetinde bulunmuşlardır. Onlara
sizin tesir etmeniz zordur. Yakında
öyle insanlar gelecek ki, sizin
maksadınız onlar üzerinde
gerçekleşecektir" dedi. Sonra tabiin
zamanında askerlerini her tarafa
yaydı. O zaman da hepsi perişan bir
halde geri geldiler. Şeytan, "Durum
nedir?" dedi. Onlar, "O insanlar
bizi bunalttılar. Bunlar tuhaf
insanlar. Yani biz onlar üzerindeki
gayemize biraz ulaşıyoruz. Ancak
akşam olunca onlar günahlarına öyle
tevbe ediyorlar ki, bizim bütün
yaptıklarımız berbad oluyor"
dediler. Şeytan, "Telaşlanmayın.
Yakında öyle insanlar gelecek ki,
sizler rahatlayacaksınız. Onlar
kendi arzularını din zannederek onun
öyle esiri olacaklar ki, tevbe
etmeye bile muvaffak
olamayacaklardır. Onlar dinsizliği
din zanne-deceklerdir" dedi. Nitekim
aynen öyle oldu. Sonraları şeytan o
insanlar için öyle bid'atler
çıkarmıştır ki, onlar, onu din
zannetmeye başlamışlardır. Buna
tevbe etmek onlara nasib olur mu?Bu
on iki alâmet kısaca zikredilmiştir.
Bunları Allâme Gazali rahmetullahi
aleyh genişçe zikretmiştir. Öyleyse
ulemânın hesaba çekilecekleri günden
özellikle korkmaları gerekir. Zira
onların hesapları da şiddetlidir.
Onların mesuliyeti çok fazladır.
Hesabın yapılacağı kıyamet günü çok
çetin gün olacaktır. Allahu Teâlâ
yalnız kendi lütfü ve keremiyle o
günün şiddetinden korusun.
7) EbÛ
Hureyre radıyallahu anh'dan
RasÛlUİIah sallallahu aleyhi
vesellem bu-yurdu ki: "Allahu Teâlâ buyuruyor
ki; <Ey Adem oğlu! Sen Bana ibadet
için vakit ayır ki, Ben senin
kalbine zenginlik doldurayım ve
fakirliğini gidereyim. Eğer böyle
yapmazsan senin elini
meşguliyetlerle doldururum,
fakirliğini de gidermem>". (Ahmed,
ibni Mâce, Mîşkât)
İZAH: Birçok
hadislerde çeşitli lafızlarla bu
konu zikredilmiştir. Hz. İmran bin
Husayn radıyallahu anh Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem'İn şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Kim tam
olarak Allah'a yönelirse ve ancak
O'nun adamı olursa, Allahu Teâlâ
onun her zaruretini bizzat görür ve
ummadığı yerden ona rızık ihsan
eder. Kim de dünyanın peşine düşer
ve her an onu düşünürse, Allahu
Teâlâ, <Sen dünya ile meseleni
ha!!et> diye onu dünyaya havale
eder". Hz. Enes radıyallahu anh,
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vese/tem'in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "Kimin bütün teveccühü
ve en son gayesi dünya kazanmak
olursa, onun için sefer yaparsa ve
kalbinde yalnız onun hayali
bulunursa, Allahu Teâlâ onun gözünün
önüne fakirlik ve yoksulluk
(korkusunu) getirir (yani her an,
"Kazancım azaldı. Nasıl geçineceğim"
diye korkar, durur). Onun
vakitlerini (bu düşünce ve
tereddütler) perişan eder. Sadece
takdir olunan kadar elde eder. Kimin
de teveccühü ve asıl maksadı ahiret
olursa, ahiret işleri için sefer
ederse ve kalbinde sadece ahiretin
hayali olursa, Allahu Teâlâ (dünyaya
tenezzül etmemeyi, endişe etmemeyi)
ve dünyaya aldırmamayı onun önüne
getirir. Onun ahvalini bir araya
toplar. Dünya zelil olarak onun
yanına gelir". Dünyanın
zelil olarak ona gelmesinin manası
şudur: Takdir olunan şey mutlaka
gelecektir. Çünkü pek çok hadislerde
şu ifade geçmiştir: "Ölümün insanı
aradığı gibi rızıkta insanı arar".
Madem ki rızık onun aramaktadır, o
halde onun yanına gelmeye mecburdur.
O kimse istiğna edip tenezzül
göstermese de rızık mutlaka yanına
gelecektir. İnsanın bizzat onun
yanına gitmesi, onun da aldırmaz
davranmasından daha büyük hangi
zillet olabilir?Bir hadiste
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem şöyle buyurmuştur:"Kim
kendini Allah'ın nezdinde olan şeyi
talep etmeye başlasa, gök onun
gölgeliği ve yer onun yorganı olsa,
dünyanın hiçbir şeyini düşünmese
bile böyle kimse ekin ekmeden ekmek
yiyecek, bağda ağaç yetiştirmeden
meyve yiyecektir. Eğer o Allah'a
tevekkül ederse ve O'nun rızasını
aramaya devam ederse, Allahu Teâlâ
yedi kat gökler ve yedi kat yerleri
onun rızkına mes'ul kılar. Onların
hepsi birden ona rızık ulaştırmak
için çalışırlar. Ona helal rızık
ulaştırmakta kusur etmezler. O kişi
hesapsız olarak rızkını tam olarak
alır".Başka
bir hadiste şöyle geçmektedir: Hz.
İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor
ki; Rasûlullah saiiatiahu aleyhi
vesellem Mescid-i Hayf'ta (Minâ
Mescidi'nde) vaaz etti. Hamd ve sena
ettikten sonra şöyle buyurdu: "Kimin
maksadı dünya olursa Allahu Teâlâ
onun ahvâlini perişan ve dağınık
kılar. Fakirlik (korkusu) her an
onun gözü önünde durur. Dünya ise
takdir olunandan fazla ele geçmez".
Hz Ebû Zer radıyallahu anh,
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğunu
naklediyor. "Kim dünyanın peşine
düşerse, onun Allah ile bir alâkası
yoktur. Kim de müslümanların
(iyiliği ve hayrını isteyen) bir
fikri yoksa, onun Müslümanlarla bir
ilişkisi yoktur. Kim de (dünyevi
menfaatleri için) kendini seve seve
zelil kılarsa, onun bizimle hiçbir
bağlantısı yoktur". (Sadece üç kuruş
için yada başka bir dünyevî çıkar
için kendini başkasının önünde
rüsvay etmek şüphesiz ki, kendi
kadir ve kıymetlini bilmemektendir.
Mensubu bulunduğu din büyüklerinin
adını lekelemektir. En yüksek nisbet
ise peygamberlerin iftiharı olan Hz.
Muhammed Mustafa saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'in ümmetinden olmaktır).Hz.
Enes radıyallahu anh, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'ln ŞU
hadisini nak-letmiştir: "4 şey
bedbahtlık alâmetidir; 1-Gözlerin
kuru olması (yani gözlerden hiç bir
zaman Allah korkusundan dolayı bir
yaş akmaması), 2-Kalbin katı olması
(kendi' ahireti için veya bir
başkası hakkında hiçbir zaman
yumuşamaması), 3-Uzun emeller ve
arzular, 4-Dünya hırsı" Hz.
Ebû Derda radıyaiiahu anh bir
defasında şöyle bir uyarıda
bulundu: "Ey insanlar! Size ne
oluyor ki, ben sizin alimlerinizin
günden güne (ölümler sebebiyle)
azaldığını ve cahillerinizin ilim
öğrenmediğini görüyorum. Alimler
ahirete intikal etmeden ve onların
ölümleri sebebiyle ilim yok olmadan
önce ilim öğrenin (yoksa doğru
dürüst okutacak biri
bulunmayacaktır). Ben sizin Allahu
Teâlâ'nm zimmetine almış olduğu şeyi
(yani rızkı) toplamak için büyük bir
hırs için de olduğunuzu ve kendi
zimmetinizde olan (ilim ve ameli)
zayi ettiğinizi görüyorum. Ben sizin
en şerli insanlarınızın, zekatı ceza
kabul eden, namazı ihmal eden,
Kur'an okumaya iltifat etmeyen
kimseler olduğunu görüyorum".
8) Ebû
Musa radıyallahu an/j'dan Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu: "Kim dünyasını severse,
ahiretine zarar verir. Kim de
ahiretini severse (görünürde)
dünyasına zarar verir. Öyleyse
devamlı olanı (yani ahireti), fani
olan şeye tercih edin". (Ahmed,
Beyhakî, Mişkât)
İZAH: Dünya
hayatı ne kadar uzun olursa olsun,
mutlaka bir gün sona erecektir. Onun
mal ve metâı ne kadar fazla olursa
olsun, bir gün elden çıkacaktır.
İster ölüm neticesinde elden çıkar,
isterse zayi olup telef olarak elden
çıkar. Ahiret hayatı ise hiçbir
zaman tükenici değildir. Onun
nimetleri ebedi kalıcıdır. Bu
durumda şu açıktır ki, insanda
birazcık akıl varsa, devamlı yanında
kalacak olan şeyi seçmelidir.
Yanında devamlı kalması hiçbir
şekilde mümkün olmayan şeyin peşine
düşmek akılsızlığın zirvesidir.
Ancak bizim akıllarımız üzerine
gaflet perdesi örtülüdür. Şu
(dünya) istasyonunun bekleme
salonundaki süs ve ziynete gönül
vermiş oturuyoruz. Halbuki orada
kalma süresi trenin gelip de ona
binmemize kadar olan zamandır. Bu
kadar az zaman içinde insan eğer
sefer hazırlığı ile meşgul olsa,
yolculuk ihtiyaçlarını hazırlasa,
vatanına varınca işine yarayacak
olan şeyleri temin etse şüphesiz
kendisi için faydalı olur. Ama eğer
bu kıymetli vaktini ve azıcık
fırsatı orada gezip eğlenmeye
harcarsa ve kendi eşyası dağınık
dururken bekleme salonunun temizliği
ve onun mobilyalarını düzenli bir
şekilde yerleştirmeye çalışırsa veya
bundan daha büyük bir ahmaklık edip
de oraya asmak için aynalar ve
nakışlar satın almaya başlarsa,
kendi eşyasını da kaybeder, kendi
sermayesini de zayi eder.Bu hadiste
dünyayı sevmemek hakkında uyanda
bulunulmuştur. Çün sevgi öyle
şiddetli bir şeydir ki, hangi insana
bulaşırsa, onu ağır ağır kendine e
eder. Bundan dolayı ahiret sevgisini
meydana getirmeye teşvik edilmiştir.
Dünya sevgisini terk etmeyi tenbih
etmiştir. Zira dünyayı seven biri
her ne kadar şu an ahiret amelleri
yapıyor olsa da bu pis dünyanın
sevgisi izini bırakmadan
durmayacaktır ve bu sevgi yavaş
yavaş ahiret işlerinde gevşeklik,
zorluk ve zarar çıkarmaya
başlayacaktır. Büyük zatlar şöyle
buyurmuşlardır: "Kim dünyayı
severse, bütün pîr ve mürşidler bir
araya gelseler de onu doğru yola
getiremezler. Kim de dünyayı terk
ederse (ondan nefret ederse), bütün
müfsid (bozguncular) bir araya
gelseler de onu doğru yoldan
saptıramazlar"Hz.
Berâ radıyallahu anh, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Kim
dünyada kendi şehvetlerini tatmin
ederse, o ahirette şehvetlerini
tatmin etmekten mahrum olur. Kim
dünyada nazlı yetişmiş (zengin)
insanların süs ve ziynetine (hırs ve
heves) gözüyle bakarsa, o göklerin
saltanatında zelil kabul edilir.
Kim de en az miktardaki bir rızka
sabır ve tahammül ederse, o
Cennet'te Firdevs-i Alâ'da kalacağı
yeri tutmuş olur".Hz. Lokman
aieyhisseiam meşhur bir hekimdir.
Kur'an-ı Kerim'de de onun
nasihatleri zikredilmiştir. O siyah
renkli Habeşli bir köle idi. Allahu
Teâlâ ona ihsan etti de Lokman-ı
Hekim oldu. Bazı rivayetlerde
geçtiğine göre Allahu Teâlâ onu
hikmet ve padişahlık arasında
hangisini isterse seçmesi için
serbest kıldı. O hikmeti seçti. Bir
hadiste şöyle geçmektedir: "Allahu
Teâlâ tarafından ona, <Sen padişah
yapılıp da hakka uygun bir hükümet
etmek ister misin?> buyuruldu. O,
<Eğer Rabbirm tarafından bu bir
emirse benim hiçbir mazeretim
yoktur. Çünkü bu durumda Allahu
Teâlâ bana yardım eder. Ama eğer bu
teklifi kabul edip etmemekte serbest
isem affımı talep ederim. Ben kendi
boynuma musibet yüklemek
istemiyorum> dedi. Melekler, <Ey
Lokman! Bu nedendir?> dediler. O,
<İdareci çok çetin bir yerde olur.
İstenmeyen şeyler ve zulüm onu her
taraftan kuşatır. Bu durumda ona
yardım edilecek mi, edilemeyecek
mi? Eğer hakka uygun karar verirse,
o zaman kurtulabilir. Yoksa
Cennet'in yolundan sapacaktır. Bir
kişinin dünyada gününü zelil olarak
geçirmesi, dünyada şerefli bir
hayat geçirip de (ahiret bakımından)
zayi olmasından daha hayırlıdır. Kim
dünyayı ahirete tercih ederse dünya
elinden çıkar. O kişi de zaten
ahiret işine yaramaz> dedi. Melekler
onun verdiği cevaba çok hayret
ettiler. Sonra o uyudu. Allahu Teâlâ
da onun üzerine hikmeti örttü"Ondan
nakledilen hikmetler ve oğluna
yaptığı nasihatler çok acayiptir. Bu
nasihatler pek çok rivayetlerde
zikredilmiştir. Onlardan biri de
şudur: "Oğlum! Sık sık alimlerin
meclislerinde otur. Hekimlerin
(hikmet sahiplerinin) sözlerini
dikkatle dinle. Allahu Teâlâ sağnak
yağan yağmurla ölü olan toprağı
dirilttiği gibi hikmet nuru ile ölü
kalbi diriltir". Bir adam onun
yanından geçti. O vakit onun yanında
bir topluluk vardı. Adam, Lokman
Hekim'e "Sen falan kavmin kölesi
değil misin?" dedi. O, "Evet ben
onların kölesiydim" dedi. Adam, "Sen
falanca dağın yakınında keçi güden
kişi değil misin?" dedi. O, "Evet.
Ben oyum" dedi. Adam, "Öyleyse sen
bu makama nasıl ulaştın?" dedi. O,
"Şu birkaç şeye devam edip, dikkat
etmekle; Allah korkusu, doğru
konuşmak, emaneti tam olarak eda
etmek, boş konuşmaktan sakınmak"
dedi.Lokman Hekim başka bir zaman
oğluna şöyle buyurdu: "Oğlum!
Allah'ın azabından emin olmayacak
şekilde O'ndan ümitli ol. Aynı
şekilde O'ndan ümidini kesmeyecek
şekiide O'nun azabından kork". Oğlu,
"Babacığım! Kalp bir tanedir. Onda
ümid ve korku bir arada nasıl
bulunabilir?" dedi. O, "Mü'min işte
böyledir. Onun bir bakıma iki kalbi
olur. Birinde tam bir ümid,
diğerinde ise tam bir korku
olur".Lokman Hekim'in şöyle bir sözü
daha vardır: "Oğlum! Rabbim beni
bağışla duasını bol bol oku. Allahu
Teâlâ'nın lütufları arasında öyle
vakitler vardır ki, insan o
vakitlerde ne isterse verilir".
Lokman Hekim başka bir zaman şöyle
buyurmuştur: "Oğlum! Allah'a
kuvvetli bir iman olmadan iyi amel
yapmak imkansızdır. İmanı zayıf
olanın ameli gevşek olur. Oğlum!
Şeytan seni herhangi bir zamanda
şüpheye düşürürse, onu yakîn ile
mağlup et. Ne zaman seni amelde
tembelliğe sevk ederse, kabir ve
kıyameti hatırlayarak ona galip ol.
O senin yanına dünyaya rağbet veya
(buradaki sıkıntılardan) korkutma
yoluyla gelirse ona, <Dünya mutlaka
elden çıkacak birşeydir (ne buranın
rahatı daimidir ne de sıkıntısı
devamlı kalıcıdır)> de".Lokman hekim
şöyle buyurmuştur: "Oğlum bir kimse
yalan konuşursa, onun yüzünün nuru
gider. Kimin bozuk âdet ve
alışkanlıkları varsa, gam ve keder
onun başına biner. Dağların
kayalarını bir yerden başka bir yere
taşımak, ahmaklara laf anlatmaktan
daha kolaydır". Yine o şöyle
buyurmuştur: "Oğlum! Kendini
yalandan çok koru. Yafan söylemek
serçe eti gibi lezzetli gelebilir,
ancak kısa zamanda, yalan söyleyen
kimsenin düşman kazanmasına sebep
olur. Oğlum! Cenazelere katılmaya
önem ver. Düğün ve merasimlere
katılmaktan kaçın. Çünkü cenaze
ahireti hatırlatır. Düğün ve
merasimler ise insanı dünya tarafına
çekerek meşgul eder. Oğlum! Karnın
tok iken yemek yeme. Yemeği köpeğin
önüne dökmek tok karnına yemekten
daha iyidir. Oğlum! insanların seni
yutacağı kadar tatlı olma. Ve
insanların tüküreceği kadar da acı
olma. Oğlum! Sen horozdan daha aciz
olma. Şöyle ki, o, seher vaktinde
uyanıp ötmeye başlar, sen ise
yatağında yatıp uyursun. Oğlum!
Tevbeyi geciktirme. Çünkü ölümün
vakti (insanlara göre)
kararlaştırılmamıştır. O aniden
gelir. Oğlum! Cahille dost olma ki
git gide onun cahilce sözleri sana
güzel gelmeye başlar. Hikmet
sahibine karşı kendi başına
düşmanlık alma ki, o senden yüz
çevirir (sonra sen onun
hikmetlerinden mahrum kalırsın).
Oğlum! Yemeğini muttaki insanlardan
başkasına yedirme, işlerinde
alimlerle meşvere yap".Biri Lokman
aieyhissetam'a, "En kötü insan
kimdir?" dedi. Buyurdu ki, "Kötülük
yaparken birinin kendini göreceğine
aldırmayan kimsedir". O şöyle
buyurmuştur: "Oğlum! sık sık
iyilerle otur. Çünkü onlarla
oturmakla iyilik kazanırsın. Eğer
onlar üzerine herhangi bir vakit
Allah'ın hususi rahmeti inerse, sana
da ondan mutlaka bir şeyler nasip
olur (çünkü yağmur yağdığı yerin her
tarafına ulaşır) Kendini kötü
insanlarla arkadaşlıktan uzak tut.
Onların yanına oturmakta herhangi
bir hayır umudu yoktur ve onlara
herhangi bir vakitte azab inerse,
onun tesiri sana da ulaşır". O şöyle
buyuruyor: "Evlad için baba
dayağının faydası, suyun ekine olan
faydası gibidir". O şöyle buyurdu:
"Oğlum! Sen dünyaya geldiğinden
beri her gün ahirete yaklaşıyorsun
(ve dünyadan da her gün sırtını
çevirmektesin. O halde her gün
kendisine doğru yürüdüğün ev,
kendisinden her gün uzaklaştığın
evden daha yakındır). Oğlum! Borçtan
kendini koru. Çünkü o gündüz
zillet, gece garn ve kederdir (yani
gündüz alacaklının taleplerinden
dolayı zillete katlanmak gerekmekte,
geceleri de borç düşüncesi ile
geçmektedir). Oğlum! Günahlara
cü'ret etmeyecek şekilde Allah'ın
rahmetinden ümitvâr ol. Allah'ın
rahmetinden ümid kesmeyecek şekilde
Allah'tan kork. Oğlum! Biri sana
gelip, <Fa-lanca kişi benim iki
gözümü çıkardı> diye şikayet etse,
gerçekten de onun iki gözü çıkmış
olsa, diğer kişinin ifadesini
dinlemeden önce onun hakkında bir
görüşe sahip olma. Belki de ilk
adımı o atmış ve daha önce o dört
tane göz çıkarmıştır"Fakih
Ebûlleys rahmetuiiahi aieytiın
naklettiğine göre Hz. Lokman
aieyhisseiam ahirete intikal edeceği
sırada oğluna şöyle dedi: "Oğlum!
Ben sana hayatım müd-detince pek çok
nasihatler ettim. Şu an (son
vaktimdir). Sana attı nasihat
yapıyorum; 1-Sadece ömrünün bekası
kadar kendini dünya ile meşgul et
(dünya ise ahiret karşısında hiçbir
şey değildir). 2-Allah'a ne kadar
muhtaç isen ona o kadar ibadet et
(şu açıktır ki insan her şeyde
Allah'a muhtaçtır). 3-Ahirette ne
kadar kalmak istiyorsan, o
nisbette, orası için hazırlık yap
(şu açıktır ki ölümden sonra oradan
başka kalacak bir yer yoktur).
4-Cehennem'den kurtulduğuna kesin
olarak inanana kadar ondan kurtulmak
için çalışmaya devam et (şu açıktır
ki, bir kimse ağır bir adli davaya
mübtela olmuşsa, o davadan
kurtulduğuna dair kesinlik yoksa
her an çalışmaya devam eder).
5-Cehennem ateşinde yanmaya ne kadar
cesaret ve gücün varsa, o kadar
günahlara cüret et (çünkü günahların
cezası kânûnî bir şeydir. Bir de
hakimler hâkiminin inayetinin olup
olmayacağı ve lütfü
bilinmemektedir). 6-Günah
işleyeceğin zaman Allahu Teâlâ'nın
ve meleklerin görmeyeceği bir yer
araştır (çünkü bizzat hâkimin
önünde, istihbarat elemanlarının
karşısında âsi olmanın neticesi
malumdur)"Bu
birkaç nasihat Hz. Lokman
aieyhisseiam'a bağlı olarak
zikredilmiştir. Onun nasihatlerinden
maksat da baştan beri yazdığımız
aynı konudur. Yani kim dünyayı
severse, ahiretine zarar
verir.Arfece Sakafî mhmetullahi
aleyh diyor ki: Ben Hz. Abdullah
İbni Mes'ud radıyallahu anh'dan ifâ
ıdiye başlayan sûreyi okumasını rica
ettim. Okumaya başladı ve"Ne var kî
siz dünya hayatını tercih edersiniz.
/ Halbuki ahiret daha hayırlı ve
daha devamlıdır" (A'lâ-16,17)
ayetine ulaşınca okumayı bırakıp,
"Şüphesiz biz dünyayı ahirete tercih
ettik" buyurdu. Orada bulunanların
hepsi susmuşlardı. Tekrar, "Biz
dünyayı ahirete tercih ettik. Çünkü
biz onun süs ve ziynetine baktık,
onun kadınlarına baktık, onun yemek
ve içmesine baktık. Ahiretin bu gibi
şeyleri bizden gizliydi. Bundan
dolayı dünyayı tercih ettik. Ahireti
terk ettik" buyurdu. Hz. Enes
radıyallahu enh, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle
buyurduğunu naklet-miştir: "Kullar,
dünya ticaretini, ahiret ticaretine
tercih etmedikleri müddetçe Lâ ilahe
illallah kelimesi kulları Allah'ın
gazabından korur. Dünya ticaretini
ahiret ticaretine tercih ettikleri
ve ondan sonra, Lâ ilahe illallah
dediklerinde, bu kelime, <Siz yalan
söylüyorsunuz> diye kendilerine
döndürülecektir". (Yani sizin
İkrarınız yalandır ve sadece bir
sayıklamadır).Bir hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Kim Lâ İlahe illallahu
vahdehû la şerikelehu kelimesine
şehadet ederek Allah'a kavuşursa,
ona başka bir şey karıştırmadığı
müddetçe (doğruca) Cennet'e girer".
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bu sözünü üç defa
tekrarladı. Oradaki topluluktan bir
şahıs, "Anam babam sana feda olsun.
Başka bir şey karıştırmaktan maksat
nedir?" deyince Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesetlem, "Dünya
sevgisini ona tercih etmek, onun
için mal biriktirmek, dünya
eşyasıyla sevinmek ve kibirli
insanlar gibi davranmaktır" buyurdu.
Diğer bir hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Dünya (ahirette) evi
olmayanın evidir. Yine dünya
(ahirette) malı olmayanın malıdır.
Dünya için, aklı olmayan kimse mal
biriktirir"Rasûlullah
sai-laiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu: "Dünya mel'undur. Dünyanın
içinde ne varsa hepsi mel'undur.
Ancak Allah için olanlar
müstesnadır"İmam Gazali rahmetuiiahî
aleyh, Dünyanın Zemmi kitabında
şöyle yazıyor: Bütün hamdler ve
övgüler, kendi dostlarına dünyanın
tehlikelerini ve onun afetlerini
bildiren ve onun kusurlarını ve
sırlarını dostlarına aşikar kılan
Allah'a aittir. Hattâ ki onlar
dünyanın ahvalini tanımışlardır.
Onun iyilik ve kötülüğünü mukayese
edip şunu bilmişlerdir ki, onun
kötülükleri iyilikleri üzerine galip
gelmiştir. Dünyaya bağlı olan
ümitler onun peşinden gelen endişe
verici şeylere karşı koyamazlar.
Dünya canlı ve hareketli bir kadın
gibi insanları kendi güzellik ve
cemaliyle esir almaktadır. Kötü ve
çirkin hareketiyle, kendisine ulaşma
arzusunda olanları helak etmektedir.
O kendini isteyenlerden kaçmaktadır.
Onlara yönelmekte çok cimridir.
Yönelse bile onun yönelmesi de afet
ve musibetlerden emin değildir. Bir
defa iyilik etse, bir sene boyu
kötülük eder. Kim onun tuzağına
düşerse, onun sonu zillettir. Kim
onun sebebiyle kibirlenirse, o
sonunda hasret ve üzüntüye doğru
gider. Onun âdeti kendi aşıklarından
kaçmak ve kendisinden kaçanın peşine
düşmektir. O, kendisine hizmet
edenden ayrı kalır. Kendisinden yüz
çevirenlerle de buluşmak için
çalışır. Onun saflığında bile
bulanıklık vardır. Onun sevincinden
de üzüntü ve gam ayrılmaz. Onun
nimetlerinin meyvesi hasret ve
pişmanlıktan başka bir şey değildir.
O çok aldatıcı, hilekâr bir
kadındır. Çok kaçkın ve ansızın
kaybolandır. Kendini arzulayanlar
için son derece süs ve ziynetlere
bezenir. Onlar, ona tam olarak
kendilerini kaptırdıkları zaman
onlara diş göstermeye başlar.
Onların düzenli hayatlarını perişan
eder. Kendi cadılığını onlara
gösterir. Sonra da öldürücü
zehirlerini onlara tattırır. O Allah
düşmanıdır. Allah dostlarının
düşmanıdır. Allah'ın düşmanlarının
da düşmanıdır. Allahu Teâlâ'nın
düşmanı olması şöyledir; O Allah'a
gidenlerin yolunu kesmektedir, O
Allah dostlarına şöyle düşmanlık
yapmaktadır: Onların gönüllerini
kendine yöneltmek için çeşit çeşit
ziynetler takınır. Bu yüzden onlar
ona iltifat ederek, Allah'tan
ilişkilerini kesmelerinden dolayı
sabrın acı yudumunu içmektedirler.
Dünyanın Allah'ın düşmanlarına
düşmanlık etmesi ise şöyledir; Kendi
hile ve tuzağıyla onları avlar.
Onlar onun dostluğuna tam
güvendikleri sırada birden onları
ortada yalnız bırakır. Halbuki
onlar, o vakit ona şiddetle muhtaç
olacaklardır. Bu yüzden onlar dâimi
hasret ve dâimi azaba mübtela
olacaklardır.Kur'an-ı Kerimin ayeti
kerimelerinde ve hadisi şeriflerde
dünya sık sık kınanmıştır. Hatta
bütün Enbiya-i Kiram a/â nebiyyina
ve aleyhimüssalatü vesselamın
gönderilişleri, dünyaya gönül
vermemeye tenbih içindir. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir
defasında ölü bir oğlağın yanından
geçiyordu. Sahabelere hitaben, "Siz
bu ölmüş oğlağın kendi sahibi
yanında bir değeri olduğunu
düşünüyor musunuz?" buyurdu.
Sahabeler, "Onun değersizliği
atılmış olmasından bellidir" dediler
Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu ölü
oğlak, sahibinin yanında ne kadar
zelil ve değersiz ise, dünya da
Allahu Teâlâ'nın nezdinde bundan
daha zelil ve değersizdir. Eğer
dünyanın değeri Allah'ın nezdinde
bir sivri sineğin kanadına denk
olsaydı. Hiçbir kafire bir yudum su
dahi verilmezdi". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Dünya sevgisi her hatanın başı
ve kaynağıdır".Hz. Zeyd bin Sabit
radıyaiiahu anh buyurdu ki: Biz bir
defasında Hz. Ebû Bekr radiyaliahu
antim yanındaydık. O içmek için bir
şey istedi. Bal şerbeti getirildi.
Onu ağzına yaklaştırınca ağlamaya
başladı. O kadar ağladı ki, yanında
bulunanlar da ondan müteessir
olarak ağlamaya başladılar ve çok
ağladılar. Sonra tekrar ağzına
yaklaştırınca yine ağlamaya başladı.
Sonra gözyaşını sildi ve şöyle
söyledi: "Ben bir defasında
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiemin yanındaydım. Onun iki
eliyle bir şeyi uzaklaştırdığını
gördüm. Halbuki ben Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm önünde
bir şey göremedim. Bunun üzerine <Ya
Rasûlallah! Kendinizdenneyi
uzaklaştırıyorsunuz?> diye sordum.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, <Dünya benim karşıma
çıkmıştı. Ben onu kendimden
uzaklaştırdırn. Sonra dünya tekrar
benim yanıma geldi ve 'Sen benden
kurtulsan da (hiç üzülmeye gerek
yok, çünkü) senden sonra gelenler
benden kurtulamayacaklardır' dedi>
buyurdu".Bir hadiste Rasûlullah
saiiallahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Ahiretin devamlı ve
sürekli olduğuna iman ettikten sonra
yine de şu aldatıcı dünya yurdu için
çalışan kimseye şaşıyorum". Bir
defasında Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseiiem --bir çöplükten
geçti. Orada kurumuş kemikler,
kazurat ve eskimiş yırtık çaputlar
vardı. Rasûlullah saiiallahu aleyhi
vesetlem orada durdu ve "Gelin
bakın. İşte dünyanın son noktası ve
onun bütün ziynet ve süsü budur"
buyurdu.Bu kısa hadis başka bir
hadiste geniş olarak geçmiştir.
Ancak Allâme Irâkî ve diğer muhaddis
hazretleri buyurdular ki: "Biz bu
rivayetin nerede olduğunu
bulamadık". Buna rağmen İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh o rivayeti
nakletmiştir. Sahibi Gût ise onu Hz.
Hasan Basri rahmetuiiahi a/ey/7'den
mürsel olarak rivayet etmiştir. O
rivayet şudur: Hz. Ebû Hureyre
radıyaüahu anh diyor ki; Bir
defasında Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseiiem bana, "Ben sana
dünyanın hakikâtini göstereyim mi?"
buyurdu. Ben, "Elbette buyurunuz"
dedim. Rasûlullah saiiallahu aleyhi
veseiiem beni yanına alarak Medine-i
Münevver'nin dışında bulunan bir
çöplüğün yanma götürdü. Orada insan
kafaları, kazurat, yırtık çaputlar
ve kemikler vardı. Rasûlullah
saiiallahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Ebû Hureyre bunlar insanların
kafatasları. Bunların içindeki
beyinler, sizin bugün hırslandığınız
gibi dünyaya hırslanıyorlardı.
Sizin ümidler kurduğunuz gibi bunlar
da ümidler kuruyorlardı. Bugün
bunlar derişiz olarak duruyorlar.
Bir müddet geçtikten sonra toprak
olacaklardır. Şu kazurat ve
pislikler, rengârenk yemeklerin
neticesidir. İnsan onları çok büyük
emekle kazandı ve elde etti. Sonra
onları hazırladı ve yedi. Şimdi ise
bu insanların kendisinden (nefret
edip) kaçtıkları bir halde
bulunmaktadır (güzel kokusu ile
insanları uzaktan kendisine
yönelten o yemeğin sonu bugün öyle
bir hale gelmiştir ki, onun kokusu
insanları uzaktan, kendisinden
iğrendirip, nefret ettirmektedir).
Bu bez parçalan, o süslü elbiseleri
(-ki onu giyerek insan kibirlenirdi-
Bugün onları) rüzgarlar bir
taraftan bir tarafa savurmaktadır.
Şu kemikler insanların üzerlerine
bindikleri hayvanların kemikleridir.
(Onlar atiar üzerine binip
nazlanıyorlardı) ve dünyada
geziyorlardı. O halde kim bu ahval
üzerine (ve bu ibret veren sonuçlar
üzerine) ağlamak isterse bunlara
bakarak ağlasın". Hz. Ebû Hureyre
radı-yaiiahu anh diyor ki: "Biz
hepimiz çok ağladık".
Bir
başka hadiste Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Dünya (dış görünüşü bakımından)
tatlı ve yemyeşildir. Allahu Teâlâ
sizin orada nasıl amel yapacağınıza
bakmak için sizi geçmişlerinize
halef yaptı. Beni İsrail'e dünya
kapıları açılınca onun süs ve
eşyasının, kadınlarının, altın ve
gümüşlerinin tuzağına düştüler".
Hz. İsa aieyhisseiam buyurdu ki:
"Dünyayı kendinize efendi edinmeyin.
O sizi kendine köle yapar.
Hazinenizi, (zayi olma endişesi
olmayan)Allah'ın yanında saklayın.
Dünya hazinelerinin her an zayi olma
endişesi vardır. Ama Allah ceiie
ceiatuhu nun hazinesine hiçbir afet
gelmez". Yine Hz. İsa aieyhisseiam
buyurdu ki: "Dünyanın fenalığının
alâmetlerinden biri de dünyada
Allah'a itaatsizlik edilmesidir.
Onun fenalığının alâmetlerinden bir
diğeri de, onu terk etmeden ahiret
kazanılamaz, Şunu iyice bilin ki,
dünya sevgisi her hatanın başıdır.
Az bir süre nefsani arzulan tatmin
etmek uzun süreli üzüntü ve azaba
sebep olur". O şöyle buyurmuştur:
"Dünya bazı kimselerin talibi olur,
bazılarının da matlubu. Kim ahirete
talip olursa dünya ona talip olur.
Homurdanarak rızkını ona ulaştırır.
Kim de dünyayı talep etmeye
başlarsa, ahiret onu bizzat talep
etmez. Nihayet ölüm gelir ve onun
boynuna çöker".Hz. Süleyman a/â
nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam
bir defasında ordusuyla beraber
gidiyordu. Kuşlar onu
gölgelendiriyorlardı. Sağ ve solunda
insan ve cinler bulunuyordu. Bir
âbidin üzerinden geçti. Âbid, ona
"Allahu Teâlâ size çok büyük bir
saltanat ihsan etmiştir (cinler,
insanlar, hayvanlar ve kuşların
üzerinde sizin hükümetiniz vardır)"
dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman aiâ
nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam
buyurdu ki: "Müslümanın amel
defterindeki bir Subhanallah
Süleyman'ın bütün mülkünden daha
üstündür. Çünkü bu saltanatın hepsi
çok çabuk bitecek ama
Subhanallah''in sevabı devamlı baki
kalacaktır".Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kimin
son maksadı dünya olursa, onun
Allahu Teâlâ ile bir alakası yoktur.
Allahu Teâlâ onu dört şeye müb-tela
kılar; 1-Bitmeyen bir gam (ki her an
gelirinin artmasını fikreder durur),
2-Fır-sat ve boşluk bulamayacak
derecede meşguliyet, 3-Asla müstağni
kılmayacak bir fakirlik (yani geliri
ne kadar artarsa masraf ve gideri o
kadar fazla olur, böylece geliri az
bulur), 4-Hiçbir zaman
tamamlanmayacak olan uzun uzun
ümidler".Hz. İbrahim alâ nebiyyina
ve aleyhissalatü vesselam'\n
sahifelerinde şöyle yazi-yordu: "Ey
dünya! Sen kendileri için
süslendiğin salih kimselerin gözünde
ne kadar zelilsin. Ben onların
kalplerine sana karşı düşmanlık
koydum. Onlara senden yüz çevirmeyi
nasip ettim. Ben senden daha alçak
bir mahluk yaratmadım. Senin bütün
yükselişin son derece değersiz,
önemsiz ve biticidir. Ben senin
yaratıldığın gün şuna karar verdim
ki, ne sen kimsenin yanında devamlı
kalacaksın ne de kimse seninle
devamlı kalacaktır. Senin sahibin
sana ne kadar cimrilik yaparsa
yapsın (durum böyledir). Ne mutlu o
salih insanlara ki, kalpleriyle
Allah'ın hükmüne razı olduklarını
Bana bildirirler ve kendi
gönülleriyle Bana doğruluk ve
sebatı haber verirler. Onlar için
sevinç ve ferahlık vardır. Yanımda
onlar için öyle bir nur vardır ki,
onlar kabirlerinden kalkıp yanıma
geldiklerinde o nur, onların
önlerinde olacaktır. Sağ ve
sollarında melekler olacaktır.
Nihayet Ben, onların Bana
bağladıkları bütün ümidlerini yerine
getiririm".Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü bazı insanlar Arap
diyarının dağları kadar fazla
ameller ile geleceklerdir. Ancak
onlar Ce-hennem'e atılacaklardır".
Biri, "Ya Rasûlallah! Bunlar namaz
kılan kimseler mi?"diye sorunca
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Onlar namaz kılan, oruç
tutan üstelik teheccüd kılan
kimseler olacaklardır. Ancak
dünyanın herhangi bir şeyi (servet,
izzet vs.) onların önüne gelince bir
anda (caiz olup olmadığına
aldırmadan) ona dalacaklardır". Hz.
İsa aiâ nebiyyina ve ateyhissaiato
vesselam şöyle buyurdu: "Dünya ve
ahiret sevgisi bir kalpte toplanmaz.
Ateşle suyun bir kapta toplanmadığı
gibi". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Dünyadan
sakının. O Hârutve Mâruftan daha
fazla sihirbazdır". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir
defasında Sahabelerin yanına geldi
ve "Sizden kim Allahu Teâlâ'nın
(kabirdeki) körlüğü gidermesini ve
onun (ibret) gözlerini açmasını
ister. (Kim bunu istiyorsa o
dikkatle dinlesin.) Kim dünyaya ne
kadar rağbet ederse ve ne kadar uzun
uzun ümidler beslerse Allahu Teâlâ
onun kalbini o kadar kör eder. Kim
de dünyaya rağbet etmezse, kendi
arzularını kısarsa, Allahu Teâlâ ona
öğrenmeden ilim öğretir. Kimse ona
yol göstermeden Allah ona yolu
bildirir. Yakında öyle insanlar
gelecek ki, onların saltanatı,
insanları katletmek ve baskı üzerine
kurulacaktır. Cimrilik ve gururla
zenginlik elde edeceklerdir. Nefsâni
arzulara tâbi olmakla insanların
kalbinde onlara karşı sevgi
oluşacaktır. Sizden kim o zamana
yetişir de zengin olma imkanı
varken fakirliğe sabrederse,
insanların (arzularına tâbi olarak)
onların kalplerinde sevgi oluşturma
imkanı varken, onların düşmanlığına
katlanırsa, insanlara (ayak
uydurarak) izzet kazanmak varken,
zilletle yetinirse ve bunlara ancak
Allah için katlanırsa, ona 50 sıddîk
sevabı verilir".Bir defasında
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e Bahreyn'den çok mal
geldi. Ensardan (ihtiyaç sahibi
olan) sahabeler bu haberi duyunca
sabah namazında Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanına
kalabalık bir şekilde toplandılar.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem namazdan sonra kalabalığa
bakarak tebessüm buyurdu ve
"Zannediyorum siz o malın haberini
duyup geldiniz" dedi. Onlar, "Ya
Rasûlallah! Şüphesiz onun için
geldik" dediler. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu; "Ben size (malın çoğalacağı
hakkında) müjde veriyorum. Yakında
mal çoğalacaktır. Siz ümitli olun
kendisiyle sevindiğiniz şey (yani
mal) sizin yanınıza bol bol
gelecektir. Ben sizin fakirlik ve
yoksulluğunuzdan korkmuyorum, fakat
ben sizden öncekilere dünya açıldığı
gibi size de açılmasından
korkuyorum. O zaman siz ona gönül
verip durursunuz. Bundan dolayı o
sizden öncekileri helak ettiği gibi
sizi de helak eder".Bir başka
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben
sizin hakkınızda en çok AllahuTeâlâ
size toprağın bereketlerini
çıkarmasından korkuyorum". Biri,
"Ya Rasûlallah! Toprağın bereketlen
nedir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem, "Dünyanın
ziynetleridir" buyurdu. Hz. Ebû
Derdâ radıyaiiahu anh Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseitem'm şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Benim
bildiklerimi siz bilseydiniz az
güler, çok ağlardınız ve dünya sizin
gözünüzde çok zelil olur, siz
ahireti ona tercih ederdiniz". Ondan
sonra Ebû Derdâ radıyaiiahu anh
kendi tarafından şöyle buyurdu:
"Benim bildiğimi siz bilseydiniz, ve
feryad ederek ormanlara kaçardınız.
Ve mallarınızı korumasız olarak
bırakırdınız. Ancak sizin
kalplerinizde ahiretin zikri
kaybolmuş ve dünya ü-midleri ise
sizin önünüzdedir. Bundan dolayı
dünya sizin amellerinizin sahibi
olmakta ve sanki siz hiçbir şey
bilmiyor gibi olmuşsunuz. Bu yüzden
sizden bazıları, sonuçtan korkarak
kendi şehvetlerini terk etmeyen
hayvanlardan daha beter olmuşlardır.
Size ne oldu ki birbirinizi
sevmiyorsunuz? Birbirinize nasihat
etmiyorsunuz? Halbuki siz
birbirinizin din kardeşisiniz.
Sizleri ancak içinizde bulunan
manevi pislikler birbirinizden
ayırmıştır. Eğer siz hepiniz din ve
dini konularda bir araya gelirseniz,
aranızdaki ilişkilerde artacaktır.
Peki size ne oldu ki dünya
işlerinde birbirinize nasihat
ediyorsunuz da ancak ahiret
işlerinde birbirinize nasihat
etmiyorsunuz? Sizin, sevdiğiniz
kimseye ahiret meseleleri hakkında
nasihat edecek gücünüz yok mu?
Ahiret meselesi hakkında ona nasihat
edemez misiniz? Bunun sebebi sadece
sizin kalplerinizdeki iman
azlığıdır. Eğer siz dünyanın hayır
ve şerrine kesin olarak inandığınız
gibi ahiretin hayır ve şerrine
inansaydınız, muhakkak ahireti
dünyaya tercih ederdiniz. Çünkü
ahiret sizin yaptığınız işlere
dünyadan daha fazla hak sahibidir.
Eğer siz, <Dünya ihtiyacı acildir,
şu an önümüzdedir. Ahiret ise
sonradan olacaktır> derseniz. O
zaman dünyada sonradan gelen ve
hasıl olan işler için ne kadar
meşakkatlere katlandığınızı bir
düşünün (zi-raatin zorluğuna
katlanıyorsunuz. Çünkü bir müddet
sonra mahsûl çıkacaktır. Aynı
şekilde bağ-bahçe meydana getirmek
için ne kadar can verircesine
çalışıyorsunuz. Çünkü birkaç sene
sonra meyveler gelecektir). Siz ne
kadar kötü bir kavimsiniz ki, sizde
ne derecede iman olduğunu
bileceğiniz şeylerle imanınızı
ölçmüyorsunuz. Eğer siz Rasûlullah
saiieiiahu aleyhi veseiiem'\n
getirdiği hükümlerde şüphe
ediyorsanız bizim yanımıza geliniz.
Biz size açık bir şekilde
anlatacağız ve size öyle bir nur
göstereceğiz ki, siz onunla
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ne buyurduysa o haktır diye
mutmain olacaksınız. Siz aklı eksik
ve ahmak kimseler değilsiniz ki,
biz sizi mazur görelim. Sizler dünya
işlerinde çok güzel görüşlere
sahipsiniz O konuda çok dikkatli
davranıyorsunuz. (Peki bu ne beladır
ki, siz ahiret işlerinizde.ne
aklınızı kullanıyorsunuz ne de
dikkatli amel yapıyorsunuz?) Peki
bu ne haldir? Size ne oldu ki,
azıcık bir dünya menfaatinden dolayı
çok seviniyorsunuz ve azıcık
zarardan dolayı üzülüyorsunuz. Bunun
alâmetleri yüzünüze varana kadar
anlaşılıyor (yani sevinince yüzünüz
açılıyor, üzüntü de ise biraz
yüzünüz asılıyor). Musibetler
dillere dökülüyor. Zerre kadar
meseleye musibet demeye
başlıyorsunuz. Matem merasimleri
düzenliyorsunuz. Fakat dinin büyük
büyük emirleri elden gidince ona ne
üzülüp kederleniyor ne de yüzünüzde
bir değişme oluyor. Ben sizin
dindeki fenalığınızı görünce Allahu
Teâlâ'nın size dargın olduğunu
düşünüyorum. Siz birbirinizle sevinç
ve memnuniyetle görüşüyorsunuz. Her
biriniz diğerinin yanında onun
ağrına gidecek (hak) sözü söylemek
istemiyor. Tâ ki o da kendisiyle
ilgili hoşlanmadığı bir söz
söylemesin. O halde bu konuları (hak
sözü), sadece kalplerde saklayarak
birbirinizle geçiniyorsunuz. İç
yüzünüzdeki pislikler üzerinde, dış
yüzünüzün yeşillikleri açmış
bulunuyor. Ölümü hatırlamayı terk
etmek konusunda hepiniz ittifak
etmişsiniz. Ne olaydı Allahu Teâlâ
bana ölüm verip, beni sizin
sıkıntınızdan rahatlatsaydı ve beni
o yüce zatlara (yani Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem ve
Sahâbe-i Kiram'a)kavuştursaydı. Ben
onları görmeyi arzuluyorum. Eğer
onlar yaşasaydılar, sizinle beraber
kalmayı istemezlerdi. O halde sizde
hayırdan bir nebze kaldıysa ben size
açık açık söyledim ve Hak sözü
anlattım Eğer siz Allah'ın yanında
bulunan şeyi (yani ahireti) talep
ediyorsanız çok kolaydır. Ben sizin
hakkınızda da kendi hakkımda da
yalnız Allah'tan yardım isterim. Bu
kadar". Hz. Ebû Derdâ radıyeiiahu
anh'm sözü burada bitmiştir.
Onun
bu uyarı ve azarlamasını büyük bir
dikkatle okumak gerekir. O öyle
kimselere kızıyor ki, biz oniar
hakkında, "Biz asla onlar gibi
dindar olamayız" zannediyoruz.
Onların ahvalleri ve başardıkları
büyük işler bizim gözümüzün
önündedir. Eğer Hz. Ebû Derdâ
radıyaiiahu anh bizi görseydi.
Kesinlikle üzüntüsünden kahrolurdu.
Bu yüce zatlar bizim ahvalimize
katiyen bakamazlar ve ona asla
tahammül edemezlerdi.Hz. Hasan Basri
rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki:
"Dünya yanlarında emanet olan
kimselere Allahu Teâlâ rahmet etsin.
Onlar o emaneti başkalarına havale
etmişlerdir. Kendileri endişesiz
olarak gitmişlerdir". Yine o şöyle
buyurmuştur: "Kim din konusunda seni
engellerse, sen ona karşı koy. Kim
de dünya konusunda sana engel
çıkarırsa, o dünyayı onun suratına
vur ve rahat et". Hz. Ebû Hâ-zim
rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Dünyadan sakının. Kıyamet günü
mahşer meydanında insan ayağa
kaldırılıp, <Bu şahıs Allahu
Teâiâ'nın hakir dediği şeyi büyük
kabul etmiştir> denilecektir". Hz.
Abdullah Ibni Mes'ud radıyaliahu anh
şöyle buyurdu: "Herkes kendi evinde
birkaç günlük misafirdir.
Onun mal ve eşyası ödünçtür. Misafir
birkaç gün içinde mutlaka evine
(ahirete) gidecektir. Ödünç şey de
mutlaka geri dönecektir". Hz. Râbia
Basriyye rahmetuiiahi aieyha bir
topluluğun içinde oturuyordu.
İnsanlar biraz dünyanın kötülüğünden
bahsediyorlardı. O, "Dünyayı
kötülükle dahi anmayın. Çünkü onu
zikretmekle anlaşılıyor ki, sizin
kalbinizde onun bir değeri vardır.
Eğer böyle olmasaydı, onun zikri sık
sık diliniz üzerine gelmezdi.
(Kazuratın pisliği ve kötülüğünden
kim sık sık bahseder ki?)"Hz. Lokman
aieyhisseiam oğluna şöyle nasihat
etti: "Dünyayı din karşılığında sat
ki, iki cihanda kâr edesin. Dini
dünya karşılığında satma, iki
cihanda da zarar edersin". Hz.
Mutarrif bin Şıhhîr rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "Padişahların
(devlet a-damlarının) zevkü safâsına
ve onların şahane elbiselerine
bakma, aksine onların sonunun ne
olacağını düşün". Hz. Ebû Umâme
radıyaliahu anh buyurdu ki:
Rasûlul-lah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem peygamber olarak
gönderildiğinde şeytan durumu
araştırmaları için kendi
askerlerini gönderdi. Onlar, "Bir
peygamber gönderildi ve onun çok
büyük bir ümmeti var" dediler.
Şeytan, "Onlarda dünya sevgisi var
mı?" dedi. Onlar, "Evet var"
dediler. Şeytan, "Öyleyse onlar
putlara tapmıyor diye üzülmem. Ben
onlara üç şey musallat ederim;
1-Helal olmayan bir yoldan kazanmak,
2-Haram yola harcamak, 3-Gerçekten
harcanması gereken yere
harcamamak".Hz. Ali radıyaliahu anh
buyurdu ki: "Dünyanın hela! malında
hesap, haram malında azab vardır".
Hz. Mâlik bin Dinar rahmetuiiahi
aleyh buyurdu ki: "O sihirbazdan
sakının. Çünkü o alimlerin
kalplerine bile sihir yapar". Hz.
Ebû Süleyman Dârâni rahmetuiiahi
aleyh buyurdu ki: "Hangi kalpte
ahiret varsa, dünya onunla mücadele
eder, o kalbi ele geçirmek için
çalışır. Hangi kalpte dünya varsa,
ahiret ona engel olmaz. Çünkü ahiret
kerimdir. Başkasının evini ele
geçirmek istemez. Dünya ise
aiçaktır. O herkesin evini zorla ele
geçirmek ister". Mâlik bin Dinar
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Sen ne
kadar dünyayı dert edersen, o kadar
ahiret derdi kalbinden çıkar. Ne
kadar ahireti dert edinirsen, o
kadar dünya derdi kalbinden çıkar."
Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh
buyurdu ki: "Ben öyle adamlarla
karşılaştım ki, dünya, onların
yanında üzerinde yürüdüğünüz şu
topraktan daha zelildi. Onlar,
(Yanımda) dünya (malı) var mı yada
gitti mi?, Şuna mı gitti?, Buna mı
gitti? diye aldırmazlardı". Bir adam
Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi
aieyh'e, "Siz Allahu Teâiâ'nın
kendisine mal ve servet verdiği ve
ondan hem sadaka verip hem de sıla-i
rahim yapan birinin hakkında ne
dersiniz? Onun güzel güze! yemekler
yemesi ve nimetler içinde yaşaması
uygun ve münasip midir?" dedi. O
şöyle buyurdu: "Hayır. Eğer bütün
dünya onun eline geçse bile yine de
kendi ihtiyacı kadar harcama-lıdır.
Ondan fazlasını, o gün (yani ahiret
günü) için göndermelidir. O gün onun
ihtiyacı çok şiddetli olacaktır".Hz.
Fudayl rahmetuiiahi aleyh şöyle
buyurmuştur: "Eğer bütün dünya benim
olsa ve bana bunun hesabı da
sorulmasa yine de ben, elbisenize
bulaşmasın diye hayvan leşinden
tiksinip nefret ettiğiniz gibi ondan
tiksinip nefret ederim". Hz. Hasan
rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:
"Allahu Teâlâ'ya ibadet etmelerine
rağmen Benî İsrail'i sadece dünya
sevgisi putperestliğe kadar
götürdü". Yine o şöyle buyurmuştur:
"İnsan devamlı malını az zanneder
ama amellerinin az olduğunu asla
kabul etmez. Din konusunda bir
musibet geldiğinde rahat olur. Ama
dünya konusunda bir musibet gelse
perişan olur". Hz. Fudayl
rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:
"Dünyaya girmek çok kolaydır ancak
ondan çıkmak çok zordur". Bir Allah
dostu şöyle buyuruyor: "<Ölüm
mutlaka gelecek ama kim bilir ne
zaman gelecektir> diye inanan ama
yine de her hangi bir şeye sevinen
kimseye hayret! Cehennemin hak
oluğuna inanan (kendi başına
gelecekleri bilmeyen) yine de
herhangi bir şeye, bir şekilde gülen
kimseye hayret! Dünyanın her zamanki
değişikliğini görüp de yine de
dünyanın herhangi bir şeyi üzerine
mutmain olan kimseye hayret!
Kaderin hak olduğuna (yani kaderde
olan ne varsa mutlaka insana
ulaşacaktır diye) inanan kimsenin
musibetlere niçin katlandığına
hayret!"Hz. Emîr Muâviye radıyaliahu
anh'm yanına Necran şehrinden bir
büyük zat geldi. 200 yaşında idi.
EmîrMuâviye radıyaiiahu anh ona,
"Sen dünyayı çok gördün, nasıl
buldun?" dedi. O, "Birkaç sene
rahat, birkaç sene sıkıntılı. Her
gece ye gündüz birileri doğar,
birileri ölür. Eğer doğmak son bulsa
dünya bir gün sona erer (çünkü ölüm
sırasıyla devam etmektedir). Eğer
ölüm sona erse dünyada kalmak için
yer bulunmaz (öyleyse mutedil nizam
olarak bir taraftan doğma nizamı
devam etmeli bir taraftan da ölme
nizamı devam etmelidir)". Hz.
Muâviye radıyaliahu anh buyurdu ki:
"Benden bir istediğin varsa veya
benim yapabileceğim bir hizmet varsa
söyle. Ben onu yerine getireyim"
dedi. Adam, "Benim tükenen ömrümü
bana geri verya bana bundan sonra
ölüm gelmesin" dedi, Ernîr Muâviye
radıyaiiahu anh, "Ben bunu yapamam"
dedi. İhtiyar, "O halde ben senden
hiçbir şey istemeyeceğim" dedi.Ebû
Süleyman rahmetuiiahi aleyh buyurdu
ki: "Dünya şehvetlerine ancak kalbi
ahiretteki şeylerle meşgul olan
kimse sabredebilir". Mâlik bin Dinar
rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Hepimiz dünyayı sevmek üzerine
anlaştık. Bundan dolayı hiç kimse
başkasına ne iyi şeyleri emrediyor
ne de kötü şeyleri yasaklıyor.
Allahu Teâlâ'nın bizi devamlı bu hal
üzere bırakması asla mümkün
değildir. Kim bilir üzerimize ne
zaman hangi azab incecektir". Hz.
Hasan rahmetultahi aleyh şöyle
buyurmuştur: "Allahu Teâlâ hangi
kuluna hayır dilerse ona azıcık
dünyalık verip durdurur. O mal
bitince tekrar biraz daha verir. Kim
de Allah indinde zelil olursa Allahu
Teâlâ ona dünyayı açar". Bir büyük
zat şöyle dua ederdi: "Ey gökyüzünün
yere düşmesini engelleyen yüce
Allah'ım! Dünyanın bana gelmesini
engelle". Muhammed bin Münkedir
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bir
kimse devamlı oruç tutup hiç iftar
etmese, gece boyu teheccüd namazı
kılıp hiç uyumasa, malını bol bol
hayır yolunda harcasa, Allah yolunda
cihad etse ve günahlardan sakınsa,
ancak o kıyamet günü ayağa
kaldırılıp, <Bunun gözünde Allah'ın
zelil dediği şey (yani dünya)
değerliydi, Allah'ın değerli dediği
şey (yani ahiret) önemli değildi>
dense, siz söyleyin bakalım, o
insanın hali ne olur? Sonra bizim
halimiz ne olacak. Biz bu hastalığa
yani dünyaya önem ve değer verme
hastalığına mübtela olmuşuz. Bununla
beraber günahlara da batmışız".
Abdullah İbni Mübarek rahmetuiiahi
aleyh buyuruyor ki: "Dünya sevgisi
ve günahlar kalbi vahşileştirmiştir.
Bundan dolayı hayırlı söz kalplere
ulaşmamaktadır (yani tesir
etmemektedir)".Vehb bin Münebbih
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Kim
dünyanın bir şeyine seviniyorsa, o
hikmete aykırı davranmış olur. Kim
de kendi nefsani arzularını
ayağının altına alıyor ve onun
başını kaldırmasına müsaade
etmiyorsa, şeytan böyle kimsenin
gölgesinden korkar". Hz. İmam Şafii
rahmetuiiahi aleyh bir din kardeşine
şöyle nasihat etti: "Dünya öyle bir
çamurdur ki, onda ayaklar kayar (o
halde çok dikkatli adım atmak ve
ayak kaymasından her an korkmak
gerekir). Dünya zillet evidir. Onu
abâd etmenin neticesi haraplıktır.
Onda yaşayanlar tek başlarına kabre
gideceklerdir. Onun toplantısı
ayrılık üzerine kuruludur. Onun
bolluğu yoksulluğa döndürülmüştür.
Onun çokluğu meşakkate düşmek ve
onun darlığı kolaylığa ulaşmaktır.
O halde tamamen Allahu Teâlâ'ya
yönelin. Allah ne kadar rızık
verdiyse ona razı olun. Dünyanız
için ahiretten borç almayın (yani
bedelini ahi-rette ödeyeceğiniz
şeyler yapmayın. Böylece orada
ihtiyaç anında sevaplarınız eksilmiş
olur). Çünkü buradaki hayat bir
gölge gibidir ki, yakında
bitecektir. Yana meyletmiş bir duvar
gibidir ki, yakında yıkılacaktır,
iyi amellerinizi çoğaltın ve
e-mellerinizi azaltın. Hz. İbrahim
bin Ethem rahmetuiiahi aleyh bir
adama, "Bir kimsenin sana rüyanda
bir dirhem (gümüş para) vermesi mi
daha hoşuna gider yoksa uyanıkken
bir dinar (altın para) vermesi mi"
dedi. Adam, "(Bu açık bir şeydir
ki,) uyanıkken dinar vermesi daha
çok hoşuma gider" dedi- Hz. İbrahim
rahmetuiiahi aievh. "Sen yalan
söylüyorsun. Çünkü sen dünyada
gevdiğin şeyleri bir bakıma rüyanda
beğeniyorsun. Ahiretin hangi şeyleri
hoşuna gitmiy^rsa, sanki onlardan
uyanık halinde yüz
çeviriyorsun".Yahya bin Muâz
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Üç Kiı
be akıllıdır; 1-Dünya kendisini
bırakmadan önce dünyayı bırakan,
2-Kabre girme vakti gelmeden önce
onun için hazırlık yapan,
3-Mevlâsıyla buluşmadan önce O'nu
razı eden". O yine şöyle
buyurmuştur: "Dünyanın bedbahtlığı o
dereceye ulaştı ki, onu temenni
etmek seni Allahu Teâlâ'ya itaat
etmekten (çevirip) kendisiyle meşgul
eder. Onu temenni etmenin hali bu
olursa, sen dünyaya dalarsan durum
ne olur?". Bekr bin Abdullah
rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Dünyayı elde ederek onun
sıkıntılarından rahatlamak isteyen
kimse, ateşi söndürmek için onun
üzerine kuru ot atan kimse
gibidir".Bündâr rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Dünyacı, biri zahidlikten
bahsedince bil ki şeytan onunla alay
ediyor". Bir büyük zat şöyle
buyuruyor: "Ey insanlar bu fırsat
günlerinde iyi amel işleyin. Allahu
Teâlâ'dan korkun. Uzun uzun ümidler
besleyerek ve ölümü unutarak
kendinizi aldatmayın. Dünyaya zerre
kadar teveccühünüz olmasın. Bu
bedbaht (dünya) çok vefasız ve
aldatıcıdır. Kendi hilesiyle sizin
için kendini donatır ve süslenir.
Kendi arzularıyla sizi fitnelere
düşürür. O kendi kocaları için
süslenir. Düğün günü olduğu gibi tam
bir yeni gelin şekline girer. Yani
gözler ona ilişir, gönüller ona
bağlanır ve insan ona aşık olur.
Ancak o bedbaht nice aşıklarını
katletmiştir. Kendine güvenip oturan
nice insanları yâr ve yardım-cısız
bırakmıştır. Ona hakikat gözüyle
dikkatle bakınız. Bu öyle bir evdir
ki, onda pek çok tehlikeler vardır.
Bizzat onu yaratan onun kötülüğünü
beyan etmiştir (Mesela bir hekim,
bir ilaç hazırlamış olsa ve bizzat
kendisi, <Bunda zehir var. İhtiyaç
anında sadece az bir miktar
kullanılabilir* dese, akılsızın biri
de ondan çok miktarda yese, elbette
ölür. O ilacı hazırlayan hekimin
bildirmesine rağ-men böyle yapmak
ahmaklığın son noktasıdır). Dünyanın
her yeni şeyi eskiye-cektir. Onun
varlığı kendi kendine yok olacaktır.
Onun aziz kıldığı sonunda zelil
olacaktır. Onun çokluğu bilâhere
azlığa düşecektir. Onun dostluğu yok
olucudur. Onun iyiliği biticidir.
Allah size merhamet etsin.
Gafletinizden kendinize gelin,
uykunuzdan uyanın. Bunu şöyle bir
çağrı yapılmadan önce yapın; <Falan
şahıs hasta oldu. Artık ondan ümit
kesilmiş durumdadır. İyi bir doktor
çağırın, iyi bir doktor getirin>.
Sonra sizin için sık sık hekim ve
doktor çağrılır. Onlar artık
hayattan ümid vermezler Sonra şöyle
seslenilir; <O vasiyet yapmaya
başladı. Bakın bakın dili de
ağırlaştı. Artık sesi de iyi
çıkmıyor. Şimdi kimseyi tanımıyor.
Derin derin nefes alıyor. İnlemesi
de arttı. Göz kapaklan düşmeye
başladı>. İşte o vakit sen ahiretin
ahvalini hissetmeye başlarsın ama lisanın
tutulmuştur. Artık hiçbir şey
diyemezsin. Yakınların ve
akrabaların ayakta ağlamaktadırlar.
Bazen oğul, bazen kardeş bazen de
hanım önüne gelir ama lisan
bir şey konuşmaz. O esnada ruh
bedenin azalarından ayrılmaya
başlar. Sonunda bedeninden çıkıp
göklere doğru gider. Akraba ve
dostlar acele olarak defin
hazırlığına başlarlar. Ziyaretine
gelenler ağlayıp sızladıktan sonra
susarlar. Düşmanlar sevinirler.
Akraba ve yakınların malı bölüşmeye
başlarlar. Ölen kimse ise kendi
amellerinin arasında sıkışıp kalır.
(İşte hayatın hakikati budur)"Hz.
Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh, Hz.
Emir-ül Mü'minin Ömer bin Abdulaziz
rahmetuiiahi aieytie bir mektup
yazdı. Mektupta hamd ve salâttan
sonra şöyle buyurdu:Dünya göç
evidir. O kalınacak ev değildir. Hz.
Adem a/â nebiyyina ve aieyhis-saiatü
vesselam ceza olarak
dünyaya gönderilmişti. Çünkü
Cennet'te kendisinden bir sürçme
meydana gelmişti (hapishane olarak
dünyaya gönderilmişti). Öyleyse
dünyadan korkunuz. Onun azığı onu
terk etmektir. Onun zenginliği onun
fakirliğindedir (yani ondaki zengin,
dış görünüşünde fakir olandır), O
mutlaka her zaman birini helak eder.
Kim onu aziz bilirse, onu zelil
eder. Kim onu toplamaya karar
verirse, bu onu (başkasına) muhtaç
eder. O bir zehirdir. Onu anlayışsız
insanlar yer ve sonra ölürler. Bu
dünyada sıhhat bulabilmek için her
şeye dikkat eden yaralı bir hasta
gibi yaşayın. O hasta, hastalığın
artmaması için acı ilaçlar kullanır.
Sizler bu hilebaz, düzenbaz ve
sahtekar (dünya)dan sakının. O
sadece aldatmak için kendini
donatıp, süsleniyor ve aldatma
yoluyla insanları musibete sokuyor.
Kendi emelleriyle insanların yanına
geliyor. Kendisiyle evlenmek
isteyenleri bugün yarın diye
erteleyip duruyor. Kısaca o
insanlar için öyle süslenmiş ve
bezenmiş bir gelin oluyor ki, gözler
peşpeşe ona takılıp, duruyor.
Gönüller ona tutuluyor. İnsan ona
kurban oluyor. Ancak bu bedbaht,
herkese düşmanlık ediyor. Hayret! Ne
kalanlar, gidenlerden ibret
alıyorlar, ne sonra gelenler,
öncekilerin halini dinleyip, o
halden sakınıyorlar ne de Allahu
Teâlâ'nın buyruklarını bilenler, o
buyruklardan öğüt alıyorlar. Dünyaya
aşık olan kimseler kendi
ihtiyaçlarının yerine geldiğini
görünce aldanmakta ve isyankarlığa
mübtela olup, ahireti
unutmaktadırlar. Nihayet onların
kalbi, dünya ile meşgul olur ve
ayaklan ahiret yolundan kayar.
Sonra hasret ve pişmanlıktan başka
bir şey kalmaz. Ölümün ve can
vermenin acısı ve ıstırabı onları
kuşatır. Onların hepsinin elden
çıkmasının hasreti ona musallat
olur. Ona rağbet eden kimse kendi
maksatlarına asla ulaşamaz ve
hiçbir zaman sıkıntıdan rahat
bulamaz. En sonunda azık almadan bu
alemden gider. Hazırlıksız olarak
ahirete ulaşır.Emir-üİ Mü'minin!
Bundan çok sakınmalı ve son derece
sevinçli olduğu zamanlarda bile
ondan çok fazla korkmalıdır. Ona
güvenen kimse ne zaman biraz
sevinse, o kimseyi musibete mübtela
eder. Onun içinde memnun oturanlar,
kendilerini aldatmaktadırlar. Ondan
(ihtiyacından fazla) istifade eden
zarara uğramıştır. Onun rahatlığı,
sıkıntılarla bağlantılıdır. Onda
yaşayanın sonu yok olmaktır. Onun
sevinci sıkıntıyla karışıktır.
Geçenler geri gelmez. Gelenlerin
halinin ne olacağı belli olmaz. Onun
arzuları yalandır, ona yapılan
ümitlerin hepsi boştur. Onun saflığı
bulanıktır. Onun zevki meşakkattir.
İnsan onda her an tehlikeli bir
durumdadır. Eğer kişide akıl varsa
ve dikkatli düşünürse bilir ki,
onun nimetleri korkunçtur ve her an
onun belalarının korkusu vardır.Eğer
onu yaratan Allah ceiie ceiaiuhu,
onun kötülüklerini bildirmeseydi,
yine de onun hilekârlığı, kendi
haliyle uyuyanları uyandırmak ve
gafilleri ayıltmak için yeterliydi.
Kaldı ki Allahu Teâlâ bizzat bunun
üzerine uyanlarda bulunmuş ve bu
konuda nasihatler buyurmuştur. Yani
Allah ceiie ceiaiuhu indinde onun
hiç bir kadri yoktur. Onu
yarattıktan sonra asla ona iltifat
nazarıyla bakmamıştır. Bu dünya
bütün hazineleriyle birlikte
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiems arz e-dildi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem onu kabul
etmedi ve ona iltifat bile etmedi.
Çünkü Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem Allahu Teâlâ'nın iradesine
aykırı olan şeyi beğenmemiştir. O,
Yaratan'ın buğz ettiği şeyi
sevmemiştir, O, Allah'ın değerini
düşürdüğü şeyi beğenerek onun
derecesini yükseltmemiştir. Bundan
dolayı Allahu Teâlâ dünyayı kendi
iyi kullarından kasten
uzaklaştır-mıştır. Kendi
düşmanlarına onu genişletmiştir. Ona
değerli bir şey gözüyle bakan ve
kendini aldatan bazı insanlar, onun
bolluğuna bakarak Allahu Teâlâ'nın
kendilerine ikram ettiğini
zannetmektedirler. Fakat onlar şunu
unutuyorlar ki, (bütün
peygamberlerin seyyidi, gelmiş ve
geleceklerin iftiharı olan)
Efendimiz Muhammed saliaitahu
aleyhi veseiiem'e bu konuda Allahu
Teâlâ nasıl muamele etmiştir ki,
açlıktan karnına taş bağlaması
gerekmiştir.Bir hadiste Allahu
Teâlâ'nın Hz. Musa aieyhisseiam'a
şöyle buyurduğu geçmektedir: "Sen
bolluğun geldiğini görünce bil ki, o
bir günahın cezası olarak sana
gelmektedir. Fakirlik ve yoksulluğun
geldiğini görünce, <Salihlerin
alâmeti geliyor> de. Bir kimse Hz.
Isa a/â nebiyyina ve aleyhissalatü
vesseiam'a tâbi olmak isteyince o
şöyle buyururdu: "Benim katığım
açlıktır (yani ekmek, ancak açiık
halindeyken katıkla beraber
yeniyormuş gibi insana lezzetli
gelir). Benim şiarım Allah
korkusudur. Benim elbisem koyun
yünüdür. Benim soğukta ısınmam
güneşin ısısıy-ladır. Benim kandilim
ay ışığıdır. Benim bineğim
ayaklarımdır. Benim yemeğim ve
meyvem yeryüzünün bitkileridir. Ben
sabah kalktığımda yanımda hiçbir şey
olmaz. Akşamladığımda da yanımda
hiçbir şey olmaz. Bütün dünyada
benden daha zengin (aldırmayan ve
kimseye muhtaç olmayan) kimse
yoktur".Kitaplarda Enbiya
aleymmussalatü vesselam, Sahâbe-i
Kiram ve Evliyâ-i izam radıyaliahu
anhum ecma/n'in bu gibi sözleri çok
fazla bulunmaktadır. Burada bir şeyi
iyice anlamak gerekir. O da şudur:
Asıl hayat, övülen ve beğenilen
hayat, o yüce zatların irşadları ve
hâllerinden anlaşılan hayattır.
Ancak bununla beraber kişinin kendi
azaları ve kendi gücünün tahammülüne
riayet etmesi de gerekir. Kendi
gücünün kaldırdığı yere kadar
onlara tâbi olmaya çalışmalıdır. Ama
kendi zayıflığının tahammülü
olmayan yerde mecburen kendi
zayıflığına riâyet etmesi gerekir.
Bu olayları nakletmekten maksat
şudur: En azından zihinlere şu
kadarı yerleşsin ki; dünyanın asıl
hayatı budur. Kendi hastalıklarımız
ve özürlerimizden dolayı mecbur
kaldığımız yerde mecburiyet
derecesinde kişinin kendi zayıflık
ve özürlerine riayet etmesi
zaruridir. Buna misal
hastanın orucunu açmasıdır. Yani
asıl olan mübarek ayda oruç
tutmaktır. Ancak eğer biri
hastalığından dolayı
oruçtuta-mıyorsa veya doktor orucun
onun sıhhatine zararlı olduğunu
söylerse, mecburen orucu açması
gerekir. Ancak şu açıktır ki, asıl
olan şey mübarek ramazan ayında
oruç tutmaktır. O asıl maksattır ve
rağbet edilen şeydir. Fakat zavallı
hasta mecbur olduğundan oruç
tutamamaktadır. Tabii ki her samimi
Müslüman oruç tutmaya çalışır. Aynı
şekilde bizler, gayretlerimiz ve
kuvvetlerimizin zayıflığından dolayı
bu hayat tarzına tahammül edemeyiz.
Bundan dolayı mecburiyet ölçüsünde
ne kadar ihtiyaç varsa o kadar dünya
ile ilgilenmek gerekir. Ancak
mecburiyetin kendi zayıflığımızdan
dolayı olduğunun şuurunda
olunmalıdır. Asıl hayatın Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem'm ve
diğer Enbiya-İ Kiram
aleyhimüsselam'm ve Evliya-i İzam
rahmetuiiam aleyhimin hayatları
olduğunu kabul etmelidir. Onların
bir kaç sözü geride geçmiştir.
Bununla birlikte dünyanın gerçek
olmadığı, kendisine gönül vermeye
layık olunmadığı, onun fâni ve
sadece bir aldatmaca olduğu
konuları o kadar önemlidir ki,
kişinin zafiyet ve mecburiyet
halinde bile bunları ne kadar mümkün
olursa o kadar fazla kalbine
yerleştirmelidir. Dille değil kalple
dünyanın gerçekten öyle olduğunu
kabul etmelidir. Onu anlamaya hiçbir
şey mâni değildir. Bu bedbahtı
gönüllerimizde herhangi bir seviyede
değerli kılmamız için yanımızda
hiçbir özür yoktur.İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Dünya
çok çabuk yok olacaktır. Çok çabuk
sona erecektir. O, kendisinin bakî
kalacağını vaad ediyor. Ama o
vaatlerini yerine getirmiyor. Sen
ona baktığında onun bir yerde
durduğunu zannedersin. Ancak
gerçekte o çok süratli bir şekilde
yürümektedir. Fakat bakan kimse onun
hareketini hissetmez. Onun hızı, o
son bulduğu zaman anlaşılır. O her
zaman hareket eden bir gölge
gibidir. Ancak onun hareketi
hissedilmez.Bir defasında Hz. Hasan
Basri rahmetuiiahi aieytiln yanında
dünyadan bahsedilince şöyle
buyurdu:O uykudaki rüya veya giden
bir gölge gibi Bu gibi şeylerle
aldatılamaz akıllı biriHz. İmam
Hasan radıyaliahu anh çoğu defa şu
şiiri okurdu:Ey dünyanın tadını
çıkaranlar! Onun asla yoktur bekası
Şüphesiz giden bir gölgeye aldananın
asla yoktur zekâsıYunus bin Ubeyd
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben
kendi kalbime dünyanın şöyle bir
benzetme yaparak anlattım; Bir adam
uyuyor. Rüyasında pek çok iyi ve
kötü şeyler görüyor. Bir anda
gözleri açılıyor ve rüyasındaki
herşey sona eriyor. Aynı şekilde
bütün insanlar uyuyorlar. Her şeyi
rüya olarak görüyorlar. Ölümle
birlikte bir anda gözler açılınca
buranın ne sevinci kalıyor ne de
üzüntüsü.Deniliyor ki, bir defasında
dünyanın hakikati Hz. Isa a/â
nebiyy'ma ve aleyhis-salata vesselam
a açılmıştı. Dünyanın yaşlılıktan
dolayı dişleri dökülmüş son derece
ihtiyar bir kadın olduğunu gördü.
Son derece allı-pullu ve gösterişli
bir elbise giyiyordu. Üzerinde her
çeşit ziynet eşyası vardı. Tam bir
gelin şekline girmişti. Hz. İsa
aieyhisueiam ona, "Sen şimdiye kadar
kaç defa nikahlandın (şimdi yine
nikahlanma arzusundan dolayı gelin
oluyorsun)" dedi. O, "Nikahlılarımın
sayısı belli değil" dedi. Hz. İsa
aieyhisseiam "Onlar öldüler mi,
yoksa seni boşadılar mı?" diye
sorunca, "Ben hepsini öldürdüm"
dedi. Hz. İsa aieyhisseiam, "Senin
bundan sonraki kocalarına yazıklar
olsun. Senin önceki kocalarından
İbret almıyorlar ki, sen onları
nasılda, bir bir katledip helak
ettin" buyurdu.Gerçek şudur ki, bu
dünya aynen çok yaşlı bir ihtiyar
kadındır. Üzerine ziynet elbisesi
giymiştir. İnsanlar onun dış
ziynetine bakıp aldanıyorlar. Onun
hakikatini anladıkları ve onun
yüzünden perdeyi kaldırdıkları zaman
onun asıl çehresi görünür. Alâ bin
Ziyâd rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Ben rüyamda bir ihtiyar kadın
gördüm. Çok yaşlıydı. Çok güzel
elbise, takı vs. giyinmişti.
Dünyanın her çeşit süs ve ziyneti
onda bulunmaktaydı. Etrafında çok
kalabalık bir insan topluluğu vardı.
Çok zevkle ona bakıyorlardı. Ben ona
yaklaştım. Onu görünce, ona
bakanların hepsine hayret ettim.
Ben ona, "Sen kimsin?" dedim. O,
"Sen beni tanımıyor musun?" dedi.
Ben, "Hayır. Seni tanımıyorum"
dedim. O, "Ben dünyayım" dedi. Ben,
"Allah beni senden korusun" dedim.
O, "Eğer sen benden korunmak
istiyorsan dirheme (paraya) buğz et"
dedi.Hz. İbni Abbas radıyaliahu
anhuma buyuruyor ki: Kıyamet günü
dünya çirkin yüzlü, mavi gözlü,
dişleri ileri çıkmış, çok ihtiyar
bir kadın şeklinde insanların önüne
getirilip dikilecektir. İnsanlara,
"Bunu tanıyor musunuz?" denilecek.
Onlar, "Allah'a sığınırız, bu ne
bela" diyeceklerdir. Onlara, "İşte
bu kendisi uğrunda insanların
birbirlerini öldürdükleri ve
birbirinden ilişkileri kestikleri
dünyadır. Bunun yüzünden sizler
aranızda birbirinize haset
ediyordunuz. Buğz ediyordunuz. Onun
aldatmasına uyuyordunuz" denilecek.
Ondan sonra o (dünya) Cehennem'e
atılacaktır. O, "Benimle beraber
onları da getirin. Benim peşime
düşenleri benim yanıma koyun"
diyecek, bunun üzerine Allahu Teâlâ,
"Onun peşinden gidenleri de onun
yanına koyun" buyuracaktır.Gerçekten
insanın iyice düşünmesi gereken
mesele şudur ki; insanın üç zamanı
vardır. Birincisi, kâinatın
yaratılışından onun yaratılışına
kadar olan za--man. ikincisi,
insanın ölümünden sonra başlayan
ebedî zaman. Bu ikisinin arasında
bir üçüncü zaman vardır ki, bu
insanın doğumundan ölümüne kadar
olan zamandır. Bu zaman eğer ilk ve
son zamanın toplamıyla kıyaslanırsa
ne kadar az olduğu anlaşılır. İşte
bundan dolayı Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Ben dünyadan ne alayım ki? Benim misalim
şiddetli sıcakta yolculuk yapan bir
biniciye benzer ki; o, öğlen vakti
gölgesi olan bir ağacı görünce onun
gölgesinde az bir süre dinlenmek
için mola verir. Sonra o ağacı orada
bırakıp ileri gider". Hakikât şudur
ki, kim dünyaya Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm
buyurduğu gibi bakarsa hiçbir zaman
dünyanın önünde eğilmez. Bu azıcık
vaktin rahat içinde mi veya sıkıntı
ve üzüntü içinde mi geçtiğine
aldırmaz.Rasûlullah saiiailahu
aleyhi veseiiem bir sahabenin tuğla
ile ev yaptığını görünce, "Ölüm
bundan daha yakındır" buyurdu. Bir
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Dünyaya düşkün olanın misali,
suda yürüyen kimseye benzer. Ayağı
ıslanmadan suda yürümeye kimin gücü
yeter" buyurdu. Siz Peygamber
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bu
hadisinden şu insanların cehaletini
anlamışsınızdır. Onlar şöyle
zannederler: "Bizim bedenimiz dünya
lezzetlerinden faydalanıyor ama
bizim kalbimiz dünyadan
temizlenmiştir ve kalbî
bağlantılarımız dünyadan kopmuştur".
Onların bu hayali şeytanın o
insanlara yaptığı bir hiledir.
Üstelik eğer o insanların elinden
dünya alınsa, onun ayrılığından
dolayı bir anda huzursuz olurlar. O
halde suda yürümekle ayakların
mutlaka ıslanacağı gibi, aynı
şekilde dünya ile ilişki ve
beraberlik kalpte mutlaka zulmet
doğurur".Hz. İsa ala nebiyyina ve
aleyhissalatü vesselam buyurdu ki:
"Size gerçek tyr şey söylüyorum.
Hasta olan insan, sancısının
şiddetinden dolayı yemekten lezzet
almadığı gibi dünyaya düşkün kimse
de ibadetlerden lezzet almaz. Eğer
hayvana binmek terk edilirse, o
hayvanın tabiatı sertleşir ve
üzerinde taşıma alışkanlığı kalmaz.
Aynı şekilde ölümü hatırlamak ve
ibadetlerin meşakkatiyle kalpler
yumu-şatılmazsa, sertleşir ve
katılaşır. Bir hak söz daha
söylüyorum ki, kırba yırtık
olmadığı müddetçe bal, (su vesaire
için) kab olur. Ancak yırtılırsa,
ona bal konulmaz. ^Aynı şekilde
kalp eğer şehvetlerle yırtılmazsa
veya hırs ile tahrip edilmezse veya
(aşın) nimetlerle sertleştirilmezse,
o hikmet kabı olur. Buna ilave
olarak şu da dikkate değer ki,
dünyanın şehvetleri şu an çok
lezzetli gelmektedir. Fakat netice
itibariyle şehvetler ölüm vaktinde
kötü ve nefret edilen bir şey
olacaktır.Alimler şöyle
yazmışlardır: "Dünya hayatında bu
lezzetlere ne kadar ilgi ve sevgi
olursa, ölüm vaktinde onlardan o
kadar nefret olacaktır. Bunun misali
bir yemeğe benzer ki, ne kadar çok
lezzetli ve ne kadar yağlı olursa,
onun dışkısı da o kadar iğrenç ve
kötü kokulu olur. O yemek ne kadar
sade olursa onun dışkısı o kadar az
kokulu olur".Bütün bunlardan sonra
şu konuyu göz önünde bulundurmak
gerekir; Kur'an-ı Kerim hadisler ve
diğer eserlerde bu kadar kötülenen
dünya nedir? Şunu çok iyi
bilmelidir ki, insanın ölümünden
önceki (yani hayatında) başından
geçen bütün haller ve onunla ilgili
olan bütün işlerin hepsine dünya
denilir. Ölümden sonra olacakların
hepsine ahiret denir. Ölümden önceki
şeyler üç kısımdır:
1) insanla
birlikte öbür aleme gidecek olan
şeylerdir. Onlar din ilmi ve sadece
Allahu Teâlâ için işlenen güzel
amellerdir. Bu iki şey hâlis olarak
din ve ahiret-tir. Her ne kadar
insan onlardan lezzet alsa da, onlar
dünya değildir. Onlardanlezzet alan
insanlar bu lezzetten dolayı yemek,
içmek, uyumak, evlenmek ve diğer
şeylere varana kadar bir çok şeyi
terk etmektedirler. Ancak bütün
bunlara rağmen bu iki şey yalnızca
ahiret işleridir.
2) İkinci
kısım, birincisinin tam tersine
günahlardan alınan lezzetler ve caiz
olan şeylerin sadece lüzumsuz ve
fazla olan miktarlarıdır. Bunlara misal
altın ve gümüş yığını ve gösterişli
elbiseler, güzel görünümlü
hayvanlara düşkünlük, yüksek yüksek
binalar ve tatlı tatlı yemekler...
Bunların hepsi dünyadır. Bunların
kınaması daha önce geçmiştir.
3) Üçüncü
kısım ise bu ikisinin arasında
bulunan, ahiret işleri için yardımcı
ve destekleyici olan zaruri
şeylerdir. Örnek olarak ihtiyaç
kadar yemek, uyumak ve zarurete
uygun olarak kışlık ve yazlık sade
elbise, insanın hayatı ve sağlığı
için gerekli olan her şey ve bir de
kendileriyle birinci kısımdaki
şeylere (ilme ve salih amele) yardım
sağlanan şeylerdir. Bu şeyler dünya
değil ahiret ve dindir. Yalnız
gerçekten onların zaruret
derecesinde olmaları şarttır. Onları
kullanmaktan maksat din işlerine
güç katmak olmalıdır. Eğer onlardan
maksat sadece nef-sani haz ve gönlün
arzularını tatmin etmek olursa o
zaman bu şeyler dünya olur.Ben
babamdan (Allah kabrini pür nur
etsin) bir kıssayı sık sık
dinlerdim. Buyurdu ki: Bir adam
ihtiyaçtan dolayı Pani Pet şehrine
gidecekti. Yol Camnâ nehrinden
geçiyordu. Allah'tan o vakit nehirde
taşma durumu vardı. Bu yüzden o an
vapur da çalışmıyordu. Adam çok
perişandı. Halk ona, "Falan arazide
bir büyük zat kalıyor. Ona gidip
kendi ihtiyacını söyle. Eğer o bir
yol gösterirse belki işin olur.
Yoksa hiçbir yol yoktur. Ancak o zat
ilk baştan kızar ve reddeder.
Bundan dolayı ümidini kesmemelisin"
dediler. Nitekim bu şahıs oraya
gitti. Kırlık arazide bir kulübe
vardı. O zatın çoluk çocuğu da o
kulübede kalıyordu. Bu adam ağlayıp,
sızlanarak kendi ihtiyacını açıkladı
ve "Yarın mahkemede duruşma
tarihidir. Oraya gitmek için hiçbir
çare yok" dedi. O zat âdeti gereği
adamı iyice azarladı ve "Ben ne
yapabilirim, benim elimde ne var
ki?" dedi. Sonra adam çok yal-vannca
şöyle dedi: "Camnâ nehrine gidip,
<Beni, ömründe hiçbir şey yemeyen ve
hanımına yanaşmayan bir şahıs
gönderdi> de. Adam oradan döndü ve o
zatın söylediği gibi yaptı, Camnâ
nehri bir anda durdu ve bu şahıs
karşıya geçti. Sonra Camnâ önceki
gibi akmaya başladı. Ancak bu adam
ayrıldıktan sonra o büyük zatın
hanımı ağlamaya başladı ve "Sen beni
zelil ve rüsvay ettin. Sen yemeden
kendi kendine şişerek fil gibi olmuş
olabilirsin. Sen kendi hakkında
istediğin kadar yalan söylemekte
serbestsin. Ancak asla hanımının
yanına gitmediğini söylemen beni
rüsvay etmiştir. Senin bu sözünün
manası; <Şu gezip dolaşan çocuklar
gayri meşru yolla meydana
gelmişlerdir> demektir" dedi. O zat
önce hanımına, "Bu sözün seninle
hiçbir alâkası yoktur. Ben bunların
kendi evladım olduklarını
söylüyorum o halde itiraza ne gerek
var?" dedi. Ancak kadın, "Sen benim
zina eden biri olduğumu söyledin"
diyerek hüngür hüngür ağlamaya devam
etti. Bunun üzerine o zat şöyle
dedi: "İyi dinle! Ben kendimi bildim
bileli asla nefsimin
arzusundan dolayı bir şey yemedim.
Her zaman ne yediysem, onunla
Allah'a itaat etmek için vücuduma
kuvvet gelmesini irade ve niyet
ederek yedim. Sana ne zaman
yanaştıysam, her zaman senin hakkını
eda etme iradesini taşıdım. Hiçbir
zaman arzularımın isteklerinden
dolayı seninle bir araya
gelmedim".Kıssa burada son buldu.
Şimdi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'ln bir hadisini iyice
düşünmekle yukarıdaki konu teyid
edilmiş olur. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İnsanda
360 eklem vardır. Her eklemin
karşılığında (onun sıhhat ve
selametine şükür olarak) her gün bir
sadaka vermelidir". Sahabeler "Ya
Rasûlallah! Kim her gün bu kadar
sadakayı (yani 360 sadaka)
verebilir?" dediler. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu: "Mescide atılmış olan
tükürüğün üzerine toprak serpmek
(yani onu temizleyip yok etmek)
sadakadır (yani sadaka sevabı
vardır). Yoldan eziyet veren bir
şeyi gidermek de sadakadır. Kuşluk
namazı İse bütün sadakalara eşit
olabilir" Çünkü
namazda iken her eklem yeri ibadetle
meşgul olur. Bundan dolayı kuşluk
namazı bir bakıma her eklem için
sadaka olmuş olur.İkinci hadiste bu
şeylerle ilgili daha başka misaller
zikredilmiştir. Şöyle ki; "Birine
selam vermek sadakadır. İyiliği
emretmek ve kötülükten alıkoymak
sadakadır. Hanımla bir araya
gelmekte sadakadır. İki rekat kuşluk
namazı bütün bunların yerine geçer.
Çünkü o bütün azaların sadakası
olur". Sahabeler, "Ya Rasûlallah!
Bir kimsenin şehvetini tatmin etmesi
de sadaka olur mu?" dediklerinde
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseitem, "Eğer o şehvetini haram
olan bir yerde tatmin etseydi günah
olmaz mıydı?" buyurdu. Yani
zina etmek günah olduğuna göre ondan
sakınmak niyetiyle hanımıyla bir
araya gelmek şüphesiz sevab olan bir
şeydir. Aynı şekilde yemek, içmek ve
giyinmek bunların hepsi gerçekten
Allah'a itaat niyetiyle olursa,
ibadettirler. İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh bir yerde şöyle
yazıyor; Dünya haddi zatında yasak
ve haram değildir. Aksine o Allahu
Teâlâ'ya ulaşmaya engel olduğu İçin
yasaktır. Aynı şekilde yoksulluk
haddi zatında istenilen bir şey
değildir. Onda Allah celle
ceiaiuhuöm uzaklaştıran bir şey
olmadığı (bilakis Allah'a
ulaştırmaya yardımcı olduğu) için
istenilmektedir. Ancak nice
zenginler vardır ki, zenginlik
onların Allahu Teâlâ'ya ulaşmalarına
mani olmaz. Örnek olarak Hz.
Süleyman aleyhisselam, Hz. Osman,
Hz. Abdurrahman bin Avf radıyaliahu
anhum ve diğer zatlar gibi.., Bazı
fakirler de vardır ki, onların
fakirliği de onların Allahu Teâlâ'ya
ulaşmasına engel olur. Yoksullukla
birlikte mal sevgisi onları yoldan
sapıtmaktadır. O halde asıl yasak ve
caiz olmayan şey mal sevgisidir,
ister o sevgi, zengin biri gibi mala
kavuşarak olsun isterse dünyacı
fakir gibi ondan ayrılarak olsun
fark etmez. Dünya hakikatte Allah
celle cetaiuhudan gafil olanların
sevgilisidir. Ona aşık olan, yani
dünyacı fakir, ondan mahrumdur. Onu
aramak için ölmektedir. Ona kavuşan
aşık ise (mesela zengin gibi) onu
korumak ve onun lezzetlerini elde
etmekle Allahu Teâlâ'dan gafildir.
Ancak en geçerli kaide şudur ki,
maldan mahrum olan onun pek çok
fitnelerinden korunmuştur. Ona dalan
ve batan ise fitnelere mübtela
olmuştur, işte bundan dolayıdır ki,
Sahâbe-i Kiram radı-yaiiahu anhum
ecmain şöyle buyurmuşlardır: "Biz
yoksulluk fitnesine (imtihanına)
mübtela kılınınca sabrettik
(başarılı olduk). Sonra biz servet
ve zenginlik fitnesine (imtihanına)
mübtela olduk, sabretmedik (yani o
durumdayken maldan ayrı
kalmalıydık. Bunu yapamadık)".
Çoğunlukla insanların durumu
şöyledir: Mal varken onun
zararlarından pek az insan senelerce
sonra korunmuş olarak çıkmaktadır.
Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim ve
hadislerde sık sık ondan sakınmaya
teşvik edilmiş ve ona dalmanın
zararları üzerine uyarı yapılmıştır.
Çünkü ondan sakınmak herkes İçin
faydalıdır. İşte bundan dolayı
alimler şöyle buyurmuşlardır: "Malı
(parayı vs.'yi elde) evirip,
çevirmek, imanın tadını emer
bitirir". Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Her ümmet için taptıkları bir
buzağı vardır. Benim ümmetimin
buzağısı ise altın ve gümüştür (ona
taparcasına davranmaktadır). Hz.
Musa aieyhisseiam kavminin
buzağısı da altın ve gümüşten
yapılmış bir ziynetti'Şu
da Enbiya-i Kiram aleyhimüssselam ve
Evliya-i İzam rahmetuiiahi aleyhime
ait olan bir haslettir ki, onların
gözünde altın, gümüş, su ve taş aynı
derecedir. Bir de ondan sonra sık
sık mücahede yapmaları o yüce
zatların bu hallerini daha da
pekiştirmektedir. Bundan dolayı
dünya kendi süs ve ziynetiyle
Rasûlullah saiiaiia-hu aleyhi
vese/fem'in huzuruna
gelinceRasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ona, "Benden uzak ol"
buyurmuştur.Hz. Ali radıyaliahu anh
şöyle buyurmuştur: "Ey sarı ve beyaz
(altın ve gümüş) Benden başkasını
aldat (ben senin aldatmana kanmam)".
Asıl zenginlik kalbin onlarla
irtibatını kesmektir. Bundan dolayı
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Zenginlik malın çokluğu değildir.
Asıl zenginlik gönül zenginliğidir".
Bunun her şahsa nasip olması zordur.
O halde en emin yol ondan uzak
durmaktır. Çünkü mala kadir olmak
ve ele geçirmek durumunda bile insan
isterse onu sadaka ve hayra harcasın
yine de kalpte ona karşı ünsiyet
meydana gelir. İşte bu öldürücü bir
şeydir. Çünkü ona karşı ne kadar
alışkanlık olursa o kadar Allahu
Teâlâ'dan uzaklaşılmış olur.
Yokluktan dolayı mala karşı yakınlık
azalınca o kişi müslüman ise
şüphesiz ki Allahu Teâlâ'ya
bağlanmış olur. Çünkü kalp boş
kalamaz mutlaka bir şeylere
bağlanır. O halde kalp Allah'ın
gaynsından koparsa yalnızca Allah'a
bağlanacaktır.Zengin insan çoğu
zaman şöyle aldanır; O kendisinin
mala karşı sevgisinin olmadığını
zanneder. Ancak bu büyük bir hata ve
sadece bir aldatmacadır. Hakikat
şudur ki; onun kalbinde mal sevgisi,
onun hissetmeyeceği bir şekilde
yerleşmiştir. Mal zayi olduğu veya
çalındığı zaman onu hisseder. Kim
bunu denemek İsterse kendi malını
(muhtaçlara) taksim ederek denesin.
Eğer nalın uzaklaşmasından dolayı
kalbi mala yöneliyorsa, kalpte mal
sevgisinin olduğu bilinmiş olur.
Eğer malın hayali bile kalbe
gelmezse o zaman mal sevgisinin
olmadığı bilinir. Dünya sevgisi ne
kadar az olursa kişinin
ibadetlerinin sevabı o kadar çok
olur. Çünkü ibadetler ve
tesbihatlarda sadece dilin hareketi
asıl maksat değildir. Bilakis
bunlardan maksat kalbe tesirdir.
Kalp ne kadar boş olursa ona yapılan
tesir o kadar kuvvetli olur.Dahhak
rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Bir
kimse pazara gider, bir şey görür ve
onu almaya rağbet eder. Ancak
yokluktan dolayı ona sabrederse, bu
onun Allah yolunda bin altın
harcamasından daha efdaldir". Bir
şahıs Hz. Bişr bin Haris
rah-metuiiabi aieytie, "Bana dua
ediniz. Çoluk çocuk fazla, bundan
dolayı masraflarda darlık çekiyorum"
dedi, Bişr rahmetuliahi aleyh
buyurdu ki: "Sana hanımın un yok
derse (ve sen bundan dolayı
sıkıntıya düşersen) o vakit Allah'a
dua et. Senin o vakitteki duan benim
duamdan daha efdaldir" buyurdu. Buna
ilave olarak malın çokluğundan
dolayı kıyamet günü hesabın uzun
olması kesindir. Bundan dolayıdır
ki Hz. Abdurrahman bin Avf
radtyaliahu anh'\n Cennet'e girmesi
gecikmiştir. Bu konuda Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ın irşadı
daha önce geçmiştir. Aynı sebepten
dolayı Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh
şöyle buyurmuştur: "Benim, mescidin
kapısının yanına bir dükkanım olsa.
Bundan dolayı her cemaate vaktinde
yetişsem ve zikir ve tesbihatla
meşgul olsam, dükkandan günlük 50
altın kazansam ve sadaka olarak
versem yine de bunu istemem". Biri,
"Bunda ne kötülük var ki?" diye
sorduğunda, o, "Hesabı uzun
olacaktır" buyurdu. Hz. Süfyan
rahmetuliahi aleyh buyurdu ki:
"Fakirler üç şeyi beğenmişler,
zenginlerde üç şeyi beğenmişlerdir.
Fakirler nefs rahatlığı, kalp
rahatlığı ve hesabın hafifliğini
beğenmişlerdir. Zenginler ise nefis
sıkıntısı, kalp meşguliyeti ve
hesabın uzun olmasını
beğenmişlerdir".Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiemin şöyle
bir meşhur hadisi vardır: "Kişi
(kıyamet günü) sevdiğiyle beraber
olacaktır". Sahâbe-i Kiram
radıyaitahu anhum ecmain İslam'dan
sonra bu söze sevindikleri kadar
başka hiç bir şeye sevinmemişlerdi.
Çünkü onların Allahu Teâlâ'ya ve
O'nun Rasûlü saiiaiiahu aleyhi
veseiieme olan sevgileri dillere
destan ve aydan daha parlaktı.
Öyleyse onlar neden sevinmesinler
ki?. Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu
anh şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ
kime Kendi sevgisini biraz
tattırırsa, o kişi dünya talebinden
vazgeçer ve insanlardan çekinmeye ve
uzaklaşmaya başlar". Ebû Süleyman
Dârânî rahmetuliahi aleyh buyuruyor
ki; "Allahu Teâlâ'nın öyle
yaratıkları vardır ki, Cennet bütün
nimetleri ve daimi rahatlığına
rağmen onları kendine çekememiştir.
Onlar sadece Allah'a bağlıdırlar.
Böyle insanları dünya kendisine
nasıl çekebilir?". Hz. Isa
aieyhisseiam bir topluluğun yanına
uğradı. Onların bedenleri zayıf,
yüzleri ise sararmıştı. Hz. İsa
aieyhisseiam, "Size ne oldu?"
buyurdu. Onlar, "Cehennem korkusu
bizi bu hale soktu" dediler. Hz. İsa
aieyhisseiam buyurdu ki: "Allahu
Teâlâ'nın (lütfundandır ki,)
Cehennem'den korkan kimseyi
Cehennem'den korumak O'nun
zimmetindedir". Hz. İsa aieyhisseiam
ileri gidince birkaç adamla daha
karşılaştı. Onların durumu
öncekilerden daha ağırdı. Çok
zayıftılar ve yüzlerinde çok fazla
perişanlık vardı.Hz. İsa
aieyhisseiam, "Size ne oldu?"
buyurdu. Onlar, "Cennet arzusu (ve
aşkı) bizi bu hale soktu" dediler.
Hz. İsa ala nebiyyina ve
aleyhissalatü vesselam buyurdu ki:
"Siz Allah'tan neyi ümid
ediyorsanız, onu vermek allahu
Teâlâ'nın zimmetindedir". İleri
yürüyünce bir başka toplulukla
karşılaştı. Bunlar ikinci
topluluktan daha zayıf ve belleri
bükülmüştü. Ancak onların yüzlerinin
nuru ayna gibi parlıyordu. Hz. İsa
aieyhisseiam onlara da aynı şeyi
sordu. Onlar, "Allah aşkı bizi bu
hale soktu" dediler. Hz. İsa
aieyhisseiam (üç defa), "Ancak
sizler mukarrebsiniz, ancak sizler
mu-karrebsiniz, ancak sizler
mukarrebsiniz" buyurdu. Yahya bin
Muaz rahmetuliahi aleyh diyor ki"
"Hardal tanesi kadar olan Allah
sevgisi bana, sevgisiz yapılan 70
senelik ibadetten daha sevimlidir".
9) Hz.
Ebû Hureyre radıyaiiahu anft'dan
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Yaşlı
insanın kalbi iki şey hususunda
devamlı genç kalır. Birincisi dünya
sevgisi, ikincisi uzun boylu arzular
ve ümidlerdir". (Müttefekun
aleyh, Mişkât)
İZAH: Birinci
hadisin açıklamasında bu konu geniş
olarak geçmiştir. Şöyle ki; Kur'an-ı
Kerim'de ve hadislerde ve diğer
kaynaklarda sık sık kötülenen asıl
dünya, mal sevgisidir. Bu hadisi
şerifte ise Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bu mevzuya ait özel
bir şeye dikkat çekmiştir. Tecrübe
ile de bunun doğruluğu tesbit
edilmiştir.Yani ihtiyarlıkta dünya
sevgisi ve uzun uzun emeller çok
fazla artmaktadır. Yaşlılık
bakımından ölüm zamanı ne kadar
yaklaşırsa o ölçüde çocukları
evlendirme arzusu, güzel güzel evler
inşa etme heyecanı, arazileri
arttırma cezbesi ve diğer emeller
gitgide artar. Bundan dolayı insan
özelikle kendi nefsini gözetmesi
lazımdır.
Bir
başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur
"İnsan yaşlandıkça onda iki şey
gençlesin Birincisi mal hırsı,
ikincisi uzun ömürlü"ol-ma hırsı", Uzun
ömürlü olma hırsı da aynen ümidlerin
uzun olması demektir. Çünkü kişi
ölüme yaklaştıkça ölüme hazırlanmak
yerine dünyada devamlı kalma
hazırlığı ile uğraşır. Bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bunu misalle
anlatmak için bir dörtgen şekli
çizdi. Onun ortasına bir çizgi
çekti. Bu çizginin ucu dörtgeni
aşarak ileri çıktı. Sonra o
dörtgenin içine küçük küçük
çizgiler çizdi. Alimler bu şekli
çeşitli biçimlerde çizmişlerdir.
Yandaki şekilde onlardan biri olup
Rasûlullah
saiiaiia-hualeyhiveseiiemın çizdiği
şekli ifade etmektedir. Sonra
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Bu ortadaki
çizgi insandır. Onun etrafını
çeviren (dörtgen) çizgi onun
ölümüdür. İnsan ondan dışarı
çıkamaz. Dörtgenin dışına çıkmış
olan çizgi ise onun ümitleridir ki,
kendi ömründen daha ileri ümidini
bağlayıp oturmuştur. İki tarafındaki
şu küçük çizgiler ona yönelmiş olan
hastalıklar, musibetler vs.dir. Her
küçük çizgi bir afettir. Birinden
kurtulsa diğeri ona musallat olur.
Ölümün içinde mahsur kalmıştır.
Çünkü ölüm onu dört tarafından
kuşatmıştır. Ancak ümit çizgisi
ölümden de öteye çıkmıştır".Bir
başka hadiste şöyle geçmektedir:
Rasûlullah saiiatiahu aleyhi mübarek
elini, mübarek başının arkasına
koyarak, "İşte bu her an insanın
başının üzerinde duran ölümdür"
buyurdu. Diğer elini ileriye doğru
uzattı ve "Bu da insanın uzaklara
doğru giden ümidleridir" buyurdu.
Diğer bir hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle
buyurmuştur; "Bu ümmetin hayrının
başlangıcı ahire-te yakîni ve
dünyadan yüz çevirmesiyle olmuştur.
Fesad ve bozulmasının başlangıcı da
malda cimrilik ve uzun emellerle
olmuştur. Bir
başka hadiste Rasû-luilah saitaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmetin ilk kısmı Allah'a
yakî-nen iman etmek ve dünyadan yüz
çevirmekle necat bulmuştur. Bu
ümmetin son kısmının helaki,
cimrilik ve uzun emellerinden dolayı
olacaktır". Yine
bir hadiste Rasûlullah saiiatiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu:
"Yakında öyle bir zaman gelecek ki,
insanlar sofraya oturan kişilerin
diğerlerini yemeğe buyur ettikleri
gibi siz (müslü-manları) yemek için
birbirlerini çağıracaklardır". {Yani
her kavim, "Şu müslümanlan önce siz
bir şekilde yok ediniz" diye
diğerini teşvik edip davet
edecektir). Sahâbe-i Kiram, "Ya
Rasûlallah o vakit bizim sayımız çok
az mı olacak (ki kafirler bu yüzden
bu cüreti gösterecekler)?" deyince
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem, "Hayır. O zaman sizin
sayınız çok olacaktır. Ancak siz o
vakit sel köpükleri gibi (tamamen
cansız) olacaksınız. Düşmanların
kalbinden sizin korkunuz gidecektir.
Sizin kalplerinizde vehn meydana
gelecektir" buyurdu. Sahabeler, "Ya
Rasûlailah vehn nedir?" deyince
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Dünya sevgisi ve ölüm
korkusu" buyurdu.Hz.
Ömer radıyaliahu anh'm kızı Ümmü
Velid radıyaiiahu anha diyor ki: Bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem akşam vakti evinden
dışarı çıktı ve "Siz utanmıyor
musunuz?" buyurdu. Sahabeler, "Ya
Rasûlallah! Ne oldu?" dediler.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Yemeyeceğiniz
kadar mal topluyorsunuz. İçinde
oturmadığınız evler yapıyorsunuz.
Yerine getiremeyeceğiniz ümidler
besliyorsunuz. Siz bunlardan dolayı
utanmıyor musunuz? Yani
ihtiyaçtan fazla evler
yapıyorsunuz, halbuki ihtiyaç kadar
ev yapılmalıdır. Aynı şekilde
ihtiyacınızdan fazla mal
biriktiriyorsunuz. Halbuki o
biriktirmek için değil ancak Allah
yolunda sarfetmek içindir.Hz. Aişe
radıyaliahu anha buyuruyor ki:
Rasûlullah sallaliahu aleyhi
veseiiem bir defasında minbere
oturdu ve "Ey insanlar Allah'tan
hakkıyla haya edin" buyurdu.
Sahabeler, "Ya Rasûiallah! Biz
Allah'tan zaten haya ediyoruz"
dediler. Rasûlullah
sallaliahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Sizden kim Allahu Teâlâ'dan
haya ederse, ölüm onun gözü önünde
olmadan üzerinden hiç bir gece
geçmemelidir. Karnını ve karnının
kuşattığı her şeyi korumalıdır.
Başını ve başın içine aldığı şeyleri
korumalıdır. Ve o ölümü ve çürümüş
halini hatırlamalıdır. (Çünkü bu
beden ölümden sonra tamamen dağılıp
toprak olacaktır) ve bir de dünya
ziynetini terk etmelidir". Alimler
şöyle yazmışlardır: Başın korunması
demek, Allah'tan başka kimsenin
önünde (ne ibadet ne de saygı için)
eğilmemektir. Hatta eğilerek selam
bile vermemelidir. Başın içine
aldığı şey/erden maksat göz, kulak
ve dildir. Bütün bunlar başa
dahildir. Onların hepsi
korunmalıdır. Aynı şekilde karnı
Korumanın manası şudur: Onu şüpheli
maldan korumalıdır. Karnın kuşattığı
şey/erden maksat, karına yakın olan
şeylerdir. Mesela tenasül uzvu,
eller, ayaklar ve kalptir ki bütün
bunları korumalıdır. İmam Nevevİ
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bu
hadisi bol bol okumak müstehabtır".
Hz.
Abdullah İbni Mes'ud radıyaliahu anh
diyor ki: Rasûlullah sallaliahu
aleyhi veseiiem bir defasında,
"Allahu Teâlâ'dan hakkıyla haya
edin" buyurdu. Bizler "Ya
Rasûlallah! Allah'a şükür. Biz
hepimiz Allahu Teâlâ'dan haya
ediyoruz" dedik. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem, "Hayır
bu basit bir haya değildir. Aksine
Allah'tan hakkıyla haya etmek
şudur: insan başını ve başının
kuşattığı şeyleri korumalıdır.
Karnını ve karnının kuşattığı
şeyleri (tenasül uzvunu ve
diğerlerini) korumalıdır. Ölümü bol
bol anmalıdır. Vücudunun dağılmasını
(ölümden sonra kırılıp dökülerek
toprak olacağını) hatırlamalıdır.
Kim ahireti murad ederse, o dünya
ziynetini terk eder" Çünkü
ölümü bol bol anmanın dünyadan yüz
çevirme ve ümitleri kısaltma
hususunda çok büyük etkisi vardır.
Bundan dolayıdır ki Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem ölümü bol
bol anmayı emretmiştir. Bir adam
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseliem'm yanına geldi ve "Ya
Rasûlallah! en büyük zahid kimdir?"
dedi. Rasûlullah saiiaiiahu .aleyhi
veseilem, "Ölümü ve öldükten sonra
çürüyüp eskiyeceğini unutmayan,
dünyâ ziynetlerini terk eden,
ahireti dünyaya tercih eden, yarın
hayatta kalacağına kesin olarak
inanmayan ve kendini ölmüşlerden
sayan kimsedir" buyurdu. Çünkü
o, "Yakında ölüp onlara katılacağım
" diye düşünür.Hz. EbÛ Hureyre
radıyaliahu anh Rasûlullah
sallaliahu aleyhi veseilem'İn Şöyle
bu-yurduğunu nakletmektedir:
"Lezzetleri kesen şeyi (yani ölümü)
çok hatırlayın. Kim onu darlık
zamanında hatırlarsa bu ona bolluk
ve kolaylığın gelmesine sebep olur
(ölüm mutlaka gelecektir. Onunla
bütün acılar bitecektir diye insan
mutmain olur). Kim onu bolluk içinde
anarsa, onun masraflarının
kısılmasına sebep olur (çünkü ölüm
düşüncesinden dolayı gönül fazla
zevkü sefayı istemez)". Hz. İbni
Ömer radıyaiiahu anhuma da
Rasûlullah sallaliahu aleyhi
vese/tem'in şöyle buyurduğunu
nak-letmiştir: "Lezzetleri kesen
şeyi, yani ölümü çok hatırlayınız".
Hz. Enes radıyaliahuanh diyor ki:
"Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem teşrif buyurdular. O
esnada Sahâbe-i Kiram gülüyorlardı.
Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Lezzetleri kesen şeyi
çok hatırlayın. Kim onu bollukta
hatırlarsa ona darlık yapar. Kim de
darlıkta hatırlarsa ona bolluk
gösterir" buyurdu. Hz. Ebû Saîd
Hudrî radıyailahu anh buyuruyor ki:
"Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem mescide geldi. Bazı
Sahabelerin gülmekten dolayı dişleri
görünüyordu. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Eğer
siz lezzetleri kesen ölümü çokça
hatırlasaydınız o sizi güldüğünüz
şeylerden alıkoyandı. Her şahsın
kabri her gün şöyle ilan
etmektedir; <Ben tam bir yalnızlık
eviyim. Ben herkesten ayrı yaşama
eviyim. Ben böceklerin eviyim>. İyi
amel eden bir mü'min defnedilince
kabir ona, <Senin gelişin mübarek
olsun. Senin gelmene çok sevindim.
Benim üzerimde yürüyen bütün
insanlar arasında en çok seni
seviyordum. Bugün sen benim elime
geldin. Benim sana nasıl
davranacağımı göreceksin>
diyecektir. Ondan sonra kabir ölünün
görebileceği yere kadar
genişleyecek ve yeryüzü açılacaktır.
Cennet tarafından doğru bir pencere
açılacak (oradan Cennet'in güzel
kokuları havası vs. gelecektir).
Ameli kötü olan veya kafir olan biri
defnedilince kabir ona, <Senin
gelişin iyi olmadı. Senin gelmenle
asabım çok bozuldu. Sırtımda gezen
insanlar arasında en çok senden
hoşlanmıyordum. Bugün sen benim
elime geçtin. Öyleyse ben sana
nasıl davranacağımı göstereceğim>
der ve kabir öyle daralır (onu öyle
sıkar) ki ölünün kemikleri ve
kaburgaları birbirine geçer". Bu
sırada Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseitem bir elinin parmaklarını
diğer elinin parmaklarına geçirerek,
"İşte bu şekilde kemikjer ve
kaburgalar birbirine geçecektir. 70
ejderha onu sokmaya başlayacaktır.
Onlar o kadar zehirlidir ki,
onlardan biri eğer yeryüzüne üflese
kıyamete kadar yeryüzünde yeşillik
bitmez. Bunların hepsi kıyamete
kadar onu ısıracaklardır" buyurdu.
Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki; "Kabir
ya Cennet bahçelerinden bir bahçe ya
da Cehennem çukurlarından-bir
çukurdur".Hz. Ibni Ömer radıyaiiahu
anhuma buyurdu ki: "Bir adam
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiemG, "Ya Rasûlallah! En akıllı
ve en zeki insan kimdir?" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Ölümü sık sık hatırlayan
ve her an ölüme hazırlıklı olan
kimsedir, işte bu insanlar dünyanın
şerefi ve ahiretin ikramını
kazananlardır" Hz.
Ömer bin Abdulaziz rahmetuiiahi
aleyh bir defasında bir cenazeye
katılıp kabristana yürüdü. Oraya
varınca ayrı bir yere oturup bir
şeyler düşünmeye başladı. Biri ona,
"Ey Emir-ül Mü'minin! Siz cenazenin
velisiydiniz. Bir kenara oturdunuz"
dedi. O, "Evet bir kabir bana
seslenerek şöyle dedi; <Ey Ömer bin
Abdulaziz! Bana gelenlere ne
yaptığımı sormuyorsun?> dedi. Ben,
<Peki söyle> dedim. Kabir, <Onun
kefenini yırtıyorum. Bedenini parça
parça ediyorum. Bütün kanını
emiyorum. Etini yiyorum. İnsanın
eklemlerine ne yaptığımı da haber
vereyim mi? Omuzunu pazusundan
ayırırım. Pazusunu dirseğinden
ayırırım. Kalçalarını bedeninden
ayırırım. Kalçalarını uyluğundan
ayırırım. Uyluğunu dizlerinden
ayırırım. Dizlerini baldırından
ayırırım. Baldırını da ayaklarından
ayırırım> dedi"buyurdu. Bunları
söylerken Ömer İbni Abdulaziz
rahmetuiiahi aleyh ağlamaya başladı
ve şöyle buyurdu:Dünyada kalış
azdır. Onun aldatması ise çoktur.
Burada aziz olan ahi-rette zelildir.
Burada zengin olan ahirette
fakirdir. Dünyanın genci çok çabuk
yaşlanacaktır. Onun yaşayanı çok
çabuk ölecektir. Onun size yönelmesi
sizi aldatmasın. Halbuki siz onun ne
çabuk yüz çevirdiğini görüyorsunuz.
Ahmak ise onun aldatmasına
kapılandır. Nerede o büyük büyük
şehirler kuran, büyük büyük
nehirler akıtan, büyük büyük bağlar
yetiştiren dünya aşıkları. Çok az
bir süre kalıp her şeyi bırakıp
gittiler. Sıhhat ve sağlıklarının
çok iyi olmasından dolayı onlarda
keyif ve şenlik meydana gelmişti. Bu
yüzden günahlara mübtela oldular.
Allah'a yemin olsun ki onlar dünyada
mallarının çokluğundan dolayı
imrenilmeye layıktılar. Mal
kazanmakta kendilerinin önüne
engeller çıkmasına rağmen yine de
çok iyi kazanıyorlardı. Onlara
insanlar hased ediyorlardı. Fakat
onlar itminan içinde mal
biriktiriyorlardı. Mal biriktirme
uğrunda her çeşit sıkıntıya seve
seve katlanıyorlardı. Ancak şimdi
bakın toprak onların bedenlerini ne
hale soktu. Toprak onların
vücudlarını ne yaptı. Böcekler
onların eklemlerini ve kemiklerini
ne duruma getirdi. O insanlar yüksek
yüksek, tül kafesli yataklarda,
yüksek yüksek yaygılarda, yumuşak
yumuşak döşeklerde görevliler ve
hizmetçiler arasında dinlenirlerdi.
Yakınlar, hısımlar, akrabalar ve
komşular her zaman gönül almaya ve
teselli etmeye hazır beklerdi. Ancak
şimdi ne oluyor? Onlara seslen ve
sor ki; "Başlarına ne geliyor?"
Fakir ve zengin aynı meydanda
yatmış duruyor. Onların zenginlerine
sorun ki; "Malları ne işe yaradı?"
Onların fakirlerine sorun ki;
"Fakirlik onlara ne zarar verdi?"
Onların çok nâmeli sesler çıkaran
ve nazlanarak konuşan dillerinin
halini sor. Her tarafa bakan
gözlerine bak. Onların yusyumuşak
ciltlerinin halini sor. Onların
güzel ve gönül alan yüzlerinin
halini sor. Ne oldu onların nazik
bedenlerine? Öğren bakalım
nereye-gitti onlar? Böcekler onların
hepsini ne hale soktular. Onların
renklerini kapkara yaptılar. Onların
etlerini yediler. Onların ağızlarına
toprak koydular. Azaları birbirinden
ayırdılar, eklem yerlerini
parçaladılar.Ah! Nerede o, "Buyurun
efendim" diyen hizmetçiler? Nerede
dinlendikleri odalar ve çadırlar?
Nerede onların mal ve hazineleri?
Onları dizerek ve katlayarak
koyarlardı. Hizmetçi ve memurları
ona kabrindeyken yemek için bir azık
bile vermediler. Kabrine onun için
bir yatak sermediler. Bir yastık
dahi koymadılar. Onu sadece toprağa
koydular. Bir ağaç ve çiçek bile
dikmediler. Ah! Şimdi o tamamen
yalnız bir halde karanlıkta duruyor.
Onun için artık gece ve gündüz
eşittir. Dostlarıyla görüşemez.
Kimseyi yanına çağıramaz. Nice nazik
bedenli erkek ve nice nazik bedenli
kadınların bugün bedenleri
çürümüştür. Onların azaları
birbirinden ayrılmıştır. Gözlen
dışarı çıkıp yüzüne düşmüştür. Boynu
ayrılmış, ağzına su, iltihap vs.
dolmuş ve bütün vücutta böcekler
gezmeye başlamıştır. Onlar bu halde
yatmakta iken onların eşleri ikinci
evliliklerini yapmışlar, zevklerine
bakmaktadırlar. Çocuklar evlere el
koymuşlar, varisler malı taksim
etmişlerdir.Ancak bazı bahtiyar
kimseler vardır ki, onlar
kabirlerinde de lezzetler
içindedirler. Taptaze yüzleriyle
orada istirahat etmekte ve
dinlemektedirler (Tabi bu insanlar
bu aldatıcı dünya evindeyken, o
kabir evini hatırlayan, oranın
ümidini buranın ümidinden önde
tutan, kendileri için azık
hazırlayan ve oraya ulaşmadan önce
götüreceği eşyaları hazırlayan
kimselerdir).Ey yarın mutlaka kabre
gidecek olan kimse! Sen şu bedbaht
dünyanın seninle beraber kalacağını
mı ümid ediyorsun? Sen şu göç evinde
devamlı kalacağını mı ümid
ediyorsun? Senin bu geniş evin senin
bahçelerindeki olgunlaşmış
meyvelerin, senin yumuşak
yatakların, senin yazlık ve kışlık
elbiselerin, bunların hepsi bir
anda geriye kalacaklardır. Melek-ül
Mevt (ölüm meleği) gelip musallat
olduğunda onu hiçbir şey
uzaklaştıramayacaktır. Senden ter
üzerine ter gelmeye başlayacaktır.
Susuzluğun şiddeti artacaktır. Can
vermenin şiddetinden dolayı bir
yandan bir yana döneceksin. Ey şahıs
sana yüzlerce defa yazıklar olsun
ki, sen bugün ölmekte olan
kardeşinin gözlerini kapatıyorsun.
Oğiunun gözlerini kapatıyorsun.
Babanın gözlerini kapatıyorsun,
onlardan kimisini yıkıyor, kimisini
kefenliyorsun, kimini kabir çukuruna
koyuyorsun. Yarın bunların hepsi
senin başına da gelecektir.Buna
benzer daha bir çok söz söyledi ve
sonra şu şiiri okudu:İnsan sevinir
pek yakında yok olacak şeylere Dalar
uzunca ümitler ve dünyalık emellere
Ey akılsız! Aldamlmaz rüyadaki
lezzetlereBütün günün gaflette,
bütün gecen uykuda geçmekte Ve
nihayet ölüm senin başın üzerine
binmekte Bugün yapmaktasın yarın
üzüleceğin işi Dünyada ki
hayvanlarda senin gibi hayat
sürmekteDenilir ki bu olaydan sonra
henüz bir hafta geçmemişti ki Hz.
Ömer bin Abdulaziz rahmetullahi
aleyh vefat etti.Allah
ondan razı olsun ve onu Kendinden
razı etsin
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Dört şey
bedbahtlık alâmetidir; 1-Gözlerin
kuruluğu (yani kişinin günahına ve
ahiretin herhangi bir haline
ağlamaması), 2-Kalbin katılığı,
3-Emellerin uzunluğu, 4-Dünya
hırsı". Hz. Ebû Said Hudri
radıyaiiahu anh buyurdu ki: Hz.
Üsame radıyaiiahu anh ödünç olarak
bir cariye satın aldı. Parasını
ödemek için bir aylık vade yaptı.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
ve-seiiem bunu öğrenince şöyle
buyurdu: "Ne acayip bir şeydir ki,
Üsame bir aylık vade ile borçlanarak
satın almış. Üsame de (kendi
hayatına) çok uzun bir ümid besliyor
(sanki o, mutlaka bir ay
yaşayacağına kesin olarak inanmış).
Canım kudret elinde olan Zât'a yemin
olsun ki, ben göz kapağımı açıp
kapayınca kadar bile yaşayacağıma
kesin olarak inanmam. Ben su içmek
için bardağı kaldırınca onu tutacak
kadar yaşayacağıma kesin olarak
inanmam. Herhangi bir lokma yediğim
zaman onu ölümden önce yutacağıma
kesinlikle inanmam. Canım kudret
elinde olan Zât'a yemin olsun ki
size vaad edilen şeyler (ölüm,
kıyamet, he-sab vs.) hepsi mutlaka
gelecektir. Sizler Allahu Teâlâ'yı
aciz bırakamazsınız (yani O'nun
olmasını dilediği bir işe herhangi
bir kimse engel olamaz)".Hz.
Abdullah bin Amr radıyaiiahu anhuma
buyuruyor ki: Bir defasında
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem benim omuzumdan tutarak,
"Dünyada bir misafir
ve yolda yürüyen biri gibi ol. Her
an kendini kabristandakiler arasında
bil" buyurduktan sonra şöyle dedi:
"Ey İbni Ömer! Sabah
olunca akşama kadar yaşayacağını
inanma. Akşam olunca sabaha kadar
yaşayacağına ümid etme. Sıhhatli
iken hastalık zamanın için amel
yap. (Tâ ki hastalık zamanında
olacak olan eksiklikler önceden
telafi edilsin. Veya sıhhat
zamanında alışkın olduğun amelleri
hastalık yüzünden ya-pamazsan bile
onların sevabını elde edebilirsin).
Ölümün için hayatında iken hazırlık
yap. Yarın kim bilir senin adın ne
olacaktır? (yani hangi insanlardan
sayılacaksın, iyi insanlardan mı
yoksa kötü insanlardan mı?)" Allahu
Teâlâ şöyle buyurdu:
"O
gün insanların bir kısmı bedbaht bir
kısmı da mesuddur". (Hud-105)
Hz.
Muaz radıyaiiahu anh, "Ya
Rasûlallah! Bana biraz nasihat
buyurun" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allahu
Teâlâ'ya sanki O'nu görüyormuş gibi
ve karşındaymış gibi ibadet et.
Kendini her an ölüler listesinde
say. Her taşın ve ağacın yakınında
Allahu Teâlâ'yı zikir et (tâ ki
kıyamet günü o zikre şahitlik
edenler çoğalsın). Senden kötü bir
hareket meydana gelirse, onun
telafisi için herhangi bir iyi amel
yap. Eğer gizli olarak kötülük
yaptıysan onu telafi etmek için
gizli olarak iyi amel yap. Eğer
aşikare bir kötülük yaptıysan onun
tevbe ve telafisini açıkça
yapmalısın". Hz. İbni Mes'ud
radıyaiiahu anh Rasûlullah
saiialiahu aleyhi veseiiem'm şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Kıyamet
yaklaşıyor ama insanlar hırsta ve
Allahu Teâlâ'dan uzaklaşmakta ileri
gitmektedirler".Bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesaiiem dışarı çıktı ve
"Sizden kim Allahu Teâlâ'nın
kendisine öğrenmeden ilim, biri yol
göstermeden hidayet vermesini
ister? Sizden kim Allahu Teâlâ'nın
kendisinin körlüğünü gidermesini ve
(kalp) gözünün açılmasını ister?
Eğer böyle olmasını istiyorsanız
bilin ki, kim dünyaya rağbet etmezse
ve kendi ümitlerini kısa tutarsa,
Allahu Teâlâ ona öğrenmeden ilim
öğretir. Başkası yol göstermeden
kendisini hidayete erdirir Daha
öncede bu rivayet geniş olarak
geçmişti.
Hz.
Cabİr mdıyaiiahu anh, Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem \n şöyle
buyurdu-ğunu nakletmiştir: "Benim
ümmetim hakkında en fazla korktuğum
şey, nefsani arzulara çok düşmek ve
uzun emellerdir. Nefsani arzular
Hak'tan uzaklaştırır. Uzun emeller
ise ahireti unutturur. Bu dünya
yürümekte ve her gün
uzaklaşmaktadır. Ahiret de
yürümekte ve her gün yaklaşmaktadır
(yani ömür her vakit ve her an
azalmaktadır. Ölüm ise her an
yaklaşmaktadır)".
ŞİİR:
Ey
Gafil! Çalar saat sana şöyle nida
eyledi: Boş işler Ömürden bir saat
daha heba eylediEğer saatin sesi
dikkatlice dinlenirse gerçekten
"(Boş işler ömrü) eksiltti,
eksiltti" diye bir ses meydana
gelir. Ondan sonra Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu: "Dünya ve ahiretin bu
dünyada bazı itaatkar evlatları
vardır. Siz mümkün olduğu kadar
dünyanın itaatkar evlatları olmayın
(ahiretin itaatkar evlatları olun).
Bugün amel ve tarlayı ekme günüdür.
Bugün hesab yoktur. Yarın siz ahiret
yurdunda olacaksınız. Orada da amel
yoktur (o gün hasat zamanı ve
mükafat günüdür)" Hz.
Selman Farisi radıyaliahu anh
buyurdu kî: "Üç adam vardır ki
onlara aklıma geldikçe o kadar
hayret ederim ki, gülesim gelir;
1-Dünyaya ümid-,4er bağlayan
kimsedir ki, ölüm onu takip eder.
2-(Allahu Teâlâ'dan) gafil olan
kimsedir ki, (Allahu Teâlâ) ondan
gafil değildir. 3-Ağzını doldurarak
(kahkahayla) gülen kimsedir ki,
Allahu Teâlâ'mn kendisinden razı
olduğundan ya da gazab ettiğinden
habersizdir (halbuki bu meseleyi
fikretmek öyle bir şeydir ki ondan
dolayı hiçbir zaman gülmemek
gerekir). Üç şey de vardır ki, her
zaman beni üzmektedir. Hatta ben
ağlamaktayım; 1-Dostların ayrılığı
(yani Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ve Sahâbe-i Kiram'sn
ayrılığı), 2-Ölüm düşüncesi,
3-Mahşerde Allahu Teâlâ'mn huzuruna
çıkacak olduğumu. Sonra bilmiyorum
ki benim hakkımda Cennet karan mı
verilecek Cehennem kararı mı?"Bir
zat diyor ki: Ben Zürâre bin Evfa
rahmetuiiahi afey/j'i vefatından
sonra rüyamda gördüm ve "En üstün
amel hangisidir?" diye sordum,
buyurdu ki; "Tevekkül etmek ve
ümidleri kısa tutmaktır". Hz. Süfyan
Sevrî rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: "Zühd ümidleri kısa tutmanın
adıdır. Yavan yemek ve cübbe
giymenin adı değildir". Hz. Davud
Tâî rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki:
"Ben bir ay yaşayacağımı ümid etsem
bundan dolayı kendimi büyük mücrim
kabul ederim. Ben hadiselerin
insanları her gün, bazen gece bazen
de gündüz yakalamakta olduğunu
gördüğüm halde bunu nasıl ümit
edebilirim?". Hz. Şakîk Belhî
rahmetuliahi aleyh, üstadı Ebû Hâşim
Rummânî rahmetuiiahi a/ey/î'in
yanına gitti. Şalının köşesine bir
şey bağlıydı. Ebû Hâşim, "Bu nedir?"
dedi. O, "Bir dostum birkaç badem
vermişti. Benim gönlüm istiyor ki,
siz bu akşam onunla iftar edesiniz"
dedi. Ebû Hâşim "Şakîk! Sen geceye
kadar yaşayacağını mı ümid
ediyorsun? (Ben seni böyle bilmezdim
artık) ben seninle asla
konuşmayacağım" dedi, içeri girdi ve
kapıyı kapattı. Kağkâğ bin Hakîm
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben
otuz seneden beri ölüm için her an
hazırım. Eğer o gelirse ben onun
zerre kadar gecikmesini arzu etmem".
Süfyan Sevri rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Ben Küfe mescidinde bir
büyük zat gördüm. O şöyle diyordu;
<Ben otuz seneden beri bu mescidde
her an Ölümü bekliyorum. Eğer o
gelirse, benim kimseye ne diyeceğim
ne de dinleyeceğim bir şey vardır.
Ne benim kimseden alacağım var ne de
kimsenin benden...>" Ebû Muhammed
Zâhid rahmetuliahi aleyh diyor ki:
"Ben bir cenazenin arkasından
yürüyordum. Hz. Dâvûd Tâî
rahmetuiiahi aleyh de benimle
beraberdi. Kabristana varınca o ayrı
bir yere oturdu. Ben de onun yanına
oturdum. O şöyle dedi; <Kim Allah'ın
azab vaîdinden korku-yorsa, onun
için uzun sefer (yani ahiret seferi)
kolaydır. Kimin ümidleri uzun
olursa onun ameli gevşek olur.
Gelecek olan şey (yani ölüm)
yakındır. Kardeşim şu meseleyi anla
ki, hangi şey seni Rabbinden ayırıp
kendisiyle meşgul ederse, o
menhustur (uğursuzdur). Bir şeyi
dinle. Dünyada ne kadar insan varsa
hepsi kabre gidecektir. O vakit
onlar burada bıraktıkları şeye
pişman olacaklardır. İleriye
gönderdiklerine de sevineceklerdir.
Bu ölen kişi hangi şeye pişman
olursa o şey üzerine, geride kalan
(varisler) döğüşüp kavga ederler ve
birbirinin aleyhine dâvalar
açarlar".1 Fakih Ebûlleys Semerkandi
rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:
"Kim ümidlerini kısa tutarsa, Allahu
Teâlâ ona 4 çeşit ikramda bulunur; -Kendine
itaat etmesi için ona kuvvet verir.
O senin yakında ölümün geleceğine
kesin olarak inandığından amel
yapmak için çok gayret eder ve hoşa
gitmeyen hallerden etkilenmez,
2-Sıkın-tısı azalır, 3-Az miktardaki
rızka razı olur, 4-Allah onun
kalbini nurlandırır".Alimler
diyorlar ki: "Kalbin nuru dört
şeyden meydana gelir. 1-Mideyi boş
tutmakla, 2-lyi insanlarla beraber
kalmakla, 3-Geçmiş günahları
hatırlamakla (ve onlara pişman
olmakla), 4-Ümidleri kısa tutmakla".
Kimin ümidleri uzun olursa Allahu
Teâlâ onu dört türlü azaba mübtela
kılar; 1-İbadette gevşeklik meydana
gelir, 2-Aşırı dünya derdi başına
biner, 3-Her an mal biriktirmek ve
çoğaltmak fikri kendisine musallat
olur, 4-Kalp katılaşır. Alimler
kalbin katılığı dört şeyden meydana
gelir diye yazmışlardır; 1-Mideyi
çok doldurmakla, 2-Kötü arkadaşlık
kurmakla, 3-Günahlannı
hatırlamamakla, 4-Ümidlerin uzun
olmasıyla.Öyleyse insan asla uzun
boylu ümidlere kapılmamalıdır. Her
an şunu düşünmelidir ki, kim bilir
hangi nefes hayatın son nefesi
olacak (hangi vakit kalbin hareketi
sona erecektir?).Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem, Hz. Aişe
radıyaliahu anha'ya şöyle buyurdu:
"Eğer sen (kıyamet günü) benimle
beraber kalmak istiyorsan, bineğine
binmiş giderken bir yerde birazcık
mola veren bir yolcu gibi ol.
Zenginlerin yanına oturmaktan sakın.
Elbiseyi yamayana kadar işe yaramaz
diye atma". Ebû Osman Nehdî rahmetullahi
aleyh diyor ki: "Ben Hz. Ömer
radıyallahu anh'm gömleğinde on iki yamalık
olduğu halde onun minber üzerinde
hutbe okuduğunu gördüm".
10) Sehl
bin Sa'd radıyailahu anh diyor ki:
Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesetlem'e gelerek; "Ya
Rasûlallah! Bana öyle bir amel söyle
ki, onu yaptığım zaman hem Allah
beni sevsin hem de insanlar beni
sevsin" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu:
"Dünyaya rağbet etme ki, Allah seni
sevsin. İnsanların yanında bulunan
(mal vs.ye) rağbet etme ki, insanlar
da seni sevsin".
(Timizi, IbniMace,
İZAH: Dünyaya
rağbet etmemekten dolayı Allahu
Teâlâ'nın sevgisi, ahirette izzet ve
ikram vs, gibi konular önceki
rivayetlerde sık sık geçmiştir.
Hadiste geçen ikinci konu insanların
mallarına göz dikilmemesidir. Zira
bundan dolayı onların kalbinde
sevgi oluşur. Bu çok tecrübe edilen
bir şeydir. Herkes, her an bunu
tecrübe etmektedir. Çünkü aradaki
ilişkiler ne kadar güzel olursa
olsun herhangi bir şey isteme söz
konusu olunca bütün ilişkiler ve
bağlılıklar sona ermektedir.Hz.
Cebrail aieyNsseiam bir defasında
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm yanına geldi ve şöyle
dedi: "Ey Muhammedi Sen ne kadar
yaşarsan yaşa ölüm mutlaka
gelecektir. Ne amel yaparsan yap
(iyi veya kötü) onun karşılığını
göreceksin. Dünyada kiminle bir
araya gelirsen gel, bir gün ondan
(ya onun ölmesiyle ya da kendi
ölümünle ayrılacaksın). Şunu İyi bil
ki, insanın şerefi (büyüklüğü)
teheccüd namazıdır. Kişinin izzeti
de insanlardan istiğnadır {onlara
tenezzül etmeyip tok gözlü olmaktır)Yani
insanın izzeti insanların eşyasında
gözü olmadığı müddet-çedir.
Başkalarının malına gözü
dikildiğinde bütün izzeti yerle bir
olur.Hz. Urve rahmetullahi aleyh
buyuruyor ki: Sizden bir kimse
dünyanın ziynetini ve yaldızını
görünce (ve hoşuna gidince), evine
giderek ev halkını namazla meşgul
etsin. Çünkü Allahu Teâlâ kendi
Peygamberi saiiaiiahu aleyhi
veseiiem e şöyle buyurmuştur;
Ey
Muhammedi Bir kısım kafirlere
kendilerini imtihan etmek için dünya
hayatının süsü olarak verdiğimiz
şeylere göz dikme. Rabbinin
(ahirette vereceği) rızık daha
hayırlı ve daha süreklidir. / Ailene
namazı emret. Sen de ona devam
eyle... (Tâ
hâ-131,132)
Başka
bir yerde Allahu Teâlâ şöyle
buyuruyor:
"İnsanlardan bir kısmına verdiğimiz
çeşitli nimetlere (süs ve ziynete)
göz dikme"
(Hicr-267)
Bu
ayeti kerimenin tefsiri hakkında Hz.
Süfyan bin Uyeyne rahmetullahi aleyh
buyuruyor ki: "Allahu Teâlâ kime
Kur'an-ı Kerim nimetini bahşederde o
buna rağmen dünyalık herhangi bir
şeye göz dikerse, o Kur'an'ı çok az
anlamış (yani onun kadrini
bilememiş) olur".İmam Gazali
rahmetullahi aleyh buyuruyor ki:
"Fakirlik çok güzel bir şeydir.
Ancak böyle bir kişinin kanaatkar
olması lazımdır. İnsanların yanında
bulunan mallara göz dikmemelidir.
Onlara hiç iltifat etmemelidir. Mal
kazanma hırsı olmamalıdır. Bütün
bunların olabilmesi insanın kendi
masraflarını son derece azaltmasına
bağlıdır. Kişi yemek, elbise ve
mesken konusunda en azıyla ve
mecburiyet derecesiyle
yetinmelidir. En kalitesiz olan
şeylere kanaat etmelidir. Eğer bir
şeye ihtiyaç hissedilirse, bir aylık
ihtiyacın karşılanması düşünülmeli
ondan öte hiçbir şeye zihnini ve
düşüncesini vermemelidir. Eğer ondan
ötesini düşünmeye başlarsa kanaat
izzetinden mahrum olup hırs ve aç
gözlülük zilletine kapılacaktır. Bu
yüzden kötü alışkanlıklar doğacak ve
fena şeyleri tercih etmek
gerekecektir. Zira insan, fıtratı
icâbı haristir.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Eğer insanın
iki vadi altını olsa yinede o
üçüncüsünü düşünmeye başlar". Hz.
Ebû Musa Eşari radıyailahu anh
buyuruyor ki: Beraat sûresi kadar
büyük bir sûre nazil olmuştu. Sonra
o nesh olundu. Onda geçen şu ifade
hatırımdadır; "Allahu Teâlâ dinden
hiçbir payı olmayan (fasık ve
kafir) insanlarla da dinine yardım
eder. Eğer insanın iki vadi dolusu
malı olsa üçüncüsünü temenni eder.
İnsanın karnını (kabir) toprağı
doldurur. Şüphesiz bir kimse tevbe
ederse Allahu Teâlâ tevbeyi kabul
eder".
Yine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "İki
hırslı insanın asla karnı doymaz.
Birincisi, ilme karşı hırslı olan
(ilmin tadını alan kimsedir. Onun
kalbi hiçbir zaman ilme doymaz).
İkincisi, mala karşı hırslı olan
kimsedir". İnsanın fıtratında bu
tehlikeli şeyin bulunmasından dolayı
Allahu Teâlâ ve Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem kanaat ve
tok gözlülüğü çok övmüşlerdir.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allahu
Teâlâ'nın kendisine İslam nimeti
nasib ettiği, sadece ihtiyacı kadar
rızık verdiği ve buna kanaat eden
kimseye ne mutlu!". Yine Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Kıyamet günü zengin
olsun, fakir olsun, <Keşke dünyada
bana yalnız ihtiyacım kadar rızık
verilseydi, ondan daha fazla
verilmeseydi> diye temenni etmeyen
kimse kalmayacaktır". İşte bundan
dolayıdır ki, Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem aç gözlü olmaktan
ve mal kazanmak için fazla
çalışmaktan menetmiştir.Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Ey insanlar mal
kazanmakta güze! yo! seçiniz (kötü
yollarla kazanmayınız). Çünkü
insanın eline takdirde olandan
fazlası geçmez. Takdirde olan ise
mutlaka ona ulaşacaktır. Takdîr
edilen nasibi kendisine zelil ve
mecbur olarak ulaşmadığı müddetçe
insan asla ölmez". Yine Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Sen muttaki ol ki, en
büyük ibadet yapan olasın. (En az
miktara) kanaat et ki, en büyük
şükreden olasın. Kendin için
istediğini kardeşin için de iste ki,
kâmil mü'min olasın". Hz. Ebû Eyyûb
radıyaiiahu anh buyuruyor ki: Bir
şahıs Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
ve-se/fem'in yanına geldi ve "Ya
Rasûlallah! Bana kısaca bir nasihat
et (ki ben ona sımsıkı yapışayım)"
dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Namaz
kılacağın zaman ömrünün en son
namazıymış gibi kıl (kişi kıldığı
namazın en son namaz olduğunu
düşünürse ona ne kadar fazla ihtimam
göstereceği ve huşu ve huzû ile
kılacağı aşikardır). Mâzetet
göstermek (ve af dilemek) zorunda
kalacağın hiçbir sözü ağzından
çıkarma. Başkasına ait olan şeye
karşı kalbindeki ümidi sil (ki
senin ona zerre kadar iltifatın
olmasın)".Hz. Ömer radıyaiiahu anh
buyurdu ki: "Aç gözlülük, fakirlik
(ve muhtaçlıktır) Ümitsizlik (yani
kimseden bir şey beklememek)
zenginliktir. Başkasının elinde
bulunan şeylerden ümidini kesen
kimsenin onlara ihtiyacı kalmaz."
Bir hikmet ehline biri, "Zenginlik
nedir?" diye sordu. O, "Temennileri
azaltmak ve kendine yetecek şeye
razı olmaktır" buyurdu. Muhammed bin
Vâsi mhmetuiiahi aleyh kuru ekmeği
suda ıslatıp yerdi. O şöyle buyurdu:
"Bir kimse buna kanaat ederse, o
kimseye muhtaç olmaz". Başka bir
hikmet ehline biri, "Sizin mâlî
durumunuz nedir?" diye sordu. O,
"Zahire göre bolluk içinde yaşamak,
bâtına göre (şahsi hayatımda)
kısıtlı ve orta yollu bir yaşantı
tercih etmek. Başkasının elinde olan
şeylere ümit beslememektir"
buyurdu.Bir Hadisi Kudsi'de Aliah
celie ceiaiuhu şöyle buyuruyor: "Ey
Ademoğlu! Eğer bütün dünya senin
olsa yine de sen ondan kendi
ihtiyacın kadar yiyeceksin. Eğer Ben
bu kadarını (yani ihtiyacın
kadarını) sana verip de hesap vermek
zorunda kalacağın fazla miktarı sana
vermezsem, sana ihsan etmiş
olurum".Hz. Abdullah İbni Mes'ud
radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Kişi
birinden bir hacetini talep ederse,
basit (bir söz ve davranışla) talep
etsin. Ona, <Siz söyleşiniz, siz
böylesiniz, siz susunuz, siz
busunuz> demesin. Çünkü böyle
söylemekle onun belini kırmış olur
(çünkü o ucub ve kibre düşerek helak
olur). Siz de takdirde yazılandan
fazlasını alamazsınız". Denilir ki
Emevî padişahlarından biri (olan
Süleyman bin Abdulmelik), Hz. Ebû
Hatim rahmetuiiahi aieyh'e çok
ısrarlı bir şekilde şöyle yazmıştır:
"Sizin bir ihtiyacınız olduğu zaman
benden isteyiniz". O cevap olarak
şöyle yazdı: "Ben ihtiyaçlarımı
Mevlâ'ma arz ettim. O bana bunun
üzerine ne ihsan ettiyse ona kanaat
ettim".Hikmet ehlinden biri şöyle
demiştir: "Ben en fazla sıkıntıya
düşen insanın hasetçi olduğunu
gördüm. En güzel hayat geçirenin
kanaatkar kimse olduğunu gördüm. Aç
gözlü insanın en sabırlı insan
olduğunu gördüm (çünkü o herşeye
hırslanır ama onu ele
geçiremediğinden sabreder). En hoş
hayat geçirenlerin dünyayı terk
edenler olduğunu gördüm. En fazla
pişman olan kişinin haddini aşan
alim olduğunu gördüm". Hz. Abdullah
bin Selam radıyaiiahu anh Hz. Ka'b
Ahbar radıyaiiahu anh'a, "Alimlerin
kalbinden ilmi zayi eden nedir?
Halbuki onlar anlayarak okumuşlar ve
onu ezberlemişlerdir" dedi. Hz. Ka'b
radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Hırs,
aç gözlülük ve ihtiyaçlarını
insanlardan istemektir". Biri Hz.
Fudayl bin lyaz rahmetuiiahi
aieyh'e Hz. Ka'b radıyallahu antim
sözünün izahını sordu. O şöyle
buyurdu: "Alim bir şeye tamah etmeye
başladığı an, onu talep etmeye
başlar. Bu yüzden ondaki din berbad
olur (çünkü onun talebiyle uğraşmak,
dinle uğraşmayı zayi eder). Bir de
hırs onu her şeye çeker. Hatta onun
gönlü, <Şu da benim olsun, bu da
benim olsun> diye ister. Sonra
insanların ihtiyacını yerine
getirmelerini ister. Kim talebini
yerine getirirse onun önünde eğilmek
ve ona itaat etmek zorunda kalır. O
kişi alimi dilediği yere çekip,
götürür. Senin de homurdanarak onun
dediğini kabul etmen gerekir. O
yanından geçerken ona selam vermen
gerekir. Hasta olunca onu ziyaret
etmen gerekir. Bu selam ve ziyaret
Allah için olmayıp aksine dünya
sevgisinden dolayıdır (dünya için
olduğuna göre onun sevabı
malumdur!)". Ondan sonra Hz. Fudayl
rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Bu
hadis (amel yapmak için ve işe
yaraması bakımından) yüz hadisten
daha üstündür"Hz.
Sa'd bin Ebî Vakkas radıyaiiahu anh
buyurdu ki: Bir adam Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln yanına
geldi ve "Ya Rasûlallah! Bana kısaca
nasihat buyurunuz (Tâ ki ona
sımsıkı yapışayım)" dedi. Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Başkasının yanında bulunan
şeylerden ümidini tamamen kes (zerre
kadar o tarafa iltifat etme).
Kendini aç gözlü olmaktan tamamen
koru. Çünkü aç gözlü olmak peşin
fakirliktir (yani o şeye vakti
gelince zaten ihtiyaç olacaktır,
ancak -aç gözlü olmaktan dolayı-
ihtiyaç şimdiden başlamış olur).
Kendini özür dilemek zorunda
kalacağın şeylerden koru"Hz.
Ebû Eyyûb radıyaiiahu anh'\n
rivayetiyle buna benzer bir sual ve
cevap yakında geçmişti. Her iki
hadiste de diğer nasihatler
müşterektir. Her şahsın kendi
durumuna uygun olarak birer
nasihatte farklıdır. Bazı
rivayetlerde Hz. Sa'd ra-dıyaiiahu
anh'ın hadisinde dört şey
zikredilmiştir. Onlardan üçü Ebû
Eyyûb radıyalia-hu an/ı'ın
rivayetinde de geçmiştir. Bunda
fazladan zikredilen dördüncü şey aç
gözlülüktür. Ayrıca,
"Başkasının yanındaki şeylerden
kendi ümidini kes" İfadesi her iki
hadiste de ortaktır ve çok önemli
bir şeydir. Çünkü bu şey sayesinde
insan ne kendisi perişan olur ne de
başkasının önünde eğilir.Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu: "Bir kimse evinde güven
içindeyse, Allahu Teâlâ ona beden
sağlığı ihsan ettiyse ve yanında bir
günlük yemeği varsa, sanki dünyanın
herşeyi onun yanında bulunmaktadır"Öyleyse
onun başkasının bir şeyine göz
dikmesine ne gerek vardır. Hz.
Abdullah bin Amr radıyaiiahu da buna
benzer şöyle bir olay
nakledilmiştir: Bir adam Rasülul-lah
sallallahu aleyhi vesellem'e, "Bana
kısa bir şey söyleyiniz" dedi.
Rasûlullah sallalla-hu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Namazı en
son namazın gibi (ve Allahu
Teâlâ'-nın karşısında hazırmış gibi)
kıl. Çünkü her ne kadar sen onu
görmesen de, O seni mutlaka
görmektedir. Başkasının elinde olan
şeyden ümidini kes ki, en zengin sen
olasın. Kendini özür dileyeceğin
şeyden (söz ve davranıştan) koru"Yine
bir adam Hz. Sa'd radıyaiiahu
anh'Ğan kendisine bir nasihat
etmesini rica etti. O buyurdu ki:
"Namaz kılacağın zaman güzelce
abdest al. Çünkü ab-destsiz namaz
olmaz. Namazsız da iman olmaz.
Namaza başladığın zaman en son
namazmmış gibi kıl. Çok çeşitli
hacetleri talep etme. Çünkü böyle
yapmak peşinen fakirliktir.
Başkasının elinde olan şeyden
tamamen ümidini kes. Asıl zenginlik
işte budur. Sonunda özür dileyeceğin
veya af talep edeceğin hiçbir söz ve
davranışta bulunma"İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: "Bazı insanlar malı terk edenin
zahid olduğunu sanmaktadırlar. Bu
doğru değildir. Çünkü insanların
arasında itibar görmek isteyen,
onların yanında övülmek isteyen
herkesin, malı bırakması ve kalın
elbise giyinmesi kolaydır. Dünya ile
ilgilenmediklerini açıklayan nice
kimseler vardır ki, onlar az yemeğe
kanaat ederler. Her zaman kapılarını
kapatırlar. -"Hatta kapısı olmayan
evlerde kalırlar. Böyle yapmakla
onların maksadı halkın arasında
şöhret kazanmaktır. Ve nice güzel
elbise giyenler zühd davasına
kalkışırlar. Bu güzel elbiseleri
sünnete ittiba etmek için
giydiklerini, o elbiseler vesâ-ireye
kendi nefsani arzularından dolayı
iltifat etmediklerini, aksine
insanların ısrar ve arzuları üzerine
giyindiklerini söylerler. Halbuki
maksatları halkın kendilerine bu
çeşit elbiseleri hediye olarak
takdim etmeleridir. Bu iki fırka din
yoluyla dünya kazananlardır. Çünkü
dünya sadece malın adı değildir.
Makam ve itibar talep etmek de
dünyadır. Zahid olan kişinin üç
alâmeti vardır. Onları herkes
kendinde meydana getirmek için
çalışmalıdır; Yanında
bulunan şeye sevinmemeli olmayan
şeye de üzülmemelidir. Aksine evlâ
olan şudur ki, olana üzülmeli
olmayan şeye de sevinmelidir. Kendini
övenle, kınayan onun gözünde bir
olmalıdır. Çünkü bu makam ve itibara
karşı zâhidliğin alâmetidir.
Birincisi ise mala karşı zâhidliğin
alâmetidir. Kendisinde
Allahu Teâlâ'ya karşı ünsiyet,
muhabbet olması ve O'na itaatte,
tatlılık ve halâvet hissetmesidir"
Burada gönlüm büyüklerin iki olayını
örnek olması için yazmayı istemektedir.
Birincisi; Şeyhul Meşâyih Kutbul
İrşad Hz. Reşid Ahmed Gangohi
kuddise kendi mürşidi Şeyhul Arab
vel Acem Hz. Hacı Imdadullah
Efendiye (Allah derecesini
yüceltsin) yazdığı mektuptur. Bu
mektup Mekâtibi Reşîdiyye de yer
almış ve basılmıştır. Mektuptaki
ifadeler şunlardır:"Efendi
hazretleri, bu hakîr kulun, kendi
hallerini açıklamasını istemişler.
Ey benim iki cihan sığınağım! Bu
sefilin hangi halini ve hangi
derecedeki bir güzelliğini kemâlât
aftâbının yüzüne karşı arzedeyim?
Allah'a yemin olsun ki çok
utanıyorum. Hiçbir şey değilim. Zâtı
âlileri buyurduğu için artık ne
yapayım. Çaresiz bir şeyler yazmak
gerekiyor. Mürşidi Men hazretleri!
Zahiri ilmin hali şudur ki; sizin
huzurunuzdan uzaklaşalı yaklaşık
yedi küsur sene oldu. Bu seneye
kadar ikiyüz küsur kişi hadis senedi
(diploması) alarak gittiler.
Onların çoğu ders okutmaya
başladılar. Sünnetlerin ihyası için
çalıştılar ve dini yaydılar. Eğer
kabul olursa bu şereften daha büyük
şeref yoktur. Zâtı âlilerinin
pabuçlarının yanında kalmamın
faydasının özeti şudur ki; kalbimin
kökünde, Hak'kın gayrısından fayda
ve zararın geldiğine yönelme yoktur.
Vallahi bazı vakitlerde kendi
meşaihimden ayrılık oluyor. Bundan
dolayı kimsenin övmesi ve
kötülemesine aldırmıyorum.
Kötüleyeni de öveni de uzak
görüyorum. Tabii olarak masiyetten
nefret ve tabii olarak itaate rağbet
meydana gelmiştir. Ve bu tesir,
efendi hazretlerinin nurlu
kandilinden ulaşan o sade hatıranın
nisbetindendir. Daha fazla arz etmek
küstahlık ve hayasızlıktır.
Allah'ım! Beni affeyle. Çünkü efendi
hazretlerinin emri üzerine yazdım,
Yalancıyım. Hiçbir şey değilim.
Ancak Senin himayen var. Ancak Senin
varlığın var. Ben neyim ki? Hiçbir
şey değilim. O ben denilen şey,
Sensin. Ben ve Sen diye ayırmak şirk
içinde bir şirktir.Artık arzetmekten
mazur görüp bunu kabul ediniz.
Vesselam. 1306 H" Bu kıymetli mektup
vefatından 17 sene öncesine aittir.
Bu 17 senede me-dih ve zemmin
eşitliğinde Hak'kın gayrısındaki
fayda ve zarara iltifat etmeme
konusunda onun terakki ve
yükselişini kim idrak
edebilir?İkinci olay Emîr Şâh Han
tarafından Emîrür Rivâyât adlı
eserde yazılmıştır. O yazıyor ki:
iskender Abâd kasabasında Hasanpûr
adlı bir köy vardı. Ben de o köyü
gördüm. Çok büyük bir köy. O bir
zamanlar (meşhur hadis
üstadlarından) Muhammed İshak
(Dehlevi) hazretleri ve Muhammed
Yakub efendi hazretlerinin
kaldıkları köydü. Muzaffer Hüseyin
Kandehlevi hazretleri onlar hakkında
şöyle buyurdu; "Muhammed İshak ve
Muhammed Yakub hoca efendiler son
derece cömert idiler. Çoğu zaman
darlıktan dolayı biraz üzüntülü
olurlardı. Ancak bir gün ben iki
kardeşin son derece neşeli ve güler
yüzlü olduklarını gördüm.
Sevinçlerinden oraya buraya gidip
geliyorlardı. Kitaplarını buradan
oraya, oradan buraya koyuyorlar,
birbiriyle sevinçli bir tarzda
konuşuyorlardı. Ben bunu görünce,
<Belki de bugün kendilerine
Hindistan'dan büyük bir para geldi
de ondan seviniyorlar> sandım (çünkü
bu iki zât o vakit Mekke-i
Mükerreme'de ikamet etmekteydiler).
Böyle düşünerek ben olayı öğrenmek
istedim. Ancak yaşlı olana sormaya
cesaret edemedim. Küçük kardeşe,
<Efendi siz bugün çok sevinçli
görünüyorsunuz. Bunun sebebi nedir?>
dedim. O hayreti! bir ses tonuyla,
<Sen duymadın mı?> dedi. Ben,
<Hayır> dedim. Buyurdu ki; <Bizirn
köyümüz Hasan-pûr zapt olundu. Bu
sevinç ondan dolayıdır. Çünkü orası
olduğu müddetçe biz de Allah'a
tevekkül yoktu. Şimdi ise sadece
Allah'a tevekkül kalmıştır>".Hz.
Mevlânâ Eşref Ali Tanvî (Allah
kabrini nurlandırsın) bu olay
üzerine şunu yazmıştır: Ben Hz.
Gavs-ı Pâk rahmetuiiahi aieyti\n bir
sevincini hatırladım. O sevinç
şöyleydi; hizmetçisi kıymetli bir
aynanın kırıldığını (korkarak) şu
mısrayla haber verdi;Kaza ile Çin
aynası kırıldı O hiç düşünmeden
derhal şöyle buyurdu:İyi ki benlik
esbabı kırıldı
11) HZ.
Aişe radıyallahu anha şöyle buyurdu:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ömrü
boyunca (vefatına kadar) iki gün üst
üste arpa ekmeğiyle karnını
doyurmadı". (Şemail-İ
Timizi)
İZAH: Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hayatı
işte buydu. Birkaç hadiste değil,
yüzlerce hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bu
hayat şekli bulunmaktadır. Bugün
Müslümanlar fakirlik ve yoksulluk
hakkında o kadar gürültü ve kargaşa
yapmaktadırlar ki, sınırı yoktur.
Ancak ömür boyu iki gün karın
doyuracak sade bir ekmek bulamayan
kaç kişi vardır? Şema/Zdeki bir
başka hadiste Hz. Aişe radıyaiiahu
anha, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vese/tem'in bütün ev halkının aynı
durumda olduklarını naklederek,
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vese//em'in ev halkı, onun vefatına
kadar iki gün arka arakaya arpa
ekmeğiyle asla karınlarını
doyurmadılar" buyurmuştur. Hz. İbni
Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor
ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem ve onun ev halkı akşam
yemeğini bulamadan pek çok gece
geçirirlerdi. Hepsi bütün geceyi
yokluk içinde geçiriyorlardı.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'\n geçimi arpa ekmeğine
dayanıyordu".Hz. Sehl radıyallahu
anh'a biri "Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem"\r\ elenmiş un-dan
yapılan ekmek yemek âdeti miydi?"
diye sorunca Hz. Sehl radıyaiiahu
anh, "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem vefat edene kadar elenmiş
unu belki de görmemiştir" dedi.
Adam, "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem zamanında sizlerin yanında
eiek yok muydu?" dedi. Hz. Sehl
radıyeiiahu anh, "Elek kullanma
geleneği yoktu" dedi.' O adam
(hayretle), "Elemeden arpa ununu
nasıl yiyordunuz?" dedi. Hz. Sehl
radıyallahu anh buyurdu ki: "Unu
(karıştırıp hareket ettirerek)
üflerdik. Böylece (kaba ve iri olan)
saplar uçardı. Geri kalanı
pişirirdik".Bugün
elenmemiş buğday unundan yapılan
ekmeğin yenmesinin zor olduğu kabul
edilmektedir. Halbuki o yüce zatlar
elenmemiş arpa unundan yapılan
ekmeği yerlerdi. O da karın
doyuracak kadar bulunamazdı. Hz.
Aişe radıyallahu anha buyuruyor ki:
"Ben doyuncaya kadar yemek yediğim
zaman (elimde olmadan) ağlayasım
geliyor ve ağlıyorum". Biri, "Bunun
sebebi nedir?" deyince, "Ben
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseüem'ln zamanını hatırlıyorum.
Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi
veseitem, vefatına kadar hiçbir
zaman (et veya ekmekle) günde iki
öğün karnı doyana kadar
yiyememiştir".Saîd
Makberî rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh
yemek yiyen bir topluluğun yanında
geçti. Önlerine kızartılmış tavuk
konulmuştu. Onlar Hz. Ebû Hureyre
radıyallahu antiı buyur ettiler. O
bunu kabul etmedi ve "Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem arpa
ekmeğiyle karnını doyuramadan bu
dünyadan ahirete intikal etmiştir"
buyurdu. Yani
Ben gönül arzusuyla nasıl tavuk
yiyebilirim demek istemiştir. Hz.
Ebû Hureyre radıyaiiahu anh'm sözü
genel durum hakkındadır. Yoksa
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem m tavuk yediği sabit
olmuştur.Bir hadiste şöyle
geçmektedir: "Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem yokluk içinde
değilken de çoğu zaman aç dururdu".
Yani yemek olduğu halde yine de
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem az yerdi. Çünkü aç durmakla
nur artar. Başka bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Bir kimse dünyada
yeme-içmenin miktarını azaltırsa,
Allahu Teâlâ bunun üzerine meleklere
karşı öğünerek şöyle buyurur; <Bakın
Ben onu yemek ve içmekte azlığa
mübtela kıldım. O sabretti. Siz
şahit olun ki, onun azalttığı lokma
karşılığında onun için Cennet'te bir
derece verilmesine karar
veriyorum>" Her
yerde şuna dikkat etmek gerekir ki,
kişi kendi isteğiyle sağlığına
zarar vererek diğer dini işlerde
aksaklığa sebep olacak kadar
yemeğinde azaltma yapmamalıdır. İşte
bundan dolayı oruçtan dolayı bedende
zayıflık meydana gelmesin diye
sahur yemeği sünnet kılınmıştır.
Aynı sebepten dolayı gece uyanmaya
yardımcı olsun diye öğlen uykusu
(kaylûle) sünnet kılınmıştır.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem buyurdu ki: "Hiçbir kap
doldurulma açısından karından daha
kötü değildir (yani karnı
doldurmanın kötü olduğu kadar hiçbir
kabı doldurmak kötü değildir) İnsan
mecburdur. Mutlaka yemesi gerekir,
öyleyse karnın üçte birini yemeye
üçte birini içmeye üçte birini nefes
almaya ayırmak gerekir. Bir
defasından Hz. Fatıma radıyaiiahu
anha bir ekmek parçası alıp
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem \r\ huzuruna gitti.
Rasûlullah sailailahu aleyhi
veseiiem, "Bu nedir?" buyurdu. Hz.
Fatıma radıyaiiahu anha, "Ya
Rasûlallah! Ben bugün ekmek
pişirmiş-tim. Gönlüm siz yemeden onu
yemeye razı olmadı" dedi. Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Bu üç günden beri babanın
yediği ilk şeydir" (yani üç günden
beri hiçbir şey yemeğe sıra
gelmedi).Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dünyada
aç duranlar ahirette tok
olacaklardır. Allahu Teâlâ hazmı
bozulacak kadar yiyen kimseden hiç
hoşlanmaz. Bir kimse gönlünün
çektiği bir şeyi yemeyi terk ederse,
onun için Cen-net'te dereceler
vardır". Hz. Ömer radıyaiiahu anh
buyurdu ki: "Doyacak kadar yemekten
sakının. Bu hayatta ağırlığa {kilo
almaya) sebeptir. Ölüm vakit ise
pisliğe ve kokuşmaya sebep olur".
Hz. Şakîk Belhi rahmetuliahi aleyh
buyuruyor ki: ibadet bir sanattır.
Onun dükkanı yalnızlıktır. Önün (iş
yapan) aleti aç kalmaktır".Hz.
Fudayl rahmetuliahi aleyh kendi
kendine şöyle dedi: "Sen aç
kalmaktan korkuyorsun. Bu korkulacak
bir şey değildir. Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem ve
Sahâbe-i Kiram aç kaldıklarına göre
senin hakikatin nedir ki?" Hz.
Fudayl rahmetuliahi aleyh şöyle
derdi: "Allah'ım! Sen beni ve benim
çoluk çocuğumu aç bıraktın. Karanlık
gecelerde ışıksız bıraktın. Bu Senin
salih kullarına yaptığın muameledir.
Allah'ım sen bu nimeti hangi amelden
dolayı ihsan ettin? Yani şu an
hayret ediyorum ki ben (kendi
görüşüme göre) iyi biri değilim.
Öyleyse iyi insanlara yapılana
benzer bu muamele hangi amelimin
karşılığıdır". Hz. Kehmes
rahmetuliahi aleyh "şöyle buyurdu:
"Allah'ım sen beni aç bıraktın,
çıplak bıraktın. Karanlık gecelerde
kandilsiz bıraktın. (Ben ise bu
ihsanlara layık değilim. Bana bu
dereceler) hangi şeylerden dolayı
verilmiştir". Hz. Feth Mevsılî
rahmetuliahi aleyh şiddetli bir
hastalığa yakalandığında ya da
şiddetli bir şekilde acıktığında,
"Allah'ım! Sen beni açlık ve
hastalığa mübtela kıldın. Sen bu
ibtilâyı iyi kullarına verirsin. Ben
Senin bu ihsanına hangi iyi amelimle
şükredeyim?" derdi.Mâlik bin Dinar
rahmetuliahi aleyh Muhammed bin
Vâsi'ye şöyle dedi: "Yaşayacağı
kadar erzakı olan ve halktan
dilenmeye muhtaç olmayan kimseye ne
mutlu!" Muhammed bin Vâsi
rahmetuliahi aleyh buyurdu ki:
"Sabah aç kalan ve akşam aç kalan,
buna rağmen Rabbinden razı olan
kimseye ne mutlu!" Tevrat'ta yazıyor
ki: "Sen doyuncaya kadar yemek
yediğin zaman, aç kimselerin
hayalini de kalbinden geçir". Ebû
Süleyman rahmetuliahi aleyh diyor
ki; "Benim akşam yemeğinden bir
lokma az yemem, bana bütün gece
uyanık kalıp (ibadet yapmamdan)
daha sevimlidir". Yine o şöyle
buyurdu: "Açlık, Allah'ın,
dostlarına vermiş olduğu bir
hazinedir". Hz. Sehl bin Abdullah
Tüsteri rahmetuliahi aleyh yirmi
günden fazla aç olarak geçirirdi.
Onun bir yıllık gıdasının ağırlığı
bir dirhem (yaklaşık 3,25 gr)
olurdu. O aç durmaya çok teşvik
ederdi. Hatta şöyle derdi:
"İhtiyaçtan fazla olan yemeği terk
etmeye eşit hiçbir iyi amel yoktur.
Çünkü bu Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem'e tabî olmaktır".
Yine o şöyle buyururdu: "Hikmet ve
ilim ve
aünah doyuncaya kadar yemekte
toplanmıştır". O bir de şöyle
buyurmuştur: "Kişi aç durmayı,
susmayı ve geceleri uyanmayı
alışkanlık haline getirmedikçe ve
yalnızlığı sevmedikçe Ebdal
zümresinden olamaz".
Abdul
Vâhid bin Zeyd rahmetuliahi aleyh
yemin ederek şöyle buyururdu:
"Allahu Teâlâ kimseyi aç kalmadan
temizlemez. Bu manevi temizlikten
dolayıdır ki Allah dostları su
üzerinde yürürler. Bu yüzden onlara
Tayyûl Arz nasib olur" Tayyûl
Arz Allah dostlarına verilen özel
bir süratin adıdır. Bundan dolayı
onlar birkaç adımla binlerce
kilometre yol katederler.İmam Gazali
rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: Aç
durmaktan dolayı 10 fayda hâsıl
olur:
1) Onunla
kalp temizliği elde edilir. Mizaç
serileşir. Basiret artar. Çünkü
karın tıka basa yemekten dolayı
insan tabiatında ahmaklık meydana
gelir ve kalbin nuru gider. Midenin
gazları beyni kuşatır. Bu da kalbe
tesir eder. Böylece kişi fikir
(sahasında) koşmaktan aciz kalır.
Hatta küçük yaştaki bir çocuk eğer
fazla yerse, onun hafızası da
bozulur. Zihni kapanır. Ebû Süleyman
Dârâni rahmetuliahi aleyh buyuruyor
ki: "Aç kalmaya alışın. Zira bu,
nefsi itaatkar kılar, kalbi
yumuşatır, semavi ilimler onunla
hasıl olur".Hz. Şibli rahmetuliahi
aleyh buyuruyor ki: "Ben hangi gün
Allah için aç kaldıy-sam, o gün
kendi içimde bir ibret ve hikmet
kapısının açılmış olduğunu gördüm".
Bundan dolayı Hz. Lokman
aieyhisseiam oğluna şöyle nasihat
etmiştir: "Oğlum mide dolunca fikir
uyur ve hikmet dilsizlesin Âzâlar
ibadete karşı tembelleşirler". Ebû
Yezîd Büstâmi rahmetuliahi aleyh
buyurdu ki: "Açlık bir buluttur.
İnsan aç kalınca o bulut kalp
üzerine hikmet yağdırır".
2)
İkinci fayda kalbin yumuşamasıdır. Bu
yumuşamadan dolayı zikir vs. kalbe
tesir eder. Bazen insan büyük bir
teveccühle zikrettiği halde kalp
ondan lezzet almaz. Ondan müteessir
olmaz. Kalp yumuşayınca zikre de
lezzet gelir. Dua ve münacatında
tadı olur. Ebû Süleyman Dârâni
rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Ben
İbadetlerden en fazla zevki,
açlıktan dolayı karnım sırtıma
yapıştığı zaman alırım". Hz. Cüneyd
Bağdadî rahmetuliahi aleyh buyuruyor
ki: "Kişi Allahu Teâlâ ile kendi
sinesi arasına bir yemek torbası
koyar. Sonra Allahu Teâlâ ile
münacatın lezzetinin kendisine nasip
olmasını ister". (Burada karnı
doldurmak, fakirin
torbasını doldurmasına
benzetilmiştir).
3) Üçüncü
fayda insanda acizlik ve alçak
gönüllülük meydana gelmesi, kibir
ve gururun gitmesidir.
Bu ise azgınlık ve Allahu Teâlâ'dan
gafil kalmanın kaynağıdır. Nefs
açlık ile alt olduğu kadar hiçbir
şeyle alt edilemez. Kişi kendi
nefsinin zillet ve aczini görmeden
Mevlâsının izzet ve galebesini
göremez. Kişi sık sık aç kalmalıdır
ki, Mevlâ'sına zevkle yönetebilsin.
Bundan dolayıdır ki, Allahu Teâlâ
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem e Mekke-i Mükerreme'nin
bütün arazisinin
altın
kılınmasını teklif edince Rasûlullah
A.s şöyle
dedi: "Allah'ım bunu istemiyorum.
Aksine ben istiyorum ki, bir gün aç
kalayım, bir gün yiyeyim. Tâ ki aç
kaldığım gün sabredeyim. Sana
acizliğimi arz edeyim (Sen'den
isteyeyim). Yediğim gün de Sana
şükredeyim".
4)
Dördüncü fayda felaketzedelerin ve
yoksulların halinden gafil
olun-mamasıdır.
Çünkü karnı tok adam açların ve
muhtaçların başından nelerin
geçtiğini asla tahmin edemez. Hz.
Yusuf aiâ nebiyyina ve aieyhissaiatü
vesselama biri, "Yeryüzünün
hazinesi senin elinde olduğu halde
yine aç duruyorsun" deyince buyurdu
ki: "Ben karnımı doyurunca açları
unutacağımdan korkuyorum". Aç ve
susuz durmakla kıyamet gününün
açlığı ve susuzluğu da hatırlanmakta
ve Allah'ın azabının korkusu da
doğmaktadır. Ayrıca Cehennemin
şiddetli açlık ve susuzluğunda,
yemek için ne verileceği
hatırlanmaktadır. Öyle bir yemek ki,
boğaza takılacaktır. Orada içmek
için ne verileceği hatırlanmaktadır.
O Cehennemliklerin yaralarından
çıkan irin ve iltihaplardır.
5)
Beşinci fayda asıl ve en önemli
olandır. O da günahlardan
sakınmaktır. Çünkü
karnın tok olması bütün şehvetlerin
kaynağıdır. Açlık ise her çeşit
şehveti kırmaktadır. İnsan için en
büyük saadet, nefsine hakim
olmasıdır. En büyük bedbahtlık jse
nefsinin ona hakim olmasıdır. Bu
şuna benzer; Azgın bir at aç
bırakılarak elde tutulabilir. Ama o
iyice yer ve içerse azgınlaşır.
Nefsin durumu da aynıdır. Bir Allah
dostuna biri, "Siz yaşlılığınızda
bile vücudunuza bakmıyorsunuz
(biraz güç ve kuvvet verecek şeyleri
yemeniz gerekir)" dedi. O, "Bu nefs
keyf ve zevke doğru çok hızlı
gitmektedir. Ben onun beni bir günah
musibetine batıracağından
korkuyorum. Bundan dolayı benim onu
meşakkate sokmam, onun beni herhangi
bir günahın felaketine sokmasından
daha sevimlidir" dedi. Hz, Aİşe
radıyallahu anha buyuruyor ki:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem''den sonra meydana çıkan
ilk bidat, karın doyuracak kadar
yemektir. İnsanların karnı doyunca
onların nefisleri dünyaya
meyleder".Bu zikredilen (beşinci)
fayda sadece bir fayda değil bilakis
bir çok faydaların hazinesidir.
Bunun en az faydası haya yerinin
şehvetini ve boş konuşma arzusunu
terk etmektir. Çünkü aç insanın
gönlü boş konuşmaları istemez, işte
bu açlıktan dolayı insan, gıybetten,
yalandan, fuhuş sözlerinden,
koğuculuktan ve bunlar gibi pek çok
şeylerden korunur. Karnı tok olunca
insan eğlendirici şeyleri ister. Biz
ise genellikle insanların iffet ve
şerefleriyle eğleniriz. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyuruyor
ki: "İnsanı (en çok) Cehennem'e
sokan dilinin ektiği şeylerdir".
Haya yerinin şehvet tehlikesi
kimseden saklı değildir. İnsanın
karnı tok olunca edep yerine hakim
olması zorlaşmaktadır. Eğer insan
Allah korkusundan dolayı ona hakim
olsa da gözün günahı olan (caiz
olmayan bir şekilde herhangi bir
kadına veya erkeğe bakma işi)
mutlaka meydana gelmektedir.
Rasûlullah sailal-lahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Tenasül uzvu
zina ettiği gibi göz de zina eder".
Ffier insan qözünü kapatarak buna
hakim olsa bile önceden görmüş
olduğukimsenin hayalleri kalbine
gelecektir. Şehvet hayalleri Allah
ceiie ceiaiuhu ile olan münacatın
lezzetini yok etmektedir. Bazen bu
bozuk hayaller namazda da
gelmektedir. Dili ve edep yerini misal
olsun diye zikrettik. Yoksa bütün
bedenin, bütün günahları karın
tokluğundan meydana gelen şehvetten
doğmaktadır.
6) Altıncı
fayda ise, az yemekle uyku az gelir. Sık
sık uyanma nim nasip olur. Çünkü
doyasıya yemenin neticesinde çok
susanır, suyu fazla içince de çok
uyku gelir. Meşâyih şöyle demiştir:
"Fazla yemeyin yoksa çok su
içersiniz. Sonra fazla uyursunuz.
Bu yüzden de fazla zarar edersiniz".
Denilir ki 70 hekim şu konuda görüş
birliğine varmışlardır: "Çok su
içmekle çok uyku gelir". Çok
uyumakla ömrün büyük bir kısmı zayi
olur. Teheccüdün elden kaçması buna
ilavedir. Bir de çok uyumakla insan
tabiatında ahmaklık ve kalpte
katılık meydana gelir. Hanım yanında
olmadığında ihtilama sebep olur.
Sonra gusül için gereken esbâb ve
malzeme hazır olmayınca da çoğu
zaman teheccüd de elden çıkmaktadır.
7)
Yedinci fayda kolaylıkla ibadet
yapmaya kadir olmaktır. Çünkü
tıka basa yemekle çoğu zaman
tembellik meydana gelir. Bu da
ibadete engeldir. Sadece yemekte
bile pek çok vakit zayi olmaktadır.
Eğer yemeği hazırlamak gerekirse o
zaman daha çok zaman kaybı
olacaktır. Bir de yemekten sonra
elleri yıkamak, dişleri temizlemek,
sonra sık sık kalkıp su içmek gibi
şeylere harcanan zamanlar hesap
edildiğinde ne kadar zaman eder?
Eğer bütün bu vakitler Allah'ı yâd
etmeye ve ibadetlere harcanmış olsa,
ne kadar kazanç elde edilmiş olurdu.
Hz. Sirrî Sakatı rahmetullahi aleyh
buyuruyor ki: Ben Ali Cürcani
rahmetullahi ateyti'ın yanındayken
kavut vardı. O kavutu avuçlayarak
yiyordu. Ben, "Kavut alışkanlığı
nasıl başladı" dedim. Buyurdu ki,
"Ben hesap ettim ki, bir lokmayı
ağıza koyduktan sonra onu yutana
kadar 70 defa Subhanallah diyecek
kadar zaman var. Bundan dolayı ben
40 seneden beri ekmek yemedim. Çünkü
onu çiğnemek için çok zaman
harcanmaktadır".
Gerçek şudur ki insanın her nefesi
çok değerli bir cevherdir. Onu
ahiret hazinesinde muhafaza etmeye
şiddetle ihtiyaç vardır. Tâ ki o
asla zayi olmasın. Yalnız bunun
şekli şöyle, olur: O nefesi Allah'ı
zikretmeye veya başka herhangi bir
ibadete sarf etmelidir. Buna ilave
olarak fazla yemekten dolayı uzun
süre abdestli durulamaz. Ufak abdest
ihtiyacı fazla olur. Bunlarla vakit
zayi olmasının yanında bu
durumlardan dolayı camide uzun süre
zaman geçirilemez. Çünkü o
ihtiyaçlardan dolayı sık sık dışarı
çıkmak gerekir. Buna ilave olarak
açlığa alışkın olan kimse için oruç
tutmakta kolay olur. Kısaca oruç,
itikaf, uzun süre abdestli kalmak ve
yeme içme zamanını ibadete harcamak
gibi o kadar çok faydalar vardır
ki, bunların hepsi sayılamaz. Dinin
kadrini bilmeyen gafil insanlar bu
açlığın kadrini ne bilsinler! Onlar
dünyanın birkaç günlük hayatına razı
olup mutmain olmuşlardır. Sadece
dünyanın hallerini bilmektedirler.
Ahiretin ne olduğundan onların
haberleri bile yoktur.
8)
Sekizinci fayda olarak az yemek
beden için sıhhattir. Çünkü
pek çok hastalık çok yemekten
meydana gelir. Bu yüzden midede ve
damarlarda bozuk unsurlar birikir.
Bunlardan da çeşit çeşit hastalıklar
doğar. Hastalıkların sıhhate aykırı
olduğu zannediise bile, bunlar
ibadetlere de engel olmaktadırlar ve
kalbi karışıklığa ve kararsızlığa
itmektedirler. Zikir ve fikre.mani
olmasına ilave olarak, ilaç, perhiz,
hekim, doktor kan tahlilcisi vs.
gibi insanın karşısında uzun boylu
bir kargaşa meydana gelir. Bir de
bütün bunlar için çekilen sıkıntı
ayrı, masraf daha ayrıdır. Ama aç
durmakta bütün bu afetlerden korunma
vardır.Denilir ki Harun Reşîd
rahmetuliahi aleyh bir gün dört tane
hekimi bir araya getirdi. Biri
Hintli uzman, ikincisi bir Rûmi
(Bizanslı), Üçüncüsü Iraklı,
dördüncüsü ise Afrikalı idi. Bu dört
hekime şöyle bir teklif yöneltti;
"Hiçbir şeye zarar vermeyen bir
ilaç söyleyin". Hintli, "Benim
görüşüme göre hiçbir şeye zarar
vermeyen ilaç !hlîlec-i Esved'ölr"
dedi. (Buna Urduca'da Helile-i Siyah
denir). Iraklı, "Bana göre Habbur
Reşâdil Ebyaz'öu" dedi. (Farsça ona
Tuhm-i Sibendan, Hintçe'de Halun
denir). Rûmi, "Bana göre sıcak
sudur. Yani o hiçbir şeye zarar
vermez" dedi. Afrikalı, "Bunların
hepsi yanlıştır. Ihlîlec mideyi
ezerek sıkıştırır. Bu ise
hastalıktır" dedi. (Buna ilave
olarak ciğer için de zararlıdır).
Habbur Reşâd midede kayganlık
meydana getirir. Sıcak su ise mideyi
gevşetir" dedi. Doktorların hepsi,
"Peki öyleyse hiçbir şeye zarar
vermeyen ilacı siz söyleyiniz" dedi.
Afrikalı, "Tam bir istek ve rağbet
olmadan yemek yenmemeli. Fazla
yemeye istek ve rağbet varken yemeye
son vermelidir" dedi. Diğer
doktorlarda onun bu görüşüne
katıldılar.Bir filozof doktorun
yanında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şu hadisi nakledildi:
"Karnın üçte biri yemek için, üçte
biri su için kalan üçte biri ise
nefes almak içindir". O filozof bunu
duyunca hayretle şöyle dedi: "Ben az
yemek hakkında bugüne kadar bundan
daha üstün ve sağlam söz duymadım.
Şüphesiz bu, hikmet sahibinin
kelamıdır"
9)
Açlığın dokuzuncu faydası
masrafların azalmasıdır. Az
yemeye alışkın olan kimsenin
masrafı da az olur. Fazla yemekten
dolayı masraflar artar. Bunu elde
etmek için de ya caiz olmayan
yolları seçmek zorunda kalır ya da
halktan dilenme zilletini seçmek
gerekir. (Hz.
Sehl Tüsteri rahmetuliahi aieytiln
hali biraz önce geçmişti. Onun bir
senelik yemeğinin ağırlığı bir
dirhem ağırlındaydı). Bir hekim
şöyle demektedir: "Ben pek çok
ihtiyaçlarımı onları terk ederek
karşılarım. Bundan dolayı ben çok
huzurlu ve rahat olurum". Bir başka
hekim şöyle der: "Ben bir
ihtiyacımdan dolayı birinden borç
almak istediğimde kendi nefsimden
borç alırım. Ona, <Bunu başka bir
zaman öderim> diye anlatırım. Yani
senin arzuların şimdi benim üzerime
borçtur. Onu başka bir zaman yerine
getiririm" derim.Hz. ibrahim bin
Ethem rahmetuliahi aleyh bir şeyin
fiyatının çok pahalı olduğunu
öğrendiğinde kendi dostlarına, "Onu
terk ederek ucuzlatın" derdi. (İnsan
bir şeyi satın almayı terk ederse,
onun parasından müstağni olur. Artık
o mal kendi belasıyla kaça isterse
satılsın), insanın helak olmasının
en büyük sebebi dünya hırsıdır. Bu
hırsta karın ve edep yeri yüzünden
meydana gelmektedir. Haya uzvunun
kuvveti de karnın kuvvetinden doğar.
Yemek az yenirse, bütün bu
afetlerden korunulmuş olunur. Tâbi
Allahu Teâlâ kime nasib ederse...
10) Onuncu fayda cömertlik,
yardımlaşma ve hayır hasenatın
çoğalmasına sebep olmasıdır. Az
yemekten dolayı artan bütün yemekler
yetimlere, yoksullara ve fakirlere
sadaka olarak verilip, kıyamet günü
o kişi için gölge olacaktır.
Nitekim Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şu hadisi önceden
geçmişti: "İnsan kıyamet günü kendi
sadakasının gölgesi altında
olacaktır". İnsan ne kadar fazla
yerse o kadar pislik olarak
lağımlarda birikecektir. Allahu
Teâlâ'nın hazinesinde birikenler
ise ebedi olarak işe yarayacaktır.
Pislik olanlar ise boşa gitmiştir.
Bundan dolayı Rasûluliah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem önce geçmiş olan
hadiste şöyle buyurmuştur: "İnsan,
<Benim malım, benim malım> der.
Malında ona ait üç şeyden başka bir
şey yoktur; 1-Sadaka vererek ebedi
koruma altına aldığı, 2-Yiyip
bitirdiği, 3-Giyinip eskittiğidir.
Bunlardan başka olaniar başkasının
malıdır. Varislerin payıdır. Onun o
malda hiçbir şeyi yoktur".Buna ilave
olarak sadakaların çok sayıda
faziletleri geçmiştir. Az yemek
hakkında ki bu 10 fayda son derece
kısaltılarak zikredilmiştir.
Onlardan her biri kendi içinde
sayısız faydaları bulundurmaktadır.Önceden
de defalarca yazdığımız şu konu göz
önünde bulundurulmalıdır: Bu
faziletlerin hak olduğunda tereddüt
yoktur. Kesinlikle bu yüce sıfatlar
öyledir ki, Allahu Teâlâ kendi lütfü
ile hoş nasipli birine bunları ihsan
ederse, o kişiye dünya ve ahirette
rahatlık vardır. Ahiretin sayısız
dereceleri ve terakkisinin
basamakları ancak bu şeylerdir.
Ancak kişinin kendi tahammülünü göz
önünde bulundurması gerekir. Yoksa,
Karga ördek gibi yürüdü de kendi
yürüyüşünü unuttu türünden bir şey
olur. Daha fazlasını arzu etmekten
dolayı insan bazen azından da mahrum
olur. O halde bütün bu şeylere kalbi
rağbet ettirmek, bu şeyler ile bu
hayat tarzını kendi içinde meydana
getirmeye çalışmak ve bu konulara
son derece saygıyla bakmakla
birlikte kendi içindeki tahammüle
göre amel etmek gerekir. Hasta
insana gücünden fazla yük yüklenirse
daha çabuk ölür. Bizler nefis
hastalıklarıyla hastayız.
Azalarımız ve kuvvetimizin
zayıflığından telef olmuş
durumdayız. Bundan dolayı sıhhati
temenni etmek, onun için çalışmak,
gayret etmek ve onu arzulamakla
beraber kendisini şu an içinde
bulunduğu durumdan daha aşağı
düşürecek hiçbir şeyi fiilen
üstlenmemelidir.İmam Gazali
rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Az
yemeye yavaş yavaş alışıl-malıdır.
Çok yemeye alışkın olan kimse
yemeğini bir anda azaltırsa ve buna
da tahammülü yoksa, hem zayıflayacak
hem de sıkıntıya düşecektir. O halde
çok ağır ve kolay bir şekilde bunu
yapmalıdır. Mesela bir adam günde
iki ekmek yiyorsa, o her gün bir
ekmeğin yirmi sekizde birini
azaltmalıdır. Böyle yapmakla bir ay
içinde yemek yarım porsiyona
düşecektir. (Eğer buna da dayanmak
zor geliyorsa kırkta bir hissesini
azaltmalıdır)".Hz. Sehi Tüsterİ
rahmetuiiahi aieytie biri, "Sizin
mücahedelerinizin başlangıcı nasıl
oldu?" diye sorunca, o, "Başlangıçta
benim yıllık harcamam üç dirhem (10
gr) idi. O sıralar durum şöyleydi;
Ben bir dirheme debs (yani üzüm veya
hurma şırası yada suyu) alıyordum.
Bir dirheme pirinç unu, bir dirheme
de yağ alıyordum. Onların hepsini
birleştirerek 360 lokma tatlı
yapardım. Her gün oruç açarken bir
tane yerdim" dedi. Biri, "Şimdi
usulünüz nedir?" diye sorunca, o,
"Şimdi kararlaştırılmış hiçbir şey
yoktur. Fırsat bulursam biraz
yiyorum" dedi. (Az önce bu zatın
yemeden 20 gün geçirdiği
geçmişti).Hz. Ebû Zer Gıfari
radıyaliahu anh buyurdu ki: Benim
geçimim Rasûlullah sah îaiiahu
aleyhi veseiiem zamanında haftada
bir sa idi.
Allah'a yemin olsun ki ölene kadar
asla bunu arttırmayacağım. Çünkü ben
Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhiveseiiemln şöyle buyurduğunu
işittim: "Sizden bana en sevimli ve
kıyamet günü bana en yakın kimse,
ölene kadar şu anda bulunduğu halde
kalandır". Bundan dolayı o bazı
Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum
hazretlerine itiraz ederdi ve şöyle
derdi: "Siz Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem zamanındaki hayat
tarzını terk ettiniz. Siz arpa ununu
elemeye başladınız. Halbuki o zaman
elenmiyordu. Sizler ince ekmekler
jyufkalar) yemeğe başladınız. Bir
çok yemekler sofralar üzerine
gelmeye başladı. Siz Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem zamanında
böyle değildiniz".Hz. Hasan Basri
rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:
Müslümanın misali
oğlak gibidir. Ona bir avuç kuru
hurma, bir avuç kavut ve bir yudum
su yeterlidir. Münafığın misali
yırtıcı hayvana benzer. O yemekleri
şapır şupur yer ve içeceklerin
hepsini lokur lokur içer. Ne
komşusunu düşünür ne de başkasını
kendine tercih eder. İhtiyacınızdan
fazla olan şeyleri (hayır yaparak)
ileri gönderin (bu sizin işinize
yarar)". Hz. Ebû Bekr Sıddık
radıyaliahu anh 6 gün üst üste aç
dururdu. Hz. Abdullah bin Zübeyr
ractıyaiiahu anh 7 gün aç
dururdu.Denilir ki bir Allah dostu
bir rahiple karşılaştı. Onunla
konuştu. Bu konuşma esnasında onu
İslam'a davet etti. Rahip konuşma
sırasında, "Hz. Mesih a/â nebiyyina
ve aieyhissaiatü vesselam kırk gün
aç dururdu. Bu ancak mucize şeklinde
olabilir. Peygamberden başkası bunu
yapamaz" dedi. O zat, "Eğer ben 50
gün aç durursam o zaman Müslüman
olur musun?" dedi. Rahip, "Elbette
olurum" dedi. O zat onun yanında
kaldı. 50 günü tamamlayınca, "Bu
vaad edilen süredir. Al on gün daha
fazladan" deyip on gün daha aç
durdu. Tam 60 gün sonra yemek yedi.
Rahip çok hayret etti ve Müslüman
oldu.Bir hadiste şöyle geçmiştir:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem sabahleyin yediği zaman
akşam yemezdi. Akşam yediği zaman da
sabah yemezdi (yani
arasıra böyle bir âdeti de vardı).
Bundan başka bazı geçmiş büyük
zatların bir vakit yemek yeme
âdetleri olduğu nakledilmiştir. İmam
Râzi rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: "Bir öğün yemek yemeye alışkın
olan kimsenin sahur vaktinde yemesi
daha hayırlıdır. Tâ ki gündüz oruç
tutma faziletini elde etsin. Bir de
geceleyin nafileler, zikir vs. mide
boş iken yapılsın". Hz. Mâlik bin
Dinar rahmetuiiahi aieyh'm canı 40
yıl kadar süt istediği halde süt
kullanmamıştır. Bir defasında bir
yerden kendisine taptaze hurmalar
geldi. Dostlarına, "Bunları siz
yiyin. Ben 40 seneden beri bunları
tatmadım" buyurdu.İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh bu
zatların bu çeşit olaylarını sık sık
zikretmiştir. Bu mücahedeleri
sayesinde o yüce zatlardan
kerametler zuhur ederdi. Şimdi o
zatların kerametinin benzerini
herkes istiyor. Ancak bunun için
onlar gibi mücahede yapılması
gerekir. Biz gıdaların en âlâsını ve
en üstününü istiyoruz. Öyleyse
mücahede nasıl olsun ki? Bir büyük
zat kendisiyle görüşen birini
yemeğe davet etti ve sofranın
üzerine ekmek koydu. O şahıs
ekmekler arasından evirip çevirip
güzel ekmek aramaya başladı. Ev
sahibi zat, "Böyle ne yapıyorsun?
Kötü zannederek bıraktığın
ekmeklerde şu kadar faydalar vardır.
Çok büyük me-şakketlere katlanarak
şu kadar insan bunun üzerinde
çalışmıştır. Pek çok çalışanların
çalışmalarının ardından buluta su
gelmiş, sonra o yağmur şeklinde
yağmıştır. Sonra bu ekmeğe,
rüzgarların, toprağın, hayvanların
ve insanların emeği geçmiştir, işte
bu ekmek senin önüne bu şekilde
gelmiştir. Ondan sonra sen bunlar
arasından iyisini, kötüsünü
seçiyorsun" buyurdu.Denilir ki 360
tane çalışan elemanın çalışması
olmadan bir ekmek pişmiş olarak
sizin karşınıza gelmez. Bunların
ilki Hz. Mîkâîl a/ey/»sse/am'dır. O
Allah'ın rahmet hazinesinden o şeyi
ölçerek çıkarır. Sonra bulutlarla
görevli olan melekler onu
yürütürler. Sonra ay, güneş,
gökyüzü, sonra rüzgarlarla görevli
melekler, onlardan sonra hayvanlar
ve en sonunda ekmeği pişirenler
gelir. Her türlü noksan sıfatlardan
beri olan yüce Rabbimin şu irşadı ne
kadar doğrudur.
"Allah'ın nimetlerini saymaya
kalksanız tam olarak sayamazsınız" (İbrahim-34)
Bundan sonra son derece önemli ve
dikkat edilmesi gereken şeylerden
biri de az yeme yolu seçildiğinde,
bu konuda riya ve itibar kazanma
sevgisinden sakınmaya çok ihtimam
gösterilmesidir. Sakın kendisi
açlıktan ölürken nefsi düzeleceği
yerde daha fazla bozulmasın. Alimler
şöyle yazmışlardır: "Yemek
arzusundan kaçıp, riya ve gösterişe
düşen kimse, akrepten kaçıp da
yılanın ağzına doğru giden kimseye
benzer"Kısaca
az yemek sevilen ve övülen bir
şeydir. Bunda din ve dünyanın pek
çok faydaları vardır. Tabi bunlar
zayıflığa, riyaya ve diğer
tehlikelere düşmemek şartıy-ladır.
Şüphesiz ki Rasûlullah saiiaitahu
aleyhi veseiiem'm hayatını, onun
geçimini, onun muâşeratını, onun
fakirlik ve yoksulluğunu zihinlere
yerleştirmek gerekir. "Asıl yaşantı
budur" diyerek onu gönülden
beğenmeüdir. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesei-/em'in seçtiği hayat
tarzı yokluktan, mecburiyetten veya
imkanlar elvermediğinden dolayı
değildi. Aksine bu hayatı kendi
rızasıyla ve rağbetiyle seçmiş ve
beğenmişti.Bir defasında Hz. Aişe
radıyatlahu anha, "Ya Rasûlallah!
Siz Allahu Teâlâ'dan rızkın
bollaşmasını neden istemiyorsunuz?"
diye arz etti. Hz. Aişe radıyaliahu
anha diyor ki: Ben bunu dedikten
sonra Rasûluilah
saiiaiiahualeyhiveseiiem'm şiddetli
açlığını görünce ağladım.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Ey Aişe! Canım
kudret elinde olan Allah'a yemin
olsun ki, eğer ben Rabbimden
altından dağların benimle beraber
yürümesini-isteseydim. Allahu Teâlâ
onları benimle beraber yürütürdü.
Ancak ben dünyada aç durmayı, karın
tokluğuna tercih ettim. Ben dünyanın
yoksulluğunu, onun servetine tercih
ettim. Ben dünyanın gammını, onun
sevincine tercih ettim. Ey Aişe!
Dünya Muhammed saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ve onun âline uygun
değildir. Allahu Teâlâ Ûlül Azim
(yani azimli ve yüksek dereceli)
Rasûllerin sıkıntılara
sabretmelerini ve dünyanın
rahatından sakınmalarını
beğenmiştir. Onlar için beğendiği
şeyleri bana emretmiştir. Nitekim
Allah ce//e ceiaiuhu şöyle
buyurmuştur:<Sen de Ûlül Azim (azim
ve sebat sahibi) Rasûllerin
sabrettiği gibi sabret>(Ahkaf-35).
Benim Allah'ın emrini yerine
getirmekten başka çarem yoktur.
Allah'a yemin olsun ki, ben gücümün
yettiği yere kadar onların
sabrettiği gibi sabredeceğim. Güç
ve kuvvet ise Allah'ın vermesiyle
gelir".Bir hadiste şöyle
geçmektedir: Hz. Ömer radıyaliahu
anh zamanında fetihler çoğalınca
kızı Ümmül Mü'minin (mü'minlerin
annesi) Hz. Hafsa radıyaliahu anha
şöyle dedi: "Artık siz de başka
ülkelerin elçileri geldiği zaman
ince elbise giyiniz. Birine yemek
pişirmesi için emir veriniz. Tâ ki
o, elçileri yedirsin, siz de onlarla
birlikte yiyiniz". Bunun üzerin Hz.
Ömer radıyaliahu anh buyurdu ki:
"Sen de biliyorsun ki, insanın
halini onun ev halkı çok iyi bilir".
Hz. Hafsa, "Elbette öyle" dedi.
Sonra Hz. Ömer radıyaliahu anh şöyle
buyurdu: "Sana yemin vererek
soruyorum; sen bilmiyor musun ki,
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem peygamberlik verildikten
sonra şu kadar sene yaşamıştır. O
zamanlarda Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm hanımları eğer
gece yemek yerlerse, gündüz aç
dururlardı. Gündüz yemek yerlerse,
gece aç kalırlardı. Sen bilmiyor
musun ki, nübüvvetten sonra şu kadar
yıl Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem hayatta kalmıştı. Ancak
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ve onun ev halkı Hayber
feth oluncaya kadar asla karın
doyuracak hurma dahi yemediler. Ben
Allah hakkı için sana soruyorum; Sen
bilmiyor musun ki, bir defasında sen
yüksek sofra (sehba) üzerine yemek
koymuştun da Rasûlullahsaiiaiiahu
aleyhi veseitem'm nurlu yüzünde
değişme olmuştu. Nihayet o (sehba)
kaldırılıp yemek yere kondu (da o
zaman Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem yedi). Ben sana Allah hakkı
için soruyorum; Sen bilmiyor musun
ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem kendi abasını (bir çeşit
şal) ikiye katlayarak onun üzerinde
istirahat ederdi. Sen bir defasında
onu dörde katlayarak sermiştin.
Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, <Sen benim gece
kalkmamı engelledin (çünkü dört kat
olunca yatak yumuşak oldu. Bu yüzden
de derin uyku geldi). Onu her günkü
gibi ikiye katla> buyurdu. Ben sana
Allah hakkı için soruyorum; Sen
bilmiyor musun ki, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi
elbisesini yıkamak için mübarek
bedeninden çıkarır ve yıkardı. O, bu
durumda iken Bilal namaza çağırmak
için gelince, Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vese/tem'in yanında giyinip
namaz kıldıracağı başka elbisesi
olmazdı. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem onu kurutup giyer ve
namaz kıldırırdı. Ben sana Allah
hakkı için soruyorum; Sen bilmiyor
musun ki, Benû Nadr kabilesinden bir
kadın Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem için iki elbise
hazırlamıştı. Biri izâr, diğeri de
şal idi. Onlardan birini önce
gönderdi. İkincisini göndermekte
gecikti. Bunun üzerine Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu
vücuduna öyle örttü ki, (vücudu
açılmasın diye) iki köşesine boyun
tarafından düğüm atmıştı. Bu şekilde
giyinip namaza gitmişti. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanında
o anda giyinip de namaza gideceği
ikinci bir elbisesi yoktu". Hz. Ömer
radıyaliahu anh bu şekilde daha
başka olayları da saydı. Nihayet bu
olayları hatırlatarak Hz. Hafsa
radıyatiahu anha'y\ ağlattı. Kendisi
de hıçkıra hıçkıra o kadar ağladı
ki, biz bu üzüntüden dolayı canının
çıkmasından endişe ettik.Bir başka
hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Ömer
radıyatlahu anh şöyle buyurdu:
"Benim iki arkadaşım vardı
(Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ve Hz. Ebû Bekr
radı-yaiiahu anh). İkisi de aynı
yolda yürüdüler. Eğer ben onların
yolunu bırakarak başka bir yolu
tercih edersem, onlara yapılan
muamele, bana yapılmayacaktır.
Allah'a yemin olsun ki, ben onların
ağır şartlar içinde geçirdikleri
(dünya) hayatı üzere kalmaya
kendimi zorlayacağım. Tâ ki
(ahiretin) o taptaze hayatına
kavuşabileymFetâvâyi
Âlemgiriyye'de şöyle yazmaktadır:
Yemeğin birkaç derecesi vardır;
1-Birinci derece farzdır. Onun
ölçüsü insanı helak olmaktan
kurtaracak kadardır. Eğer bir kimse
çok az miktar yer ve bu yüzden
ölürse günahkar olur. 2-lkinci
derece sevap derecesidir. Yani
kalkıp namaz kılabileceği ve
kolaylıkla oruç tutabileceği
miktarda yemek yemektir. 3-Caiz
derecesidir. O da iki numaradaki
miktar üzerine karın doyuncaya kadar
ilave etmektir. Tâ ki beden
güçlensin. Bu derecede ne sevap
vardır ne de günah. Mal helal yolla
kazanılmışsa bunda basit bir hesap
vardır. 4-Dördüncü derece haramdır.
O da doyduktan sonra yenen fazla
olan miktardır. Şüphesiz ki eğer
bundan maksat yarın oruç tutacağım
diye oruca kuvvet gelmesi ise veya
misafir
aç kalmasın gayesiyle yenirse, bu
miktarda da bir sakınca yoktur. Bir
de farzlara zarar verecek şekilde az
yeme mücahedesi yapmak caiz
değildir. Elbette eğer farza zarar
gelmezse az yeme mücahedesi yapmakta
bir sakınca yoktur. Çünkü bunda hem
nefsin ıslahı vardır hem de yemek
iştahla yenmiş olur. Aynı şekilde
genç bir adamın şehvetinin gücünü
kırmak için az yeme mücahedesi
yapması caizdir" Bu
taksimin ikinci maddesi hakkında
Dürrü Muh-tafm yazarı ve diğerleri
bazı sözler etmişlerdir. Onlar
ayakta durup namaz kıla-bilecek
kadar yemeyi farz derecesine dahil
etmişlerdir. Âlemgiri'nin en son
ifade-siyle de bu teyid edilmiştir.
12) Hz.
AH radıyailahu an/r'dan Rasûlullah
sallailahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu: "Kim Allahu Teâlâ'dan gelen
az rızka razı olursa, Ailahu Teâlâ
da ondan gelen az amele razı olur
(Beyhaki, Mişkât)
İZAH: Bu
hadisi şerifte az kazanç hakkında
Allahu Teâlâ'nın hususi bir ihsanı
üzerine dikkat çekilmiştir. Yani bu
durumda eğer insan tarafından
iyiliklerde bir eksiklik olursa,
Mülkün Sahibi olan Allah da o
eksikliği memnuniyetle kabul
etmektedir. Buna karşılık Allahu
Teâlâ'nın nimetleri bol olur ve
insan hiçbir şeyde eksikliğe razı
olmazsa, o zaman O Mülkün
Sahibi'nden şöyle bir talep gelir:
"Öyleyse onun hakkını eda etme
konusunda senin de ileri gitmen
gerekir". Şu açıktır ki, bir memura
istediği kadar maaş verilir de sonra
o kendi memuriyet hizmetinde kusur
ederse, onun vefasızlık ve
nankörlüğünde ne şüphe vardır? Ancak
bizim davranışımız aksinedir. Yani
yoksullar Allah'a yönelmeye muvaffak
olmakta, zikir ve nafileler için
zaman da bulmaktadırlar. Ancak ele
avuca dört kuruş geçince veya para
gelmesinin yolları ortaya çıkınca
artık farz namazlar için bile vakit
bulunamamaktadır.Az rızka kanaat
edebilmek için insanın beş şeye
dikkat etmesi gerekir:
a) Harcamalarını
kısmalıdır. İhtiyaç
ölçüsünden fazla harcama
yapmamalıdır. Alimler şöyle
yazmışlardır: Eğer insan yalnız
başına ise ona bir adet takım
elbise kâfidir. Birkaç elbise
yaptırmaya gerek yoktur. Aynı
şekilde basit bir ekmek ve yemekle
geçinebilir. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kim
orta yollu harcama yaparsa, o fakir
olmaz".
b) Eğer
zaruret kadar bir şey nasip olursa,
geleceğin fikriyle oyalanmamalıdır. Allahu
Teâlâ'nın vaadine güvenilmelidir.
Çünkü Allahu Teâlâ rızkı zimmetine
almıştır. Şeytan insanı devamlı
istikbal düşüncesiyle meşgul eder.
Yani, "Fon olarak biraz sermaye
biriktirmek gerekir. Darlık insanla
beraberdir. Hastalık da beraberdir.
Sonradan geçici masraflar da meydana
gelebilir. Bundan dolayı sen zorluk
ve meşakkat çekersin" gibi hayaller
yüzünden şeytan insanı zorluk ve
gelecek fikri ve düşüncesiyle
perişan etmekte, sonra da, "Bu
ahmak, hayal ürünü olan gelecekteki
sıkıntı korkusundan şu anki kesin
olan meşakkat ve sıkıntıyı
çekmektedir" diye alay etmektedir.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem Hz. Abdullah Ibni Mes'ud
radıyaiiahu anh'a şöyle buyurdu:
"Kendi üzerine fazla gam yükleme.
Kaderde olan şey mutlaka olacaktır.
Senin rızkın ne kadarsa sana o
kadarı ulaşacaktır". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu
ki: "Allahu Teâlâ mü'min kuluna
tahmin etmediği yerden rızık verir.
Kur'an-ı Kerim'de de bu ifade
geçmiştir".
c)
Kanaat etmekle, insanlardan müstağni
olmanın en büyük şerefinin elde
edildiğini düşünmelidir. Hırs
ve açgözlülükte ise insanların
yanında ne kadar zelil olmak
zorunda kalınmaktadır. Şunu da
dikkatli bir şekilde düşünmelidir
ki; kişinin bir sıkıntıya mutlaka
katlanması gerekecektir. Ya halkın
önünde el açma zilletinin sıkıntısı
ya da nefsini lezzetli şeylerden
engellemenin sıkıntısı. Bu ikinci
sıkıntıdan dolayı Allah indinde
sevap vaadi vardır. Birinci
sıkıntıdan dolayı ise ahiret vebali
vardır. Buna ilave olarak insan
halkın önünde el açınca onlara hak
sözü söylemekten geri durur. Çoğu
zaman din hakkında taviz verip
dalkavukluk yapması gerekir.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "Kişinin izzeti
insanlardan istiğnadır (onlara
tenezzül etmemesidir)". Bu konuda
meşhur bir söz vardır: Sen kime
tenezzül etmezsen onunla eşitsin
(yani ondan altta kalmaya mecbur
değilsin) Kime ihtiyacını açarsan
onun esirisin. Kime iyilik edersen
onun hükümdarısın.
d) Kişi
dünyacı zenginlerin akıbetini
düşünmelidir. Yahudi,
Nasrâni ve dinsiz sermayedarların
akıbetini ve bir de Enbiya
aieyhimusseiam ve Evliya-i Ki-ram'ın
akıbetini düşünmelidir. Onların
ahvallerini dikkatlice okuyup
araştırmalıdır. Sonra kendi nefsine,
"Allah'a yakın olan insanların
topluluğuna katılmak mı yoksa
ahmaklara ve dinsiz insanlara
benzemek mi istiyorsun?" diye
sormalıdır.
e) Daha
önce açıklanan malın çoğalmasının
tehlikelerini iyice düşünmelidir.
O malla birlikte ne kadar musibetler
vardır. İnsan bu beş şeyi dikkatlice
düşünürse aza kanaat etmesi
kolaylaşacaktır.Hz.
Abdullah ibni Ömer radıyallahu
anhuma Rasûlullah sallailahu aleyhi
vesel-fem'in şöyle buyurduğunu
naklediyor: "Müslüman olan,
kendisine az rızık verilen ve bunun
üzerinde kendisine Allahu Teâlâ
tarafından kanaat verilen kimse
felaha ermiştir". Hz. Fudâle bin
Ubeyd radıyallahu anh Rasûlullah
saliallahu aleyhi vesel-fem'in şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Kendisine
İslam nasib edilen, geliri zaruret
kadar olan ve buna kanaat eden
kimseye ne mutlu! Hz.
Ebû Derdâ radtyaiia-huanh,
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem'in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "Güneşin her doğduğu
gün onun iki tarafındaki melekler
şöyle ilan ederler; <Ey insanlar!
Rabbinize yönelin. Az olup da
yeterli olan mal, çok olup da insanı
Allah'tan başka tarafa yönelten
maldan daha hayırlıdır".
13) Hz.
Muaz bin Cebel radıyallahu anh
buyuruyor ki: Rasûlullah sallaUahu
aleyhi veseilem onu Yemen'e (vali
tayin edip) gönderirken şöyle
buyurdu: "Refah ve konfor içinde
yaşamaktan sakın. Çünkü Allah'ın iyi
kulları refah ve konfora düşkün
kimseler değillerdir". (Ahmed,
Mişkât)
İZAH: Hâkim
ve vali olduktan sonra rahatlık ve
konfor vasıtaları çoğunlukla hazır
hale gelmektedir. Her çeşit nimetler
kolaylıkla elde edilmektedir. Bundan
dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseitem onu vali tayin edip
gönderirken bu şeylerden
sakınmasına hususi olarak tenbihte
bulunmuştur. Rasûlullah saiiaüahu
aleyhi veseilem'm vasiyetlerinde ve
Hülefâ-i. Râşidin hazretlerinin
vasiyet ve emirlerinde bu konuda sık
sık özel uyarılar yapılmıştır.Hz.
Fudâle bin Ubeyd radıyallahu anh
Emîr Muâviye radıyallahu anh
tarafından Mısır'a kadı olarak tayin
edilmişti. Bir sahâbi onun yanına
bir hadisi araştırmak için gitti.
Yanına gidince baktı ki kadı
efendinin saçları dağınık, ayaklan
da çıplaktı. Ona, "Sen bu
toprakların hakimisin ama ben senin
saçlarını dağınık görüyorum" dedi.
H2. Fudâle radıyallahu anh,
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem bizi SÜS ve ziynetten men
etti" dedi. Sonra o sahâbi, "Ben
senin yalın ayaklı olduğunu
görüyorum" dedi. Hz. Fudâle
radıyallahu anh, "Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem bize
bazen yalınayak yürümemizi söylerdi"
dedi. Abdullah Ibni Muğaffel
radıyallahu anh diyor ki:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem her gün saç taramaktan mCü
en etmiştir".
14) beyr
bin Nüfeyr rahmetuiiahi a/eyft'in
mürsel olarak rivayet ettiğine göre
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem şöyle buyurmuştur: "Allahu
Teâlâ bana mal toplamamı ve
tacirlerden olmamı vahyetmedi.
Fakat, <(Ey Muhammedi) Sen Rabbini
harnd ile teşbih et ve secde
edenlerden (namaz kılanlardan) ol.
Sana ölüm gelene kadar Rabbine
ibadet et> diye vahyetti". (Şerhus
Sünne, Hilye, Mişkât)
İZAH: Hadiste
işaret edilen vahiy Hicr suresinin
en son ayetidir. Hadisi şerifteki bu
ifade bir çok Sahâbe-i Kiram
radıyallahu anftum'dan
nakledilmiştir. Nitekim Suyûti
rahmetuiiahi aleyh, Dürrü Mensûr'öa
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem'm bu hadisini Hz. Abdullah
Ibni Mes'ud, Ebû Müslim, Havlâni,
Ebû Derdâ, radıyallahu anhum
ecmaıvVden nakletmiştir.Bir hadiste
nakledildiğine göre Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle
buyurmuştur: "En hayırlı insan şu
iki kişidir; Birincisi, atının
dizgininden tutarak Allah yolunda
can verme yoluna düşen kimsedir.
İkincisi, yanında koyunları olan ve
herhangi bir vadi veya dağda (yani
sükun bulacağı ve bilinmeyen bir
yerde) namaz kılan, zekatını veren
ve Mevlâ'sına ibadetle meşgul olan,
bu hal üzerine iken kendisine ölüm
gelen, kendisinden İnsanlara
hayırdan başka bir şey (yani şer)
ulaşmayan kimsedir".Rasûlullah
saiiatiahu aleyhi vese/tem'in
Allah'ın bu yüce emrini, ahirete
intikal edeceği güne kadar nasıl
yerine getirdiği, onun hayatını
gözden geçirenlerden saklı değildir.
Bir de Allahu Teâlâ tarafından
verilen nimetler ne kadar fazla
olursa, Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem kendini ibadetlere o
kadar çok verirdi. Hz. Aişe
radıyallahu anha buyurdu ki: "Fetih
sûresi inince Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem ibadet daha fazla
gayret etmeye başladı. Biri, <Ya
Rasûlallah!. Bu ayeti kerimeye göre
sizin gelmiş ve geçmiş
yanılgılarınızın hepsi
affedilmiştir. Öyleyse siz neden bu
kadar meşakkat çekiyorsunuz?> dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem, <Ben şükreden bir kul
olmayayım mı?> buyurdu". Hz. Ebû
Hureyre radıyallahu anh buyuruyor
ki: "Fetih sûresi nazil olunca
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem namazını o kadar uzattı ki,
ayakları şişti, ibadetlerini o kadar
artırdı ki, bedeni zayıflayarak eski
bir kırba gibi oldu. Kendisine
(biraz önceki) soru sorulduğunda
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem, <Ben şükreden bir kul
olmayayım mı?> diye (aynı) cevabı
verdi. Hz. Hasan radıyallahu anh
diyor ki: "Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseilem ibadet konusunda o
kadar gayret ederdi ki, eski bir
kırba gibi tamamen kurumuştu. Ondan
sonra yukarıda geçen (aynı) soru ve
cevap geçti". Hz. Ebû Cuheyfe
radıyallahu anh buyuruyor ki:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseitem O kadar uzun namaz
kılıyordu ki, ayaklan yarılmıştı".
Hz. Enes radıyallahu anh diyor ki:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem namaz kılarken ayakta o
kadar uzun dururdu ki, bu yüzden
ayakları şişerdi".Bunlardan başka
daha pek çok hadislerde sık sık bu
çeşit ifadeler nakledilmiştir.
Onların çoğun da halkın, "Ya
Rasûlallah! Kur'an-ı Kerim'de sizin
affedildiğiniz hakkında kesin
ifadeler buyurulmuştur" ricası
geçmekte Rasûlullah saiiaiia-hu
aleyhi veseilem tarafından da cevap
olarak, "Ben şükreden bir kul
olamayayım mı?" ifadesi geçmektedir. Acaba
biz de "Allahu Teâlâ bize falan özel
nimetini verdi. Onun şükrünü eda
etmek için kısaca iki rekat namaz
kılalım" diye hiç düşünüyor muyuz?
Bir çok hadislerde şöyle
buyurulmuştur: "Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem'e bir
yerden fetih haberi gelince veya
herhangi bir sevindirici haber
duyarsa şükür için secdeye
kapanırdı".Bütün bu durumlara rağmen
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem'm Allah korkusunun hali
şöyleydi: Buhari Şerifte Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem\n şöyle
buyurduğu nakledilmiştir: "Allah'a
yemin olsun, Allah'a yemin olsun ki,
Ben Allah'ın Rasûlü olduğum halde
kıyamette bana ve size nasıl muamele
yapılacağını bilmiyorum" Bilmiyorum
sözünün manası, "Ahvali geniş olarak
bilmiyorum" demektir. Bütün yetkiler
elinde olan padişahın dilediği gibi
muamele yapması O'nun hakkıdır.Hz.
Ümmü Derdâ radıyaiiahu anha, kocası
Ebû Derdâ'ya, "Sen falan şahsın mal
arayıp takip ettiği gibi neden
yapmıyorsun?-(Nitekim o mal
kazanıyor. Sen ise bunu hiç
düşünmüyorsun.)" dedi. Hz. Ebû Derda
radıyaiiahu anh dedi ki: "Ben
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğunu
işittim; <Senin önünde bir büyük
geçit (mahşer meydanı) gelmektedir.
Yükü ağır olanlar (üzerinde hesap ve
kitap yükü olanlar kolaylıkla)
oradan geçemezler. Bundan dolayı
gönlüm o geçitte hafif olmamı
istiyor>" Yani
benim üstümde fazla hesap yükü
olmasın ki ben oradan kolayca
geçeyim.O yüce zâtlar kıyamet günü
başlarından ne geçeceğinden çok
korkarlardı. Bundan dolayı her an
oranın fikri ve hazırlığı ile meşgul
olurlardı. Bizim üzerimize her an
dünya fikri binmiştir. O geçidin
hayali bile aklımızdan
geçmemektedir. Hasan bin Sinan
rahmetuiiahi aleyh bir yere
gidiyordu. Yolda bir yerde daha önce
orada olmayan bir eve gözü ilişti ve
"Bu ev ne zaman yapıldı?" dedi.
Sonra kendi nefsine hitaben, "Sen
niçin boş bir şey soruyorsun? O evin
ne zaman yapıldığından sana ne?
Sana bir sene oruç tutma cezası
vereceğim" dedi. Fuzûli söz
konuştuğundan dolayı bir sene oruç
tuttu. Malik bin Zayğam rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: Hz. Rebâh Kaysî
ikindiden sonra bizim evimize geldi
ve "Baban nerede?" dedi. Ben,
"Uyuyor" dedim. O, "Bu vakit uyuma
vakti midir?" deyip geri döndü. Ben
onun arkasından bir adamla şu haberi
gönderdim: "Eğer siz isterseniz ben
onu uyandırayım". Adam onun peşinden
gitti. O esnada o bir kabristana
girmişti. Orada kendi kendini
kınıyor ve şöyle diyordu: "Demek <Bu
uyuma vakti midir?> diyorsun. Senin
bunu söylemekten gayen neydi? İnsan
ne zaman isterse uyur. O vaktin
uyuma vakti olup olmadığını sen ne
biliyordun? Ben Allah'a yemin
ediyorum ki, seni bir sene uyumak
için yere yatırmayacağım. Hasta
olursan ya da aklın giderse
müstesna. O zaman mecburiyet vardır.
Yazıklar olsun sana. Sen ne zamana
kadar insanları ayıplayacaksın. Sen
bu davranışlarından vazgeçmeyecek
misin?" O bu şekilde konuşuyor ve
ağlıyordu. Ona haber götüren adam bu
durumu görünce geri döndü. Ona bir
şey söylemeye cesaret edemedi.Hz.
Tâlha radıyaiiahu anh buyuruyor ki:
Bir gün bir sahâbi elbisesini
soyarak aşırı sıcaklıktaki kumda bir
o tarafa bir bu tarafa dönüyor ve
şöyle diyordu: "Tat bakalım!
Cehennem ateşi bundan daha şiddetli
olacak. Gece cansız (uyur)
kalırsın, gündüz boş boş
dolaşırsın". O bu haldeyken
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseliem onu gördü ve yanına gitti.
O, "Ya Rasûlallah! Benim tabiatım
üzerine öyle bir hal galip oldu ki,
nasıl anlatayım bilemiyorum" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem, "Senin böyle yapman
gerekmezdi. Senin için bütün
göklerin kapıları açıldı. Allah
ceiie ceiaiuhu meleklerine karşı
seninle övünüyor" buyurdu. Sonra
Sahâbe-İ Kiram'a dönerek, "Kendiniz
için ondan azık alın" buyurdu. Hepsi
ondan dua talebinde bulundular.
Sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem ona, "Hepsi için dua et"
buyurdu. Hz. Huzeyfe bin Katâde
radıyaiiahu anh diyor ki: Bir adam
bir Allah dostuna, "Senin nefsin bir
şeyi istediğinde ona nasıl tavır
takınıyorsun?" dedi. O zat, "Ben
nefsime buğz ettiğim kadar dünyada
kimseye buğz etmiyorum. Peki bu
kadar nefret ettiğim birinin
isteklerini nasıl yerine
getirebilirim?" Hz. Mücemmi
möıyaiiahu anh bir defa başını evin
üst katına doğru çevirince gözü
namahrem bir kadına ilişti. Bunun
üzerine o, "Yaşadığım müddetçe asla
başımı yukarı kaldırmayacağım" diye
söz verdi.İmam Gazali rahmetuiiahi
aleyh bu zatlara ait bundan başka
pek çok vakıaları nakletmiştir. O
vakıalarda (özet olarak şöyle
geçmektedir:) Eğer onlardan zerre
kadar basit bir şey sâdır olsa,
nefislerine çok ağır cezalar
verirlerdi. Bütün bunlar niçindi?
işte bütün bunlar sadece Hz. Ebû
Derdâ radıyaiiahu anh'in hanımına
anlattığı o geçidin (mahşerin)
korkusundan dolayı idi. Biz hepimiz
bu geçitten öyle eminiz ki, sanki bu
geçit sadece Sahâbe-i Kiram
hazretlerinin yolunda vardır. Biz de
uçağa binip o geçidin üzerinden
geçeceğiz. Biz kendi canımıza ne
kadar zulmediyoruz ki, unutarak bile
o geçidin hayali gözümüzün önüne
gelmiyor.Ondan sonra İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh şöyle
yazmaktadır: "Hayret! Sen kendi
kölene (hizmetçine), kendi evladına
kusur işledikleri zaman ceza
veriyorsun ve "Eğer ona tenbih
edilmezse o zabt edilmez,
azgınlaşır" diyorsun. Ancak nefsine
hiç aldırmıyorsun. O da azgınlaşıp
gidiyor. Nefsinin azgınlığından sana
ulaşan zarar kadar başkalarının
azgınlığından sana zarar ulaşmaz.
Çünkü başkalarından zarar ulaşsa da
o senin dünyanla ilgilidir. Ama
senin nefsinin azgınlığından
dolayı, senin ahiretine zarar
ulaşır. Ahiret asla bitmeyecek, onun
nimetleri tükenmeyecektir. Onlarda
meydana gelen zarar ne büyük
zarardır. İşte bundan dolayıdır ki,
geçmişteki büyük zâtlardan birinin
ahiret işlerinde bir eksikliği
olunca onun telafisi için son derece
düşünür fikrederdi.Hz. Ömer
radıyaiiahu anh bir defasında ikindi
namazının cemaatine yetişemedi.
Onun telafisi için değeri iki yüz
bin dirhem olan bir bağı sadaka
olarak verdi. Hz. İbni Ömer
radıyaiiahu anhuma herhangi bir gün
bir namazı cemaatle kılamaz-sa, o
günün akşamı bütün geceyi uyanık
geçirirdi. Bir gün akşam namazına
geç kaldı. Onun telafisi için iki
köle azâd etti.İbadetlerinde
gevşeklik ve tembellik meydana gelen
bir kimse için uygun olan şey,
ibadetlere kendini vererek meşgul
olan bir Allah kulunun yanında
bulunmasıdır. Eğer böyle biriyle
kalmak müyesser olmazsa o zaman
böyle insanların ahvallerini ibretle
ve dikkatlice okumalıdır. (Onlarla
ilgili pek çok kıssalar Ravz-ur
Reyyâbin adlı eserde
yazılmıştır. Onun kısaltılmışı Urduca
tercümesi olan
Nüzhe-tül Besatin adlı eserdir). Bir
Allah dostu diyor ki: "Bana
ibadetler konusunda bir tembellik
çöktüğünde ben Muhammed bin Vâsi
rahmetuiiahi aieyti'm ahvalini
gözden geçiriyorum. Bu işe bir hafta
devam ediyorum". (Aynı şekilde diğer
Evliyaullah'ın hayat hikayeleri de
vardır. Yalnız bunları muteber ve
güvenilir kişilerin yazmış olması
şartıyla okumak gerekir). Çünkü
onların ahvallerini gözden geçirmek,
(amellere karşı) arzu ve şevk
meydana getirmek için çok
faydalıdır.Şu da üzerinde
düşünülmesi gereken bir şeydir ki,
onların bütün meşakkatleri ve
gayretleri nihayet sona erdi. Ancak
şimdi onlara verilecek nimetler ve
onların rahatları ebedi o olarak
baki kalmıştır. Onlar asla son
bulmayacaktır. Yazıklar olsun bizim
gibilere ki, bu ahvalleri bilerek ve
görerek yine de dünya kazanmakta ve
dünyanın lezzetleriyle meşgul
olmaktayız. O ebedi lezzetleri elde
edenlerin hallerinden de öğüt
almamaktayız. Hz. Ali kerremaiiahu
vechehu şöyle söylemiştir: (Bazıları
bu sözün Rasûlullah saliailahu
aleyhi veseilem'e ait olduğunu
söylemişlerdir): "Allahu Teâlâ
gerçekten hasta olmadıkları halde
insanların kendilerini hasta
sandıkları kimselere rahmet etsin".
Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh
buyuruyor ki: "Çok ibadet etmeleri
onları meşakkate sokmuştur. Bundan
dolayı insanlar onları hasta
zannetmektedirler". Yine o şöyle
buyuruyor: "Ben öyle zâtlar gördüm
ve onların sohbetlerine katıldım ki,
onlar dünyanın herhangi bir şeyinin
gelmesine sevinmez, gitmesine de
üzülmezlerdi. Onların nazarında
dünyanın mal ve eşyasının hakikati,
ayakkabılara bulaşan toz ve
topraktan daha zelildi. Ben öyle
insanlar gördüm ki, onların hiçbir
elbisesi düzgünce katlanıp
konmamıştı. Yemeklik bir şey
pişirilmesi için emir de
vermemişlerdi. Hiçbir zaman uyumak
için yatağa ihtiyaçları olmamış, bu
yüzden de yere uzanıp uyumuşlardı.
Öyle ki onlarla yer arasında hiçbir
sergi olmazdı. Onlar Allah'ın
kitabıyla amel ederlerdi. O'nun
Nebisi saliailahu aleyhi vese/tem'in
sünnetine ittiba ederlerdi. Gece
olunca, bütün gece (namazda)
ayakları üzerine dikilirler veya
yüzlerini (secde halinde) yere
sererlerdi. Onların gözlerinden
yanaklarına doğru göz yaşlarından
oluşan inciler dizilirdi. Gece boyu
Rableriyle konuşurlardı. (Sahih bir
hadiste bildirildiğine göre namaz
kılan kimse Rabbiyle konuşur).
Azabından koruması için Mevlâlarına
yalvarırlardı. Bir iyilik
yaptıklarında ondan dolayı Allah'a
çok şükrederlerdi. Ona sevinirler
ve kabul olması için dua ederlerdi.
Bir kötülük meydana gelince ondan
dolayı çok üzülürler. Allah'a tevbe
ederlerdi. O'ndan af dilerler ve
istiğfar ederlerdi. İşte bu hal
içinde onlar ömürlerini
geçirdiler".Ömer İbni Abdulaziz
rahmetuiiahi aleyh hastalanınca bir
topluluk onu ziyarete gitti. Onlar
arasında son derece zayıf, rengi
sararmış, incelmiş bir genç de
bulunuyordu. Ömer 'bni Abdulaziz
rahmetuiiahi aleyh ona, "Sana böyle
ne oluyor?" dedi. O, "Özürler ve
hastalıklar sardı" dedi. Ömer İbni
Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh, "Hayır
doğrusunu söyle" beyince, o genç,
"Ben dünyanın tadına baktım, o çok
acı çıktı. Onun yaldızı, onun tadı,
onun lezzeti ve onun rahatı gözümde
çok zeül oldu. Onun altını ve taşı
benim gözümde eşittir. Allahu
Teâlâ'nın arşı sanki her an karsımda
duruyor. Mahşer meydanında bir
topluluğun Cennet'e doğru
gitmesi,diğer topluluğun da
Cehennem'e atılması sanki benim
gözümün önünde cereyan etmektedir.
Bundan dolayı ben kendimi bütün gün
(oruç tutarak) susuz bırakmaktayım.
Bütün gece (Allah'ı yâd etmek için
uyanık durmaktayım). Bu iki durum da
Allahu Teâlâ'nın sevabı ve azabı
karşısında hiç bir hakikat
taşımamaktadır" dedi.Hz. Dâvûd Tâî
rahmetuiiahi aleyh ekmek parçalarını
suya sokar ve o suyu içerdi. Ekmek
yemezdi. Biri ona bunun sebebini
sorunca buyurdu ki: "Bunu içmek ve
ekmeği çiğneyerek yemekte Kur'an-ı
Kerim'den 50 ayeti okuyacak kadar
vakit zayi olmaktadır". Bir gün onun
evine bir adam geldi ve "Sizin evin
çatısının tahtası kırıldı" dedi. O,
"Ben yirmi yıldan beri onun çatısını
görmedim" dedi.Bu yüce zatlar boş
konuşmaktan sakındıkları gibi boşuna
oraya buraya bakmaktan da
kaçınırlardı. Muhammed bin Abdulaziz
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben
sabahtan ikindiye kadar Ahmed bin
Rezin rahmetuiiahi aieyh'm yanında
kaldım. Onun oraya buraya baktığını
görmedim". Biri kendisine bununla
ilgili bir soru sorunca şöyle
buyurdu; "Allahu Teâlâ bu gözleri
kendi azamet ve büyüklüğünü
gösteren şeylere ibret nazarıyla
bakmak için vermiştir. Böyle olmazsa
o bakış hatadır". Hz. Mesrûk
rahmetuiiahi a/eyh'in hanımı diyor
ki: "Gece boyunca namaz kılmasından
dolayı Mesrûk'un baldırları şişerdi.
O kendini namaza verdiği zaman ben
onun arkasında oturur, onun haline
acıyarak ağlar dururdum".Hz. Ebû
Derdâ radiyaiiahu anh buyuruyor ki:
"Eğer dünyada lezzet alınacak üç şey
olmasaydı, ben bu dünyada bir gün
dahi yaşamaya dayanamazdım; 1-Çok
sıcak bir günde öğlen vakti (oruçlu
iken) susamanın lezzeti, 2-Gecenin
sonuna doğru secde etmekle elde
edilen tatlılığın lezzeti, 3-Olgun
meyveleri bahçeden seçip toplar
gibi, sözlerinin arasından olgun
meyveler toplanan bir Allah
dostunun sohbetinde bulunmanın
lezzeti". Esved bin Yezid
rahmetuiiahi aleyh ibadetler uğrunda
o kadar çok meşakkatlere katlanır,
şiddetli sıcaklarda o kadar çok oruç
tutardı ki, bu yüzden bedeni
kararmıştı. Alkame bin Kays ona,
"Sen kendi bedenine neden bu kadar
azab ediyorsun?" deyince o, "Kıyamet
günü ona izzet-i ikram edilsin diye"
buyurdu. Yani kıyamet günü bu bedene
izzet nasib olması için bu
meşakkatlere katlanıyorum demek
istemiştir.Bir Allah dostunun şöyle
bir kıssası yazılmıştır: O her gün
bin rekat namaz kılardı. Ayaklan
cansızlaşınca yani ayakta durmaktan
aciz kalınca bin rekat da oturarak
kılardı. İkindiden sonra huşu içinde
oturup şöyle derdi: "Allah'ım bu
yaratıklara çok hayret ediyorum,
onlar nasıl oluyor da başka şeyleri
Senin yerine koyuyorlar. Ne kadar
şaşılacak bir şeydir ki, onların
kalpleri Sen'den başka bir şeye
nasıl ünsiyet eder. Hatta daha
şaşılacak şey şudur ki, Senin
zikrinden başka bir şey onların
kalbinde nasıl parıldar?"Hz.
Cüneyd-i Bağdadi rahmetuiiahi aleyh
buyuruyor ki: "Ben Hz. Sirrî Sakatî
rahmetuiiahi atey/i'den daha fazla
ibadet eden birini görmedim. Kimse
onu 98 sene boyunca vefat hastalığı
dışında yatarken görmemiştir". Hz.
Ebû Muhammed Cerîri rahmetuitahi
aleyh Mekke-i Mükerreme'de bir yıl
itikaf etti. İtikatta iken ne uyudu,
ne konuştu ne de bir ağaç veya
duvara yaslandı ya da sırtını
dayadı. Hz. Ebû Bekr Kettânî
rahmetuiiahi aleyh ona, "Bu
mücahedeyi yapabilmek için siz
nereden güç kazandınız?" dedi. O,
"Allahu Teâlâ benim içimdeki
sağlamlığı görünce benim zahirime
(dışıma) ona karşı güç verdi" dedi.
Hz. Ebû Bekr Kettânî rahme-tuiiahî
aleyh bu cevabı duyunca boynunu
büküp düşünmeye ve fikretmeye
başladı. Bir müddet düşündü. Sonra
bu fikir ve düşünce içerisinde
kalkıp gitti.Bir şahıs diyor ki: Ben
Hz. Feth bin Said Mevsilinin
yanından geçtim. O iki elini açmış
ağlıyordu. Göz yaşları parmaklarının
arasından aşağı dökülüyordu. Göz
yaşları sapsarı idi (yani onlara kan
karışmıştı). Ben ona yemin vererek,
"Bu kanlı gözyaşları hangi dertten
dolayı akmaktadır? (Ne var? Başına
bir afet mi geldi?)'1 dedim. O şöyle
dedi: "Eğer sen yemin vermeseydin,
ben söylemezdim. Evet, ben Allah'ın
üzerimde olan hakkını ödemediğimden
dolayı ağlıyorum". Ben, "Neden
gözlerinden kan geldi?" dedim. O,
"Benim bu ağlamam <Acaba makbul
olmayan ve yalandan (nifaktan
dolayı) bir ağlama olma-sın> diye
koktuğumdan" dedi. O şahıs diyor ki,
o vefat edince ben onu rüyamda
gördüm ve "Sana nasıl muamele
edildi?" diye sordum. O, "Ben
bağışlandım" dedi. Ben, "Senin
gözyaşlarının neticesi ne oidu?"
dedim. O şöyle dedi: "Allahu Teâlâ
beni Kendine yaklaştırarak, <Bu
gözyaşların nedendi?> buyurdu. Ben,
<Senin, benim üzerimde vacip olan
hakkını eda edemedim. Onun
üzüntüsündendi> dedim. Allahu Teâlâ,
<Gözlerinden neden kan geldi?>
buyurdu. Ben, <Bu ağlamamın geçersiz
ve yalancı olmasından korktuğum
içindi> dedim. Bunun üzerine Allahu
Teâlâ buyurdu ki; <Netice olarak sen
bütün bunlarla ne istiyordun? Benim
izzetime yemin olsun ki, Kiramen
Kâtibin melekleri 40 seneden beri
senin amellerinin sayfalarını içinde
hiçbir hata yazılı olmadan
getiriyorlardı".Abdulvahid bin Zeyd
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben bir
kilisenin yanından geçiyordum. Orada
(dünyadan ilişkisini kesen) bir
rahip kalıyordu. Ben ona "Rahip"
diye seslendim. O konuşmadı. Sonra
bir daha çağırdım. Yine konuşmadı.
Sonra üçüncü defa çağırınca bana
döndü ve "Ben rahip değilim. Rahip
Allah'tan korkan, O'nun
kibriyasından dolayı O'na saygı
gösteren, O'nun belalarına
sabreden, O'nun takdirde verdiği
kararlara razı olan, O'nun
nimetlerine şükreden, O'nun
büyüklüğü karşısında tevazu
gösteren, O'nun izzeti karşısında
kendini zelil kılan, O'nun kâmil
kudretine itaat eden, O'nun
heybetinden dolayı acizliğe bürünen,
O'nun hesaba çekmesini ve O'nun
azabını her an düşünen, gündüzleri
oruç tutan geceleri ise uyanık
geçiren, Cehennem korkusu ve mahşer
meydanındaki sualler uykusunu
kaçıran kimsedir. Kimde bu şeyler
varsa, o rahiptir. Ben ise herkesi
ısıran bir köpeğim. Kimseyi
ısırmayayım diye buraya oturdum"
dedi. Ben ona, "Neden insanlar
Allahu Teâlâ'nın büyüklüğünü
bildikleri halde O'nunla bağları
kopmuş vaziyette?" dedim. O,
"Sadece dünya sevgisi, onun ziynet
ve süsü Allah'a olan bağlılığı
koparmıştır. Dünya günahların
evidir. Akıllı ve zeki olan kimse,
onu kalbinden atan, Allah'a yönelen
ve kendini Allah'a yaklaştıracak
işleri seçendir" dedi.Hz. Üveys
Karnî rahmetuiiahi aleyh meşhur
büyük bir zattır. Bazı günler derdi
ki, "Bu gece rükû yapacağım".
Nitekim bütün geceyi rükûda
geçirirdi. Başka bir gün, "Bu gece
secde gecesidir" dar ve bütün geceyi
secdede geçirirdi. Utbe Ğulam
rahmetuiiahi aleyh tevbe ettikten
sonra yemeye ve içmeye hiç
aldırmazdı. Bir defasında annesi
ona, "Kendi nefsine merhamet et.
Biraz da istirahat et" deyince, o,
"Bütün bunları nefsime merhamet
ettiğimden dolayı yapıyorum. Bu
birkaç meşakkattir. Ondan sonra
ebedi istirahat edeceğim"
dedi.Abdullah bin Dâvûd diyor ki:
"Bunlar (yani büyük zatlar)dan biri
40 yaşına ulaşınca yatağını
katlardı. Yani artık uyuma sırası
sona ererdi". Hz. Kehmes bin Hasan
her gece bin rekat namaz kılıyor ve
nefsine hitap ederek, "Ey kötülüğün
kaynağı! (Namaz için) ayağa kalk"
derdi. Zayıflığı çok artınca her gün
500 rekata indirmişti. Bunun
üzerine, "Benim amelimin yarısı
gitti" diye ağlardı. Hz. Rebî diyor
ki: Ben Üveys Karni rahmetuiiahi
aleyh'\r\ yanına geldim. O sabah
namazını kılıp teşbih okumakla
meşguldü. Ben o anda onunla
görüşmekte sakınca olacağını
düşünerek onun boş vaktini beklemek
için oturdum. O aynı hal üzere
oturup teşbih okumaya devam etti.
Nihayet öğlen vakti oldu. O öğlen
namazı için kalktı ve ikindiye kadar
namaz kıldı. Sonra da ikindi
namazını bitirip aynı yerinde akşama
kadar oturdu. Sonra akşam namazını
kıldı. Yatsı namazını kıldı. Sonra
sabaha kadar orada kaldı. Ertesi gün
sabah namazından sonra oturmuştu ki,
biraz uyuk-lar gibi oldu. Birden
kendine geldi ve "Allah'ım! sık sık
uyuyan gözden Sana sığınırım.
Doymayan karından Sana sığınırım"
dedi. Bütün bu halleri görünce,
"Bana ibret olarak bu gördüklerim
yeter" diyerek oradan döndüm.Ahmed
bin Harb rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: "O kimseye hayret ki, göklerde
kendisi için Cennet'in donatıldığını
ve kendi altında da Cehennem
tutuşturuldu-ğunu bildiği halde
ikisinin arasında uykusu nasıl
gelmektedir?" Bir şahıs diyor ki:
"Ben Hz. İbrahim bin Edhem
rahmetuiiahi a/ey/ı'in yanına
gittim. O namazdan sonra kendi
şalına bürünüp bir tarafına uzandı
ve sabaha kadar böyle yatıp kaldı.
Ne hareket etti ne de bir taraftan
diğer tarafa döndü. Sabah kalkınca
abdest almadan namaz kıldı. Ben
kendisine, <Allah senin haline
merhamet etsin. Bütün gece yatarak
uyudun ve abdestsiz namaz kıldın>
dedim. Buyurdu ki; <Ben gece
boyunca bazen Cennet bahçelerinde
koşuyordum bazen de Cehennem
geçitlerinde... Bu durumda uyku
nasıl gelebilir ki?>" Denilir ki,
Ebû Bekr bin Ayyaş rahmetuiiahi
aleyh kırk sene yatağa yatmadı. O,
oğluna şöyle nasihat etti: "Şu
köşede günah işleme. Ben orada
Kur'an-ı Kerim'i 12 bin defa
hatmettim". Vefat edeceği sırada
evin bir köşesine işaret ederek, "Bu
köşede ben 24 bin defa Kur'an'ı
hatmettim" dedi. Hz. Semnûn
rahmetuiiahi aleyh her gün beş yüz
rekat nafile namaz kılardı. Allâme
Zebîdî rahmetuiiahi aleyh ona ait
şöyle bir kıssa yazmıştır:
"Bağdat'ta bir adam fakirlere 40 bin
dirhem sadaka dağıttı. Semnûn
rahmetuiiahi aleyh, <Bizim yanımızda
dirhem yok. Hadi biz de her dirhem
karşılığında bir rekat namaz
kıla-lım> buyurdu. Böyle dedikten
sonra Medâin şehrine gitti ve orada
40 bin rekat namaz kıldı". Ebû Bekr
Matûî rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Gençliğimde benim âdetim her gün 31
bin yada 40 bin defa İhlas sûresini
okumaktı". (Bu hadisin râvisi sayı
hakkında tereddüt etmiştir.) Bir
şahıs diyor ki: "Ben Âmir bin
Abdilkays rahmetuiiahi aleyh ile
birlikte dört ay kaldım. Onu gündüz
veya gece uyurken görmedim.Hz. Ali
kerremaiiahu vechehu'nun bir
talebesi şöyle demiştir: Bir
defasında Hz. Ali radıyattahu anh
sabah namazını kıldıktan sonra
yüzünü sağ tarafa dönüp oturdu.
Üzerinde çok büyük bir üzüntü
alâmeti vardı. Güneşin doğuşuna
kadar oturmaya devam etti. Ondan
sonra elini (üzülerek) çevirip şöyle
buyurdu; "Allah'a yemin olsun ki,
ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseflem'in yüce Ashabını gördüm.
Bugün hiçbir şeyin onlannkine
benzediğini görmüyorum. O yüce
zatlar saçları darmadağınık,
yüzleri tozlanmış ve sararmış olarak
sabahlarlardı. Onlar bütün gece
Allahu Teâlâ'nın huzurunda secdeye
kapanırlar veya O'nun huzurunda
ayakta Kur'an okurlardı. Ayakta
dururken bazen bir ayağına bazen de
diğer ayağına destek verirlerdi.
Allahu Teâlâ'yı zikrettiklerinde
(O'nun lezzetinden dolayı) (hava
estiğinde ağaçların sallandığı gibi)
sallanırlardı. (Allah aşkı ve O'nun
korkusundan dolayı) onların
gözlerinden o kadar göz yaşı akardı
ki, elbiseleri ıslanırdı. Şimdi ise
insanlar geceyi gaflet içinde
geçirmektedirler".Hz. Ebû Müslim
Havlânî rahmetuiiahi aleyh evinin
mescidine (namaz kılacağı yere) bir
kırbaç asmıştı. Kendi nefsine hitab
ederek şöyle derdi: "Ayağa kalk! Ben
seni (ibadetle) iyice yoracağım.
Sonunda sen yorulacaksın ve ben
yorulmayacağım". Üzerine biraz
tembellik çöktüğü zaman o kırbacı
ayaklarına vurur ve "Bu bacaklar
sıçramaya, benim atlanma nispetle
daha layıktır" derdi. Bir de şöyle
derdi: "Sahâbe-i Kiram (Cennet'in
bütün derecelerini) kendilerinin
alıp götüreceklerini
zannetmektedirler. Hayır biz (o
dereceler hususunda) onlarla en
güzel şekilde yarışacağız. Tâ ki
onlar da kendi arkalarında erler
bıraktıklarını bilsinler.Hz. Kasım
bin Muhammed bin Ebî Bekr
radıyatiahu anh buyuruyor ki: Ben
bir gün sabah halam Hz. Aişe
radıyaiiahu an/ıa'nın yanına selam
vermek için geldim. O kuşluk namazı
kılıyor ve namazda şu ayeti kerimeyi
okuyordu;"Şimdi Allah bize ihsan
buyurdu ve bizleri Cehennem
azabından korudu"(Tur-27). Hz. Aişe
radıyaiiahu anha bu ayeti kerimeyi
tekrar tekrar okuyor ve ağlıyordu.
Kasım diyor ki: Ben uzun süre
bekledim. Sonra, "Bu arada pazara
gidip, geleyim. İhtiyaçları görüp,
dönüşte selam verip giderim" diye
düşündüm. Pazara gittim. Orada
işlerimi bitirdikten sonra döndüm.
Döndüğümde o aynı şekilde (ayakta)
aynı ayeti okuyor ve
ağlıyordu.Muhammed bin İshak diyor
ki: "Abdurrahman bin Esved, Hac için
geldiğinde bir ayağından
rahatsızdı. Yatsıdan sonra bir ayağı
üzerine basarak kalktı. Sabah
namazına kadar bir ayağı üzerinde
nafile namaz kılmaya devam etti.
Hatta bu abdest ile sabah namazını
kıldı". Bir Allah dostu diyor ki:
"Ben ölümden sadece şundan dolayı
korkuyorum; Artık teheccüd namazı
elimden çıkacak (ve o na- tat ve
lezzet son bulacaktır)".Hz. Ali
kerremaiiahu vechehu buyurdu ki:
"Salihlerin alâmeti, geceleri uyanık
kalmaktan dolayı yüzlerinin
sararması, geceleri ağlamaktan
dolayı gözlerinin sönük olması, çok
oruç tutmaktan dolayı dudaklarının
kuruması ve yüzlerinde Allah
korkusunun bulunmasıdır". Biri Hz.
Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh'e,
"Çok ibadet edenlerin yüzleri niçin
böyle güzel oluyor?" dedi. O, "Onlar
tenhada Rahman ile meşgul olunca, O
rahmet sahibi kendi nurunun
gölgesini onlar üzerine yayıyor"
buyurdu. Hz. Kasım bin Râşid
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Zem'a
bizim yakınımızda (Mekke-i
Mükerreme'ye yakın bir yer olan)
Muhassab'ta kalmaktaydı. Hanımı ve
kızları da beraberindeydi. O
geceleyin çok uzun namaz kılardı.
Gecenin son bölümü girince yüksek
sesle şöyle seslenirdi; <Ey Misafirler!
Gece boyu uyuyacak mısınız? Hadi
kalkın!> Bu seslenme üzerine hepsi
uyanırdı. Kimi abdest alır, kimi
namaz kılar, kimi bir köşede oturup
ağlar kimi de Kur'an-ı Kerim okurdu.
Sabah olunca o, <Gece yol yürüyen
sabah mola verir> buyururdu".Bir
Allah dostu diyor ki: Ben Beytül
Mukaddesin dağlarında gidiyordum.
Bir yere ulaşınca bir ses duydum.
Sesin geldiği yöne doğru yürüdüm.
Baktım ki bir yeşillik var. Onun
içinde bir ağaç, onun altında bir
adam ayakta namaz kılıyor, tekrar
tekrar şu ayeti okuyordu;"Herkesin
(dünyada) yaptığı hayrı ve işlediği
kötülüğü önünde hazır bulacağı
kıyamet gününde, kişi yaptığı
kötülükle kendisi arasında uzun bir
mesafe bulunmasını temenni
edecektir. Allah sizi kendisinden
sakındırır. (O halde O'nun
sorgulamasından, hesaba çekmesinden
ve azabından çok
korkun)'(Ali-İmran-30)Bu büyük zat
diyor ki: Ben onun arkasına sessizce
oturdum. O, bu ayeti kerimeyi
tekrar tekrar okuyor ve ağlıyordu. O
esnada bir çığlık attı ve düşüp
bayıldı. Bu benim
meymenetsizliğimden oldu diye çok
üzüldüm. Uzun bir süre sonra ayıidı
ve "Allah'ım! Ben yalandan ayakta
durarak ağlayanlardan olmaktan Sana
sığınırım (bir bakıma o kendi
okuyuşunun ve ağlamasının nifak
ağlaması olduğuna karar vermişti).
Allah'ım! Boş insanların
amellerinden Sana sığınırım (çünkü
benim bu okumam ve ağlamam boş
insanların okumasıdır. Zira benim
kadar başı boş başka kim var ki?)
Allah'ım! Ben gafil insanlar gibi
Sen'den yüz çevirmekten Sana
sığınırım (çünkü benim bu işim de
gaflet içinde olmaktadır)" dedi ve
sonra, "Allah'ım! Korkanların kalbi
Sana yalvarır. İyi amellerinde kusur
İşleyenler yalnız Senin (rahmetine)
ümidlerini bağlar. Ariflerin kalbi
yalnız Senin büyüklüğün karşısında
zelil olur" dedi. Ondan sonra
(toprak vs.nin ele bulaşmasından
dolayı ellerin silkelendiği gibi)
iki elini silkeledi ve "Benim dünya
ile ne işim var, dünyanın benimle ne
işi var? Ey dünya! Sen evlatlarının
yanına git. Sen kendi nimetlerinin
kadrini bilenlerin yanına git! Sen
aşıkların yanına git. Onları kandır
(bana dokunma)" buyurdu. Sonra şöyle
devam etti: "Önceki zamanlarda
yaşayanlar nereye gittiler? Hepsi
toprağa karıştılar. Çürüyerek
toprağa karıştılar. Zaman geçtikçe
insanlar yok olup gidiyorlar". Ben
o zata, "Ben çoktan beri sizin
müsait olmanızı beklemek için
oturuyorum" dedim. O şöyle dedi;
"Ömrünün sona erdiğini düşünen
birinin fırsatı nasıl olur? O,
<Vakit bitmeden önce bir şey
yapayım> diye acele etmektedir.
Zaman da <Ben nasıl tükeneyim> diye
acele etmektedir. Zaman geçtikçe
ölümün acele geldiği düşüncesi
kendine galip olan kişi nasıl boş
olabilir. Vakitleri geçip giden, bu
geçen vakitler içinde işlediği
günahları hesabında toplanan
kimsenin nasıl fırsatı olabilir?"
Sonra o, Allahu Teâlâ'ya teveccüh
ederek şöyle dedi: "Benim bu
musibetim için (yani hesabımda
toplanan günahlarınYlçin) ve gelen
musibetler için sığınağım, ancak
Sen'sin. (Ancak Senin rahmetinle
zorluklar aşılabilir)". Bir müddet
bu dua ile meşgul oldu. Sonra
Kur'an-ı Kerİm'den şu ayeti okudu:
"Hiç
hesab etmedikleri şeyler, Allah
tarafından (kıyamet günü)
karşılarına çıkarılacaktır"
(Zümer-47)
Bu
bir ayetin parçasıdır. Ayetin tamamı
şöyledir:
"Eğer
yeryüzündeki bütün varlıklar ve buna
ilaveten bir o kadarı, (dünyada)
zulmetmiş olanların (yani küfür şirk
vs.ye düşmüş olanların1) olsaydı.
Kıyamet gününün kötü azabından
kurtulmak için (hiç tereddüt
etmeden) fidye olarak verirlerdi.
(Ancak o gün fidye kabul edilmez. Bu
konu Bakara sûresinin bir çok
yerinde ve Mâide sûresinde
geçmiştir) Hiç hesap etmedikleri
şeyler (çok şiddetli muameleler)
Allah tarafından (kıyamet günü)
karşılarına çıkacaktır" (Zümer-47)
Bu
konuyla ilgili olarak burada pek çok
ayet zikredilebilir. Özet olarak o
büyük zat bu ayeti kerimeyi okudu ve
öncekinden daha şiddetli bir çığlık
attı ve bayılıp düştü. Uzun bir süre
sonra ayıldı. Ayıldığında şöyle
diyordu: "Allah'ım! (Kıyamet günü)
Senin huzurunda durduğumda ancak
Kendi iütfunla benim kötülüklerimi
affet. Settar perdenle beni ört.
Yalnızca Kendi kereminle benim
günahlarımı bağışla". Ben ona,
"Rahmetinden ümidli olduğun (yüce
Zât1 in) hürmetine senden rica
ediyorum ki, benimle konuş!" dedim.
O, "Konuşmasından İstifade
edebileceğin bir kimseyle
konuşmalısın. Günahları kendisini
helak etmiş olan biriyle (yani
benimle) konuşmayı terk et" dedi ve
sonra şöyle buyurdu: "Ben burada
Allah bilir kaç seneden beri
şeytanla savaşıyorum. Ben onunla
savaşmakla meşgulüm. O da benimle
savaşmakla meşgul (yani o, beni her
an Allahu Teâlâ'ya teveccühten
uzaklaştırmak için çalışmaya
koyulmuştur). O şimdiye kadar beni
meşgul olduğum şeyden (Allah'a
teveccühten) uzaklaştırmak için
senden başka biki Allah'a sirk
koşmak büyük bir zulümdür"
buyuruImuştur yol bulamamıştır. O
halde sen benden uzaklaş. Sen
(şeytanın) tuzağına düşmüşsün. Sen
benim dilimin münacatını durdurdun.
Benim kalbimi (Allah ceiie
ce/a'u/ıu'dan alıkoyarak) kendi
sözüne döndürdün. Ben senin
şerrinden Allahu Teâlâ'ya
sığınırım. Ve o yüce Zâtın beni
gazabından koruyacağını ümid
ederim". Onunla konuşmak isteyen
şahıs diyor ki: Ben onu Allah'a
yönelmekten alıkoyduğum için
korktum. Bundan dolayı bana
herhangi bir azab inmesin diye onu
orada bırakıp, geldim.Hz, Kürz bin
Vebre rahm&tullahi aleyh her gün
Kur'an-ı üç defa hatmederdi. Buna
ilave olarak her zaman ibadetlerle
meşgul olurdu. Biri kendisine, "Siz
nefsinizi büyük bir meşakkate
soktunuz" deyince buyurdu ki;
"Dünyanın yaşı kaç?" Adam, "Yedi bin
sene" dedi. O, "Kıyamet gününün
müddeti ne kadardır?" dedi. Adam,
"Elli bin sene" dedi. O, "Sizden
birinin günün yedide birini çalışıp
bütün gününü rahat içinde geçirmeye
neden gücü yetmesin ki? (Yani eğer
bir kimse üç buçuk saat çalışıp
bütün günü rahat içinde geçirecekse
bunu kim yapmaz ki?) Öyleyse bir
kimse kıyamet gününün rahatı için
dünyanın bütün ömrü olan yedi bin
seneyi çalışıp çabalamakla geçirse,
yine de çok ucuz bir alışveriş
yapmış olur. Kaldı ki insanın ömrü
dünyanın bütün ömründen çok az bir
bölümdür, Ahiret hayatı ise kıyamet
gününden sonra sonsuzdur".Bu birkaç
kıssa örnek olarak zikredilmiştir.
İmam Gazali mhmetuiiahi aleyh
buyurdu ki: İşte bunlar önceki
zamanlardaki büyüklerin adetleri ve
güzel vasıflarıdır. Eğer senin
azgın nefsin bizzat ibadetleri
yapamıyorsa sen onlar uğrunda ölümü
göze alanların ahvalini gözden
geçir. Bir de şunu iyice düşün ki,
din hekimleri olan ve ahiret
konusunda basiret sahibi olup akıllı
olan, o büyüklerin ve Allah
dostlarının topluluğuna katılmak mı
daha üstündür yoksa dinden gafil
olan, kendi zamanımızdaki cahil
ahmaklara uymak mı? Sakın akıllılara
tabî olmayı bırakıp da ahmaklara
tabî olma. Eğer sen, "Bunlar güçlü
onlara uymak zordur" diye
vehmedersen, o zaman birkaç kadının
halini dinle ve sen bir erkek olarak
kadınlar kadar bile olamayıp bundan
aciz kalma. Sen düşün ki din
konusunda kadınlara denk olamayan
bir erkek ne kadar cimridir, Şimdi
dikkatlice dinle:Hz. Habîbe Adeviyye
radıyaliahu anha yatsı namazını
kılınca elbisesini üstüne güzelce
örter, evinin damına çıkıp dikilir
ve dua etmekle meşgul olurdu ve
şöyle derdi; <Allah'ım! Yıldızlar
parladı, insanlar uyudu, padişahlar
kapılarını kapattı. Herkes kendi
sevdiğiyle baş başa kaldı. Ben ise
Senin huzurunda ayaktayım>. Böyle
dedikten sonra namaza başlardı ve
bütün gece namaz kılardı. Seher
vakti girince şöyle derdi;
"Allah'ım! Gece gitti, gün ışıdı. Ne
olaydı benim bu gecemi kabul
ettiğini bilseydim de kendimi
tebrik etseydim. Veya reddettiğini
bilseydim de kendime başsağlığı
dileseydim. Senin izzetine yemin
olsun ki, ben devamlı böyle
yapacağım. Senin izzetine yemin
olsun ki, eğer Sen beni kapından
kovsan da yine de Senin kerem ve
bağışının halini bildiğimden dolayı
Senin kapından asla ayrılamam".Hz.
Ucre rahmetuiiahi aloyha âmâ bir
hanımdı. Bütün gece uyanık kalırdı.
Seher vakti olunca çok dertli bir
sesle şöyle derdi; "Allah'ım!
Abidlerin cemali Sana doğru yürüyüp,
gecenin karanlığını aşmışlardır.
Onlar Senin rahmetine ve Senin
mağfiretine doğru
birbirlerindenileri geçmek için
çalışmıştılar. Allah'ım! Ben ancak
Sen'den isterim. Sen'den başka
kimseden isteğim yoktur. Sen beni
Sâbikîn zümresine dahil eyle, A'lâ-i
illiyyîn'e ulaştır ve Mukarreb
insanların derecesine dahil et.
Salih kullarının arasına koy. Sen
merhametlilerin en merhametlisisin.
Yücelerin en Yücesisin. Kerem
sahiplerinin en Keremlisisin. Ey
Kerim! (Bana kereminle muamele
et)". Böyle diyerek secdeye
kapanırdı. Onun ağlama sesi
duyulurdu. Sabaha kadar ağlar ve
dua ederdi.Yahya bin Bestam
rahmetuliahi aleyh diyor ki: Biz Hz.
Şe'vâne rahmetullahi aley-ha'nın
meclisinde bulunur, onun ağlama ve
feryadını işitirdik. Ben bir
arkadaşıma, "Bir vakit yalnızken
onun yanına gidip bu ağlamasını
azaltmasını ona anlatalım" dedim.
Arkadaşım, "Tamam senin görüşün
nasılsa, öyle olsun" dedi. Biz
yalnızken onun yanına gittik ve
"Eğer siz bu ağlamanızı biraz
azaltsanız ve kendi canınıza
merhamet etseniz daha hayırlı olur.
Zira vücudunuzda biraz güç kalır.
Uzun süre onu kullanabilirsiniz"
dedik. Bunu duyunca ağlamaya başladı
ve "Benim temennim şudur ki, benim
göz yaşlarım kuruyana kadar
ağlayayım. Sonra kan ağlamaya
başlayayım. Hatta benim bedenimin
bütün kanı gözlerimden dışarı
çıksın. Bir damla kan dahi kalmasın"
dedi. Ardından, "Ben ağlamayı
nereden biliyorum ki, ben ağlamayı
nereden biliyorum ki?" dedi. Sık
sık, "Ben ağlamayı nereden
biliyorum ki?" sözünü söyleyip
duruyordu. Nihayet kendinden geçip
bayılıverdi.Muhammed bin Muâz
rahmetullahi aleyh diyor ki: Bana
çok ibadet eden bir kadın şöyle
anlattı; "Ben rüyamda Cennet'e
girmek için yürüdüğümü gördüm. Bir
de baktım ki, insanlar Cennet'in
kapısında toplanmışlar. Ben, <Ne
oldu, Bunların hepsi kapının önünde
neden toplandılar?> dedim. Biri
bana, <Bir kadın geliyor. Onun
gelişinden dolayı Cennet süslenip
donatıldı. Bütün bunlar da onu
karşılamak için dışarı çıktılar>
dedi. Ben, <O kadın kimdir?> dedim.
O, <Eyke'de oturan Şe'vane adında
siyah bir cariyedir> dedi. Ben,
<Allah'a yemin olsun ki o benim
bacımdır> dedim. O esnada baktım ki
Şe'vane çok şahane, güzel görümlü
asil bir deveye oturmuş, havada
uçarak geliyor. Ben ona seslenerek,
<Bacım! Sen, benimle senin
bağlılığını biliyorsun. Rabbine dua
et de beni de senin yanına kat-sın>
dedim. O bunu işitince gülümseyerek
şöyle dedi; <Henüz senin buraya
gelme vaktin gelmedi. Ancak benim
iki sözümü aklında tut: 1-(Ahiret)
derdini bağrına bas ve Allahu
Teâlâ'nın sevgisini bütün arzularına
galip kıl, 2-Ölümün ne zaman
geleceğine aldırma (yani her zaman
ona hazır >"Bir Allah dostu diyor
ki: Ben bir gün pazara gidiyordum.
Yanımda Habeşli bir cariye vardı.
Ben onu bir yere oturtup ileri
gittim. Giderken ona, "Sen burada
otur, şimdi geliyorum" dedim. Ben
oraya dönünce onu yerinde bulamadım.
Çok öfkelendim. Bu öfke içinde eve
döndüm. O, beni görünce yüzümdeki
öfkeyi hissetti ve şöyle dedi:
"Efendim azarlamakta acele etmeyin.
Biraz sözümü dinleyiniz. Siz beni
öyle bir yere oturtunuz ki, orada
Allah adını ağzına alan kimse yoktu.
Ben o yerin yere batmasından
korktum". (Allah'ın zikredilmediği
yere azabın gelmesi kıyasa
yakındır). Onun bu sözüne ben çok
hayret ettim ve "Seni azad ettim"
dedim. O, "Efendim siz bana iyi
davranmadınız" dedi. Ben, "Niçin?"
dedim. O, "Ben önceden cariye
olduğum için bana iki kat sevap
veriliyordu. (Hadiste geçtiği üzere,
<Bir köle Allah'a itaat eder ve
kendi efendisine hizmet ederse, ona
iki kat sevap verilir) Şimdi sen
beni azad etmekle benim bir ecrimi
zayi ettin" dedi.Hz. Havas
rahmetullahi aleyh meşhur bir Allah
dostudur. Diyor ki: Biz Hz. Rihle
Âbide'nin yanına gittik. O oruç tuta
tuta kararmıştı. Namaz kıla kıla
(ayaklan) kurumuştu. Bundan dolayı
gezip dolaşmaktan mazur olmuştu.
Oturarak namaz kılıyordu. Ağlaya
ağlaya gözleri görmez olmuştu. Biz
onun yanına gidip Allahu Teâlâ'nın
rahmetini ve affını anlattık -ki
belki bundan dolayı onun
müca-hedesinde bir azalma olabilir-.
O benim sözümü dinleyince aniden bir
çığlık attı. Sonra, "Ben kendi
halimi biliyorum. O benim kalbimi
yaraladı. Ciğerimi parçaladı. Keşke
ben dünyaya hiç gelmeseydim" dedi ve
namaza durdu.Örnek olarak birkaç
vakıa zikrettik. İmam Gazali
rahmetullahi aleyh kadınların buna
benzer daha bir çok kıssasını
nakletmiştir. Bu nakillerden sonra
şöyle demektedir: Eğer sen nefsinin
gözcüsü isen, o mihnetkeş erkeklerin
ve kadınların ahvaline fikir ve
dikkat nazarıyla bak. Tâ ki senin
tabiatına ferahlık dolsun ve sende
mihnet hırsı meydana gelsin. Ama
kendi zamanındaki adamların ahvaline
bakmaktan sakın. Çünkü onların çoğu
öyledir ki, eğer sen onlara uyarsan,
onlar seni Allah yolundan
sapıtırlar. O mihnet çeken
insanların kıssalarının sayısı belli
değildir. Biz örnek olarak bir
kaçını yazdık. Onlar ibret için
yeterlidir. Eğer sen daha fazlasına
bakmak istersen Hilye'tül Evliya
adlı eseri mütâlâa et. Onda
Sa-hâbe-i Kiram, tabiin ve ondan
sonra gelenlerin ahvali genişçe
yazılmıştır. (/Zıya'yı şerh eden zat
da birkaç vakıayı zikretmiştir).
Onların ahvaline bakmakla sen ve
senin zamanındaki insanların dinden
ne kadar uzak olduğunu anlayacaksın.
Eğer sen, kendi zamanındaki
insanlara bakarak, "Önceki
devirlerde hayır çok olduğundan
öyle yapmak kolaydı. Şimdi eğer o
halleri yaşarsam halk bana deli der.
Çünkü o zamandaki bütün insanların
başına gelen benim de başıma
gelecektir. Umumi olarak bir musibet
gelince herkes onun içine girmek
zorunda kalır" diye düşünürsen, bu
senin nefsinin aldatmasıdır. Söyle
bakalım, eğer bir yerden sel gelirse
ve herkes onun içinde sürüklenip
giderse, ancak bir şahıs yüzme
bildiğinden ya da başka bir vasıta
ile kurtulabilecekse, buna rağmen,
"Herkes bu musibete yakalanmış"
zannıyla susar (hiçbir şey yapmazsa)
ne olur? Halbuki sel felaketi çok
az bir zaman içindir. Sel yüzünden
gelecek en büyük felaket ölümdür.
Ondan daha fazla bir şey olmaz.
Ahiret azabı ise çok çetindir. Asla
bitmeyecektir. Bu konuyu iyice
anlamalı ve devamlı düşünmelidir.Biri
Hz. İbrahim bin Edhem rahmetullahi
a/ey/ı'e, "Siz herhangi bir vakit
otur-sanız, biz de sizin yanınıza
gelsek ve biraz nasihat dinlesek"
dedi. O şöyle buyurdu: "Şu an önümde
dört işim var. Onlarla meşgulüm.
Onları bitirince olabilir. 1-Ezelde
söz alındığında Allahu Teâlâ bir
topluluk hakkında <Bunlar
Cennet'liktio, başka bir topluluk
hakkında da <Bunlar Cehennem'liktir>
buyurdu. Ben her zaman, <Acaba ben
hangisindeyim?> diye düşünüyorum.
2-Anne kamında çocuk oluşmaya
başlayınca, o vakit, o nutfe
üzerinde bir melek görevlendirilir.
Melek Allahu Teâlâ'ya, <Bunu Saîd mi
yazayım, Bedbaht mı?> diye sorar.
Ben her zaman düşünürüm; <Acaba ben
saîd mi yazıldım, bedbaht mı?>
3-Melek insanın ruhunu kabzettiği
zaman, <Bu ruhu müslümanların
ruhlarının arasına mı koyayım yoksa
kafirlerin ruhlarının arasına mı?>
diye sorar. Kim bilir benim hakkımda
o meleğe ne cevap verilecektir.
4-Kıyamet günü şöyle
emredilecektir;<Ey mücrimler! Bugün
itaatkarlardan ayrılın> (Yasin- 59).
Acaba ben hangi topluluktan
sayılacağım diye düşünüyorum" Yani,
"Bu dört endişeden kurtulmak nasip
olursa, o zaman dostlarla endişesiz
bir şekilde konuşma fırsatı
bulabilirim. Henüz ben her an bu
endişeler içinde bulunmaktayım.
Huzur içinde nasıl oturabilirim?"
demek istemiştir.
15) Ebû
Hureyre radıyaliahu anh'dan
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "Zenginlik
malın çokluğundan değildir. Bilakis
(hakikî) zenginlik kalp
zenginliğidir"
(Müttefekun aleyh, Mişkât)
İZAH: Hadisi
şerifin maksadı tamamen açıktır.
Yani, insanın kalbi zengin değilse
ne kadar çok malı olursa olsun, o
fakirlerden daha az mal harcar. Ne
kadar malı olursa olsun devamlı onu
arttırmayı düşünmekten dolayı muhtaç
kimselerden daha fazla perişan
olur. Ama eğer kalbi zenginse,
azıcık bir mal bile onun endişesini
giderir, Mevcut olanı da her an
arttırma endişesinden kurtulmuş
olur.
İmam
Râğıb rahmetuliahiateyh diyor ki:
Gına kelimesi bir çok manaya
gelmektedir: a) Hiçbir
ihtiyacın olmamasıdır. Buna göre
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Ey
insanlar! Sizler Allah'a
muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye
muhtaç değildir. Her türlü övgüye
layıktır" (Fatır-15)
b) İhtiyaçların
azalmasıdır. Bu manaya göre Allahu
Teâlâ Duha sûresinde Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem \e ilgi
şöyle buyurmuştur."(Rabbin) seni
fakir bulup, zenginleştirmedi mi"
(Duha-8). Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem \r\ yukarıdaki
hadisi bu manaya göredir. "Asıl
zenginlik kalp zenginliğidir".
c) Malın
çoğalması ve eşyanın bolluğudur. Bu
Kur'an-ı Kerim'in şu ayetinde
zikredilmiştir:"(Sadakaların asıl
hak sahipleri, kendilerini Allah
yoluna vakfedenlerdir) Durumlarını
bilmeyen kimse, haya ve
iffetlerinden (dilenmemelerinden)
dolayı onları zengin sanâr". (Bakara-273)
Hz.
Ebû Zer Gıfâri radıyallahu anh
buyuruyor ki: Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem bana, "Ebû Zer!
Sana göre malın çok olması zenginlik
midir?" buyurdu. Ben, "Elbette"
dedim. Sonra, "Malın az olması
fakirlik midir?" buyurdu. Ben,
"Elbette" dedim. Bunun üzerine
Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "Zenginlik
ancak kalp zenginliğidir. Fakirlikte
ancak kalp fakirliğidir"Gerçek
şudur ki, asıl zenginlik kalp
zenginliğidir. Tabii hangi güzel
kısmetliye Allah ceiie ceiaiuhu bunu
nasip ederse, işte bu hakiki
zühddür. Bir kalbin içinde mal
sevgisi hiç yoksa işte o zengindir
ve ancak o zahiddir. İsterse
görünürde yanında malı olmasın...
İçinde dünya sevgisi bulunan kalp ne
kadar malı olursa olsun fakirdir ve
dünyacıdırFakih Ebûlleys
rahmetuliahi aleyh bir hekimin şu
sözünü nakletmiştir: "Biz dört şeyi
aradık ve onları aramak için yanlış
yol seçtik; 1-Biz zenginliği malda
aradık, halbuki o malda değil aksine
kanaatteydi. (Biz onu malda aradık
durduk, zenginlik orada olmadığına
göre nasıl bulunacaktır). 2-Biz
rahatı (can ve maldaki) çoklukta
aradık. Halbuki rahat onların
azlığındaydı. 3-Biz izzet ve
saygınlığı yaratıklarda aradık
(yani onların yanında saygın olmak
için onların hoşlanacağı sebepleri
seçtik). Ancak onu takvada bulduk.
(Bu çok doğrudur. Bir kimsede takva
ne kadar fazla olursa, onun izzet ve
saygınlığı o kadar fazla olur).
4-Biz Allah'ın nimetini yemekte ve
giyinmekte aradık (bunda Allah'ın
büyük nimetleri olduğunu zannettik).
Halbuki Allahu Teâlâ'nın en büyük
nimeti, İslam nimeti ve Allah'ın
günahları örtmesidir. (Kim bu iki
nimeti elde ederse bunlar o kimseye
Allah'ın verdiği büyük nimetlerdir)"Rasûlullah
sallallahu aleyhi vese//em'in şöyle
buyurduğu nakledilmiştir: "Kimin
maksadı dünya olursa Allahu Teâlâ
onun kalbine üç şeyi musallat kılar;
1-Hiç bitmeyen üzüntü, 2-Fırsat
nasib olmayan meşguliyet, 3-Asla
sona ermeyen fakirlik". Yine
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "Siz Allahu
Teâlâ'nın, kendisine dünyaya karşı
rağbetsizlik ve az konuşma ihsan
ettiği bir kimseyi görürseniz, onun
yanında kalın. Zira ona hikmet
verilmiştir"
16) Ebû
Hureyre radıyallahu anfc'dan
Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem buyurdu ki: "Sizden biri
kendisinden mal ve yaratılış
bakımından üstün kılınan birine
bakınca, birde kendinden aşağı olan
kimseye baksın". (Müttefekun
aleyh, Mişkât)
İZAH: Yani
insan herhangi bir zengini görür ve
ona bakıp heveslenir ve "Sen şöyle
zenginsin, ben ise değilim" diye
üzülürse o zaman yokluktan dolayı
fakirlik İçinde kıvranan herhangi
bir kimseyi düşünmelidir. Tâ ki
önceki üzüntüsüyle birlikte Allahu
Teâlâ'nın kendisini öyle yapmadığına
şükredebilsin. Bir başka hadiste
şöyle buyurulmuştur: "Kendinizden
fazla zengin olanlara bakmayın.
Kendinizden aşağı derece olanları
düşünün. Böyle yapmakla sizin
kalbinizde, Allah'ın size ihsan
ettiği o nimete karşı bir hor görme
duygusu olmaz"
Hz.
Ebû Zer Gıfari mdıyaiiahu anh
buyuruyor ki: Benim mahbûbum
(Peygamber saiiaiiahu aleyhi
vesellem) bana yedi şeyi
emretmiştir; 1-Bana, "Yoksulları sev
ve onlara yakın ol" diye emretti.
2-Kendimden yüksek insanlara (malı
çok olanlara) gözümü dikmememi,
kendimden aşağı derece olanlara
bakmamı (onlar hakkında düşünmemi)
emretti. 3-Sıla-i rahim yapmamı
(akrabamı gözetmemi). Onlar benden
yüz çevirseler de (yani yakın
akrabam benim yanımda olmayıp
u-zakta olsalar da veya bana iltifat
etmeseler de hatta benden yüz
çevirseler de) benim onlarla ilişki
kurmamı emretti. (Terğib ve Terhib
adlı kitapta "Onlar bana zülüm yapsa
da" ifadesi geçmektedir. Bu ifadeyle
ikinci mana teyid edilmektedir).
4-Kimseden bir şey istemememi
emretti. 5-Kime acı gelirse gelsin
hak sözü söylememi emretti,
6-Allah'ın rızasına karşılık hiçbir
kınayanın kınamasına aldırmamamı
emretti. (Yani Allah'ın razı olduğu
şeyi seçeyim. Böyle yaptığımdan
dolayı ahmak insanlar kınarlarsa
varsın kınasınlar). 7-Bol bolLâ
havle veiâ kuvvete illâ billah dememi
emretti. Çünkü bu kelimeler arşın
altındaki özel hazineden inmiştir".
Pek çok rivayetlerde bu kelimeyi bol
bol söylemeye teşvik edilmiştir.Bir
başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur.
"İki haslet vardır ki, bunlar kimde
bulunursa Allahu Teâlâ onu sâbirîn
ve şâkirîn topluluğundan sayar. Kim
din hususunda kendisinden üstün
insanların ahvaline bakar ve onlara
tabi olmaya çalışırsa, dünya
hususunda kendinden aşağı
derecedeki insanlara bakar ve
kendisini (sadece lütfuyla) onlardan
daha iyi bir hale koyduğu için
Allah'a şükrederse, Cenab-ı Hak onu
sabredenler ve şükredenlerden sayar.
Kim de din hususunda kendinden aşağı
insanlara bakarsa (yani <Falanca
benim yaptığım kadar bile yapmıyor>
derse), dünya hususunda da
kendisinden yüksek insanlara bakar
ve <Falancanın yanındaki kadar benim
yanımda yoktur> diye üzülürse, o ne
sabreden ne de şükredenlerden
sayılır" Avn
bin Abdullah rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Ben çoğu zaman
zenginlerin yanında otururdum.
Tabiatım üzüntülü olurdu.
Bazılarının elbisesinin benim
elbisemden üstün olduğunu görürdüm
(de kendi elbisemin değersiz
olmasından dolayı kendimde aşağılık
hissederdim. Bu yüzden üzülürdüm).
Bazılarının atını kendi atımdan
güzel görürdüm. Sonra ben
fakirlerle oturmaya başladım ve bu
üzüntüden kurtulup rahata kavuştum
(çünkü kendimdeki eşyaların onlardan
üstün olduğunu gördüm)"Alimler
yazmışladır ki: "Fakir kadınla
evlenilmeli, zengin kadınla
evlenilme-melidir. Çünkü kim zengin
kadınla evlenirse beş afete mübtela
olur; 1-Fazla mehir vermek gerekir,
2-Düğün ertelenip geciktirilir
(çünkü onun cehiz hazırlığı hiç
bitmez), 3-Ondan hizmet beklemek
zor olur, 4-Fazla masraf talep eder,
5-Onu boşamak isteyince malına olan
hırs onu boşatmaz". Denilir ki kadın
dört şeyde kocasından aşağı
olmalıdır. Yoksa kocası onun gözünde
zelil olur; 1-Yaşı, 2-Boyu, 3-Malı,
4-Nesebi. Dört şeyde de kadın
kocasından üstün olmalıdır.
1-Güzellik, 2-Edep, 3-Takva, 4-Güzel
huy"Kişi
maldan daha önemli olan yaratılış ve
sıhhat itibariyle kendinden aşağı
olan insanlara bakmalıdır.Bir adam
bir Allah dostunun yanına gelerek
yoksulluğundan dert yandı ve çok
şiddetli bir şekilde perişan
olduğunu beyan etti. Hatta bu dert
içinde ölme temennisini açıkladı. O
büyük zat ona, "Sana on bin dirhem
verilip de ebedi olarak gözlerinin
alınmasına razı olur musun?" dedi. O
buna razı olmadı. O zat, "Peki on
bin dirhem verilip de dilinin
alınmasına razı olur musun?" dedi. O
buna da razı olmadı. O zat tekrar,
"Sana yirmi bin dirhem verilip de
ellerinin ve ayaklarının
kesilmesine razı olur musun?" dedi.
O yine razı olmadı. Bunun üzerine o
zat, "Peki öyleyse sana on bin
dirhem verilip de deli yapılmana
razı olur musun?" dedi. Adam yine
razı olmadı. Sonra o zat buyurdu ki;
"Sen utanmıyor musun? Senin
itirafına göre Allahu Teâlâ sana 50
bin dirhem maliyetinde malzeme
vermiştir (misal
olarak birkaç şey sayılmıştır). Yine
de sen halinden şikayet
ediyorsun".İbni Semmâk rahmetuiiahi
aleyh bir padişahın yanına gitti.
Padişahın elinde bir bardak su
vardı. Padişah ondan kendisine
nasihat etmesini istedi. İbni
Semmâk rahmetuiiahi aleyh dedi ki:
"Eğer sana <Şu bir bardak su ancak
senin saltanatının karşılığında
satın alınabilir. Eğer satın
alınmazsa su bulmanın başka bir yolu
yoktur yoksa susuz kalman gerekir>
denilse, sen bütün saltanatını verip
suyu satın almaya razı olur musun?
Yoksa susuzluktan ölmeye mi razı
olursun?" Padişah, "Kesinlikle razı
olurum" deyince İbni Semmak
rahmetuiiahi aleyh, "Bütün değeri
bir bardak su olan bir padişahlığa
sevinmeye ne gerek var" buyurdu.Bu misallerden
tahmin ediliyor ki, Allahu Tealâ'nın
herkese verdiği her bir nimetin
değeri milyonlar veya milyarlarla
ölçülemez. Bunlar genel nimetlerdir.
Bunlarda herkes ortaktır. Eğer
derin bir bakışla bakılacak olursa
Allahu Teâlâ'nın her şahsa, başka
hiçbir kimsenin ortak olmadığı özel
nimetler vermiştir. Üç nimet vardır
ki herkes onda mümtaz olduğunu
başkasının onda kendisine ortak
olmadığını itiraf etmektedir.
Bunlardan biri akıldır ki ne kadar
ahmak olursa olsun herkes kendisinin
en akıllı olduğunu, kendinin
anladığını başkasının anlayamadığını
zannetmektedir. Bu durumda gerçek
açıdan onun bu iddiası doğru veya
yanlış olabilir. Ancak onun kendi
inanç ve ikrarı açısından Allahu
Teâlâ bir başkasına vermediği bir
nimeti ona vermiştir. Bu durumda
onun Allahu Teâlâ'nın bu nimetlerine
en fazla şükretmesi gerekmez mi?
(Mesela eğer basit bir şeyde -para
pul vs.de- bir başkasından aşağıda
ise <En şerefli şey olan akıl
hususunda ben herkesten ilerdeyim>
diye düşünmelidir). İkinci şey
âdetlerdir. Çünkü her şahıs mutlaka
kendinden başka herkeste, kendine
göre ayıp olan bir âdet bulmakta ve
öyle kabul etmektedir. Bir bakıma
ona göre kendinden başka herkeste
mutlaka bir ahlâki kusur vardır. O,
kendi âdetlerinden hiçbirini (sözde
kusurlu olarak kabul etse de
kalbiyle) kusurlu olarak kabul
etmemekte ve onu bırakmak için
çalışmamaktadır. Bu durumda insanın
şunu düşünmesi gerekmez mi ki,
Allah ceiie ceiaiuhu her ne kadar
kendisine birkaç şeyi başkasından
az verse de güzel âdet nimeti
konusunda onu özelikle herkesten
üstün kılmıştır. Üçüncü şey ilimdir
ki, herkes kendi şahsi ahval ve iç
durumlarına o kadar vâkıftır ve o
kadar fazla bilir ki, başka bir kişi
onun ahvaline o kadar vâkıf olamaz.
O ahvaller içinde pek çok şeyler
vardır ki insan o eksiklikleri
başkasının bilmesine asla tahammül
edemez. O halde Allah'ın bir
ihsanıdır ki, ona kendi ahvalini
bilmeyi nasip etmesine rağmen
başkalarından onları gizlemiştir.
Onun, "Benim bu bildiğimi kimse
bilmesin" temennisini yerine
getirmiştir. Çünkü bu ahvallerde hiç
kimse ona ortak değildir. Bu onu
herkesten imtiyazlı kılan bir şey
değil midir? Ve buna şükretmek onun
görevi değil midir? Bunlardan başka
her şahısta binlerce şey vardır ki
onlarla ilgili olarak onların
kendisinden alınıp onun aksi bir
şeyin yada başka bir şeyin kendisine
verilmesine razı olamaz. Mesela
insan olmak gibi... Hiçbir kimse
insanlığının alınıp, maymun
yapılmasını istemez. Veya erkek
olmak gibi... Hiçbir kimse
kendisinin erkeklikten çıkarılıp
kadın yapılmasını istemez. Aynı
şekilde mü'min olmak, Kur"an hafızı
olmak, alim olmak, güzel olmak,
evlat sahibi olmak gibi... Kısaca
ahlakta, surette, sîrette, dostluk
ve akrabalıkta, çoluk çocukta, izzet
ve rütbede herkesin yanında öyle
özel haller vardır ki, onları
değiştirmeye o asla razı olmaz. Peki
öyleyse "Allahu Teâlâ'nın her şahıs
üzerinde başkasına nasip olmayan
binlerce hususi nimetleri vardır"
sözü doğru değil midir? Bu
durumdayken insan bütün bu nimetlere
gözünü kapatarak kendi yanında
olmayıp da başkasının yanında
bulunan bir-iki şeye heveslenip
nankörlük ederse, bu son derece
sevimsiz ve aşağılık bir davranış
değil midir? Eğer bir kişi, birinin
yanında çok mal olduğuna bakıyorsa,
yukarıda zikredilen nimetleri iyice
düşünsün. Onlar içinde öyle nimetler
vardır ki, o kişi bu konuda,
imrendiği yada haset ettiği o
şahıstan daha üstündür. Bu durumda
bu kişi nimetlerin toplamı
bakımından o şahıstan daha üstündür.Bütün
bunlardan sonra o şahsın yanındaki
malın başına ne geleceği
bilinmemektedir. Acaba mal onun
rahatına mı sebeptir, yoksa can
azabı mıdır? Rasûlullah saliailabu
aleyhi veseihm şöyle buyurmuştur:
"Bir facirin yanında herhangi bir
nimet görünce ona imrenmeyin
öldükten sonra onun hangi musibete
düşeceğinden haberiniz yoktur. Çünkü
facirkişi için Allah indinde öyle
birfelaket (yani Cehennem) vardırki
hiçbir zaman sona ermeyecektir" İlerdeki
hadiste bu konu geniş olarak
gelmektedir.
17) Ukbe
bin Amir radıyallahu an/)1 dan
RasÜlUİlah sallallahu aleyhi
veseilem buyurdu ki: "Sen,
günahlarına rağmen bir kula Allahu
Teâlâ'nın dünyadan sevdiği şeyi
(genişlik ve bolluğu) verdiğini
görürsen şüphesiz ki o İstid-rac'dır
(ona verilen mühlettir)". Sonra
Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem şu ayeti okudu:
"Kendilerine yapılan nasihatleri
unuttuklarında onlara her şeyin (her
türlü rahatlığın) kapısını açtık.
Nihayet kendilerine verilen o
nimetlerle sevinip zevke dalınca
onları (azabımızla) ansızın
yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe
kapılıp şaşkına döndüler". (Ahmed.
İZAH: Bu
ayeti kerime En'am sûresinin 44.
ayetidir. Bu ayetten önce Allahu
Teâlâ'nın evvelki ümmetlere yaptığı
muamele kısaca beyan edilmiştir.
Özet olarak meali şudur:"Şüphesiz
senden önceki ümmetlere de
peygamberler gönderdik (ancak onlar
peygamberlere iman etmediler). Bunun
üzerine Biz, yalvarmaları için
onları darlık ve hastalıklarla (ve
diğer musibetlerle) yakaladık (çünkü
afetler gelince Allah ce//e ceiaiuhu
hatırlanır. Ancak onlar buna rağmen
kendi hareketlerinden
vazgeçmediler). / Onlara azabımız
geldiği vakit yalvarmalı
değillermiydi? (Tâ ki onlar
yalvarıp, yakarmaları, acizlik
göstermeleri ve tevbe etmelerinden
dolayı kusurları affolunsun). Fakat
onların kalpleri katılaştı ve şeytan
yaptıklarını kendilerine süslü
gösterdi. / Ne zamanki onlar
(peygamberler tarafından)
kendilerine yapılan nasihatleri
unuttular. Biz de onlara her şeyin
(rahat ve konforun, zevkü sefanın)
kapılarını açtık. Nihayet
kendilerine verilen o nimetlerle
sevindikleri (ve kibirlendikleri)
sırada onları azabımızla ansızın
yakalayıverdik (onların üzerine
tahmin ve hayal etmedikleri ani bir
azabı bir anda musallat ettik).
Sonra onlar (Ne oluyor? Bu musibet
neden geliyor? diye) şaşkına
döndüler. / Böylece (Bizim
bu ani
azabımız sonucu) zulmeden kavmin
kökü kesildi. Alemlerin Rabbi olan
Allah'a hamd olsun (ki böyle zalimlerin
kökü kesilmiş oldu)", (En'am-42,43,44,45)
Rasûlullah saiiailahu aleyhi
veseiiem bu ayeti kerimeyi okuyarak
Allahu Teâlâ'-nın âdeti şerife'sine
işaret ederek şuna dikkat çekmiştir
ki, Allah'a isyan ve günahlara
rağmen zevkü sefa ve rahat
imkanlarının olması Allahu Teâlâ
tarafından verilen bir mühlettir.
Buna Istidrac denir. Kur'an-ı
Kerim'in bu ayetinde
zikredilmiştir. Bundan başka birçok
ayetlerde de buna dikkat
çekilmiştir. Bu çok tehlikeli bir
şeydir. Çünkü bu durumda çoğu zaman
insan üzerine öyle bir azab musallat
olur ki, o hayretler içinde kalır. O
afetten kurtulmak için hiçbir yol
bulamaz. Öyleyse böyle bir durumdan
çok fazla korkmak gerekir.Hz. Ubâde
radıyaltahu anh Rasûlullah
saiiailahu aleyhi veseilem \n şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Allah
ceiie ceialuhu bir kavmi yükseltmek
istediğinde onlarda itidal ve iffet
meydana getirir. Bir kavmi de yok
etmek istediğinde onlar arasında
hıyanet kapısını açar. Sonra onlar
bu hareketlerinde iyice şımardıkları
sırada bir anda onların üzerine azab
musallat olur" buyurdu ve yukarıdaki
ayeti okudu. Hz. Hasan radıyaiiahu
anh buyurdu ki: "Birine bolluk
verilirde o bunun kendi helakinin
bir başlangıcı olduğunu anlamazsa o
akıllı biri değildir. Kime de bir
darlık verilir de o bunun Allahu
Teâlâ'ya dönmek için bir mühlet
olduğunu anlamazsa o da akıllı
değildir" Bir
hadiste geçtiğine göre bizzat
Rasûlullah saiiailahu aleyhi
veseilem şöyle dua etmiştir:
"Allah'ım! Kim bana iman eder ve
benim getirdiğim hükümleri tasdik
ederse ona az mal ver, az evlad ver.
Sana kavuşma arzusunu ise çoğalt.
Kim bana iman etmezse ve o hükümleri
tasdik etmezse ona hem çok mal ver
hem de çok evlat ver. Onun ömrünü de
ziyade kıl"Her
halükârda günahların bolluğu ile
birlikte nimetlerin varolması çok
tehlikelidir. Böyle zamanlarda çok
fazla tevbe, istiğfar ve Allahu
Teâlâ'ya yönelme gereği vardır.
Bundan dolayı Rasûlullah saiiailahu
aleyhi veseilem \n biraz önce
(bundan önceki hadisin sonunda)
şöyle bir irşadı geçmişti: "Herhangi
bir facirin yanında bir nimet
görünce ona imrenme. Onun öldükten
sonra hangi musibetlere düşeceğinden
senin haberin yoktur".
18) Şeddâd
bin Evs radıyaiiahu anh'dan
Rasûlullah saiiailahu aleyhi
veseilem buyurdu ki: "Akıllı kimse
nefsini (Allah'ın razı olacağı
işlere) itaatkar kılan ve ölümden
sonra işe yarayacak olan ameller
işleyendir. Aciz (ahmak) ise nefsini
arzularına tabi kılar ve Allah'a
ümidler bağlar". (Tirmizi,
IbniMâce, Mişkât)
İZAH: Yani
durum şudur ki, kişi nefsinin
arzularına karşılık haram ve helale
aldırmazken Allahu Teâlâ'ya, "O
Rahim'dir, Kerim'dir" diye büyük
ümidler bağlamaktadır. O ümitlere
dayanarak günaha aldırmamaktadır.
Bir başka hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Akıllı kimse,
ölümden sonrası için çalışandır.
Çıplak kimse dinden yoksun olandır.
Allah'ım! Hayat sadece ahiret
hayatıdır" Yani
daimi hayat ancak orasıdır. Kim
oraya eli boş giderse, o ömrünü zayi
etmiş olur. Burada şunu anlamak
gerekir ki, Allahu Teâlâ'nın rahmet
ve mağfiretinden ümitvâr olmak, onu
temenni etmek ve bunu da Allahu
Teâlâ'dan istemek ayrı şey, O'nun
rahmet ve mağfiret umuduna
güvenerek, "Ben dilediğimi yaparım.
Ben mutlaka affolunacağım" diye
kendini aldatmak ve hayal etmek ayrı
şeydir.İmam Râzi rahmetuiiahi aleyh
buyuruyor ki: Şu iki ayet gururun
kötülenmesi ve kınanması için
yeterlidir. Altahu Teâlâ buyuru yor
ki:
"(Ey
insanlar!) Dünya hayatı sakın sizi
aldatmasın (dünyaya dalarak ahireti
unutursunuz). Allah'ın affına
güvendirerek sakın o mağrur şeytan
sizi aldatmasın"
(Lokman-33)
"(Mü'minler, münafıklara) <Evet siz
kendinizi fitneye kaptırdınız.
Mü'minle-rin bir belaya uğramasını
beklediniz. Din hususunda şüpheye
düştünüz. Boş temenniler sizi
aldatto"
(Hadid-14)
Birinci ayetin tefsirinde Hz. Said
bin Cübeyr rahmetuiiahi aleyh
buyuruyor k: "Allahu Teâlâ'ya
güvendirerek aldatmanın manası, <Sen
günah işlemeye ve mağfiret
temennisinde bulunmaya devam et>
demektir". İkinci ayeti kerime Hadid
sûresinin 14. ayetidir. Ondan önceki
ayetlerde kıyamet gününün bir
manzarası zikredilmiştir. Şöyle ki,
o gün Müslümanların önünde koşan bir
nur bulunacaktır.0 nur,
onların (müslümanların) önünden
gidecektir (bu nur sırat köprüsünden
geçmek içindir). Ondan sonra Allahu
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"O
gün münafık erkek ve münafık
kadınlar, mü'minlere, <Bize bakın
(bekleyin) de nurunuzdan istifade
ede!im> derler. Onlara, <Arkanıza
dönünde nur ara-yın> denilir. Hemen
onların arasına kapısı olan bir
duvar çekilir. Onun içinde rahmet
dışında azab vardır. / Münafıklar,
mü'minlere, <Dünyada biz sizinle
beraber değil miydik?> diye
bağırırlar. Mü'minler de, <Evet,
Fakat siz kendinizi fitneye
kaptırdınız. Mü'minlerin bir belaya
uğramasını beklediniz. İslam
hususunda şüpheye düştünüz. Boş
temenniler sizi aldattı. Nihayet
Allah'ın emri geldi (öldünüz). Sizi
aldatıcı (şeytan) Allah'a
güvendirerek aldattı> (derler)". (Hadid-13.14)
Ebû
Süfyan radıyaiiahu an/ı'dan ayette
geçen kelimesinin tefsin hakkında
şöyle nakledilmiştir: "Yani siz
günahlarınızla kendinizi sapıklığa
attınız ve sizi temenniler aldattı.
Çünkü siz, <Biz bağışlanacağız>
diyordunuz".Mezâhir
adlı eserin sahibi yazıyor ki: Şeyh
İbni Abbâd Şâzelî rahmetuiiahi aleyh
ayette geçen Allah'ın emri geldi
ifadesinin izahında diyor ki:
"Allah'ı hakkıyla tanıyan alimler
(boş temenniler hakkında) dediler
ki; <Yalancı bir umut ki, o umut
üzerine sahibi mağrur olur. Amelden
elini çeker. O umut, onu günahlara
karşı cesur kılar. O gerçek olarak
umut değil aksine bir arzu ve şeytan
hilesidir>", Hz. Maruf-u Kerhi
rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki:
"Amelsiz Cennet talep etmek
günahlardan bir günahtır. Sebepsiz
ve alâkasız şefaat ümid etmek
hilenin bir kısmıdır. Kendisine
itaat etmediği zattan rahmet ümid
etmek ahmaklık ve cehalettir". Hasan
Basri rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Bir kavmi, bağışlanma ümitleri
(iyilik yapmaktan) alıkoydu. Nihayet
iyilikleri olmadığı .halde dünyadan
çıkıp gittiler. Onlardan biri der
ki; <Ben Rabbi-me iyi zan
besliyorum. Çünkü o bağışlayandır^
Yalan söylüyor. Eğer onun Rab-bine
karşı hüsnü zanni' olsaydı, iyi amel
yapardı". Yine Hasan Basri
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ey
Allah'ın kullan! Batıl arzulardan
uzak durun. Çünkü o ahmakların
vadisidir. İnsanlar oraya
düşmüşlerdir. Allah'a yemin olsun
ki, Allahu Teâlâ hiç bir kuluna
arzularının neticesinde ne dünyada
bir hayır vermiştir ne de ahiretteİmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: Her saadetin anahtarı, uyanık
olmak ve akıllı iş yapmaktır. Her
bedbahtlığın kaynağı, gurur ve
gaflettir. Allahu Teâlâ'nın hiçbir
ihsanı iman ve marifetten üstün
değildir. Onları elde etmenin yolu
Allahu Teâlâ'nın basiret nuru ile
gönlü açmasından başka bir şey
değildir. Allahu Teâlâ'nın hiçbir
azabı küfür ve masiyetten daha ileri
değildir. Bunu körükleyen de ancak
cehalet karanlığından dolayı kalp
gözünün kör olmasıdır. O halde
akıllı ve basiret sahibi insanların
kalbi, herhangi bir duvar oyuğuna
konulmuş, son derece parlak bir
kandil gibidir. Kur'an-ı Kerim'de
buna şu ayetle örnek verilmiştir:
"Onun
nuru içinde kandil bulunan bir hücre
gibidir" (Nur-35)
Kendini aldatıp gurura kapılan
kimselerin kalbi pek çok karanlıklar
içinde kalıp hiçbir şeyi göremeyen
adam gibidir. Allah ceiie ceiaiuhu
şöyle buyuruyor:
"Veya
inkar edenlerin amelleri derin bir
denizdeki karanlıklara benzer. Bir
deniz ki, onu üst üste dalgalar
örtmüş, dalgaların üstünden de
bulutlar birbiri üstüne yığılmış
karanlıklar... İnsan elini çıkaracak
olsa neredeyse onu bile göremeyecek" (Nur-40)
Gururun asıl felaket kaynağı olduğu
bilindiğine göre bunu biraz
tafsilatlı olarak bilmek gerekir. Tâ
ki ondan ihtimamla sakmabilesin.
Kur'an-ı Kerim ve hadislerde gurur
sık sık kınanmıştır. Rasûlullah
sallaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Akıllı insan nefsine hakim olan
ve ölümden sonrası için amel
işleyendir. Ahmak insan ise nefsinin
arzularına tâbi olan ve Allah'a
ümitler bağlayandır". Hadislerde
cehaletle ilgili ne kadar kötüleme
ve tehditler geçiyorsa onların hepsi
gurura da uygun düşmektedir. Çünkü
gurur cehaletten doğmaktadır. Hatta
o, cehaletin bir parçasıdır. Gerçi
her cehalet gurur değildir. Ancak
şüphesiz her gurur cehalettir.
Onlardan en büyük gurur ve cehalet,
kafirlerin ve fasıklannkidir. Onlar
diyor ki: "Dünya peşindir, şu an
mevcuttur. Ahiret ise veresiyedir ve
sonra gelecektir".Veresiyeyi tercih
edip peşini terk etmek akıllı
insanların işi değildir
Böyle
düşünmek son derece ahmaklık ve
cehalettir. Bu kaide peşin ve
veresiyenin eşit olduğu yerde
geçerlidir. Ancak bir şeyi peşin
olarak bir altına satabiliyor ve
veresiye olarak 100 altına satıyorsa
orada hiçbir ahmak, "Nakit olanı
veresiye üzerine tercih etmek
gerekir" demez. Halbuki dünyanın
peşin lezzetlerinin ahiret
karşısında hiçbir münasebeti yoktur.
Bir kimsenin dünya hayatı olsa olsa
yüz sene veya yüz elli sene olur. Bu
süre ahiretin bitmez tükenmez
süresiyle nasıl kıyaslanabilir?
Aynı şekilde bir doktor, bir
hastasına, bir meyveyi yasaklar ve
tehlikeli olduğunu söylerse, hasta
hiçbir zaman, "Bu meyveyi yemenin
lezzeti peşin, sıhhat ise
veresiyedir. Öyleyse veresiyeden
dolayı peşin olanı bırakmamak
gerekir" diyemez.Buna benzer bir
şekilde bazı akılsızlar şöyle
demektedirler: "Dünyanın zararı ve
sıkıntıları kesindir. Ahiretinkisi
ise şüphelidir. Şüpheden dolayı
kesin olan terk edilmemelidir". Bu
söz cahilce bir sözdür. İnsan
ticarette kesin olan bir meşakkate
katlanmaktadır. Bunu sadece
kendisinde şüphe olan bir kâr
kazanma ümidiyle yapmaktadır. Zira
ticarette kâr olup olmayacağı
şüphelidir. Hasta bir kimse çok acı
ilaç içmekte, kan aldırmakta, tahlil
yaptırmakta ve ameliyat
olmaktadır.Bunların acısı kesindir.
Bütün bunlar gerçekleşmesi kesin
olmayan bir sıhhat ümidiyle
yapılmaktadır.Aynı şekilde şu da bir
aldatmadır ki; "Biz ahireti
görmedik, denemedik. Hakikatinin ne
olduğunu bilmiyoruz". Bu düşünce de
son derece cehalettir. Çünkü
bilmeyen insan için (eğer şahsi ilmi
yoksa) tecrübeli ve bilen insanların
sözü geçerli olur. Hiçbir hasta,
hiçbir zaman, "Falan ilaçta bu
tesirin olup olmadığını ben
bilmiyorum" diyemez. O devamlı ilacı
bilen tabip ve doktorların sözüne
itimad eder. Hiçbir zaman doktora,
"Bu ilacın falanca tesirini bana
delileriyle anlat" diye talepte
bulunmaz. Eğer biri böyle söylerse,
o ahmak olarak kabul edilir. Aynı
şekilde ahiret hakkında kendilerine
bütün dünyanın dâima güvendiği
Enbiya'nın evliyanın, hükemânın ve
ulemanın sözleri muteber ve geçerli
olur. Birkaç cahilin, "Biz
bilmiyoruz" veya "Biz yakînen
inanmıyoruz" demelerinin hiçbir
etkisi yoktur. Ahiret hakkında
kafirlere bu gibi vehimler gelir.
Müslüman ise kendi lisanıyla
Müslüman olmayı ikrar ettiğinden
dolayı diliyle böyle sözler
söylemez. Ancak o Allahu Teâlâ'nın
hükümlerini arkasına atarak, O'nun
koyduğu günahları irtikâb ederek,
şehvetlere ve dünya lezzetlerine
dalarak, ameliyle ve lisâni hâl ile
sanki o da aynı şeyi söylemektedir.
Yoksa dünyayı ahirete tercih
etmesinin başka bir sebebi yoktur.
Bu insanlar konuşma yönünden de bir
aldanmaya düşmüşlerdir. Diyorlar ki;
"Allah ceiie ceiaiuhu Kerim'dir,
Gafur'dur, Rahim'dir. Biz O'nun
affını ümid ediyoruz. Biz O'nun
mağfiretine güveniyoruz. O'na ümid
bağlamak, talep edilen, övülen ve
beğenilen bir şeydir. O'nun Rahmeti
çok geniştir. O'nun mağfiret
denizinin karşısında bizim
günahlarımız nedir ki?" Hadisi
Kudsi'de bizzat Allahu Teâlâ şöyle
buyurmuştur: "Ben kulumun zannına
göre muamele ederim. Kulumun Bana
hüsnü zan yapması gerekir". Bu
Hadisi Kudsi kesinlikle doğrudur. Bu
Allahu Teâlâ'nın yüce irşadıdır.
Ancak bununla birlikte şunu da
anlamak gerekir ki; şeytan insanı
doğru bir sözün yanlış manasıyla
saptırabilir. Eğer böyle olmasaydı
şeytan aldatmakta çok zorluk
çekerdi. İşte bu meseleyi Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesei-lem şu
irşadında açıklamıştır: "Akıllı
insan nefsini itaatkar kılan ve
öldükten sonrası için ameller
işleyendir. Ahmak ise nefsinin
arzularına tabî olan ve Allahu
Teâlâ'-ya ümidler bağlayandır". İşte
bunlar şeytanın Allahu Teâlâ'ya
güze! ümid besleme kılıfı
giydirdiği, Allah'a bağlanan
ümitlerdir. Allahu Teâlâ ise
kendisine ümid bağlamanın
açıklamasını bizzat Kendisi
yapmıştır. Nitekim şöyle
buyurmuştur:
"Şüphesiz ki iman edenler, hicret
edip Allah yolunda cihad edenler...
İşte onlar Allah'ın rahmetini
umarlar" (Bakara-218)Kur'an-ı
Kerim'de yer yer Cennet ve onun
nimetlerinin, amellerin karşılığı
olduğu bildirilmiştir. Bu durumda
düşünülmesi gereken şey şudur ki,
eğer bir işçi kap-kacak imalâtı için
tutulsa ve onun için haddi hesabı
olmayan büyük bir ücret
kararlaştırılsa, işveren çok lütuf
sahibi olsa, ücret vermekte çok
cömert olsa ve kararlaştırılan
ücrete ilaveten çok fazla ikramiye
verse, bozuk imal ettiği kaplara
karşılıkta ücret verse, mallardaki
basit eksiklere karşı müsamaha
gösterse (bütün bunlara rağmen)
işçi kap imal etmek yerine onu imal
eden alet ve makinaları da kırsa ve
"İşveren büyük kerem sahibi çok
fazla ücret veriyor" dese ve bundan
dolayı bütün bunları kırıp dökerek
çok fazla ücret alma beklentisiyle
otursa, acaba bu adama akıllı
diyebilen bir ahmak çıkar mı? İşte
bu ahmaklık, ümid ve temenni
arasında ki farkı anlamamaktan ileri
gelmektedir.Biri Hz. Hasan Basri
mhmetuiiahi aieyh'e, "Bazı insanlar
iyi amel işlemiyorlar. Bir de, <Biz
Allah'a karşı iyi ümid besliyoruz>
diyorlar" dedi. O buyurdu ki: "(Ümid
sizden) çok uzaktır, çok uzak. Bu
onların arzulandır. Onlar
arzularının önünde e-ğilip
gidiyorlar. Bir kimse bir şeyi ümid
ettiği zaman onu arar. Kim bir
şeyden (Mesela ilahi azabtan)
korkarsa, ondan kaçar (ondan
sakınmak için çalışır)". Müslim bin
Yesar rahmetuiiahi aleyh bir gün o
kadar uzun secde etti ki (dişlerine
kan indi ve) iki dişi düştü. Bir
şahıs, "(Ben amel yapmıyorum ama)
Allahu Teâlâ'nın mağfiretini
mutlaka ümid ediyorum" dedi. Müslim
dedi ki: "(Ümid etmek senden) çok
uzak, çok uzak. Bir kimse bir şeyi
ümid edince onu arar. Bir kimse de
bir şeyden korkunca ondan
kaçar".Öyleyse bir kimse oğlu
olmasını ümid ediyor da evlenmiyorsa
veya evleniyor da hanımıyla bir
araya gelmiyorsa ve çocuğu olmasını
ümit etmeye devam ediyorsa, ona
akılsız denilir. Aynı şekilde kim
Allah'ın rahmetini ümid ediyor ama
iman etmiyorsa veya iman ediyor ama
iyi amel işlemiyorsa ve günahları
bırakmıyorsa, o akılsızdır. Elbette
bir şahıs evlenir ve hanımıyla bir
araya gelir sonrada, "Acaba çocuk
olacak mı, olmayacak mı" diye
tereddüt içinde kalır ve çocuk
olmasını Allah'ın fazlından ümid
ederse veya ana rahmine bir zarar
gelmesin, çocuk zayi olmasın diye
korkar ve çocuk dünyaya gelinceye
kadar onu muhafaza ederse, işte o
akıllı bir kimsedir. Buna benzer
şekilde bir kimse iman eder, iyi
amel işlerse, kötü amellerden
sakınırsa, Ailahu Teâlâ kabul edecek
diye ümid besleyip, kabul
olmayacağından da korkarsa ve bu hal
üzere ona ölüm gelirse, o akıllıdır.
Ondan başka hepsi akılsızdır. İşte
bu insanlar için Kur'an-ı Kerim'de
şöyle buyurulmuştur:
"{Ey
Rasûlüm! Kıyamet günü) mücrimleri
bir görsen! Rablerinİn huzurunda
başlarını eğerek, <Ey Rabbimiz!
Gördük ve işittik. Bizi tekrar
dünyaya gönder de salih ameller
işleyelim. Artık kesin olarak iman
ettik> (derler)" (Secde-12)
Yani
şimdi biz buna tam olarak inandık.
Evlenmeden ve hanımla bir araya
gelmeden çocuk olmadığı gibi,
toprağı ıslah etmeden ve tohum
atmadan ziraat Teâlâ şöyle
buyuruyor:
"(Ey
Rasûlüm! Kullarıma Benim adıma) de
ki: <Ey kendi aleyhlerine haddi aşan
(küfür şirk ve günah zulmü işleyen)
kullarım. Allah'ın rahmetinden
ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz ki
Allah bütün günahları bağışlar.
Muhakkak ki O çok affeden ve çok
merhamet edendir>. / Size azab
gelmeden önce Rabbinize yönelin ve
O'na teslim olun. Sonra yardım
olunmazsınız. / Size farkına
varmadan ansızın azab gelmeden önce
Rabbiniz tarafından size indirilen
en güzel kelama (hükümlere) uyun, /
Size, Allah'a dönmeniz
emre-dilmesinin sebebi şudur: Yarın
(kıyamet günü) herhangi bir kişi,
<Allah'a karşı işlediğim kusurlardan
dolayı yazıklar olsun bana!
Gerçekten ben (Allah'ın
hükümleriyle) alay edenlerden idim>
diyecektir, / Veya, <Eğer Allah beni
hidayete erdirseydi elbette ben
muttakîlerden olurdum> der. / Yahut
azabı gördüğü zaman, <Keşke tekrar
dünyaya dönmenin imkanı olsaydı da
iyilik yapanlardan olsaydım> der". (Zümer-53-58)
Bu
ayetlerde Cenab-ı Hak ceiie ceiaiuhu
bütün günahların bağışlanacağını
vaad etmekle birlikte kendine
yönelmeyi de emretmiştir. Başka bir
ayette şöyle buyurmuştur:
Kim
tevbe eder,iman eder ve salih amel
işlerse ve sonra hidayette devam . ederse,
şüphesiz ki Ben onun için çok
bağışlayıcıyım (Ta
ha-82
Bu
ayeti kerimede Allah celle celaluhu
bağışlanmaya bahsi geçen şeyler
üzeriner tertiplemiştir. O halde kim
tevbe ile birlikte bağışlanmayı ümid
ediyorsa, gerçek ümid sahibi o'dur.
Günahında ısrar ederek bağışlanmayı
ümid eden kimse ise ahmaktır.
Kendini aldatmaktadır. Önceki
insanlar ibadetler hususunda can
verirler, günahlardan son derece
titizlikle sakınırlardı. Takvada
ileri giderler, şüpheli şeylerden
bile uzak durulardı. Gece gündüz
ibadetle meşgul olup her zaman Allah
korkusundan ağlarlardı. Bu zamanda
herkes memnun, her an Allah'ın
azabından mutmain. Hiçbir zaman
azab korkusu yok. Gece gündüz
şehvetlere ve dünya lezzetlerine
dalmış, her an dünya kazanmayı
düşünmekte ve Allah'a zerre kadar
yönelmemektedir. Bir de, "Biz
Allah'ın keremine ve lütfuna
güveniyoruz. O'nun bağışlamasını
ümid ediyoruz" diye hayal ederler.
Sanki pek çok meşakkatlere katlanan
Enbiya-i Kiram aleyhimüssalatu
vesselam, Sahabe-i Kiram ve Evliya-i
Muhlisin'den hiçbiri Allah'ın
rahmetini ümid etmiyordu.
19) Hz.
İbni Ömer radıyaitehu anhuma buyurdu
ki: Biz on kişi Peygamber saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm yanına geldik.
Onların onuncusu bendim. Ensardan
bir adam, "Ey Allah'ın Nebisi!
İnsanların en akıllısı ve en
ihtiyatlısı kimdir?" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Ölümü en fazla
hatırlayanlar ve ölüm için en fazla
hazırlık yapanlardır. İşte onlar
akıllıların ta kendileridir.
Dünyanın şerefi ve ahiretin izzetini
alıp götürdüler". (İbni MâceTaberani)
İZAH: Ölümü
sık sık yâd etmek ve hatırda tutmak
hakkında çok çeşitli ifadelerle
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vese//em'den pek çok hadisler varid
olmuştur. Onlardan bazıları bu
kitapta (biraz önce zikredilen)
ümidleri kısa tutmakla ilgili
hadisin açıklamasında geçmişti.
Onlar arasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem"\n, "Lezzetleri
kıran şeyi (yani ölümü) bol bol
hatırlayın" emri muhtelif
rivayetlerde geçmiştir. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\n bu
ihtimamımdan dolayı bu konuyu ayrıca
zikrediyorum. Çünkü ölümü çokça
hatırlamak hem ümidleri kısa tutmaya
vesiledir hem de ölüme hazırlanmaya
sebeptir. Dünyaya rağbet etmemeye de
sebeptir. Bu da asıl maksattır. Malı
biriktirip de işe yaramaz bir halde
bırakıp gitmekten insanı alı-koyar.
Ahiret azığı toplamaya yardımcıdır.
Günahlardan tevbe etmeye teşvik
edicidir. Başkasına zulüm ve
haksızlık yapmaktan, başkalarının
haklarını zayi etmekten alıkoyandır.
Kısaca bu amelin içinde (ölümü
hatırlamakta) pek çok faydalar
bulundurmaktadır. Bundan dolayı
tasavvuf büyüklerinin de âdetidir
ki, hali münasip olan müridlerinin
çoğuna özellikle murakabe
yapmalarını telkin etmektedirler.Bir
hadiste şöyle geçmektedir. Bir genç
ayağa kalktı ve "Ya Rasûlallah!
Müminlerin en akıllısı kimdir?"
dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Ölümü çok zikreden ve
ölüm gelmeden önce ona en güzel
şekilde hazırlık yapandır buyurdu.
Bir defasında Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem Kur'an-ı Kerim'den
şu ayeti okudu:"Allah kimi
hidayete erdirmek isterse, onun
gönlünü İslam'a açar" (En'am-125)
Bundan sonra Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İslam
nuru gönüle dahil olunca gönül onun
için açılır". Biri, "Ya Rasûlallah!
Onun (İslam'ın nurunun kalbe
girmesinin) bir alâmeti var mıdır?"
diye sorunca Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi ve-seiiem, "Aldanma yurdu
(olan dünya)dan uzaklık meydan
gelmesi. Ebedi kalıcı olan (ahiret)e
yönelmek ve ölüm gelmeden önce onun
için hazırlık yapmak" buyurdu. Bir
başka hadiste Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Ben annemin kabrini ziyaret etmek
için izin istemiştim. Bana onu
ziyaret etmem için izin verildi.
Sizler kabristana gidiniz. Çünkü
kabir ziyareti ahireti hatırlatır".
Diğer bir hadiste şöyle buyuruluyor:
"Onunla ibret elde edilir". Yine bir
hadiste, "Kabristana gitmekle
dünyaya karşı rağbet yok olur,
ahiret hatırlanır" diye
geçmektedir.Hz. Ebû Zer radıyaiiahu
anh buyurdu ki: Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bana,
"Kabristana git onunla ahireti
hatırlarsın. Ölüleri yıka, çünkü bu,
(iyiliklerden) boş olan bedenin
ilacıdır ve bununla çok büyük
nasihat elde edilir. Cenaze
namazına katıl. Belki ondan dolayı
sende bir üzüntü ve gam meydana
gelir. Çünkü (kendisinde ahiret
derdi olan) dertli insan Allahu
Teâlâ'nın gölgesinde kalır ve her
hayrı talep edip, arar" buyurdu. Bir
hadiste geçtiğine göre Rasûluilah
saiiatia-hu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Hastaları ziyaret ediniz,
cenazelerin arkasından gidiniz. Bu
ahireti hatırlatır".Bir hekim bir
cenaze ile birlikte yürüyordu. Yolda
insanlar o ölüye üzülüp
dertleniyorlardı. O zat, "Siz
kendinize üzülüp kederlenin bu
(sizin için) daha faydalıdır. Bu
ölü gitmiştir ve üç afetten
kurtulmuştur; 1-Gelecekte artık onda
ölüm meleğini görme korkusu
kalmamıştır, 2-Artık ona ölümün
şiddetini çekme sırası
gelmeyecektir, 3-Son nefesini kötü
bir şekilde verme korkusu sona
ermiştir. (Siz kendinizi düşünün ki,
sizin için bu üç merhale hâlâ
mevcuttur)". Hz. Ebû Derdâ
radıyatiahu anh bir cenazenin
yanında gidiyordu. Yolda yürüyen
biri, "Bu kimin cenazesi?" dedi. O
buyurdu ki: "Bu senin cenazendir.
Eğer bu söz sana ağır geliyorsa
benim cenazemdir". (Burada maksat
şudur: Bu vakit kendi ölümünü
hatırlama vaktidir. Bu esnada boş
sözlere yönelmek hiç münasip
değildir). Hz. Hasan Basrî
rahmetuilahi aleyh şöyle
buyurmuştur: "Kendilerine (ahiret)
seferi için azık hazırlamaları
emredildiği ve yakında harekâtın
başlayacağı ilan edildiği halde
(dünya) oyunu ile meşgul olanlara
hayret, çok hayreti". Hasan Basrî
rahmetuilahi aleyh hakkındaki şu
olay meşhurdur: O bir cenazeyi
görünce sanki o an kendi annesini
defnedip gelmiş gibi üzüntülü ve
kederli bir hale girerdi.Hz.
Aişe radıyaiiahu anha buyuruyor ki:
Bir yahudi kadın Hz. Aişe
radıyaiiahu an/ja'nın yanına geldi
ve (onun bir iyiliğine karşılık
olarak) şöyle dedi: "Allahu Teâlâ
sizi kabir azabından korusun". Hz.
Aişe radıyaiiahu anha, Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem e,
"Kabirlerde azab Olur mu?" dedi.
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Elbette kabirlerde de
azab oluyor" buyurdu. Ondan sonra
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem (insanlara öğretmek için)
her namazdan sonra devamlı kabir
azabından Allah'a sığınırdı. Bir
hadiste buyuruluyor ki: "Ölülere
kabirlerinde öyle şiddetli azab
edilir ki, onların sesini hayvanlar
bile işitir". Diğer bir hadiste
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben
sizin (korkudan dolayı) ölülerinizi
defnetmeyi terk edeceğinizden endişe
ediyorum. Yoksa ben Kabir azabını
size duyurması için Allah'a dua
ederdim". Hz. Osman radıyaiiahu anh
herhangi bir kabrin başında durunca
o kadar ağlardı ki, mübarek sakalı
ıslanırdı. Biri kendisine, "Siz
Cennet ve Cehennem zikredilince
kabirden bahsedildiği zamanki kadar
ağlamıyorsunuz" deyince, "Ben
Rasûluilah saiiaüahu aleyhi
veseiiem'den işittim ki; <Kabir
ahiret menzillerinden ilk menzildir.
Kim oradan kolaylıkla kurtulursa
ondan sonraki menziller onun için
kolay olur. Kim orada (azaba)
tutulursa onun için ondan sonraki
menziller daha ağır olacaktır>. Yine
ben Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
vesei-/em'den işittim ki; <Ben
kabrin manzarasından daha şiddetli
manzarası olan hiçbir şey
görmedim>". Bir başka hadiste
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğu
nakledilmiştir: "Kabirde her gün
sabah ve akşam iki vakit ölüye
kıyametten sonra gideceği evi
gösterilir. Eğer o Cennet ehlindense
ona Cennet'teki mekanı gösterilir
(bu yüzden o sevinç ve sürür içinde
kalır). Eğer o Cehennem ehlinden
ise Cehennem'deki mekanı gösterilir
(bu yüzden onun üzüntü, dert, endişe
ve korkusu artar)". Hz, Aişe
radıyaiiahu anha buyurdu ki: "Bir
defasında bir yahudi kadın benim
kapıma geldi ve <Bana yemek için bir
şeyler ver. Allah Deccal'in
fitnesinden ve kabir azabından seni
korusun> diye dilenmeye başladı".
Hz. Aişe radıyaiiahu anha diyor ki:
Ben o kadını beklettim. O esnada
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesetiem geldi. Ben Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiems, "Bu
yahudi kadın şu iki sözü söyledi"
dedim. Buyurdu ki: "Deccal fitnesi
öyle bir şeydir ki, önceki
peygamberlerden kendi ümmetini
Deccal'in fitnesinden korkutmayan
hiçbir peygamber yoktur. Ancak ben
şu ana kadar hiçbir peygamberin
demediği, bununla ilgili bir şey
diyorum. O da şudur ki; Deccal tek
gözlüdür ve onun alnında her
mü'mi-nin okuyabileceği şekilde
kafir yazılıdır. Kabir fitnesi
meselesi de şudur; iyi bir insan
ölünce melekler onu kabrinde
oturturlar. O hiç paniğe kapılmadan
ve kendisine hiçbir üzüntü musallat
olmadan oturur. Ona ilk önce İslam
hakkında sorulur; <Sen İslam
hakkında ne dersin?> denir. Ondan
sonra ona, <Sen şu zat (Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem hakkında
ne diyorsun?> denir. O, <Bu zât
Mu-hammed saiiaiiahu aleyhi
veseflem'dir. O Allahu Teâlâ'dan
bize apaçık deliller getirmiştir.Biz
onun getirdiklerinin hepsinin
doğruluğuna inandık> der. Ondan
sonra ona Ce-hennem'in bir yeri
gösterilir. Orada insanların birbiri
üzerine yığıldıklarını görür. Ona,
<Buraya bak! Allahu Teâlâ seni bu
afetten kurtarmıştır> denilir. Sonra
ona Cennet'te bir makam gösterilir.
Oranın son derece süs ve ziynet
içinde olduğunu görür ve oranın
zevkü safa manzaralarına bakar sonra
ona, <Cennet'teki bu yer. senin
kalacağın yerdir (Kıyamet'ten sonra
sen buraya getirileceksin). Sen
dünyada iken ahirete kesinlikle
inanan biriydin. Bu iman
üzerindeyken sana ölüm gelmişti. Bu
imanla sen kabrinden
kaldırılacaksın> denir. Kötü bir
adam ölünce (melekler tarafından)
kabre oturtulur. O son derece bir
panik ve korku içinde oturur ve
(biraz önce geçen sorular) ona da
sorulur. O, <Benim bir şeyden
haberim yok. (Dünyada iken) halktan
ne duyduysam ben de onu söylerdim>
der. Önce Cennet'in kapısı açılarak
ona Cennetin süs ve ziyneti ve
oradaki nimetler gösterilir. Sonra
kendisine, <Burası senin asıl
makamındı. Ancak sen buradan
uzak-laştırıldın> denilir. Sonra ona
Cehennem gösterilir. Orada insanlar
birbiri üzerine yığılmışlardır. Ona,
<Artık senin yerin burası. Sen
dünyada şüphe içinde yaşardın ve o
şüphe üzere öldün. Bunun üzerine
kıyamet günü diriltileceksin>
denir".Hz.
Ebû Katâde radıyallahu anh buyurdu
ki: RasÛlullah sallallahu aleyhi
vesel-/em'in yanından bir cenaze
geçti. RasÛlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ona bakarak, "Bu adam ya
rahatlığa kavuştu ya da insanlar
ondan rahat ettiler" buyurdu. Sonra
şöyle dedi: "Mü'min bir kul ölünce
dünya meşakkatleri ve
sıkıntılarından kurtulur ve
Allah'ın rahmetine gider (böylece o
rahata kavuşmuş olur). Facir bir
insan ölünce diğer insanlar,
yerleşim bölgeleri, hayvanlar ve
ağaçlar (bunların hepsi) onun
ölümüyle rahata kavuşurlar" Çünkü
onun günahlarının uğursuzluğundan
dolayı dünyaya felaket iner,
yağmurlar kesilir. Bundan dolayı
şehirlerde feşad olur. Ağaçlar
kurumaya başlar. Hayvanlara yem ve
yiyecek bulmak zorlaşır. Bundan
dolayı onun ölümüyle herkes rahata
erişir. Çünkü onun hayırsızlığından
dolayı herkese sıkıntı
ulaşmaktaydı.Hz. İbni Ömer
radıyallahu anhuma buyuruyor ki:
"RasÛlullah sallallahu aleyhi
ve-seiiem bir defasında benim
omuzumdan tutarak, <Dünyada bir
garip gibi veya bir yolcu gibi ol>
buyurdu". Hz. İbni Ömer radıyaüahu
anhuma diyor ki: "Sen sabaha
girince akşamı bekleme, akşama
girince sabahı bekleme. Sıhhatli
zamanında hastalık zamanın için
kendine azık hazırla (çünkü sıhhatli
iken yapılan amellerin sevabı hasta
iken devam eder). Hayatta iken
ölümün için azık al" Hz.
Ebû Hureyre radıyallahu anh
buyuruyor ki: BİZ bir defasında
RasÛlullah sallallahu aleyhi
veseiiem ile birlikte bir cenazeye
katılmıştık. Kabristana varınca
RasÛlullah sallallahu aleyhi
veseiiem bîr kabrin yanına geldi ve
şöyle buyurdu; "Kabrin üzerinden
hiçbir gün geçmez ki düzgün ve net
bir sesle şöyle ilan etmesin; <Ey
Adem oğlu! Sen beni unuttun. Ben
yalnızlık eviyim, gariplik yurduyum.
Ben vahşet eviyim. Ben böcek ve
haşerat yuvasıyım. Ben darlık
eviyim. Ancak Allahu Teâlâ'nın beni
kendisi için geniş kıldığı
kimsemüstesnadır>". Ondan sonra
RasÛlullah sallallahu aleyhi
veseiiem, "Kabir ya Cennet
bahçelerinden bir bahçedir veya
Cehennem çukurlarından bir
çukurdur" buyurdu. Hz. Sehl
radıyallahu anh buyuruyor ki: Bir
sahabi vefat etti. (Allah ondan razı
olsun). Sahâbe-i Kiram radiyaiiahu
anhum ecmam onu övmeye ve onun çok
ibadet etme halini anlatmaya
başladılar. Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi veseiiem sessizce
dinledi. Sahabeler susunca
RasÛlullah sallallahu aleyhi
veseilem, "O hiç ölümden bahsediyor
muydu?" buyurdu. Sahâbe-i Kiram,
"Ondan hiç bahsetmezdi" dediler.
RasÛlullah sallallahu aleyhi
veseiiem tekrar, "O gönlünün
arzuladığı şeyleri terk ediyor
muydu?" (yani mesela herhangi bir
şeyi yemeyi gönlü istiyordu ama o
yemiyordu gibi...) Sahâbe-i Kiram,
"Öyle yapmıyordu" dedi. RasÛlullah
sallallahu aleyhi veseiiem, "O
sahâbi (bu iki şeyle amel
etmenizden dolayı) sizlerin
ulaşacağı derecelere
ulaşamayacaktır" buyurdu.Başka bir
hadiste şöyle geçmektedir:
RasÛlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'm meclisinde bir sahabinin
ibadet ve mücahedesinin çokluğundan
bahsedildi. Ra-sûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem, "O ölümü ne kadar
hatırlardı?" buyurdu. Sahabeler,
"Ondan bahsettiğini biz duymadık"
dediler. RasÛlullah sallallahu
aleyhi veseiiem, "Öyleyse o kişi
(sizin zannettiğiniz) o derecede
değildir" buyurdu. Hz. Berâ
radıyallahu anh buyuruyor ki: Biz
RasÛlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem. ile birlikte bir cenazeyi
defnetmeye katılmıştık. RasÛlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem oraya
varınca bir kabrin yakınına oturdu
ve o kadar ağladı ki toprak ıslandı.
Sonra buyurdu ki: "Kardeşlerim! Bu
şey için (yani kabre gitmek için)
hazırlık yapın".Hz.
Şakîk bin İbrahim rahmetuiiahi aleyh
buyuruyor ki: "İnsanlar dört şeyde
dilleriyle bana muvafakat
sağlıyorlar ama amelleriyle
muhalefet ediyorlar. 1-Onlar, <Biz
Allah'ın kullarıyız (ve kölesiyiz)>
diyorlar ama hür insanlar gibi iş
yapıyorlar. 2-Onlar, <Al!ah celle
ceiaiuhu bizim rızkımıza kefildir>
diyorlar. Ancak yanlarında dünyanın
hiçbir şeyi olmayınca Allah'ın kefil
olmasına itminanları kalmıyor.
3-On-1ar, <Ahiret dünyadan üstündür>
diyorlar, ancak her an dünya malı
toplama fikrinde devam ediyorlar
(ahireti ise hiç düşünmüyorlar).
4-Onlar, <Ölüm kesindir. Mutlaka
gelecektir> diyorlar. Ancak hiç
ölmeyecek insanlarmış gibi
davranıyorlar". Ebû Hâmid Leffâf
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Kim
ölümü çokça anarsa, ona üç şey ikram
edilir; 1-Çabuk tevbe nasib olur,
2-Malda kanaat nasip olur,
3-İbadetlerde sevinç ve gönül
bağlılığı meydana gelir. Kim de
ölümden gafil olursa, ona üç azab
musallat olur; 1-Günahlarına tevbe
etmesi gecikir, 2-Gelirine razı
olmaz (ne kadar olursa olsun onu
devamlı az görür), 3-İbadetlerde
tembellik meydana gelir"İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: Bütün hamdler büyük büyük zalim
ve zorbaların boyunlarını ölümle
büken, yüce ve haşmetli kralların
bellerini ölümle kıran ve büyük
büyük hazine ve sermaye sahiplerinin
bitiren Allah'a aittir. Onların
hepsi ölümün anılmasından bile
nefret ederlerdi. Ancak Allah'ın
vaadi (ölüm vakti) gelince onları
çukura fırlattı. Yüksek saraylardan
toprağın altına ulaştırdı. Lamba ve
kandillerin ışığı altında serili
yumuşak döşeklerden, kabrin
karanlıklarına ulaştırdı. Köleler ve
cariyelerle oynamak yerine,
toprağın içinde böcekler arasında
kaldılar. Güzel ve şahane yemeklerin
zevkini çıkarma yerine toprağın
içinde çırpınmaya başladılar.
Dostlarının meclisleri yerine
yalnızlığın vahşetinin esiri
oldular. Peki onlar herhangi bir
sağlam kale ile ölümden kendilerini
korudular mı? Veya ondan kurtulmak
için başka bir yolu seçtiler mi?
Öyleyse Allah o yüce Zât'tır ki,
kahr ve galebesinde onun hiçbir
ortağı yoktur. Ebedi kalacak olan
yalnız O'nun tek olan Zât'ıdır.
O'nun benzeri yoktur. Mademki ölüm
herkesin başına gelecek ve toprağa
girilecek, kabirde böceklere arkadaş
olmak ve Münker ve Nekir'le
karşılaşmak gerekecek, toprağın
altında uzun bir zaman kalınacak,
orası uzun zaman barınak olacak,
sonra kıyametin şiddetli manzaraları
görülecek, ondan sonra kim bilir
Cennet'e mi gidilecek yoksa
Cehennem mi barınak olacaktır?
Öyleyse insanı her an ölüm fikrinin
kaplaması son derece gereklidir. O
konuşulmalı, hatırlanmalı ve her
zaman onun hazırlığı ile meşgul
olunmalıdır. Onunla ilgilenmek her
şey üzerine galip gelmeli, her an
onun gelme vakti beklenmelidir.
Çünkü onun gelme vakti belli
değildir. Kim bilir ne zaman
gelecektir. Bundan dolayı Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi ves&ıiem buyurdu
ki: "Akıllı kimse nefsine galip olan
ve ölümden sonrası için işe
yarayacak şeylerle meşgul olandır".
Bir işe hazırlanmak, her an onu
zikredip anlatmadan ve ona özenmeden
olmaz. Çünkü bir kimse dünyaya
dalmış, onun aldatıcı eşyalarına
saplanmış ve onun şehvetlerine aşık
olmuş ise onun kalbi ölümden tamamen
gafil kalır. Ölümden bahsedilse bile
onun tabiatı ondan sıkılır ve
hoşlanmaz. Bunu Allah cette ceiaiuhu
şöyle beyan ediyor:"De ki: <O
kaçtığınız ölüm mutlaka sizi
yakalayacaktır. Sonra gizliyi de
açığı da bilen Allah'a
döndürüleceksiniz ve O size dünyada
yaptıklarınızı haber verecek (ve
onların karşılığını da verecektir)>" (Cuma-8)
Alimler yazmışlardır ki, ölüm
hakkında insanlar dört kısımdır. 1)
Dünyaya dalan insanlardır. Onlar
ölümden bahsedilmesinden bile
hoşlanmazlar. Çünkü onunla dünya
lezzeti elden çıkacaktır. Böyle bir
kimse ölümden asla bahsetmez. Ara
sıra bahsetse bile kötülüklerinden
bahseder. Çünkü o dünyanın elden
çıkmasından ıstırap ve üzüntü
duyar. 2) Allah'a yönelen kimsedir.
Ancak o (yönelmekte) henüz
başlangıç halindedir. Ölümü
hatırlamakla hem Allah'tan korkar
hem de bu yüzden tevbesinde sebat
olur. Bu kişi de ölümden korkar.
Ancak bu korku dünyayı kaybetmek
yüzünden değildir. Aksine tevbesi
tam olmadığından dolayıdır. O da
hemen ölmeyi istemez. Tâ ki kendi
halini ıslah etsin. Kendisini ıslah
etme fikriyle meşgul olmaktadır. O
halde bu şahıs ölümü istememekte
mazurdur. O Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm şu irşadına dahil
değildir: "Bir kimse Allah ile
buluşmayı istemezse, Allahu Teâlâ da
onunla buluşmayı istemez". Çünkü bu
şahıs gerçekte Allahu Teâlâ ile
buluşmaktan kaçınmamaktadır. Aksine
kendi kusur ve eksikliğinden
korkmaktadır. Bunun misali
sevdiği biriyle buluşmadan önce
biraz hazırlık yapmak isteyen birine
benzer ki, sevdiğinin gönlü hoş
olsun. Şüphesiz ki bu şahsın her an
ölüm hazırlığı ile meşgul olması
gerekir. Onun bundan başka hiçbir
meşguliyeti olmamalıdır. Eğer durum
böyle değilse o zaman bu kişi de
birinci şahıs gibidir. Bu da dünyaya
dalmıştır. 3) Üçüncü şahıs arif olan
kimsedir. Onun tevbesi kâmildir. Bu
insanlar ölümü kendilerine sevgili
kılmışlardır. Onu arzulamaktadırlar.
Çünkü aşık için sevgili ile
buluşmaktan daha üstün hangi vakit
olabilir. Ölüm vakti mülakat
vaktidir. Aşık olan kavuşma vaadinin
vaktini kendiliğinden hatırlar. O
hiçbir vakit onu unutmaz. İşte bu
insanlar Ölümün çabuk gelmesini
temenni ederler. Onlar, "Ölüm bir
türlü gelmiyor ki, şu masiyet
yurdundan çabuk kurtulsak" diye
ızdırap içinde kalırlar. Bir
rivayette şöyle geçmektedir. Hz.
Huzeyfe radıyaiiahu anh'm vefatı
yaklaştığı sırada şöyle buyurdu:
"Sevgili (ölüm) ihtiyaç anında
geldi. (Ölüm vakti) pişman olan
kurtuluşa eremez. Allah'ım sen
biliyorsun ki, benim için fakirlik
zenginlikten daha sevimliydi.
Hastalığı sıhhatten daha çok
seviyordum. Ölüme hayattan daha çok
rağbet ediyordum. Bana acele olarak
ölüm nasib ette, Sana kavuşayım". 4)
Bu kısım en yüksek derecedeki
insanlara aittir. Onlar Allahu
Teâlâ'nın rızasına karşılık hiçbir
temenni ve arzu taşımayanlardır.
Onlarkendi arzularıyla, kendileri
için ne ölümü isterlerne de
hayatı... Bunlar aşkın zirvesindeki
Rıza ve Teslim makamına
ulaşmışlardır. Nasıl olursa olsun
her durumda ölümü hatırlamak ecir ve
sevabı gerektirir. Yani dünyaya
dalmış bir kimse bile ölümden
bahsedilince lezzetlerinde bir
azalma olur. Birazda olsa dünyadan
soğukluk meydana gelir. Bundan
dolayıdır ki Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Lezzetleri kıran şeyi (ölümü) çokça
hatırlayın. Yani ondan bahsetmekle
kendi lezzetlerinizi azaltın. Tâ ki
Allah'a yönelebilesiniz". Bir
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur.
"Eğer ölüm hakkında sizin
bildiklerinizi hayvanlar bilseydi,
siz yemek için hiçbir semiz hayvan
bulamazdınız (ölüm korkusundan
hepsi Olurlardı)".
Hz. Aİşe radıyaiiahu anha Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem e,
"Birkimse (şehid olmadan) şehidlerle
beraber olabilir mi?" diye sordu.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Kim gece ve gündüz 20
defa ölümü hatırlarsa o şehitlerle
beraber olur" buyurdu. Başka bir
hadiste şöyle geçmektedir: "Kim 25
defa derse o şehidlerin derecesine
nail olur".Bütün bu faziletlerin
sebebi şudur: Ölümü çokça zikretmek
bu aldatıcı dünya evine karşı
rağbetsizlik meydana getirir ve
ahirete hazırlanmaya sevk eder.
Ölümden gafil olmak, dünya
şehvetlerine ve lezzetlerine dalmayı
meydana getirir. Atâ Horasâni
rahmetuliahi aleyh diyor ki: Bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bir meclise uğradı.
Oradan yüksek sesle gülüşme sesleri
geliyordu. Rasûlullah saiiatiahu
aleyhi veseiiem, "Meclislerinizde
lezzetleri bulandıran şeyi de
hatırlayın" buyurdu. Sahabeler, "Ya
Rasûlallah! Lezzetleri bulandıran
şey nedir?" deyince Rasûlullah
saitaiiahu aleyhi veseitem,
"Ölümdür" buyurdu. Diğer bir hadiste
Rasûlullah sailallahu aleyhi
veseiiem'ın şöyle buyurduğu
geçmektedir: "Ölümü çok hatırlayın.
O günahları giderir, dünyaya karşı
rağbetsizlik meydana getirir".Bir
hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "Siz
öldükten sonra başınıza gelecekleri
bilseydiniz asia iştahla yemek
yemez, hiçbir zaman lezzet alarak su
içmezdiniz". Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem bir sahabeye şöyle
vasiyet buyurdu: "Ölümü çok
hatırla, bu seni diğer şeylere
rağbet etmekten alıko-yar". Bir
hadiste, "Ölümü çok hatırlayınız.
Bir kimse ölümü çok hatırlarsa onun
kalbi diri olur ve ölüm ona kolay
olur" buyurulmuştur. Bir Sahabe, "Ya
Rasûlallah ben ölümü sevmiyorum.
Bunu nasıl tedavi edeyim" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Senin malın var mı?
"buyurdu. O, "Evet var dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Onu ileriye
gönder. İnsanın kalbi mala bağlı
kalır. Onu ileri gönderince kendisi
de onun yanına gitmeyi gönülden
ister. Malı geri bırakınca gönlü
onunla kalmak ister" Başka
bir hadiste şöyle geçmektedir:
Gecenin üçte ikisi geçince
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyururdu: "Ey
insanlar Allah'ı zikrediniz! Allah'ı
zikrediniz! Yakında kıyametin
sarsıntısı, sonra da Sûra üfürülme
vakti geliyor. (Her şahsın) ölümü
bütün şiddetiyle geliyor"Hz.
Ömer İbni Abdulaziz rahmetuliahi
aieyh'm âdeti şuydu: Her gece ulema
topluluğunu davet eder. Onlar ölüm,
kıyamet ve ahiretten bahsederlerdi.
Kendisi öyle ağlardı ki, sanki önüne
bir cenaze konulmuştu. İbrahim Teymî
rahmetuliahi aleyh diyor ki: "İki
şey dünyanın her lezzetini benden
ayırdı. Birincisi ölüm, ikincisi
Cenab-i Hak'kın huzurunda dikilme
(hesap verme) düşüncesi". Hz. Ka'b
radtyaiia-hu anh buyuruyor ki: "Kim
ölümü tanırsa, ona dünyanın bütün
musibetleri kolay gelir". Eş'as
rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Biz ne
zaman Hz. Hasan Basri rahmetuitahi
aieyh'ln meclisinde bulunsak
Cehennem ve ahiret zikredilirdi".
Bir kadın Hz. Aişe radıyaiiahu
anha'ya kalbinin katılığından
şikayet etti, Hz. Aişe radıyaliahu
anha, "Ölümü çok hatırla kalbin
yumuşar" buyurdu. Kadın öyle yaptı.
Sonra Hz. Aişe radıyaiiahu anhanm
yanına gelip ona çok çok teşekkür
etti.İmam
Gazali rahmetuliahi aleyh buyuruyor
ki: Ölüm meselesi son derece
tehlikelidir. İnsanlar ise ondan
gafildirler. Evvela kendi
meşguliyetlerinden dolayı onu hiç
zikretmiyorlar. Zikretseler bile
kalpleri başka tarafla meşgul
olduğundan sadece dil ile zikretmek
faydalı olmuyor. Aksine kalbi her
taraftan tamamen boşaltıp sanki ölüm
karşısındaymış gibi düşünmeye gerek
vardır. Bunun şekli şudur: Kendi
yakınlarını, akrabalarını ve
dünyadan göçen dostlarının halini
düşünmelidir. Neden onları tabut
için de götürüp toprağın altına
gömdüğünü düşünmeli, onların
suretlerini, onların yüksek
rütbelerini hayal etmelidir. Ve
şöyledüşünmelidir şimdi toprak
onların o güzel yüzlerini nasıl
değiştirmiştir? Onların
vücutlarındaki âzâlar birbirinden
ayrılmıştır. Nasıl da çocukları
yetim, hanımları dul, yakınları ve
akrabaları gözü yaşlı bırakıp
gittiler. Onların eşyaları, onların
malları ve onların elbiseleri
oldukları gibi kalmışlardır. Bunlar
bir gün benim başıma da gelecektir.
Onlar meclislerde oturup nasıl da
kahkaha atarlardı. Şimdi susmuş bir
haldeler. Dünya lezzetleriyle nasıl
da meşguldüler. Bugün ise toprağa
yapışıp kalmışlardır. Ölümü nasıl da
unutmuşlardı. Bugün ise onun avı
oldular. Nasıl da gençliğin
sarhoşluğundaydılar. Bugün ise
onları soran bile yoktur. Nasıl da
dünya işleriyle meşgul idiler. Bugün
ise el ayrı düşmüş, ayak ayrı
kalmış, dile kurtlar yapışmaktadır.
Beden kurtlanmış bir vaziyettedir.
Nasıl da katıla katıla gülüyorlardı.
Bugün ise dişleri düşmüştür. Nasıl
tedbirler düşünürlerdi, yılların
intizamını düşünürlerdi. Halbuki
ölüm başlarının üzerindeydi. Ölüm
günü yakındı ancak onların "Bu gece
ben olmayacağım" diye bilgileri
yoktu. İşte aynı hâl benim de başıma
gelecek. Bugün ben bu kadar intizam
ve düzenler yapıyorum. Yarın ne
olacağından haberim yoktur,
BEYT:
Hiçbir beşer olmadı agâh, kendi
vefatından Eşya yüz yıllık ama haber
yok ecel ânındanGöklerde çeşitli
işlere tayin edilmiş olan meleklere
bir senelik emirler bir gecede
verilir. Şöyle ki, "Bu sene falan
işi yapacaksınız, falan ve falan
kişiyle ilgili şu iş yapılacaktır"
denir. Bu emirler Kadir Gecesi'nde
mi yoksa Beraat Gecesi'n-de mi
indiği konusunda çeşitli rivayetler
vardır. Hangi gece olursa olsun
rivayetlerde sık sık şu ifade
geçmektedir: O gece öleceklerin
hepsinin listesi meleklere teslim
edilir. İnsan dünyada son derece
gaflet içinde oyun ve eğlence ile
meşgul olmaktadır. Göklerde ise onun
tutuklanma kararı çıkarılmıştır.
Onun ölüm fermanı açıklanmıştır. Bu
hususta ne bir şefaat imkanı, ne bu
kararın temyizi ne de onun ölümü
için tayin edilen vaktin bir dakika
geciktirilme imkanı vardır. Hz. İbni
Abbas radıyaiiahu anhuma Duhân
sûresinin tefsirinde şöyle
buyurmuştur: "Sene içinde olacak
olan (şu kadar nzik verilecek,
falanca kişiler ölecek, falancalar
doğacak şu kadar yağmur yağacak
gibi) şeylerin hepsi Kadir
Gecesi'nde Levhi Mahfuz'ûan
nakledilir. Hatta, <Bu sene falanca
kişiler Hac yapacak> diye
nakledilir". Bir ha dişte İbni Abbas
radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki:
"Sen bir adamı görürüsün ki o pa
zarda gezip dolaşıyor. Ancak onun
adı bu seneki ölüler arasına
yazılmıştır".Ebû Nadra rahmetuliahi
aleyh diyor ki: "O gece sene boyunca
yapılacak bü tün işler (meleklere)
taksim edilir. Sene boyunca
işlenecek iyilik, kötülük, rızık,
ölüm, sıkıntılar, fiyatların ucuzluk
ve pahalılık (listesi) meleklere
verilir". Hz. İkri-me radıyaiiahu
anh diyor ki: "Beraat Gecesi'nde
senelik hükümler
kararlaştırılıp,meleklere teslim
edilir. O sene içindeki öleceklerin
fihristi, hacıların fihristi onlara
verilir. O hükümlerde ne eksiklik ne
de fazlalık olur". Bir hadiste
Rasûluilah sallat-lahu aleyhi
vesellem'ın şöyle buyurduğu vârid
olmuştur: "Şaban ayından diğer Şaban
ayına kadar ne kadar ölecek kimse
varsa onların hepsinin vakitleri
yazılıp verilir. Hatta insan dünyada
evlenir, çocuğu olur. Halbuki
göklerde onun adı o sene ölecekler
listesine geçmiştir". Hz. Aişe
radıyaiiahu anha buyurdu ki:
"Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem Şaban ayında çok oruç
tutardı. Çünkü bu ayda bütün sene
içinde öleceklerin listesi
düzenlenir. Hatta bir adam
evlenmekle meşgul olur. Halbuki
orada onun adı ölüler arasında
yazılmıştır. Bir adam hacca gider,
halbuki onun adı ölüler
arasındadır". Bir başka hadiste
geçtiğine göre Hz. Aişe radıyaiiahu
anha Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e Şaban ayında çok oruç
tutmasının sebebini sordu.
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Bu ayda bütün
sene boyunca öleceklerin fihristi
hazırlanır. Benim gönlüm istiyor ki,
benim adım öleceklerin listesine
geçtiği vakit oruçlu olayım". Başka
bir hadiste şöyle buyu rul m ustur:
"Şaban ayının onbeşinci gecesi Allah
ceiie ceiaiuhu ölüm meleğine o sene
içinde ölecekleri bildirir". Diğer
bir hadiste Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Her gün
güneş doğduğunda şöyle ilan edilir;
<İyi iş yapacaksan yap. Bugünkü gün
senin ömründe bir daha asla
gelmeyecektir (o halde bu gün
kendine ait ne kadar iyilik yazd ıra
bil irsen yazdır)>. İki melek
semâdan ilan eder. Onlardan biri,
<Ey iyilik arayan kişi sevin! (Ve
ilerle)> der. Diğeri, <Ey kötülük
işleyen kişi yaptığına son ver ve
dur (kendi felaketinin malzemesini
bir araya toplama)> der. Başka iki
melek de şöyle ilan eder; Onlardan
biri, <Allah'ım! Harcayana
karşılığını ver> der. Diğeri,
<Allah'ım! Malı alıkoyup saklayanın
malını berbad et!> der". Atâ bin
Yesâr rahme-tuitahi aleyh diyor ki:
"Şaban ayının on beşinci gecesi
olunca Melek-ül Mevt'e (ölüm
meleğine) bir liste verilir ki, onda
isimleri bulunanların hepsinin
ruhları o sene içinde kabz edilsin.
Burada bir adam yaygı ve döşeme ile
uğraşır, evlenmekle uğraşır, ev
inşaatıyla uğraşır. Halbuki Öbür
tarafta ölüler listesine girmiştir".İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: Zavallı insan üzerine her ne
kadar hiçbir âfet, bir musibet, bir
hâdise, bir üzüntü, bir acı, bir
sfkıntı ve bir korku gelmese de yine
de ölümün şiddeti, can çıkma hali ve
bunun endişesi, insanın bütün
lezzetini bulandırmak için yeterli
bir şeydir. Onun bütün rahat ve
huzurunu kaçıran birşeydir. Onun
gafletini gidermek için ölümü
düşünmek elbette yeterlidir. O şey o
kadar şiddetlidir ki, insanın her an
onu düşünmesi ve ona hazırlık
yapması gerekir. Özellikle ölümün
ne zaman gelip de musallat olacağı
bilinmediği bir durumda ona
hazırlanılmalıdır. Bir hekim şöyle
demiştir: "İp başkasının elindedir,
ne zaman çekeceği bilinmez". Hz.
Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle
buyurmuştur: "Ölüm ne zaman geleceği
belli olmayan birşeydir. Öyleyse o
aniden gelmeden önce onun için
hazırlık yap". Gerçekten çok hayret
edilecek bir şeydir ki, insan
lezzetlerle son derece meşgul
olduğu, en yüksek seviyedeki oyun ve
eğlence meclislerine
katıldığı bir sırada, bir polisin
kendisini aradığını (bir suçun
cezası olarak) kendisine beş kamçı
vuracağını öğrense bütün lezzetleri,
bütün keyif ve zevkleri bulanir.
(Hatta sadece polisin elinde kendi
hakkında tutuklanma kararının
olduğunu ve bugünlerde polisin
kendisini tutuklayacağını bilse
bütün lezzetleri sona erer ve gece
uykusu kaçar). Halbuki o biliyor ki,
ölüm meleği her an onun peşindedir.
(Binlerce kırbaç ve cop acısından
daha şiddetli olan) ölüm acılarını
ona musallat edecektir. Yine de her
an ondan gafil kalmaktadır. Bu en
üst derecede bir cehalet ve aldanma
değil de nedir? Gerçek şudur ki,
Ölümün acısını başından geçen bilir.
Başkası onun acısını bilemez. Ancak
o kıyas edebilir veya ölen kimsenin
halini görerek biraz tahminde
bulunulabilir. Kıyas şöyle olabilir;
Şu açıktır ki, vücudun hangi
kısmında ruh yoksa onu kesmekle acı
hissedilmez (mesela bedenin ölmüş
olan derisini kesmekle acı
duyulmaz). Ancak kendisinde can
bulunan organ ve hisseye iğne ile
dokunmakla veya onu kesmekle
şiddetli acı duyulur. O halde
vücudun hangi organı yaralanır veya
kesilirse ya da yanarsa, ruh ve
hayatın o beden hissesiyle irtibatı
olduğu için oraya acı ulaşır. Bu
irtibattan dolayı o organ
vasıtasıyla tesir ruha ulaşır. Ruh
bütün beden içinde yayılmıştır. O
halde onun az bir hissesi her bir
organa tesir etmiş haldedir. Ruhtan
ne kadar hisse o organda
bulunuyorsa, acıdan o kadar az bir
hisse ruha tesir eder. Ancak ölüm
vakti organların yerine, doğrudan
ruhun tamamına ulaşan acının ne
kadar olduğu bu kıyasla tahmin
edilebilir. Çünkü ölüm bütün
organlara yayılmış olan ruhu
doğrudan doğruya çeker. Bunun için
bir organ kesildiğinde çekilen acı
kadar (can çıkarken) acı çekmeyen
vücudun hiçbir parçası yoktur. Çünkü
bir organ kesilince ruh oradan
ayrılmakta olduğu için acı çekilir.
Eğer o organ ölü olsa onda ruh
olmasa, onu kesmekle zerre kadar acı
duyulmaz. O halde ruhun az bir kısmı
ayrılmakla bu kadar acı duyulduğuna
göre, ruhun tamamı bedenin bütün
hisselerinden çekildiğinde ne kadar
acı duyulacağı apaçık bir şeydir.
Ancak bedenin bir parçası
kesildiğinde ruhun kalan hissesi
bütün bedende bulunmaktadır. Bu
yüzden insan bağırır ve çırpınır.
Ancak ruhun tamamı çekilmeye
başlayınca, bedenin zayıflığından
dolayı insan, "ah, vah" diye
sızlanmaktan biraz sükûnet bulacak
gücü kalmaz. Elbette eğer insanın
bedeni güçlü olursa, nefes alırken
ondan duyulabilecek kadar bir ses
çıkar. Eğer güç yoksa bu ses de
meydana çıkmaz. Ruh çıktığı zaman
her organ yavaş yavaş soğumaya
başlayacaktır. İlk önce ayaklar
soğur. Çünkü ruh ilk önce ayak
tarafından çekilir. Sonra baldırlar
soğur. Ondan sonra bacaklar, aynı
şekilde her organ soğur. Her organ
sanki kesilmiş kadar acı duyar.
Hatta ruh boğaza ulaşınca gözlerden
nur gider.Bundan dolayı Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm duaları
arasında şu dua da vardır:
"Allah'ım! Bana ölüm ve can verme
acısını kolaylaştır". Müslümanlar da
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem e ittiba ederek aynı duayı
yapıyorlar. Ancak ölümün acısına
vakıf olmadıklarından dolayı dikkat
ve teveccüh göstermeden bu duayı
yapmaktadırlar. Bu yüzden Enbiya-i
Kiram aieyhimüssaiatû vesselam ve
Evliya-i İzam Ölümden çok
korkarlardı. Hz. İsa ala nebiyyina
ve aieyhissaiatü vesselam kendi
havarilerine şöyle buyurmuştur.
"Allahu Teâlâ'ya dua edin de can
verme acısını bana kolay etsin.
Çünkü ölüm korkusu beni ölüme
yaklaştırdı".Denilir ki; Benî
İsrail'den âbidler topluluğu bir
kabristana vardırlar. Aralarında
şöyle bir meşvere yaptılar; "Allahu
Teâlâ'ya dua edelim de kabirlerden
bir ölü ortaya çıksın. Biz de ona
başından ne geçtiğini soralım".
Nitekim dua yaptılar. Bir ölü
onlara zahir oldu. Alnında çok secde
yapmaktan dolayı bir iz vardı. O,
"Siz bana ne sormak istiyorsunuz.
Ben öleli eli sene oldu ama ölüm
vaktindeki acı şimdiye kadar benim
vücudumdan gitmedi" dedi. Bir
hadiste Rasûlullah sailai-lahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu:
"Allah'ım! Sen ruhu sinirlerden,
kemiklerden ve parmaklardan
çıkarıyorsun. Bana ölümün acısını
kolaylaştır". Hz. Hasan radıyalia-hu
anh buyuruyor ki: "Bir defasından
Rasûlullah saiiaiiahu 'aleyhi
veseiiem ölümün şiddetinden
bahsetti ve <Üç yüz kılıç darbesi
kadar acı duyulur> buyurdu". Hz. Ali
Kerremaiiahu vechehu cihada teşvik
ettiği zaman şöyle buyurdu: "Eğer
siz öldürül-mezseniz yataklarınızda
öleceksiniz. Canım kudret elinde
olan Allah'a yemin olsun ki, ölüm
acısı bin kılıç darbesinden daha
şiddetlidir". Evzâi
rahmetuiiahialeyh diyor ki: Bize şu
söz (hadis) ulaştı ki; "Ölüler
Kıyamet günü dirilene kadar ölüm
acısının tesirini hissederler". Hz.
Şeddâd bin Evs rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "Ölüm, dünya ve ahiretin
bütün acılarından daha acıdır. O,
testereyle biçilmekten daha
şiddetlidir. O, makasla kesilmekten
daha kötüdür. O, kazanda
pişirilmekten daha fecidir. Eğer
ölüler kabirlerinden kalkıp da ölüm
acısını haber verseler, hiçbir kimse
dünyada lezzetli bir vakit
geçiremez, tatlı tatlı
uyuyamazdı".Denilirki Hz. Musa aiâ
nebiyyina aieyhissaiatü vesselam
ahirete intikal edince Allah
ceiieceiaiuhu, "Ölümü nasıl buldun?"
diye sordu. O, "Ben canımı sanki
ateşte diri diri kızartılan bir
serçe gibi gördüm. Onun ne canı
çıkıyordu ne de uçma imkanı vardı"
dedi. Başka bir rivayette şöyle
geçmektedir: "Benim canım sanki diri
diri derisi yüzülen bir koyun
gibiydi" ifadesi geçmektedir. Hz.
Aişe radıyaiiahu anha buyuruyor ki:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ahirete intikal ederken
yanına içi su dolu olan bir kap
konulmuştu. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem sık sık mübarek
elini kabın içine sokuyor, sonra
yüzüne sürüyor ve şöyle buyuruyordu:
"Allah'ım! Ruhumun ayrılma şiddetine
karşı bana yardım eyle!". Hz. Ömer
radıyaiiahu anh, Hz. Ka'b
radıyaiiahu anh'a, "Ölüm halini
anlat" dedi. O,/"Ey Mü'minlerin
Emiri! Dikenli bir ağaç dalı insanın
içine sokulup böylece insan/n her
parçası onu sarıp, sonra o dal
birden çekildiği gibi can (bedenden)
çekilir" buyurdu.Buraya kadar
bahsedilenlerin hepsi ruhu teslim
etmenin özet olarak açık-lamasıydı.
Bütün bunlara ilave olarak ölüm
meleğinin ve ona yardımcı olan
meleklerin korkunç şekilleri ayrı
bir merhaledir. Günahkarların
canının çıktığı andaki meleğin yüzü
o kadar korkunç olur ki, en güçlü
insanın bile ona bakmaya gücü
yetmez. Hz. İbrahim alâ nebiyyina ve
aieyhissaiatü vesselam ölüm meleği
(Azrail aleyhis-se/am'a), "Sen
günahkar insanların canını aldığın
andaki yüzünü bana göster" dedi.
Melek, "Siz buna tahammül
edemezsiniz" dedi. Hz. İbrahim
aieyhisseiam, "Hayır, ben tahammül
ederim" buyurdu. Hz. Azrail
aieyhisseiam, "Peki, öyleyse
yüzünüzü çeviriniz" dedi. Hz.
İbrahim aieyhisseiam yüzünü çevirdi.
Ondan sonra Azrail aieyhisseiam
"Simdi bakınız" dedi. Hz. İbrahim
aieyhisseiam yukarı bakınca son
derece siyah,dev gibi bir adam
gördü. Çok uzun ve dimdik saçları
vardı. Çok kötü kokuyordu. Siyah
elbiseliydi. Ağzından ve burnundan
ateş alevleri çıkıyordu, Hz. İbrahim
aieyhisseiam bu hali görünce
bayıldı. Uzun bir zaman sonra
kendine geldiğinde ölüm meleği
önceki şeklindeydi. Hz. İbrahim
aieyhisseiam buyurdu ki: "Eğer fâcir
bir kimse için başka bir âfet
olmasa, yine de (ölüm meleğinin) bu
sureti o kişiye âfet olarak
yeterlidir". Bu hâl fâcirlerin
hâlidir. Ancak Allah'a itaat eden
kulların ruh-ları çıkarken son
derece güzel yüzlü olur. Hz. İbrahim
a/ey/ı/sse/am'dan naklediidi-ğine
göre, o ölüm meleğine, "Bana o hali
de göster" dedi. Nitekim karşısında
son derece güzel, çok şahane elbise
giyinmiş, güzel kokular saçan bir
genç gördü. Hz. İbrahim aieyhisseiam
buyurdu ki: "Mü'min ölürken kendisi
için bu güzel suretten başka hiçbir
sevindirici bir şey olmasa bile, bu
(görüntü onun için) yeterlidir".Bir
hadiste şöyle geçmektedir: "Allahu
Teâlâ bir kulunu severse, ölüm
meleğine, <Falan kulumun ruhunu
getir. Ben onu rahat ettireceğim.
Onun imtihanı olmuştur. O, Benim
istediğim gibi imtihanı kazandı>
der. Ölüm meleği onun yanına gelir.
Yanında 500 melek vardır. Onlardan
her biri, o kişiye diğerinin
vermediği bir müjde verir. Onların
ellerinde reyhan dalları ve zaferan
kökleri bulunur. Bütün melekler
ayakta iki sıra halinde dikilirler.
İblis bu manzarayı görünce başını
tutarak ağlayıp, feryad etmeye
başlar. Onun ayak takımı koşarak
gelirler ve <Efendim ne oldu?"> diye
sorarlar. O, <Bedbahtlar! Görmüyor
musunuz ne oluyor, siz öldünüz mü?>
der. Onlar, <Ey efendimiz! Biz çok
çalıştık, çabaladık, ancak o
günahlardan korundu> derler". Hz.
Câbir bin Zeyd radıyaiiahu anh'ın
vefatı yaklaştığında biri kendisine,
"Arzu ettiğiniz bir şey var mı?"
deyince, "Hasan rahmetuiiahi aleyh
ile görüşmek istiyorum" dedi. Hz.
Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh
gelince halk, "Hasan geldi" dedi.
Hz. Cabir radıyaiiahu anh buyurdu
ki: "Kardeşim!
Bu ayrılık vaktidir. Artık
gidiyorum. Bilmiyorum ki, Cennet'e
mi Cehennem'e mi?" Hz. Temîmi Dârî
radıyaiiahu anh diyor ki: Allahu
Teâlâ ölüm meleğine buyurur ki;
"Benim falan velîmin yanına git ve
onun ruhunu alıp getir. Ben onu
sevinç ve üzüntüde, her iki halde de
imtihan ettim. O, Benim istediğim
gibi çıktı. Onu al, gel. Tâ ki o
dünya sıkıntılarından kurtulsun".
Melek-ül Mevt (ölüm meleği) yanında
500 melekle birlikte onun yanına
gelir. Onların hepsinin yanında
Cennet kefeni olur. Ellerinde
reyhan demetleri vardır. Onların her
birinde yirmi renk vardır. Her
renkte ayrı bir koku mevcuttur.
Beyaz bir ipek mendil içinde, kokusu
etrafa yayılan misk bulunmaktadır.
Ölüm meleği o kişinin baş ucuna
oturur. Diğer melekler onun dört
bir yanını kuşatırlar. Onun her
uzvuna ellerini koyarlar. Bu misk
bulunan mendili çenesinin altına
yerleştirirler. Onun gözünün önüne
Cennet'in kapısını açarlar. Onun
gönlü Cennet'in yepyeni nimetleriyle
eğlendirilir. (Çocuk ağladığında,
evdekilerin çeşitli şeylerle onun
gönlünü eğlendirdikleri gibi) bazen
Cennet'in hurileri karşısına
getirilir, bazen oranın meyveleri
gösterilir bazen de oranın
elbiseleri... Kısaca onun karşısına
çeşitli şeyler getirilir. Onun
hurileri (Cennet hanımları)
sevinçten oynayıp, eğlenmeye
başlarlar. Bütün bu manzaraları
görünce (kafesin içindeki bir
canlının çıkmak için çırpındığı
gibi) onun ruhu vücudun içinde
arzusundan çırpınmaya başlar. Ölüm
meleği ona, "Ey mübarek ruh, yürü.
Dikeni olmayan ağaçlara doğru... Bir
birine eklenmiş bahçe çitlerine
doğru... Çok geniş ve uzun olan ve
altlarından sular akan gölgelere
doğru... (Bunlar Kur'an-ı Kerim'de
Vakıa sûresinde zikredilen şu birkaç
manzaraya işarettir:)
"(Onlar) dikensiz kirazlar, /
meyveleri birbiri üzerine yığılmış
muz ağaçlan, / uzanmış gölgeler, /
çağlayarak akan sular, / Bitip
tükenmeyen ve yasaklanmayan / çok
çeşitli meyveler içinde / ve
kabartılmış yüksek döşekler
üze-rindedirler" (Vakıa-28-34). Ölüm
meleği sanki bir annenin çocuğuyla
konuşması gibi yumuşak konuşur.
Çünkü o ruhunun, Allah'a yakın
olduğunu bilmektedir. O, Allahu
Teâlâ'nın kendisinden razı olması
için o ruha yumuşak davranır. Ruh
onun bedeninden kılın çekilmesi gibi
kolayca ayrılır. Ruh çıkınca bütün
melekler ona selam verirler ve
Cennet'e gireceğini müjdelerler. Bu
durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle
zikredilmiştir:"Onlar meleklerin
iyilikle canlarını aldıkları
kimselerdir. Melekler onlara, <Selam
olsun size! Dünyada yaptıklarınızın
karşılığı olarak Cennet'e girin>
derler" (Nahl-32). Eğer o kimse
mukarreb (Allah'a yakın) kullardan
ise Vakıa sûresinde onunla ilgili
şöyle buyurulmuştur:"Onun için
rahatlık, güzel rızık ve Naîm
Cennet'i vardır" (Vâkıa-39) O halde
ruh bedenden ayrıldığı vakit şöyle
der: "Allah sana en üstün mükafatı
versin. Sen Allah'a kulluk ve itaat
hususunda acele ederdin. Ona isyana
yanaşmazdın. Bugün sana mübarek
olsun. Sen kendin de azaptan
kurtuldun, beni de7kurtardın". Ruh
bedenden ayrılırken beden de aynı
ifadeleri ruha söyler. Onların bu
ayrılığına, üzerinde devamlı ibadet
ettiği toprak parçası da ağlar.
Amellerinin çoğunlukla kendilerinden
geçerek yukarı gittiği ve ona
kendilerinden rızık inen gök
kapıları da ağlar. Ondan sonra 500
melek ölünün yanına toplanırlar. Onu
yıkayan kişi, onun omuzlarını
döndürdüğü zaman melekler ona yardım
ederler. O kişi ölüye kefen
giydirmeden önce hemen kendi
getirdikleri kefeni giydirirler. O
güzel koku sürmeden önce melekler
kendi getirdikleri güzel kokuları
sürerler. Ondan sonra melekler onun
kapısından kabre kadar yolun iki
kenarına sıralanırlar ve onun
cenazesini dua ve istiğfarla
karşılarlar. Şeytan bütün bu
manzarayı görünce o kadar şiddetli
ağlar ki, neredeyse kemikleri
kırılır. Kendi askerlerine,
"Yazıklar olsun size! Bu adam sizden
nasıl kurtuldu?" der. Onlar, "Bu
masumdu (yani günahsızdı)" derler.
Ondan sonra Melek-ül Mevt onun
ruhunu yukarı götürünce onu
karsılar. Bu melekler ona Allah
tarafından müjdeler verirler. Ondan
sonra Melek-ül Mevt onu arşa kadar
götürür. Oraya ul şınca o ruh
secdeye kapanır. Allahu Teâlâ,
"Benim kulumun ruhunu,Dikensiz
kirazlar, meyveleri birbiri üzerine
yığılmış muz ağaçları arasına
ulaştırınız" buyurur. Onun na'şı
kabre konulunca onun namazı sağ
tarafına gelip dikilir. Oruç, sol
tarafına dikilir. Kur'an tilaveti ve
Allah'ı zikir, baş tarafında durur.
Cemaatle namaz kılmak için giderken
attığı adımların sevabı ayak
tarafında durur (musibetlere ve
günahlara) sabır, kabrin bir
tarafında durur. Ondan sonra azab
boynunu kabre uzatır ve ölüye
ulaşmak ister. Ancak o sağ taraftan
gelirse namaz ona, "Çekil oradan!
Allah'a yemin olsun ki, bu adam
devamlı meşakkatlere katlandı.
Ancak şimdi biraz rahatça uyuyor"
der. Sonra o sol taraftan gelince
oruç aynı şekilde onu uzaklaştırır.
Daha sonra o baş tarafından gelir.
Tilavet ve zikir, "Sana buradan yol
yoktur" diyerek onu engeller. Kısaca
o hangi yönden gelmek isterse,
oradan yol bulamaz. Çünkü Allah'ın
velisini, ibadetleri her tarafından
sarmıştır. O azab, aciz olarak geri
döner. Ondan sonra bir köşede duran
sabır, o ibadetlere, "Ben, <Eğer bir
kanatta (ibadetlerdeki herhangi bir
eksiklikten dolayı) biraz zayıflık
olursa, o taraftan savunmaya
geçerim> diye bekliyordum. Ancak
Elhamdülillah ki, sizler hep
birlikte onu defettiniz. Artık ben
(amellerin tartılacağı) mizan
vaktinde onun işine yarayacağım"
der. Ondan sonra iki melek o ölünün
yanına gelirler. Onların gözleri
şimşek gibi parlak, sesleri
bulutlardan gelen şiddetli gök
gürültüsü gibidir. Onların sivri
dişleri ineğin boynuzları gibidir.
Ağızlarından nefesle birlikte ateş
alevleri çıkar. Saçları ayaklarına
kadar uzanır. Onların bir omuzundan
diğer omuzuna kadar olan mesafe
yürüyerek birkaç günde kat edilir.
Sanki merhamet ve yumuşaklık onların
yanından bile geçmemiştir (şüphesiz
ki mü'minlere sert davranmazlar).
Ancak onların bu görünüşleri yetmez
mi? Onlara Münkerve Nekîr denilir.
Onların her birinin elinde o kadar
büyük balyozlar vardır ki, eğer
bütün cinler ve insanlar onu
kaldırmak isteseler, kaldıramazlar.
Onlar gelince ölüye, "Otur" derler.
Ölü hemen oturur. Kefeni başından
beline kadar sıyrılıp açılır. Onlar
şöyle sorarlar; "Rabbin kim?",
"Dinin nedir?", "Nebîn kim?" Ölü,
"Rabbim Allah ceüe ce/a/uhu'dur, O
birdir. O'nun şeriki yoktur. Dinim
İslam'dır. Nebim Muhammed saiiaiiahu
aleyhi vese//em'dir. O Hatem-ün
Nebiyyin'dir" der. Her iki melek,
"Sen doğru söyledin" derler. Ondan
sonra onlar kabrin duvarlarını
kaldırırlar. Böylece kabir yukarıdan
ve dört taraftan, sağ ve soldan,
baş tarafından çok fazla genişler.
Ondan sonra onlar, "Başını yukarı
kaldır!" derler. Ölü başını
kaldırınca bir kapı görür. O kapıdan
da Cennet görünür. Onlar derler ki,
"Ey Allah'ın dostu! Senin kalacağın
yer işte orasıdır. Çünkü sen Allahu
Teâlâ'ya itaat ettin". Rasûlullah
saiiaüahu aleyhi veseilem buyurdu
ki: Canım kudret elinde olan Allah'a
yemin olsun ki, ölü o anda bir daha
asla tükenmeyecek bir şekilde
sevinecektir. Ondan sonra melekler,
"Ayak tarafına bak" diyecekler. O
bakınca Cehennemin bir kapısını
görecek (oradan da Cehennem'in hali
görünecektir). Melekler, "Ey Allah
dostu! Sen bu kapıdan kurtuldun"
diyeceklerdir. O vakit ölü o kadar
sevinecek ki, o sevinç hiç
bitmeyecektir. Ondan sonra
kabirdenCennet'e doğru yetmiş kapı
açılacaktır. Oradan, ona Cennetin
serin havası ve güzel kokulan
gelecek ve kıyamete kadar bu manzara
devam edecektir.(Bunlardan sonra
diğerinin halini de dinleyiniz:)
AllahuTeâlâMelek-ülMevt'e,
"Düşmanımın yanına git ve onun
canını alıp getir. Ben ona her çeşit
bolluğu verdim. (Dünyanın her
tarafından) nimetlerimi ona
yükledim. Ancak o Bana isyandan
geri durmadı. Getir de bugün onun
cezasını vereyim" buyurur. Ölüm
meleği son derece korkurîç bir
şekilde onun yanına gelir. Onun
yüzünde on iki gözü vardır. Yanında
Cehennem'de kızdırılmış demirden bir
topuz bulunmaktadır. Üzerinde sivri
uçlar bulunur. Onlarla birlikte 500
melek vardır. O meleklerin yanında
bakırdan bir parça bulunur.
Ellerinde de Cehennem ateşinin büyük
közleri ve ateşten kamçılar vardır
ki, onlardan alevler yükselir.
Melek-ül Mevt gelir gelmez ona topuz
ile vurur. Onun sivri uçları her
damara ve sinire girer. Sonra onu
çeker. Diğer melekler o kırbaçlarla
onun yüzüne ve arkasına vurmaya
başlarlar. Bu yüzden o bayılır.
Onlar, onun ruhunu ayak
parmaklarından çıkarıp, topuklarında
tutarlar ve ona dayak atarlar. Sonra
topuktan çıkarıp, dizinde tutarlar.
Daha sonra oradan çıkarıp karnında
tutarlar (yer yer ruhu tutmalarının
sebebi, uzun süre acı çekmesi
içindir). Sonra ruh oradan çekilip
göğüste tutulur. Sonra melekler
bakırı ve Cehennem közlerini onun
çenesinin altına koyarlar. Ölüm
meleği şöyle der: "Ey mel'ûn ruh!
Çık ve sıfatı (Kur'an-ı Kerim'de)
şöyle beyan edilen Ce-hennem'e doğru
yürü.""Onlar vücudun içine işleyen
alevli bir ateş ve kaynar bir su
içindedirler. / Kapkara bir dumanın
gölgesi altındadırlar. / O gölge ne
serindir ne de ferahlık verir.
(Aksine son derece sıkıntı
vericidir)" (Vâkıa-42,43,44). Sonra
onun ruhu bedeninden ayrılınca,
bedenine, "Allah ceiie ceiaiuhu sana
cezanı versin. Sen, beni Allah'a
isyana götürmekte acele ederdin. Ona
itaatte tembellik ederdin. Sen
kendin helak olduğun gibi beni de
helak ettin" der. Aynı şekilde beden
de ruha aynı sözleri söyler.
Üzerinde Allah'a karşı günah
işledikleri toprak parçası ona lanet
eder. Şeytanın askerleri koşarak
kendi liderleri olan İblis'in yanına
giderler ve ona, "Bir adamı
Cehennem'e ulaştırdık" diye müjde
verirler. Sonra o kabre konulunca
kabir onu öyle sıkar ki, onun
kaburgaları birbirine geçer. Daha
sonra ona kara yılanlar musallat
olur. Onun burnundan ve ayağının
başparmağından ısırmaya başlarlar.
Nihayet iki taraftaki yılanlar
ortada birleşirler. Sonra onun
yanına Münker ve Nekir melekleri
gelir (ki onların heybeti biraz önce
geçmiştir). Ona şöyle sorarlar,
"Senin Rabbin kim?", "Senin dinin
ne?", "Senin Nebîn kim?". O, her
sual sorulusunda, cevap olarak
bilmediğini söyler. Bu cevaplar
üzerine ona gürz ile o kadar
şiddetli vurulur ki, o gürzün
kıvılcımları kabre yayılır. Sonra
ona, "Yukarı bak" denilir. Yukarıda
Cennet'in açılmış olan kapısını
görür (onun bağlan ve yeşillikleri
ona görünür). Melekler ona, "Ey
Allah'ın düşmanı! Eğer sen Allah'a
itaat etseydin, burası senin
kalacağın yer olacaktı" derler.
Sonra Rasûlullah e buvurdu: Canım
kud/et elinde olan Allah'a
yeminolsun ki, o kişi, o vakit Öyle
bir hasret çeker ki, ondan önce öyle
bir hasret asla çekmemiştir. Sonra
cehennem kapısı açılır. Melekler
ona, "Ey Allah'ın düşmanı! Artık
senin kalacağın yer burasıdır. Çünkü
sen Allahu Teâlâ'ya isyan ettin"
derler. Ondan sonra onun kabrinde
Cehennem'in 77 tane kapısı açılır.
Kıyamete kadar oradan Cehennem'in
sıcak havası ve dumanları
gelir.Muhaddisler (Allah onlara
rahmet etsin) bu hadis hakkında
senedi açısından birkaç kelâm
etmişlerdir. Ancak bu hadiste geçen
ifadeler pek çok rivayetlerle teyid
edilmiştir. Özellikle
Mişkât-ı Şerifin Kitâb'u! Cenâiz ve
Bab'u İsbât-ı Azâb'il Kabr
bölümlerinde geçen Hz. Berâ bin Âzib
radıyaiiahu anh ve Hz. Ebû Hureyre
radıyaiiahu anh'ın rivayetleri (bu
konudadır). Bu manzara göz önünde
çok fazla bulundurulmalıdır. Zira
çok şiddetli bir manzaradır. Bu
olaylar hadislerde sık sık
zikredilmiştir. Kısa tutmak için
sadece bir hadisin tercümesi
yazılmıştır. Hz. Aişe radıyaüahu
anha buyuruyor ki: "Kabir ehlinden
günahkar olanlar için felaket
vardır. Çünkü onlara kara yılanlar
musallat edilir. Bir yılan ayak
tarafından, diğeri baş tarafından
ısırmaya başlar. Sonunda ikisi de
gelip ortada birleşir. İşte bu
Kur'an-ı Kerim'in şu ayetinde ifade
edilen kabir azabıdır:
"Onların arkalarında yeniden
diriltilecekleri güne kadar bir
berzah vardır "(Mü'minûn-100)"
İşte
bunun için Hz. Osman radıyaiiahu anh
kabirden bahsedilince o kadar çok
ağlardı ki, mübarek sakalı
ıslanırdı. (Bu kıssa daha önce
geçmişti). Bundan dolayı Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem duaları
sırasında sık sık kabir azabından
Allah'a sığınmıştır. Tâ ki,
müslümanlar da bu duayı sıkça
yapsınlar. Yoksa Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendisi
bizzat masumdur. Kabir azabının
önemine binâen Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vese//em'in daha önce şöyle
bir hadisi geçmişti: "Siz korkudan
dolayı ölülerinizi defnetmeyi
bırakacağınızdan korkmasaydım,
kabir azabını size duyurması için
Allahu Teâlâ'ya dua ederdim.
Bunların hepsi adaletin gereğidir".
Çünkü insan bu âleme ancak Allahu
Teâlâ'ya ibadet için
gönderilmiştir. Allahu Teâlâ can,
mal yönünden ve ihsanlarının yanı
sıra Kur'an-ı Kerim'de, "Siz bu
âleme ancak ibadet için
gönderilmektesiniz" diye hatırlatma
yapmıştır.
(
Ben, cinleri ve insanları sadece
Bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zariyat-56)
Bir
de şu konuda da uyarı yapmıştır:
Hayat sadece, "Bizim bu ihsanlarımız
içinde hangi işleri yaptın?" diye
bir imtihan için verilmiştir. Ölüm
ise bu imtihanın ildik
içindir
neticesini bildirmek içindir."Mülk
ve saltanat kudret elinde olan
Allah, çok yücedir. O, her şeye
kadirdir. / Hanginizin daha iyi
amel işleyeceğini imtihan etmek için
ölümü ve hayatı yaratan O'dur"
(Mülk-1,2)
Mademki bu dünya imtihan yeridir.
İnsanlar ve cinlerin yaratılmasının
hikmeti sadece ibadettir. Dünyada
verilen bütün lezzetler, rahatlıklar
ve eşyalar sadece kişinin kendi
ihtiyacı kadar faydalanması içindir.
En az ölçüde ihtiyacını
karşıladıktan sonra geriye ne
arttıysa, onu yine kendi faydası
için ve kendi işine yaraması için
Allah'ın hazinesine yatırması
gerekir. O halde bizim onlara
kapılarak Allahu Teâlâ'nın
hükümlerini unutmamız, "Bu dünyaya
biz niçin gelmiştik, bütün bunlar
bize niçin verilmişti, biz hangi
şeyin peşinde gidiyoruz?"
gerçeklerine gözlerimizi kapamamız
ne büyük gaflet, hasret ve
hüsrandır! Asıl hasret, insanın
büyük gayretle ve canını dişine
takarak kazandığı, kendine kısıtlı
harcama yaparak biriktirdiği
binlerce miktar malı başkalarına
bırakarak eli boş olarak ansızın bu
âlemden gitmek zorunda kalmasıdır.
Eğer bizde bir parça akıl varsa, az
bir süre tamamen tenhâ bir yerde
oturup bu manzarayı düşünmemiz ve
hayalimize getirmemiz gerekir. "Şu
an ölüm meleği gelse, benim halim ne
olacak? Yıllarca çalışmamın
neticesi, yılların kazancı ve
yıllarca biriktirilmiş bütün bu mal
ve eşya ne olacak?" diye düşünmemiz
gerekir.Hz. Vehb bin Münebbih
rahmetuBahi aleyh diyor ki: Bir
padişah vardı. Kendi memleketinin
topraklarını gezmek ve onun halini
görmeyi diledi. Bunun için şahane
bir elbise istedi. Bunun üzerine ona
bir takım elbise getirildi. Onu
beğen-meyip başka bir tane istedi.
Kısaca tekrar tekrar reddettikten
sonra Inihayet beğendiği bir takımı
giyerek bir binek istedi. Güzel bir
at getirildi. Onu beğenmeyince,
binek geri götürüldü. İkincisi,
üçüncüsü derken hiç birini
beğenmeyince atların hepsi
karşısına getirildi. Onlardan en
iyisini seçip ona bindi. Merdûd
şeytan o vakit onun burnuna
büyüklenmeyi daha da çok üfledi. Son
derece tekebbürle ata bindi.
Hizmetçiler, köleler ve askerler
yayan olarak onunla birlikte hareket
ettiler. Fakat büyüklük ve
tekebbürden dolayı padişah onların
tarafına bakmaya bile tenezzül
etmiyordu. Yolda giderken son derece
çaresiz bir halde, eski elbiseler
giyinmiş olan bir adamla
karşılaştı. Adam selam verdi.
Padişah ona hiç iltifat etmedi. O
halsiz adam, atın dizgininden tuttu.
Padişah, "Dizgini bırak. Bu ne büyük
cüret!" diyerek onu azarladı. Adam,
"Benim seninle bir işim var" dedi.
Padişah, "Peki, sabret, ben attan
inince bana söyle" dedi. Adam,
"Hayır, şimdi söylemem lazım"
diyerek zorla dizgini eline aldı.
Padişah, "Söyle" dedi. Adam, "Çok
gizli bir sır. Kulağına söylemem
gerekir" dedi. Padişah kulağını ona
yanaştırdı. O, "Ben ölüm meleğiyim.
Senin canını almam gerekiyor" dedi.
Bunu duyunca korkudan padişahın
yüzünün rengi kaçtı. Dili tutuldu.
Sonra, "Peki. Bana evime
gidip,eşyalarımı düzene koyacak ve
çoluk çocuğumla görüşecek kadar
mühlet ver" dedi. Melek, "Asla
mühlet yoktur. Artık sen evini ve
eşyalarını asla göremeyeceksin"
deyip onun ruhunu kabzetti. Padişah
atın üzerinden bir kütük gibi yere
yuvarlandı. Ondan sonra o ölüm
meleği salih bir müslümanın yanına
gitti. O da yolcuydu. Bir yere
gidiyordu. Gidip ona selam verdi. O,
"Ve aleykûm'üs selâm" dedi. Melek
ona, "Senin kulağına bir şey
diyeceğim" dedi. Adam, "Söyle" dedi.
O, "Ben ölüm meleğiyim" dedi. Adam,
"İyi ettin de geldin. Ayrılığı uzun
olan zatın gelmesi çok mübarektir.
Benden uzakta olan insanlar içinde
seninle görüşmeyi arzu ettiğim kadar
kimseyle görüşmeyi arzulamazdım"
dedi. Melek, "Sen hangi iş için
evden çıktıysan o işi çabuk gör"
dedi. Adam, "Allah'a kavuşmaktan
daha sevimli hiçbir işim yoktur"
dedi. Melek, "Sen hangi halde ölmeyi
arzu ediyorsan^ ben o halde iken
senin canını alacağım" dedi. O, "Sen
serbestsin" deyince Melek, "bana
(senin rızana tâbi olmam) emredildi"
buyurdu. Adam, "Peki öyleyse sen
benim abdest alıp, namaz kılmama
müsaade et. ben secdeye gidince
ruhumu kabzet" dedi. Nitekim namaza
başladı. Secdeye vardığında ruhu
kabz olundu.Allahu
Teâlâ'nın sonsuz ihsanlarından biri
de şudur ki, bu acizin en büyük kızı
ve aziz, muhterem Mevlâna Muhammed
Yusuf Efendi'nin (Allah fazlını
arttır-sın) hanımı uzun bir zamandır
hasta idi. îmâ ile namaz kılıyordu.
Aynı sene içinde 29 Şevval 1366
tarihinde Pazartesi gecesi akşam
namazını işaret yoluyla kj-larken
secdeye gittiğinde orada ruhunu
Yaradana teslim etti. Secde
halindeyken dünyaya veda etti.2Allahu
Teâlâ'nın hangi ihsanına şükür edâ
edilebilir ki!Ebû Bekr bin Abdullah
Müzeni diyor ki: Benî İsrail'den bir
adam çok fazla mal biriktirdi. Ölümü
yaklaştığı sırada kızlarına, "Benim
bütün malımı karşıma getirin" dedi.
Mallar çabucak biraraya toplanıldı.
Pek çok at, deve, köle vs. hepsi
karşısına getirildi. O, onlara
bakarak (hasretle), "Hepsi elden
gidiyor" diye ağlıyordu. O esnada
ölüm meleği karşısına geldi ve
"Ağlamanın ne faydası var? Sana bu
nimetleri veren Zât'a yemin olsun
ki, artık senin canını alıp
gideceğim" dedi. O, "Biraz mühlet
versen de ben o şeyleri taksim
etsem" diyerek ricada bulundu.
Melek, "Malesef şimdi iş işten
geçti. Keşke bundan önce taksim
etseydin" diyerek onun canını
aldı.Şöyle bir olay daha
nakledilmiştir: Bir adam çok mal
biriktirmişti. Ismarlayıp yanına
getirmediği hiçbir şey bırakmadı.
Çok büyük, anlı şanlı, bir köşk
yaptırdı. Onun iki kapısı vardı.
Kapılara köleleri muhafız olarak
tayin etti. Köşkün hazırlanışı
üzerine büyük bir davet yemeği
hazırladı. Bütün dost ve akrabasını
bir araya topladı. Çok gösterişli
bir koltuk üzerine bacak bacak
üstüne atarak oturuyordu. Halk
yemek yerken, o kendi kendine, "O
kadar erzak yığıldı ki, artık
senelerce bir şey satın almak
gerekmeyecek" dedi. kalbinden bu
hayal geçiyordu ki, bir fakir,
yırtık elbiseleriyle, boynunda
(fakirlerin kullandığı) bir torba
asılı olduğu halde kapıya geldi.
Kapının tokmağını öyle dövdü ki,
sesi onun koltuğuna kadar ulaştı.
Köleler, "Bu haddini bilmez adam
kimdir?" diye koşarak dışarı
çıktılar. Onun yanına gidip, "Ne
var?" dediler. Fakir adam,
"Efendinizi benim yanıma gönderin"
dedi. Köleler, "Bizim efendimiz,
senin gibi fakirlerin yanına hiç
gelir mi?" deyince adam, "Elbette
gelecek. Ona gidip söyleyin" dedi.
Köleler efendilerinin yanına giderek
durumu anlattılar. Zengin adam, "Siz
ona bu konuşmasının tadını
tattırmadınız mı?" dedi. O sırada
fakir adam öncekinden daha güçlü bir
şekilde kapının tokmağını tekrar
dövmeye başladı. Bunun üzerine
hizmetçiler tekrar koşarak kapıya
geldiler. Fakir, "Efendinize
söyleyin. Ben ölüm meleğiyim" dedi.
Bunu duyunca onların akılları
başlarından gitti. Efendilerine
gidip bu sözü söyleyince efendinin
rengi uçtu. Büyük bir acizlik
içinde, "Ona söyleyin de benim
yerime başkasını fidye olarak kabul
etsin" dedi. O sırada fakir içeri
girdi ve "Sen ne ya- . pacaksan yap.
Ben senin ruhunu almadan geri
dönemem" dedi. O bütün malını
topladı ve malına, "Allah sana lanet
etsin! Çünkü sen ve seninle meşgul
olmak beni Mevlâ'mdan alıkoydu.
Hiçbir vakit gönü! huzuru içinde
Allah'ı hatırlamaya fırsat vermedin"
dedi. Allah ceiie ceiaiuhu
kudretiyle mala konuşma gücü verdi.
Mal şöyle dedi: "Bana neden lanet
ediyorsun ki! İyi insanlar
padişahların kapılarından
kovulurken, sen benim vasıtamla
büyük büyük padişahlara kadar
ulaşırdın. Benim vasıtamla nazik
kadınlarla lezzetlenirdin. Benim
vasıtamla Krallar gibi yaşardın.
Sen beni kötülük yerlerine
harcıyordun. Ben bunu reddedemezdim.
Eğer sen beni hayır yerlerine
harcasaydın, ben senin işine
yarardım". Ondan sonra ölüm meleği
bir anda onun ruhunu kabz etti.Vehb
bin Münebbih rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: Bir defasında ölüm meleği
büyük bir zalim ve zorbanın ruhunu
kabzedip, götürdü. Dünyada ondan
daha zalim kimse yoktu. O melek
giderken, diğer melekler ona, "Sen
daima canları kabz ettin. Hiçbir
kimseye merhamet ettin mi?" dedi. O,
"ben en fazla bir kadına acıdım. O
bir vadideydi. Çocuğu doğduğu anda
bana o kadının ruhunu almam
emredildi, ben o kadının ve o
çocuğun yalnızlığına çok acımıştım.
Çünkü başka kimsenin olmadığı bu
vadide, bu çocuğun durumu ne
olacaktı" dedi. Melekler, "Senin şu
ruhunu alıp götürdüğün zalim, işte
o çocuktu" deyince ölüm meleği
hayrete düştü ve "Ey Mevlâm! Sen
yücesin. Çok merhametlisin.
Dilediğini yaparsın" dedi.Hz. Hasan
Basri rahmetuiiaN aleyh buyuruyor
ki: Bir kişi öldüğü zaman, onun
çoluk çocuğu ağlamaya başlar. Bunun
üzerine ölüm meleği o mekânın
kapısında durarak şöyle der: "Ben
onun rızkını yemedim (o kendi
rızkını yemiştir). Ben onun ömrünü
azaltmadım. Ben bu eve tekrar
geleceğim ve hepsi sona erene kadar
sık sık geleceğim". Hz. Hasan Basri
rahmetuiiaN aleyh buyuruyor ki:
Allah'a yemin olsun ki! Eğer ev
halkı ölüm vakti o meleği görseler
ve onun sözlerini işitseter, ölüyü
unuturlar ve kendi telaşlarına
düşerlerdi.Yezîd Rakkâşi
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Benî
İsrail zalimlerinden bir zalim,
evinde oturmuş hanımıyla başbaşa
kalmıştı. O esnada yabancı bir
adamın evin kapısından girmekte
olduğunu gördü. Adam son derece öfke
içinde hızlı bir şekilde o tarafa
doğru koştu ve "Sen kimsin, eve
girmek için sana kim izin verdi"
dedi. O, "Bana bu evin sahibi içeri
girmemi söyledi. Ben hiçbir perdenin
örtemeyeceği ve padişahların
huzuruna giderken izin almaya
ihtiyacı olmayan bir kişiyim. Ben
ne bir zalimin tantanasından
korkarım ne de hiçbir şey beni
herhangi bir mağrur ve mütekebbir
insanın yanına gitmekten
alıkoyabilir" dedi. O zalim bu
konuşmayı duyunca çok korktu.
Vücudu titremeye başladı ve yüz üstü
düştü. Ondan sonra son derece
acizlik içinde, "Öyleyse sen ölüm
meleğisin" dedi. O, "Evet ben onun
tâ kendisiyim" dedi. Ev sahibi, "Siz
bana vasiyetimi yazacak kadar mühlet
veriniz" dedi. Melek, "Artık onun
vakti geçti. Senin için hiç gecikme
imkanı kalmamıştır" dedi. Adam,
"Beni nereye götüreceksiniz?" dedi.
Melek, "Senin amellerin ileride
nereye gittiyse onların yanına
götüreceğim (yani nasıl amel
ettiysen öyle biryer bulacaksın. Sen
o cihanda hangi çeşit ev yaptıysan,
onu bulacaksın" dedi. Adam, "Ben
hiçbir iyi amel yapmadım ve kendim
için şimdiye kadar hiçbir güzel ev
de yapmadım" dedi. Melek, "Öyleyse
seni lezâ nezzâaten lişşevâ'ya
götüreceğim" buyurdu. (Bu Meâric
suresinin şu ayetine ayetine
işarettir: "Hayır, olmaz. Şüphesiz
ki, bu ateş / derileri kavurup,
soyan bir ateştir. / O, (dünyada
Hak'tan) sırtını dönüp yüz çevireni
kendisine çağırır (çeker)
(Meâric-15,16,17)") Ondan sonra
melek onun canını aldı. Evde bir
feryat koptu. Kimi ağlıyor kimi de
çığlık atıyordu. Yezîd Rakkâşi
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Eğer
insanlar o vakit ölünün başından
geçenleri bilselerdi, onun ölümünden
ziyade, onun bu haline feryat edip,
ağlarlardı"Hz.
Süfyan Sevri rahmetuiiahi aleyh
buyuruyor ki:" Ölüm meleği insanın
kalbinin damarına dokunduğu an
kişinin insanları tanıması durur.
Dil kilitlenir ve dünyanın bütün
şeylerini unutur. Eğer o vakit insan
üzerine ölüm sarhoşluğu bin-mese,
ölüm acısından dolayı yanında
bulunanların üzerine kılıç çekerdi".
Bazı rivayetlerde şöyle geçmektedir:
"Son nefes boğaza geldiği zaman
şeytan kişiyi sapıtmak için bütün
gücüyle çalışır". Bir rivayette
şöyle geçmektedir: "Ölüm meleği
insanları namaz vakitlerinde arar ve
haber alır. Eğer kişinin namaza önem
verdiğini öğrenirse, ölüm vaktinde
kendisi ona Kelime-i Tayyibe'yi
telkîn eder. Şeytanı onun yanından
uzaklaştırır". Mücâhid rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "İnsanın ölümü
yaklaştığı sırada onun oturup
kalktığı arkadaşlarının suretleri
onun karşısına getirilir. Eğer
fâsık ve fâcir insanların yanında
kalıyorsa, o zaman, o topluluğun
suretleri onun karşısına getirilir".
Hz. Yezîd bin Şecere rahmetuiiahi
a/eyh'den de aynı hadis
nakledilmiştir. Rebî bin Berze
rahmetuiiahi aleyh Basra'da yaşayan
bir âbid idi. Diyor ki: Bir adam
ölmek üzereydi. Halk ona Lâ ilahe
İllallah kelimesini telkin ediyordu.
Onun dilinden, "Sen de (bir bardak
şarab) iç, bana da içir. Sen de iç,
bana da içir" sözleri çıkıyordu.
Aynı şekilde Ahvaz şehrinde bir adam
ölmek üzereydi. Halk ona, Lâ ilahe
illallah kelimesini telkin
ediyorlardı. O ise, "Onar kuruş, on
birer kuruş, on ikişer kuruş"
diyordu.Buna
karşılık, ölüm hazırlıkları yapan,
dünyada ölümü hatırlayan, onun için
p iyi işler yapan insanlar için
ölüm, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem m, "Ölüm [tıü'min için bir
hediyedir" hadisinde buyurduğu
gibidir. Hz. Bilal radıyaiiahu
anh'\n vefatı sırasında hanımı "Vay
başıma gelen üzüntüye! Sen
gidiyorsun" diyordu. O ise,"Ne tatlı
bîr şey! Ne hoş bir şey! Yarın
dostlarla buluşacağız.
Muhammediaiiahu aleyhi veseiiem ve
onun arkadaşlarına kavuşacağız"
diyordu. Hz. Muaz fidıyaiiahu anh'm
vefatı yaklaştığı sırada şöyle
diyordu: "Allah'ım! Sen biliyorsun
ki, Hen dünyada fazla kalmak
istiyordum. Ancak bu istek ne
dünyayı sevdiğimden ne de burada
sular akıtıp, bağlar yetiştirmek
istediğimdendi. Aksine dünyada
Kalmak istememin sebebi, sıcak
günlerde öğlen vakti, orucun verdiği
susuzluğun ladini çıkarmak, (din
için) meşakkat içinde vakit geçirmek
ve Senin zikredildiğin meclislere
katılmaktır". Hz. Selman radıyaiiahu
anh ahirete intikal edeceği sırada
ağlamaya başladı. Biri ona, "Niçin
ağlıyorsunuz? Siz gidip Peygamber
saiiaiiahu 3bybî veseiiem ile
buluşacaksınız. Rasûlullah
saiiaiiahu aieyN veseiiem sizden
razı olduğu halde ahirete intikal
etmiştir" dedi. Hz. Selman
radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Ben ne
ölüm korkusundan ne de dünyanın
elden çıkmasından ağlıyorum. Aksine
ben şunun için ağlıyorum ki,
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bizden biz söz alrnıştı;
<Bizim dünyadan faydalanmamız sadece
bir yolcunun azığı kadar olsuna Ben
o sözü yerine getiremedim". Hz,
Selman radıyaiiahu anh vefat edince
evinin bütün eşyalarının değeri 10
küsur dirhemdi. İşte
onun fazla diye ağladığı bütün
dün-yası buydu. Hz. Selman
radıyatiahu anh (yukarıda geçen
sözden) sonra bi misk istedi.
Hanımına, "Buna su katıp benim
yatağımın üzerine serpiver, yanıma
insan ve cin olmayan bir topluluk
geliyor" buyurdu.Hz.
Abdullah İbni Mübarek rahmetuliahi
aleyh vefatı yaklaştığı sırada güldü
ve"Çalışanlar, bu gibi şeyler
için çalışsınlar" (Saffat-61)
buyurdu' (herhalde ora-n|n bazı
lezzet ve sevinci gözünün önüne
gelmiş olabilir). Onun vefatı
yaklaştığı sırada Nasr adlı
kölesine, "Benim başımı yere koy"
dedi. Nasr ağlamaya başladı. 0,
"Niçin ağlıyorsun?" dedi. Nasr, "Siz
rahatlık içinde hayatınızı
geçirdiniz. Şimdi ise yoksullar gibi
başınızı toprağa koyarak mı
öleceksiniz?" dedi. O, "Sus! Ben
Allahu Teâlâ'ya şöyle dua etmiştim;
<Benim hayatım zenginlerinki gibi
olsun. Ölümüm ise fakirlerinki
gibi...>" buyurdu. Atâ bin Yesâr
rahmetuliahi aleyh diyor ki: Bir
adamın vefatı yakındı. Şeytan onun
yanına geldi ve "Sen benden
kurtuldun (benim etkime girmedin)"
dedi. Adam, "Ben senden şimdi bile
mutmain değilim" ^edi. Cerîrî
rahmetuliahi aleyh diyor ki: Ben Hz.
Cüneyd rahmetuliahi aieyh'm vefatı
İrasında yanındaydım. O Kur'an
okuyordu. Biri, "Şu an (zafiyet
anıdır) tilavet vakti değildir"
dedi. Bunun üzerine o, "Bundan daha
güzel tilâvet vakti hangisi
olabilir. Benim amel defterim şu an
kapanıyor" dedi. Bir gün biri Cüneyd
rahmetui-lahi a/ey/î'e, "Hz. Ebû
Saîd Hazzâr rahmetuliahi aleyh
vefatı sırasında çok zevkli ve
neşeliydi. Bunun sebebi neydi?"
dedi. O, "Eğer onun ruhu o vakit
şevk ve arzudan dolayı uçsaydı yine
de şaşılacak bir şey değildi"
buyurdu.Hz. Zünnûn Mısrî
rahmetuliahia/ey/i'in vefatı
sırasında biri kendisine, "Bir şey
diyecek misiniz? Eğer bir arzunuz
varsa söyleyiniz" dedi. Buyurdu ki:
"Sadece bir arzum var. O da ölmeden
önce O'nun marifetini elde
etmektir". Bir şahıs diyor ki: "Ben
Hz. Memşed Dineverî rahmetuliahi
aieyh'm yanında oturuyordum. Bir
fakir geldi ve "Burada birinin
ölebileceği herhangi temiz ve saf
bir yer var mı?" dedi. O içinde
çeşme olan bir yer gösterdi. Adam
oraya yaklaştı. Abdest aldı ve namaz
kıldı. Ondan sonra ayaklarını uzatıp
yattı ve öldü. Ebû Ali Rûzbârî
rahmetuliahi aieyh'm kız kardeşi
Fatıma rahmetuitahi aieyha diyor ki:
Kardeşim vefat ederken onun başı
benim kucağımdaydı, O gözünü açtı ve
şöyle dedi: "Gök kapıları açıldı,
Cennet süslendi. Bir ses şöyle
diyordu; <Ey Ebû Ali! Gerçi sen bu
kadar büyük bir derece istemiyordun
ama Biz seni yüksek dereceye
ulaştırdık>". Sonra Ebü Ali iki şiir
okudu. Onların tercümesi şöyledir.
"Senin hakkına kasem olsun ki, ben
asla senden başkasına gözümü
kaldırıp da muhabbet nazarıyla
bakmadım. Ben görüyorum ki, sen
hasta gözlerinle ve utangaçlıktan
kızaran yanaklarınla beni ızdırap
içinde bırakıyorsun".Hz. Cüneyd
rahmetuliahi aieyh'm vefatı
sırasında biri kendisine, "Lâ ilahe
illallah de" dedi. O, "Ben bu
kelimeyi hiç unutmadım ki, şimdi
hatırlayayım" buyurdu. Cafer bin
Nasîr rahmetuliahi aleyh, Hz. Şiblî
rahmetuliahi aieyh'ln hizmetçisi
olan Bekrân Dînverî rahmetuliahi
aieytfe, "Sen Hz. Şiblî rahmetuliahi
aieyh'm vefatı sırasın-da nasıl bir
manzara gördün?" dedi. Hizmetçi,
"Şiblî hazretleri şöyle buyurmuştu;
<Ben bir adama bir dirhem miktarı
haksızlık ettim. Onun adına birkaç
bin dirhem sadaka verdim. Ancak, o
dirhem neden ben de kaldı diye hâlâ
kalbimde bir ağırlık var>. Ondan
sonra, <Bana abdest aldır> dedi. Ben
abdest aldırdım ama sakalına Hilal
yapmayı (yani sakalı arasına
parmaklarımı sokmayı) unuttum. Zaten
kendisi de güçsüzlükten dolayı bunu
yapamazdı. Dili tutulmuştu. Bundan
dolayı benim elimi tutarak kendi
sakalının arasına koydu ve ahirete
intikal etti" buyurdu. Cafer
rahmetuliahi aleyh bunu duyunca, "Bu
durumda bile İslam'ın edebi ve bir
müs-tehabını kaçırmayan bir zât
hakkında ne söylenebilir!" diyerek
ağlamaya başladı.Bir Allah dostu
ölmek üzereydi. Hanımı ağlamaya
başladı. O, "Niçin ağlıyorsun?"
dedi. Hanımı, "Senin ayrılığına
ağlıyorum" dedi. O, "Sen kendin için
ağla! Ben bugün için (yani bugünün
arzusuyla ve bugünü bekleyerek) 40
seneden beri ağlıyorum" dedi. Hz.
Kettânî rahmetuliahi aieyh'm vefatı
sırasında biri kendisine, "Sizin
devamlı yaptığınız ameller
hangileridir" dedi. O, "Eğer benim
vefatım yakın olmasaydı söylemezdim.
Ben kırk seneden beri kalbimin
kapısını muhafaza ediyorum. Ne
zamanki ona Ğayrullah (Allah'tan
başkası) girmek istese kapıyı
kapatıyorum" dedi. Hz. Mu'temer
rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Ben
Hakem'in vefatı sırasında onun
yanındaydım ve Aliahu Teâlâ'nın ona
ölümün şiddetini kolaylaştırması
için dua ediyordum. Çünkü onda falan
falan güzellikler vardı. Ben onun
güzel âdetlerini sayarak dua
ediyordum". Hakem kendinden
geçiyordu. Kendine gelince, "Falan
falan sözleri kim söylüyordu?" dedi.
Ben, "Ben söylüyordum" dedim.
Hakem, "Melek-ül Mevt aieyhisseiam
diyor ki; <Ben her cömert kimseye
yu-muşakdavranırım>". Böyle diyerek
Hakem'in ruhu uçtu, gitti. Hz.
Memşâd Dinverî rahmetuilahi
a/ey/i'in vefatı sırasında büyük bir
zât onun yanında oturuyordu. Ona
Cennet verilmesi için dua etti. Hz.
Memşâd rahmetuliahi aleyh gülümsedi
ve "Otuz seneden beri Cennet bütün
ziynetiyle birlikte benim karşıma
geldi. Ben bir kere biie ona alıcı
gözüyle bakmadım (ben Cennet'in
sahibini arzulamaktayım)" dedi.Hz,
Ömer bin Abdulaziz rahmetuliahi
aieyh'in vefatı yaklaştığında
yanında hizmet için bir tabib
bulunuyordu. O, "Emir'ül Mü'min'e
zehir verilmiş. Bundan dolayı ben
onun hayatından emin değilim" dedi.
Hz. Ömer Ibni Abdulaziz
rahmetuliahi aleyh ona, "Sen
kendisine zehir verilmeyen adamın
hayatına da itibar etmemelisin"
buyurdu. Tabib, "Siz kendinize zehir
verildiğini tahmin etmiş miydiniz?"
diye sorunca Hz. Ömer İbni Abdulaziz
rahmetuliahi aleyh, "Ben bu zehir
karnıma gittiği an ondan haberim
olmuştu" dedi. Tabib, "Siz bu
zehirlenmeyi tedavi ediniz. Yoksa
canınız gider" dedi. O, "Canımın
gideceği Zât yani Rabbim, yanına
gidilenlerin içinde en hayırlı
olandır. Allah'a yemin olsun ki,
eğer kulağımın yanında içinde bana
şifâ olan bir şeyin konulduğunu
bilsem, oraya kadar bile elimi
uzatmam" dedi ve şöyle devam etti:
"Allah'ım! Ömer'i kendinle buluşmak
için seç al!" Bundan birkaç gün
sonra ahirete intikal eyledi. Meymûn
bin Mehrân diyor ki: Hz. Ömer bin
Abdulaziz rahmetuliahi aleyh o
zamanlar ölmek için sık sık dua
ediyordu. Biri kendisine, "Öyle
yapmayınız. Aliahu Teâlâ sizin
sebebinizle (Rasûlullah sanalla-hu
aleyhi vaseiiem'in pek çok sünnetini
ihya etmiş, (başlamış olan) pek çok
bid'ati bastırmıştır" dedi. Bunun
üzerine o şöyle buyurdu: "Ben salih
bir kul (olan Hz. Yusuf aiânebiyyina
ve aieyhissaiatü vesselam) gibi
olmayayım mı? O şöyle dua etmişti:"
"Rabbim! Benim canımı müslüman
olarak al ve beni salihlere kat"
(Yusuf-101)
Vefatı yaklaştığında Mesleme
rahmetuliahi aleyh ona, "Sizin kefen
için verdiğiniz parayla basit bir
kefen geldi. Buna biraz ilave
edilmesine müsaade ediniz" dedi.
Halife, "Onu bana getir" dedi. Kısa
bir süre ona baktıktan sonra, "Eğer
Rabbim benden razı ise bana bundan
daha güzel bir kefen hemen
verilecektir. Eğer Rabbim bana
gazablı ise o zaman hangi kefen
olursa olsun, o zorla alınacak ve
onun yerine Cehennem ateşinden bir
kefen verilecektir" buyurdu. Ondan
sonra, "Beni oturtun" dedi.
Oturduktan sonra, "Allah'ım! Sen
bana (yapmam için) emrettiğin
(şeyleri) ben yerine getiremedim.
Yasakladığın şeyler hususunda sana
itaat edemedim. Fakat yine de
Lâ
ilahe illallah" dedi ve ahirete
intikal etti. Bir rivayete göre
vefatı esnasında şöyle buyurdu: "Ben
öyle bir topluluk görüyorum ki,
onlar ne cin ne de insandırlar".
Başka bir rivayete göre vefatı
sırasında herkesi yanından
uzaklaştırdı ve "Burada kimse
kalmasın" dedi. Hepsi dışarı
çıktılar ve delik ve aralıklardan
bakmaya başladılar. O şöyle diyordu:
"Ne insan ne de cin olan
varlıkların gelişi çok mübarektir".
Ondan sonra Kasas sûresinin şu
ayetini okudu:
"İşte
ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde
böbürlenmek ve bozgunculuk çıkarmak
istemeyenlere veririz"
(Kasas-83)
Bir
Allah dostu diyor ki: Ben
kabirdekilerin halini göstermesi
için Allah'a dua ettim. Bir gece
rüyamda gördüm ki, sanki kıyamet
kopmuştu. İnsanlar kabirlerinden
çıkıyorlardı. Onlardan bazıları (en
üstün ve özel bir ipek çeşidi olan)
Sündüs üzerinde uyuyorlardı. Kimisi
normal ipek üzerinde, kimisi yüksek
tahtlar üzerinde kimisi de güller
üzerindeydi. Kimi gülüyor kimi de
ağlıyordu. Ben, "Allah'ım! Bunların
hepsinin hâli bir olsaydı ne güzel
olurdu" dedim. O ölülerden biri,
"Bu, amellerin değişik olmasından
dolayıdır. Sündüs ehli güzel âdet
(ve ahlak) sahipleridir. İpek ehli
iseşehidlerdir. Güllerin içinde
olanlar oruç tutanlardır. Gülenler
tevbe edenlerdir. Ağlayanlar ise
günahkarlardır. Yüksek makam
sahipleri (herhalde Cennet'te yüksek
tahtlara sahip olanlar) Allah için
birbirini seven insanlardır"
buyurdu.Bir
kefen hırsızı vardı. Kabirleri
kazarak kefenleri çalardı. O bir
kabir kazdı. Orada bir şahsın
yüksek taht üzerine oturduğunu
gördü. Önüne Kur'an-ı Kerim koymuş
okuyordu. Tahtının altından bir
nehir akıyordu. Kefen hırsızı olan
şahsın üzerine öyle bir korku çöktü
ki, bayılıp düştü. Halk onu kabirden
çıkardı. Üç gün sonra ayıldı. Halk
olayı sorunca o bütün olanları
anlattı. Bazı insanlar o kabri
görmeyi arzuladılar. Ondan kabrin
yerini haber vermesini istediler. O
da onları götürüp kabri göstermek
istedi. Gece rüyasında o kabirdeki
büyük zatı gördü. Şöyle diyordu:
"Eğer sen benim kabrimi gösterirsen,
öyle afetlere düşeceksin ki,
ölünceye kadar pişman olacaksın".
Adam bunun üzerine, "Haber
vermeyeceğim" diye söz verdi.
Şeyh
Ebû Yakûb Sunûsî rahmetuliahi aleyh
diyor ki: Benim yanıma bir mürid
geldi ve "Ben yarın öğlen vakti
öleceğim" dedi. Nitekim ertesi gün
öğlen vakti Mescid-i Haram'a geldi.
Tavaf yaptı ve biraz uzağa gidip
öldü. Ben onu yıkadım ve kefenledim.
Kabre koyacağım sırada gözlerini
açtı. Ben, "Öldükten sonra da mı
hayat var?" dedim. O, "Ben
hayattayım ve Allah'a aşık olan
herkes diri kalır" dedi.
Yine bir Allah dostu diyor ki: Ben
bir müridi yıkadım. O benim
başparmağımı tuttu. Ben ona,
"Parmağımı bırak, ben senin
ölmediğini biliyorum. Bu bir
mekandan diğer mekana intikal
etmektir" dedim. O da benim
parmağımı bıraktı. Şeyh İbnül Celâ
meşhur bir Allah dostudur. Diyor ki:
Babam vefat edince onu yıkamak için
bir sedirin üzerine koyduk. O
gülmeye başladı. Yıkayıcı bırakıp
gitti. Kimse onu yıkamaya cesaret
edemiyordu. Onun arkadaşı olan başka
bir Allah dostu geldi ve onu yıkadı.Kısaca
Ravz kitabının yazarı, o aşıkların
pek çok vefat hadiselerini
yazmıştır, o hadiselerden aşıkların
ölüm anında ve öldükten sonra son
derece neşeli olmaları, gülmeleri,
şaka yapmaları ve neşelendikleri
anlaşılmaktadır. Hafız İb-ni Abdil
Berr rahmetuliahi aleyh Istîâb adlı
eserinde ölümden sonra konuşmayla
ilgili bazı olayları zikretmiştir.
Hz. Zeyd bin Harise radıyaiiahu
anh'\n hayatını anlatırken şöyle
yazmıştır: "Onun öldükten sonra
konuşmasında ihtilaf yoktur". Aynı
şekildeki olaylar bazı Sahâbe-i
Kiram'dan da nakledilmiştir.
Sahâbe-i Kiram Mûte gazvesine
giderken halk gidenlerin hayır ve
selametle geri gelmeleri için dua
etmeye başladılar. O vakit Abdullah
bin Revâha radıyaiiahu anh üç şiir
okudu. Onların manası şöyleydi: "Ben
geri dönmek yerine Allah'ın beni
bağışlamasını arzu ediyorum. Ve
başımı ikiye ayıracak bir kılıç
darbesini veya bağırsaklarımı ve
ciğerimi parçalayarak giden bir
mızrağın bana saplanmasını temenni
ediyorum". Sahâbe-i Kiram hazretleri
cenk meydanına ulaştıklarında
sayıları toplam üç bin kişiydi.
Oraya varınca düşman sayısının 200
bin kişi olduğu anlaşıldı. Bundan
dolayı Sahabeler arasında şöyle bir
meşvere yapıldı: "Önce Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiieme bu durum
bildirilmeli. Ondan sonra eğer
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem emrederse,savaşa
başlanmalı". Abdullah İbni Revâha
radıyaüahu anh bu şekilde meşvere
olduğunu öğrenince geldi ve "Siz
acayip insanlarsınız. Temenni ederek
çıktığınız şey hakkında meşvere
yapıyorsunuz. Siz sadece şehid
olmayı taleb etmek için çıktınız.
Biz hiçbir zaman teçhizat, kuvvet
ve sayıya güvenerek savaş yapmadık.
Biz daima İslam'ın bize verdiği
güçle savaştık. Kalkın meydana
yürüyün! İki şeyden uzak değilsiniz.
Ya galibiyet ve fetih ya da
şehadet. Bizim için her ikisi de
şereftir" dedi. Onun bu sözlerini
dinleyince hepsi savaş için hazır
hale geldiler ve savaş başladı.
Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi
veseiiem ordu hareket ederken Hz.
Zeyd bin Harise radıyaiiahu an/i'ı
emir tayin etmişti ve şöyle
buyurmuştu: "Eğer o şehid olursa Hz.
Cafer bin Ebî Talib radıyaiiahu anh
emir olacaktır. O da şehit olursa,
Abdullah bin Revâha radıyaiiahu anh
emir olacaktır. O da şehid olursa, o
zaman müslümanlar meşvere ile kimi
isterlerse emir yapsınlar". Nitekim
savaş meydanında Hz. Zeyd
radıyaiiahu anh ve ondan sonra Hz.
Cafer radıyaiiahu anh şehid olunca
insanlar Hz. Abdullah'a
seslendiler. O askerin kanat
tarafındaydı. Elinde bir et parçası
vardı. Üç günden beri bir şey
tatmaya fırsat bulamamıştı. Biri
gelerek kendisine, "Hz. Cafer şehid
oldu" dedi. Hz. Abdullah bin Revâha
radıyaiiahu anh kendi nefsine, "Sen
dünya ile meşgul oluyorsun (yemeğe
daldın gidiyorsun)" diyerek elindeki
et parçasını attı.Sancağı eline
alarak ilerledi. Biri ona saldırınca
elinin parmağı kesildi. Bunun
üzerine şu manada üç şiir okudu:
"Sen sadece kana bulanmış bir
parmaktan başka bir şey değilsin. Bu
da ancak Allah yolunda olmuştur. Bu
ise büyük bir nimettir. Ey nefis!
Şunu iyi bil ki, eğer sen şehid
olmazsan yine de öleceksin. Mutlaka
ölüm gelecektir. Bak, sen hangi şeyi
arzuluyorsan (yani şehitliği) o
karşına çıkmıştır. Eğer sen önceki
iki arkadaşın Zeyd ve Cafer gibi
örnek bir iş yaparsan hidayete
ermiş olursun. Eğer sen onlardan
geriye adım atarsan bedbaht
olursun". Ondan sonra kendi kendine
şöyle dedi: "Şu an sen neleri hayal
edebilirsin? Eğer hanımını hayal
ediyorsan onu üç talakla boşadım.
Eğer köleleri düşünüyorsan onların
hepsini azad ettim. Eğer bağlarını
hatırlıyorsan onların hepsi Allah
için sadaka olsun. Ey nefis! Sen
Cennet'i istemiyor musun? Allah'a
yemin olsun ki, sen mutlaka ölüme
doğru gideceksin. İster gönüllü git,
ister zorla. Sen çok rahat bir hayat
geçirdin. Artık ne düşünüyorsun? Sen
kendi hakikatini bir düşün. Sen bir
damla nutfe idin". Hülâsa bu
düşüncelerden sonra Hz. İbni Revâha
radıyaiiahu anh ileri atıldı ve
şehid oldu". Hikâyat-üs Sahabe adlı
eserimizde bu kıssa geniş olarak
geçmiştir. Buna benzer daha bir çok
kıssalarda geçmiştir.Hz. SÜfyan bin
Haris radıyaiiahu anh, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'm amca
oğluydu. Vefatı sırasında ev halkı
ağlamaya başladılar. Buyurdu ki:
"Siz İslam'a girdikten sonra
dilinden asla yanlış bir söz
çıkarmayan, bedeniyle asla yanlış
bir hareket yapmayan kişiye
ağlamayın (yani böyle birinin ölümü
kendisi için sevinç üzerine
sevinçtir)". Sunâbihî rahmetuliahi
aleyh diyor ki: Hz. Ubâde
radı-yaüahu anh vefat edeceği sırada
ben yanındaydım. Benim ağlayacağım
geldi. O, "Niçin ağlıyorsun? Allah'a
yemin olsun ki! Eğer kıyamet günü
benden şahitlik talep edilirse,
senin için en güzel şahitliği
ederim. Eğer bana şefaat izni
verilirse senin için şefaat ederim.
Gücümün yettiği yere kadar sana
faydalı olurum" dedi. Ondan sonra
şöyle buyurdu: "Ben Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese//em'den
işittiğim ve senin faydana olan ne
kadar hadis varsa, hepsini sana
ulaştırdım. Bir hadis müstesna. Onu
da şimdi, bu alemden göç ederken
söylüyorum. Ben Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese//em'den
işittim ki; <Kim Lâ ilahe illallah
Muhammedurrasölullah kelimesine
şahitlik ederse, ona Cehennem ateşi
haramdır>"Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu
anh vefat edeceği sırada kızı
ağlamaya başladı. O, "Kızım ağlama"
dedi. Kızı, "Eğer senin vefatına da
ağlamazsam, kimin vefatına
ağlayacağım?" dedi. Hz. Ebû Bekr
radıyaiiahu anh, "Şu an kimsenin
canının çıkması, benim canımın
çıkmasından daha sevimli değildir.
Hatta şu sineğin canının çıkması
bile kendi canımın çıkmasından da
sevimli değildir (ölüm bana bu kadar
sevimli olduğu halde sen buna
ağlıyorsun)". Ondan sonra Hamran
adındaki bir şahsa şöyle dedi:
"Şüphesiz ki, ben <Ölüm vakti sakın
İslam elimden çıkmasın> diye mutlaka
korkarım".Hz. Sa'd bin Ebî Vakkas
radıyaiiahu anh vefat edeceği
sırada, "Benim yün cübbemi getirin"
dedi. Cübbe getirildi. Çok eski ve
yıpranmıştı. Buyurdu ki: "Beni
bununla kefenleyin. Bu cübbe Bedir
savaşında benim üzerimdeydi".
Abdullah bin Âmir bin Küreyz
radıyaiiahu anh vefat ediyordu.
Ruhunu teslim etmek üzeredeydi. Hz.
Abdullah bin Zübeyr radıyaiiahu anh
ve Hz. Abdullah İbni Abbas
radıyaiiahu annu-ma onun yanına
gitmişlerdi. O kendi adamlarına,
"Bakın benim bu iki kardeşim
oruçludur. Sakın benim ölümünden
dolayı onların yemeğinde gecikme
olmasın ve oruçlarını açmaları
ertelenmesin" dedi. Abdullah İbni
Zübeyr radıyaiiahu anh ona, "Eğer
seni ikram ve cömertlikten herhangi
bir şey alıkoysaydı can verme acısı
alıkoyardı. Ancak o da sana mâni
olamadı" dedi. Misafirlerinin
önünde yemekler konulmuşken o
ahirete intikal etti.Amr bin Evs
radıyaiiahu anh diyor ki: Ulbe bin
Ebî Süfyan radıyaiiahu anh vefat
ediyordu. Ben onun yanına gittim. O
can çekişiyordu. Buyurdu ki: "Ben
(dünyadan) giderken bir hadis
söyleyerek gideyim. Bana da kız
kardeşim Ümmü Habi-be söylemişti.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki; <Bir kimse
Allah için (yani ihlasla) her gün on
iki rekat kuşluk namazı kılarsa,
Allahu Teâlâ onun için Cennet'te bir
köşk yapar> (İşte bu Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm
hadislerini ve dini yayma cezbesiydi
ki, ona ölüm bile mâni
olamamıştır)".Muhammed bin Münkedir
rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği
sırada ağlamaya başladı. Biri
kendisine, "Niçin ağlıyorsunuz?"
dedi. O, "Ben herhangi bir günah
işlediğim için ağlamıyorum. Benim
bildiğime göre ben ömür boyu hiç
günah işlemedim. Şüphesiz, benim
nazarımda basit zannettiğim ama
Allah ceiie ceiaiunu indinde büyük
olan herhangi bir şey benden meydana
gelmiş olabilir diye ağlıyorum"
buyurdu. Ondan sonra Kur'an-ı
Kerim'den şu ayeti okudu:"Hiç hesap
etmedikleri şeyler Allah tarafından
kıyamet günü karşılarına
çıkacaktır" (Zümer-47). Bu ayeti
okuduktan sonra buyurdu ki: "Ben hiç
zannetmediğim bir şeyin benden
meydana gelmiş olmasından
korkuyorum".Âmir bin Abdikays
rahmetuiiahi aleyh vefatı sırasında
ağlamaya başladı. Biri kendisine
sebebini sorunca, "Ben ne ölümden
korktuğumdan ne de dünya hırsından
dolayı ağlıyorum. Ben, bugünden
itibaren yazın öğlen vaktindeki
oruçların, kışın gece sonundaki
teheccütlerin elden çıkmasına
ağlıyorum" dedi. Hz. Hasan
radıyaiiahu anh vefat ederken
yanında bazı insanlar vardı. Onlar
kendisine, "Bize son bir nasihat
buyurunuz" dediler. O, "Ben size üç
şey diyorum. Onları dinleyip benim
yanımdan gidiniz ve beni gideceğim
yere gitmem için yalnız bırakınız. O
üç şey şunlardır; 1-Başkasına
emredeceğiniz şeyle önce kendiniz
amel etmeye başlayınız,
2-Başkalarını alıkoymak İstediğiniz
şeyden kendinizi alıkoyunuz, 3-Sizin
her adımınız, sizin için ya
faydalıdır (Cennet'e doğru
atılmıştır) ya da zararlıdır
(Cehennem'e doğru gitmektedir). O
halde her adımı atarken nereye
gittiğini iyice düşünün" buyurdu.Hz.
Rebî rahmetuiiahi aleyh vefat
edeceği sırada kızı ağlıyordu. O
buyurdu ki: "Kızım! Ağlayacak bir
şey yok. Şöyle de, <Bugün ne kadar
mutlu bir gündür. Çünkü bugün
babama çok şeyler (nimetler)
verildi>". Hz. Mekhûl Şâmî
rahmetuiiahi aleyh vefat ederken
gülüyordu. Biri kendisine, "Bu
gülecek vakit midir?" diye sordu. O,
"Niçin gülmeyeyim! Korktuklarımdan
ebedi olarak ayrılacağım ve
ümitlerimi kendisine bağladığım
Zât'a çabucak gideceğim vakit
gelmiştir" dedi. Hz. Hassan bin
Sinan rahmetuiiahi aleyh ruhunu
teslim etmek üzereydi. Biri
kendisine "Siz çok acı çekiyorsunuz"
dedi. O, "Acı muhakkak oluyor. Ancak
mü'minin Allahu Teâlâ ile buluşma
ümidi olduğu ve sevincin acıya galip
geldiği bir zamanda onun acısından
bahsetmeye ne gerek vardır" buyurdu.
İbni İdris rahmetuiiahi aleyh vefat
edeceği sırada kızı ağlamaya
başladı. O, "Ağlayacak bir durum
yoktur. Ben bu evde dört bin defa
Kur'an-ı Kerim'i hatmettim" buyurdu.
Hasan bin Hayy rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: Benim kardeşim Ali
rahmetuiiahi aleyh ahirete intikal
edeceği gece bana seslenerek su
istedi. Ben namaza durmuştum. Selam
verdikten sonra suyu alıp götürdüm.
O, "Ben içtim" dedi. Ben, "Sen
nereden içtin. Evde benden ve senden
başka kimse yoktur" dedim. O,
"Şimdi Hz. Cebrail aieyhisseiam su
getirmişti. Bana su içirip, gitti ve
şöyle buyurdu; <Sen ve kardeşin
Allahu Teâlâ'nın kendilerine nimet
verdiği kimselerdensiniz>" (Bu söz
Kur'an-ı Kerim'deki şu ayete işaret
etmektedir:
"Kim
Allah'a ve peygambere itaat ederse,
İşte onlar Allah'ın kendilerini
nimet verdiği peygamber, sıddıklar,
şehitler ve salih kimselerle
beraberdirler". (Nisa-69)
Hz.
Abdullah İbni Musa rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: Hz. Ali bin Salih
rahmetuiiahi aleyh ahirete intikal
etti. Ben bir sefere çıkmıştım. Ben
seferden dönünce onun kardeşi Hasan
bin Salih'in yanına taziye için
gittim. Ben oraya varınca ağlayasım
geldi. Hasan bana şöyle buyurdu:
"Ağlamadan önce onun vefatının
durumunu dinle, bak nasıl zevk
verici bir şey: Can verme acısı
başlayınca, benden su istedi. Ben su
götürdüm. O, <Ben içtim> dedi. Ben,
<Kim içirdi?> dedim. O, <Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem saf
halindeki pek çok melekle birlikte
geldi ve bana su içir-di> dedi. Ben,
kendinden geçerek söylemiş olmasın
diye düşünerek, <Meleklerin safları
nasıldı?> dedim. O, <Birbiri üstüne.
(Bir elini diğerinin üzerine
koyarak) işte şu şekildeydi>
dedi".Ebû Bekr bin Ayyaş
rahmetuiiahi aleyh vefat ederken,
onun kız kardeşi ağlamaya başladı.
O, "Bacım ağlayacak bir şey yok.
Kardeşin evin şu köşesinde Kur'an-ı
Kerim'i 12 bin defa hatmetmiştir"
dedi. Amr bin Ubeyd rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: Ebû Şuayb Salih bin
Ziyad rahmetuiiahi aleyh hastaydı.
Ben onu ziyarete gittiğimde ruhunu
teslim etmek üzereydi. Bana şöyle
dedi: "Sana müjde vereyim mi? Ben
burada yüzü yakışıksız bir yabancı
adam görüyorum, Ben ona, <Sen
kimsin?> diye sordum. O, <Ölüm
meleğiyim^ dedi. Ben, <Bana yumuşak
davran> dedim. O, <Bana yumuşak
davranmam emredildi> dedi". Hz. İmam
Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi
aleyhin oğlu diyor ki: Babam vefat
ederken ben yanında
oturuyordum.Vefatından sonra
çenesini bağlamak için elimde bir
parça bez vardı. O bayılıyordu. Biz
vefat ettiğini zannediyorduk. Sonra
tekrar kendine geliyordu. O vakit
şöyle diyordu; "Şimdi değil, şimdi
değil". Üçüncü defa bu durum olunca
ben kendisine, "Siz ne diyorsunuz?"
dedim. O, "Oğlum! Senin haberin yok.
Mel'un şeytan benim yanımda duruyor.
Öfke ve üzüntüsünden parmağını
dişleriyle sıkmakta ve <Ey Ahmed!
Sen benim elimden kurtuldun>
demektedir. Ben de ona, <Yalancı!
Şimdi değil (can çıkana kadar senden
emin olunmaz)> diyorum" buyurdu.Hz.
Adem bin İyâs rahmetuiiahi aieytiin
son vaktiydi. Bir şala bürünmüş
Kur'an okuyordu. Kur'an-ı Kerim'i
hatmedince şöyle dedi: "Benim sana
olan sevgim hürmetine arz ediyorum
ki, bana yumuşak davranılsın. Bugün
için sana ümid bağlıyordum". Ondan
sonra Lâ ilahe illallah dedi ve
ruhunu teslim etti. Mesleme bin
Abdilmeük rahmetuiiahi aleyh vefat
edeceği zaman ağlamaya başladı. Biri
kendisine ağlamasının sebebini
sorunca, "Ben ölümden korktuğumdan
dolayı ağlamıyorum. Ben Allah'a tam
olarak güveniyorum. Ben şunun için
ağlıyorum ki, otuz defa cihada
katıldım. Ancak şehidlik nasip
olmadı. Bugün kadınlar gibi
yatağımda ölüyorum" dedi. İyâs bin
Katâde Abşemî rahmetuiiahi aleyh bir
gün aynaya bakınca başında beyaz
kıllar gördü. Bunun üzerine buyurdu
ki: "Beyaz kıllar geldikten sonra
ahiretten başka şeylerle uğraşmamak
gerekir. Artık dünyaya veda etme
zamanı gelmiştir". Ondan sonra çok
fazla mücahedeye başladı. Bir
defasında Cuma günü namazı
kıldıktan sonra dışarı çıkıyordu.
Gökyüzüne bakarak, "Hoş geldin. Ben
seni çok sabırsızlıkla bekliyordum"
dedikten sonra yanındakilere, "Ben
ölünce, beni Melhûb denilen yere
götürüp defnedin" buyurdu, daha
sonra ruhunu teslim etti ve yere
yığıldı.Hz. İmam Ahmed bin Hanbel
rahmetuiiahi aieyh'ln talebesi Ahmed
bin Hânî rahmetuiiahi aleyh vefat
edeceği zaman oğlu İshak'a, "Güneş
battı mı?" diye sordu. Oğlu, "Henüz
batmadı. Ancak babacığım! Böyle
şiddetli hastalık halinde farz olan
orucu bile bozmaya izin verilmiştir.
Seninki ise nafile oruçtur.
Orucunuzu bozunuz" dedi. O, {kim
bilir ne gördüyse) "Hey! Dur
bakalım!" dedikten sonra, "Bu gibi
şeyler için insan iyi ameller
yapmalı" buyurdu ve ruhunu teslim
etti. (Bu söz Kur'an-ı Kerimin şu
ayetlerine işarettir:)
"Şüphesiz ki bu (Cennet'e erme)
büyük bir kurtuluştur. / Çalışanlar
bu gibi kurtuluşu elde etmek için
çalışsınlar". (Sâffât-60,61)
Ebû
Hakîm Hiyerî rahmetuiiahi aleyh
oturmuş bir şeyler yazıyordu. Yaza
yaza en sonunda kalemi bırakarak,
"Eğer bunun adı ölümse Allah'a yemin
olsun ki çok güzel bir ölüm" dedi ve
vefat etti. Ebû'l Vefa bin Akîl
rahmetuiiahi aleyh vefat ederken ev
halkı ağlamaya başladılar. O, "50
seneden beri onu uzaklaştırıyorum.
Artık nereye kadar uzaklaştıracağım.
Şimdi sen beni bırak. Ben onu
geldiğinden dolayı tebrik ediyorum"
dedi.
Meşhur bir kitap olan İhyâ-ûl
Ulûm'un yazarı İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh Pazartesi günü
abdest alıp sabah namazını kıldı.
Sonra kefenini istedi. Onu öpüp,
gözlerinin üzerine koyduktan sonra,
"Hükümdarın yanında bulunmak için
memnuniyetle hazırım" dedi ve
ayaklarını uzatarak kıbleye doğru
yattı ve hemen vefat etti. İbnül
Cevzî rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
Hocam Ebû Bekr bin Habîb
rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği
sırada talebeleri, "Biraz vasiyet
buyurunuz" elediler. O, "Üç şeyi
vasiyet ediyorum; 1-Allah korkusu,
2-lssız bir yerde O'nu murakabe
etmek, 3-Benim başıma gelen şeyin
(yani ölümün) korkusunu taşımak. Ben
61 sene ömür geçirdim. Ama sanki
dünyayı hiç görmemişim (o kadar
çabuk gitti ki)" dedi. Ondan sonra
yanında oturan birine, "Bak alnımdan
ter geldi mi, gelmedi mi?" buyurdu.
O, "Geldi" dedi. Bunun üzerine,
"Allah'a şükür olsun. (Hadiste
geçtiği gibi) Bu iman üzere ölmenin
alâmetidir" buyurdu.İmam Buhârİ
rahmetuiiahi aleyti'm talebesi EbÛ'l
Vakt Abdulevvel rahmetuiiahi vefat
anı geldiğinde dilinden çıkan en son
söz şu olmuştur:
"Keşke kavmim Rabbimin beni
bağışladığını / ve ikram
edilenlerden kıldığını bilse"
(Yâsin-26,27)
Muhammed bin Hâmid rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: Ben Ahmed bin
Hadraveyh rahmetuiiahi aieyh'ii)
vefatı sırasında yanında
oturuyordum. Onun ruhunu teslim etme
vakti başlamıştı. 95 yaşında idi.
Bir şahıs kendisine bir fıkhı mesele
sordu. Onun gözleri doldu ve
"Evladım 95 seneden beri bir kapının
açılması için çalışmaktayım. Şu an o
kapı açılmak üzere. Acaba o kapı
saadetle mi açılacak yoksa
bedbahtlıkla mı diye beni endişe
kaplamıştır. Şu an cevap vermeye
fırsat nerede?" buyurdu. Bu esnada
alacaklılar onun vefat etme haberini
duyup toplandılar. Onun 700 dinar
(altın) borcu vardı. Şöyle dedi:
"Allah'ım! Sen rehini (yani
teminatı) alacaklıların güvenceleri
için meşru kıldın. Şu an Sen onların
güvencelerini çağırıyorsun (yani
onlar benim varlığımdan dolayı
güven ve itminan içindeydiler).
Artık ben gidiyorum, onların borcunu
öde". O anda biri kapıyı çaldı ve
"Ahmed'in alacaklıları nerede?"
dedi. Hepsinin borçlarını sayarak
ödedi ve gitti. O da ruhunu teslim
etti.Bir Allah dostu vefat ediyordu.
Hizmetçisine, "Benim ellerimi bağla
ve başımı yere koy" dedikten sonra,
"Yolculuk vakti geldi. Ne ben
günahlardan beriyim, ne benim
yanımda mazeret olarak ileri
sürebileceğim bir özrüm var ne de
yardım alabileceğim bir gücüm
vardır. Artık benim için ancak Sen
varsın. Benim için ancak Sen
varsın..." Böyle diye diye bir
çığlık attı ve ahirete intikal etti.
Gaybtan şöyle bir ses geldi: "Bu kul
kendi Mevlâ'sının karşısında
acizliğini gösterdi. O da kabul
etti". Bir şahıs diyor ki: Bir fakir
ruhunu teslim ederken derin derin
soluyordu. Ağzına pek çok sinekler
konmuştu. Ben ona acıdım ve onun
yanına oturup sinekleri kovmaya
başladım. O gözünü açtı ve "Yıllarca
bu özel vakit için çalıştım. Bütün
ömür çalışmakla nasip olmayan şeye
şimdi kavuşmuştum. Sen gelip araya
girdin, git kendi işine bak! Allah
iyiliğini versin" dedi.Ebû Bekr
Rakkî rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
Ben sabahtan sonra Ebû Bekr Zakkâk
rahmetuiiahi aieyh'm yanındaydım. O
şöyle diyordu: "Allah'ım! Sen beni
bu dünyada ne kadar tutacaksın". O
gün öğlen vakti girmeden ahirete
intikal etti. Hz. Mekhul Şâmî
rahmetuiiahi aleyh hastaydı. Bir
adam onun yanına gitti ve "Allah
sana sıhhat versin" dedi. O, "Asla!
kendisinden sadece hayır ümid edilen
Zât'ın yanına gitmek, kendilerinin
kötülüğünden hiçbir zaman emin
olunmayan kimselerin yanında
kalmaktan daha iyidir" dedi. Ebû Ali
Rüzbârî rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
Bayram günü yanıma bir fakir geldi.
Hali çok perişan ve elbisesi
eskiydi. "Burada bir fakirin öleceği
temiz ve saf bir mekan var mı?"
dedi. Ben ciddiye almadan sözünü
boş zannederek, "İçeri gel, nerede
istersen yat ve öl" dedim. O içeri
geldi, abdest aldı. Birkaç rekat
namaz kıldı ve yatarak öldü. Ben onu
teçhiz ve kefenlemesini yaptım.
Defnederken, "Onun yüzündeki kefeni
açıp, başını yere koyayım, tâ ki
Allah ceiie ceiaiuhu onun
garipliğine merhamet etsin" diye
düşündüm. Bu maksatla yüzünü açınca,
o da gözünü açtı. Ben, "Efendim
öldükten sonrada hayat var mı?"
dedim. O, "Ben hayattayım. Her Allah
aşığı hayattadır. Ben yarın kıyamet
günü kendi itibarımla sana yardım
edeceğim" dedi.Ali bin Sehl Esbehânî
rahmetuiiahi aleyh derdi ki: "Sen
zannediyor musun ki, ben halkın
öldüğü gibi öleceğim (Bu tür
ölümlerde genellikle, hastalık,
hasta ziyaretleri vs. gibi yüz
çeşit mesele oluyor. Aksine) ben
şöyle öleceğim: Bana, <Ey Ali!>
denecek, ben de yürüyeceğim".
Nitekim aynen öyle oldu. Bir gün bir
yere gidiyordu. Gide gide, "Lebbeyk!
(yani hazırım)" dedi ve öldü. Ebû'l
Hasan Müze-nî rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: Ebû Yakub Nehircûrî
rahmetuiiahi aleyh vefat ediyordu.
Ruhunu teslim edeceği sırada ben, Lâ
ilahe illallah kelimesini telkin
ettim. Bunun üzerine bana bakarak
güldü ve "Bana mı telkin yapıyorsun?
Kendisine asla ölüm gelmeyecek olan
Zât'ın izzetine yemin olsun ki,
benimle O'nun arasında sadece O'nun
büyüklük ve izzet perdesi vardır"
dedi. Bunu söyler söylemez ruhunu
teslim etti. Müzeni rahmetuiiahi
aleyh sakalını tutarak, "Benim gibi
bir berberin, salih bir evliyaya
telkin yapması utanılacak
birdurumdu" derdi. O, bu olayı
hatırladıkça ağlardı.Ebû'l Hasan
Mâlikî rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
Ben Hz. Hayr Nûrbâf rahmetulla-hi
a/ey/i'le beraber yıllarca kaldım. O
vefatından sekiz gün önce şöyle
buyurdu: "Ben Perşembe günü akşam
vakti öleceğim ve Cuma namazından
sonra defnedileceğim. Sakın
unutma!" Ancak ben unutmuştum. Cuma
sabahı bir adam onun vefat ettiğini
bana haber verdi. Ben hemen cenazeye
katılmak için gittim. Yolda onun
evinden gelen insanlarla
karşılılaştım. Onlar, "Cumadan sonra
defin olunacak" diyordu. Ancak ben
onun evine vardım. Oraya gidince
onun nasıl vefat ettiğini sordum.
Vefatı anında onun yanında bulunan
bir zat şöyle anlattı: "Akşam
namazına yakın o bayılır gibi oldu.
Ondan sonra biraz kendine geldi.
Evin bir köşesine bakarak, <Biraz
dur sana da bir iş emredildi bana
da. Ancak sana emredilen iş
aksamayacak ama bana emredilen iş
kalacaktır. Öyleyse biraz dur da
bana emredilen işi yerine
getireyim>. Ondan sonra su istedi,
abdest aldı, namaz kıldı. Daha sonra
gözlerini kapatıp ayaklarını uzatıp
yattı ve ahirete gitti".Biri onu
rüyasında gördü ve "Nasılsın?" dedi.
O, "Boş ver, bunu sorma! Sizin
bozulmuş ve kokuşmuş dünyanızdan
kurtuldum" dedi.Ebû Saîd Hazzâr
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bir
defasında ben Mekke-i
Mü-kerreme'deydim. Bâb'ı Benî
Şeybe'den çıkıyordum. Kapının
dışında son derece güzel bir adamın
ölü olarak yattığını gördüm. Ben
onun tarafına dikkatlice
bakıyordum. O da bana bakıp gülmeye
başladı ve "Ebû Saîd! Sen bilmiyor
musun ki (muhabbet ehli) dostlar
ölmezler. Bir alemden diğer aleme
intikal ederler" dedi. Hz. Zünnûn
Mısri rahmetuiiahi aleyh vefat
edeceği sırada biri kendisine
vasiyet etmesini arzetti. O, "Ben
O'nun şefkatinin fevkalâde durumuna
hayran oluyorum. Şu an beni meşgul
etme" buyurdu. Ebû Osman Hiyeri
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ebû
Hafs rahmetuiiahi aleyh vefat
ederken biri kendisine, "Bir vasiyet
buyurunuz" dedi. O, "Benim konuşma
gücüm yok" dedi. Ondan sonra
kendisine biraz güç gelince ben,
"Şimdi buyurun, söyleyiniz. Ben
halka ulaştırırım" dedim. Buyurdu
ki; "Kişi kendi kusurlarından dolayı
gönlünün bütünüyle acizliğini ve
tevazuunu göstermelidir (Bu kadar
yeter. Bu benim en son
vasiyetimdir)". Hz. Cüneyd Bağdadî
rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Hz.
Sirrî Sakatî rahmetuiiahi aleyh
vefat edeceği sırada son
anlarındaydı. Ben baş ucunda
oturmuştum. Yüzümü onun yüzüne
koydum. Gözümden yaşlar boşanıyordu.
Göz yaşlarım onun yanaklarına
düşünce, "Kimsin?" dedi. Ben,
"Sizin hizmetçiniz Cüneyd" dedim. O,
"Merhaha (çok iyi ettin de geldin)"
dedi. Ben, "Son bir vasiyet buyurun"
dedim. O, "Kötü insanların
sohbetinden (arkadaşlığından)
kendini koru. Sakın başkalarıyla
olan sohbet ve dostluğun seni Allahu
Teâlâ'dan ayırmasın" buyurdu. Hz.
Habîb Acemî (meşhur Sûfiya-i
Kiram'dandır) vefatı sırasında çok
endişeleniyordu. Biri kendisine,
"Sizin gibi bir büyük zata bu endişe
ve korku uygun düşmemektedir. Bundan
önce sizin böyle bir haliniz yoktu
(yani herhangi bir şeyden dolayı bu
kadar bir korku ve endişe
hissetmiyordunuz)" dedi. O, "Sefer
çok uzun, yanımda azık yok. Bundan
önce hiç bu yolu görmedim. Mevlâmı
ve Sahibimi ziyaret edeceğim. Bundan
önce hiç ziyaret etmedim. Daha önce
görmediğim korkunç manzaralar
göreceğim. Kıyamete kadar toprağın
altında yalnız başına kalacağım.
Yanımda cana yakın hiçbir kimse
olmayacak. Ondan sonra Allah ceiie
ce/a/uftu'nun huzurunda durmak
vardır. Ben şundan korkuyorum; Eğer
orada, <Ey Habîb! 60 sene içinde
şeytanın müdahale etmediği bir
teşbih göster> diye bir soru
sorulursa ben ne cevap vereceğim"
buyurdu. İşte bu 60 senelik ömründe
zerre kadar dünyaya bağlanmamış
birinin başından geçen haldir.
Öyleyse bizim gibi hiçbir vakit
(dünya bir tarafa) günahlardan boş
durmayan ve her an şeytanın
dalkavukluğunu yapanların hali nice
olur.Abdulcebbâr diyor ki: Ben Feth
bin Şehref rahmetuiiahi aieyh'm
yanında 30 sene kaldım. O yüzünü
göğe doğru hiç çevirmedi. Bir gün
yüzünü göğe çevirip, "Artık Sana
olan arzum çok arttı. Şimdi beni
çabuk çağır" dedi. Ondan sonra bir
hafta geçmeden ahirette intikal
etti. Ebû Sâîd Mevsilî rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: Feth bin Sâîd kurban
bayramı namazını kılıp namazgahtan
geç döndü. Dönüşte kurban etlerinin
pişmesinden dolayı evlerden ve her
taraftan dumanlar çıktığını görünce
ağlamaya başladı ve "Halk
kurbanlarla Sana yakınlık elde
ettiler. Ey benim Mahbûbum! Keşke
ben hangi şeyi kurban edeceğimi
bilseydim" dedi ve kendinden geçerek
düştü. Ben ona su serptim. Uzun bir
zaman sonra kendine geldi. Sonra
kalkıp yürüdü. Şehrin sokaklarına
ulaşınca yüzünü göğe doğru çevirip,
"Ey benim Mahbûbum! Benim üzüntü ve
kederimin uzadığını da ve benim
sokak sokak dolaştığımı da Sen
biliyorsun. Ey sevdiğim Zât! Burada
beni ne zamana kadar hapsedeceksin"
dedikten sonra tekrar bayılıp düştü.
Ben tekrar su serptim. Kendine geidi
ve birkaç gün sonra ahirete intikal
etti.Muhammed bin Kasım rahmetuliahi
aleyh diyor ki: Benim şeyhim
Muhammed bin Eşlem Tûsî rahmetuliahi
aleyh vefatından dört gün önce bana,
"Gel sana müjde vereyim. Allahu
Teâlâ senin arkadaşına (yani bana) o
kadar ihsan etti ki, benim ölüm
vaktim geldi. Yine Allahu Teâlâ'nın
benim üzerimde ihsanıdır ki, yanımda
hesabını vermek zorunda kalacağım
bir dirhem dahi yoktur. Artık evin
kapısını kapat ve ben ölene kadar
kimsenin içeri girmesine müsaade
etme. Şunu da benden duy ki, yanımda
miras olarak taksim edilecek hiçbir
şey yoktur. Sadece şu şal, şu yaygı
şu abdest ibriği ve benim kitaplarım
vardır. Bir de şu kesede 30 dirhem
var. Onlar benim değil oğlumundur.
Onları bir akrabası ona vermişti.
Benim için bundan daha fazla helal
olan şey ne olabilir. Çünkü
Rasûluilah saiiai-lahu aleyhi
veseilem şöyle buyurmuştur; <Sen ve
senin malın babanındır>. (Öyleyse bu
dirhemler oğlumun malı olduğundan,
bu hadisi şerife göre bana
helaldir). Bana, onunla avret
yerlerimi örtecek kadar bir kefen
satın alın. O paradan daha fazla
kullanmayın (yani sadece belden
aşağıyı örtecek bir peştamal alın).
Bu yaygı ve şalı da kefen olarak ona
ilave edin. Böylece kefenlik üç
parça bez olacaktır. Peştamal, şal
ve yaygı. Bu üçüyle beni sarınız. Bu
ibriği namaz kılan bir fakire sadaka
olarak veriniz. Tâ ki o abdest
alsın" buyurdu. Bunları söyledikten
sonra dördüncü gün hakkın rahmetine
kavuştu.Ebû Abdulhâlİk diyor ki: Ben
Yusuf bin Hüseyin rahmetuliahi
aleyh'm ruhunu teslim edeceği sırada
yanındaydım. O şöyle diyordu;
"Allah'ım! Dışarıda halka nasihat
ettim. İçeride kendi nefsinde tam
tersini yaptım. Kendi nefsimde
işlediğim hata ve eksikliği senin
yaratıklarına yaptığım nasihatlar
karşılığında affet". Böyle diye diye
ruhunu teslim etti.Allahu
Teâlâ onlara bol bol rahmet
eylesinBu vefat edenler ne kısmetli
kimselerdi! Allahu Teâlâ onların
sayesinde bu değersize de bir pay
nasip eylesin. Çünkü O çok
Kerim'dir. O'nun kereminden hiçbir
şey uzak değildir.
20) ve
" Hz. Aişe radiyaiiahu anha buyurdu
ki: Bir adam gelip Rasûluilah sah
laiiahu aleyhi veseiiem'm Önüne
oturdu Ya Rasûlallah! Benim
kölelerim var. Bana yalan
söylüyorlar. Beni aldatıyorlar ve
benim sözümü tutmuyorlar. Ben de
onlara kötü söz söylüyorum ve
dövüyorum. Benimle onlar arasında
(kıyamet günü) durum ne olacak?"
dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Onlar sana ne
kadar hıyanet ettiler, ne kadar
İsyan ettiler ve ne kadar yalan
söyledilerse, hepsi tartılacak
(çünkü orada her şey
tartılmaktadır. İster o şey cismi
olan cevher olsun isterse cismi
olmayan araz olsun). Bir de senin
onların yaptıklarına karşılık
verdiğin cezalar da tartılacaktır.
E-ğer senin verdiğin ceza ile
onların suçları eşitse, o zaman
durum ne senin lehinde ne de
aleyhindedir (ne alacak ne de
verecek vardır). Eğer verdiğin ceza
onların suçundan az ise o kadar sana
Ödenecektir. Eğer verdiğin ceza
onların suçlarından fazla ise, o
fazlalilığın karşılığı senden
alınacaktır". Adam üzülerek ve
ağlayarak bir köşeye çekildi.
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Sen Allahu
Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu okumadın
mı?:<Biz Kıyamet günü adalet
terazileri kuracağız (orada ameller
tartılacaktır).Hiç bir kimse, hiçbir
zulme uğratılmayacaktır. İşlenen
amel bir hardal tanesi kadar da olsa
Biz onu getirir (tartarız). Hesaba
çeken olarak da Biz yeteriz>
(Enbiya-47)". Bunun üzerine adam "Ya
Rasûlallah! Öyleyse onlar ve benim
için ayrılıktan daha hayırlı bir şey
göremiyorum. Sizi şahid tutuyorum
ki, onların hepsi hürdür (onları
azad ediyorum)" dedi. (Timizi
İZAH: Kıyamet
günü hesap işi çok şiddetlidir.
Kur'an-ı Kerim ve hadisi şeriflerde
çok sık olarak bu konu üzerinde
uyarılar ve geniş açıklamalar
zikredilmiştir. Misal
ve numune olarak birkaç ayet ve
hadisi burada zikredeceğiz.
1) Allah'a
döndürüleceğiniz günden korkun.
Sonra herkese kazandığı (amelinin
karşılığı) tamamen ödenecektir. Ve
onlar zulme uğramayacaklardır.
(Bakara-261)
2) Herkesin
yaptığı hayrı ve işlediği kötülüğü
hazır bulacağı o kıyamet gününde,
kişi yaptığı kötülük ile kendisi
arasında uzun bir mesafe
bulunmasını isteyecektir. Allah
sizi Kendisi'nden sakındırır. Allah
kullarına karşı çok merhametlidir.
(Bu şefkatten dolayı sizi azabına
düşmemeniz için korkutmaktadır).
(Ali
İmran^30)
3) Kim
hıyanet ederse, kıyamet gününde
(Mahşer meydam'na) hıyanet ettiği
şeyle gelir. Sonra herkese
kazandığının karşılığı tam olarak
verilir. Onlara zulmedilmez. (Ali
lmran-161)
4) Her
nefis ölümü tadacaktır. Kıyamet
gününde (iyi ve kötü) amellerinizin
karşılığı size mutlaka eksiksiz
verilecektir. (Âli
İmran-185)
5) Şüphesiz
Allah, hesabı süratli olandır (yani
herkesin hesabı çok çabuk görülecek
ve ona göre karşılık verilecektir).
(Bu
ayet Kur'an-ı Kerim'in pek çok
yerinde geçmektedir)
6) O
gün (kıyamet günü) amellerin
tartılacağı bir gerçektir. Sevap
tartıları ağır gelenler, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir. / Sevab
tartıları hafif gelenler ise
kendilerini zarara uğratanlardır.
Bunun sebebi de ayetlerimize karşı
haksız davranmalarıdır. (Araf-8,9)
7) Şüphesiz
ki elçilerimiz (melekler) yaptığınız
hileleri yazmaktadırlar (onların
hepsinin karşılığı size kıyamet günü
verilecektir. Bu yazılanlar önünüze
gelecektir).
(Yunus-21)
8) Kötü
amel işleyenlerin cezaları ise
kötülükleri kadardır. Onların
yüzlerini zillet bürüyecek ve
kendilerini Allah'ın azabından
koruyacak kimse de bulunmayacaktır.
(Yüzleri Öyle siyah olur ki,)
yüzlerini sanki gecenin
karanlığından bir parça kaplamıştır. (Yunus-27)
9) Orada
herkes daha önceki (dünyada)
yaptıklanndan dolayı imtihan verir. (Yunus-30)
10) Rablerinin
emrine icabet edenler için güzel
mükafat vardır. Allah'ın emrine
icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin
hepsi hatta onların bir misli daha
kendilerinin olsa kurtulmak için
feda ederlerdi. İşte bunlar için
kötü bir hesap vardır. (Rad-18)
11) Ey
Rasûlüm! Sana düşen ancak tebliğ
etmektir. Hesaba çekmek yalnız Bize
aittir.
(Rad-40)
12) Ey
Rabbimîz! Herkesin hesaba çekileceği
günde, beni, annemi, babamı ve bütün
mü'minleri affet!
(İbrahin>41)
Bu
ayet Hz. İbrahim afeyhfese/a/n'ın
duasıdır
13) Kıyamet
gününde suçluların birlikte zincire
vurulduklarını görürsün. / Onların
gömlekleri katrandandır (bir cins
çam ağacından çıkan reçinedir ki,
petrol gibi yanmaktadır). Yüzlerini
ateş kaplar. / Bütün bunları Allah,
herkesin dünyada işlediğinin
karşılığını vermek için yapar.
Şüphesiz ki Allah'ın hesaba çekmesi
çok süratlidir. (İbrahim
49,50,51)
14) Biz
her insanın (iyi veya kötü) amelini
kendi boynuna taktık. Kıyamet
gününde onun için kitap çıkaracağız.
O, kitabını açık bulacak. / O gün
insana, "Kitabını oku! Bugün hesap
görme bakımından sen kendine
yetersin" denilir (yani kendi
hesabını kendin yap, başkasına
ihtiyaç yoktur). (İsra-13,14)
15) Hayır
asla! (o kafirin zannettiği gibi
değil) Biz onun söylediklerini yazıp
kaydederiz. (Ondan sonra kıyamet
günü o yazılmış olan amel defleri
onun önüne konacaktır). (Meryem-79)
16) İnsanların
hesaba çekilme zamanı yaklaştı.
Fakat onlar hâlâ gaflette (onun
hazırlığına aldırmıyorlar).
(Enbiya-1)
17) Tekrar
dirilmek için (kıyamet günü) Sur'a
üfürüldüğü zaman (o kadar korku
meydana gelir ki,) onların
aralarında soy bağının hiçbir değeri
kalmaz (yani hepsi yabancı gibi
olacaklardır. Baba oğuldan
kaçacaktır. Abese sûresinin 34, 35
ve 36. ayetlerinde belirtilen durum
meydana gelecektir). O babasından,
karısından ve çocuklarından kaçar)
ve birbirlerinin halini de soramaz.
/ Kimin tartısı ağır gelirse (yani
sevap tarafı ağır basarsa), işte
onlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridir. / Kimin de tartısı
hafif gelirse, işte onlar
kendileriniziyana sokanlardır.
Cehennem1-de ebediyen kalacaklardır.
/ Ateş onların yüzlerini yakar.
Onlar ın
orada yüzleri kavrulur, dişleri
sırıtır, kalır. (Mü'minun-101,102,103,104)
18) İnkar
edenlerin (hidayet nurundan uzak
olanların) amelleri, engin
göllerdeki serap gibidir. Susayan,
(uzaktan) onu su zanneder. Fakat
oraya vardığında umduğundan hiçbir
şey bulamaz, yanında sadece Allah'ı
bulur. O da onun hesabını eksiksiz
görüverir. Allah, hesabı süratli
olandır. (Nur-39)
19) Şüphesiz
ki Allah yolundan sapanlara hesap
gününü unuttukları için şiddetli bir
azab vardır.
(Sâd-26)
20) Bugün
(kıyamet günü) herkes dünyada
kazandığıyla cezalandırılır veya
mükafatlandırılır. Bugün asla zulüm
yoktur. Şüphesiz ki Allah hesabı çok
çabuk görendir. (Mü'min-17)
21) Sen
(o kıyamet gününün) korkusundan
bütün ümmetlerin diz üstü
çöktüklerini görürsün. O gün her
ümmet amel defterinin başına
çağrılacak ve onlara şöyle
denilecektir; "Bugün dünyada
yaptıklarınızın karşılığını
göreceksiniz"./İşte bu (amellerinin
yazıldığı) kitabımız size gerçekleri
(sizin yaptıklarınızı) söylüyor.
Şüphesiz Biz dünyada yaptıklarınızı
(meleklere) yazdırıyorduk (şimdi o
karşınızdadır). (Câsiye-28,29)
22) Onun
sağında ve solunda oturan iki alıcı
(sözü hemen alıp yazan iki melek)
yaptıklarını kaydetmektedirler. /
İnsan hiçbir söz söylemez ki,
yanında onu gözetleyici hazır bir
melek bulunmasın. (Kâf-17,18)
23) O
gün (Allahu Teâlâ'nın huzuruna hesap
vermek üzere) arz olunursunuz. Hiç
bir şeyiniz gizli kalmaz. / O gün
amel deften sağından verilen kimse
(sevincinden) etrafındakilere şöyle
der; "İşte kitabım, alın okuyun! /
Ben dünyadayken hesaba çekileceğimi
çok iyi biliyordum (dünyada iken
bunun için hazırlık yapıyordum)". /
Artık o, razı olduğu bir hayat
içindedir. / Meyveleri sarkmış yüce,
/ yüksek bir Cennet'tedir. / O gün
Cennetliklere şöyle denilir;
"Geçmişteki günlerde işlediğiniz iyi
amellerin mükafatı olarak yiyin,
için!" / O gün amel defteri solundan
verilen ise (son derece üzüntü
içinde) şöyle der; "Keşke bana amel
defterim verilmeseydi. / Hesabımın
ne olduğunu bilmesey-dim. / Keşke
ölümüm bütün işleri bitiren olsaydı.
/ Malım bana hiç bir fayda vermedi.
/ Bütün saltanatım benden mahvoldu
(gitti)". / (O gün Cehennem
zebanilerine şöyle denilir;) "Alın,
bağlayın onu! / Sonra alev alev
yanan Cehen-nem'e atın. / Sonra da
onu yetmiş arşın uzunluğundaki
zincire vurun!" (Hâkka-18-32)
Bu
ayeti kerimelerin bir kısmı cimrilik
bahsinde geçmiştir.
24) Üzerinizde
size gözcülük eden, / yaptıklarınızı
yazan şerefli melekler vardır. /
Onlar yaptıklarınızı bilirler. (Bu
yazılanlar kıyamet günü hesap için
arzolunacaktır). (infitar-10,11,12)
25) Amel
defteri sağından verilen, / yakında
kolay bir hesaba çekilecektir /
(Ondan kurtulunca) ailesine sevinçle
dönecektir. / Amel defteri
arkasından (sol eline) verilene
gelince, hemen ölümü çağıracaktır. /
Alev alev yanan Cehennem'e
girecektir. / O dünyada ailesinin
yanında sevinç İçindeydi. / O
dirilip Rabbİne dönmeyeceğini
sanıyordu. (lnşikak-7-14)
26) Şüphesiz
ki onların dönüşü Bize'dir. / Onları
hesaba çekmekte Bize aittir.
(Ğaşiye-25,26)
27) (Rahman
ve Rahim olan Allah'ın adıyla)
Yeryüzü şiddetli sarsıntısı ile
sarsıldığı, / yer içindeki
ağırlıklarını çıkarıp dışarıya
attığı, / İnsan, "Ne oluyor bu
yere?" dediği zaman. / O gün yer
Rabbi'nin ona vahyetmesiyle
(üzerinde işlenen iyi ve kötü
işleri) haber verecektir, / O gün
insanlar amellerinin karşılığı
kendilerine gösterilmek üzere bölük
bölük (hesap yerine) dönerler. (Kimi
topluluklar mukarrebîn zümresinden,
kimisi salihlerden kimisi de
Cehennemliklerdendir. Sonra her
toplulukta çeşitli zümreler
olacaktır. Aynı şekilde bazı
topluluklar binekli, bazıları ise
yayandır. Onlardan bazıları yüz üstü
süründürülür. Kısaca her çeşit
topluluk bulunacaktır). / Kim zerre
miktarı iyilik yapmışsa onun
sevabını görür. / Kim de zerre
miktarı kötülük yapmışsa onun
cezasını görür. (Zilzâl
Sûresi)
Hesaba çekilmek ve amellerin
karşılığını görmekle ilgili bu 27
ayeti örnek olarak zikrettik.
Bunlara ilave olarak pek çok ayetler
de çeşitli ifadelerle bu ve buna
benzer konular geçmiştir. Aynı
şekilde hadislerdeki binlerce
rivayetlerde hesab gününün şiddetli
ahvali zikredilmiştir. Onların
hepsini bir araya toplamak çok
zordur. Şu kadarı var ki, sadece
dünyalık kazanmak için zayi edilen
vakitlerden bir parçasının da işe
yarayacak olan şeylere de harcanması
gerekir. Henüz vakit vardır. Bir
şeyler yapılabilir. Yakında öyle bir
zaman gelecek ki, pişmanlıktan başka
bir şey kalmayacaktır. Numune olarak
buraya birkaç hadis tercümesi
yazıyorum.Hz. Aişe radıyaiiahu anha
bir defasında Cehennem'!
hatırlayarak ağladı. Ra-sûlullah
sailallahu aleyhi veseliem, "Ne var,
niçin ağlıyorsun?" buyurdu. Hz. Aişe
radh yaiiahu anha, "Cehennemi
hatırladım da onun için ağlıyorum.
Acaba siz o gün kendi ehli lyâlinizi hatırlayacak mısınız
yoksa hatırlamayacak mısınız?" dedi.Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Üç vakit vardır ki, o
vakitlerde kimse kimseyi
hatırlamayacaktır; 1-(Amellerin
tartıldığı) mizan vaktinde
(iyiliklerin konulduğu) kefenin
ağır gelip gelmediğini bilene kadar,
2-<Geliniz, kendi hesaplarınızın
bulunduğu amel defterinizi alınız>
diye ilan edilince amel defterinin
sağ eline mi yoksa arka taraftan sol
eline mi verileceğini bilene kadar,
3-Cehennem üzerine konulduğunda
Sırat Köprüsü'nden geçerken".1 İnsan
onun üzerinden hayırlısıyla
geçmediği müddetçe kimseyi
hatırlamayacaktır.Hz. İbni Abbas
radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki:
"Kıyamet günü hesab görülecektir.
Kimin iyiliklerine bir fazla ilave
olursa, o Cennet'e gidecektir. Kimin
kötülüklerine bir fazla ilave
olursa, o Cehennem'e gidecektir".
Ondan sonra diye başlayan ayeti
okudu. (Bu ayet 6 numarada
geçmiştir.) Sonra buyurdu ki:
"Terazinin kefesi bir dâne ile de
ağır basacaktır. İyilikleri ve
kötülükleri eşit gelenler A'rafta2
kalacaklardır"'. Hz. Ali
kerremailahu vechehu buyurdu ki:
"Kimin zahiri (dışı) bâtınından
(içinden) daha iyi olursa, onun
tartısı hafif olacaktır. Kimin
bâtını, zahirinden daha iyi olursa,
onun tartısı ağırgelecektir". Hz.
Enes radıyaiiahuanh,
Rasûlullahsaiiai-lahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "Mizan terazisinin
yanına bir melektayin edilir. Bir
kimsenin kefesi ağır gelince, o
melek bütün mahlukâtın duyacağı
yüksek bir sesle şöyle ilan
eder;<Falan oğlu falan saîd oldu.
Öyle bir saadete erdi ki, ondan
sonra bedbahtlık yoktur". Eğer
birinin kefesi hafif gelirse, melek
synı şekilde onun bedbaht olduğunu
ilan edecek ve bu ilanı bütün
mahlukât duyacaktır".Bir çok
rivayetlerde geçtiğine göre o terazi
o kadar büyüktür ki. yer, gök ve
ikisinin arasında ne varsa hepsi
onun bir kefesine sığar. Hz. Câbir
radıyaiiahu anh, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Teraziye
ilk konacak şey kişinin çoluk
çocuğuna harcadığı nafakadır".
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, Hz. Ebû Zer radıyaiiahu
anh'a şöyle buyurmuştur: "Sana amel
etmekte hafif, tartıda çok ağır olan
iki haslet söyleyeyim mi? Onlardan
biri güzel âdet diğeri susmaktır
(yani boş sözlerden sakınmaktır)".
Diğer bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "İki kelime vardır
ki, onlar Allah'a çok sevimli, dile
hafif, mizanda çok ağırdır. Onlar
veBir başka hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Kim kendi kardeşinin
hacetini görürse, ben onun mizanının
yanında dururum. Eğer onun
iyilikleri fazla gelirse ne âlâ.
Eğer böyle olmazsa ben ona şefaat
ederim". Diğer bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kıyamet günü
âlimlerin yazmak için kullandıkları
mürekkep ve şehidlerin kanı da
tartılacaktır. Âlimlerin mürekkebi,
şehidlerin kanından daha ağır
gelecektir"Hz.
İsa alâ nebiyyina ve aleyhissalatü
vesselam ŞÖyle
buyurmuştur: "Muhammed saiiaiiahu
aleyhi vese/fem'in ümmetinin
amellerinin ağırlığı diğer ümmetleri
geçecektir. Çünkü onların dilleri Lâ
ilahe illallah kelimesine çok
alışkın ve yatkın olacaktır". Hz.
Ebû Derdâ radıyaiiahu anh buyuruyor
ki: "Bir kimse her zaman sadece
midesi ve belden aşağısını
düşünürse, iyi amelleri az
olduğundan dolayı mizanda hafif
gelecekti1"". Bir hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "İnsanın
sağ tarafındaki melek iyilikleri
yazar ve sol tarafındaki meleğin
emîridir. Kul bir iyilik yaptığı
zaman sağ tarafındaki melek on kat
sevab yazar. Bir kötülük yapınca
solundaki onu yazmak ister. Ancak
rütbesi düşük olduğundan emîrinden
izin ister. Emir (yani sağ taraftaki
melek) ona, <6 veya 7 saat bekle>
der. Eğer kul bu arada günahtan
tevbe ederse, o melek yazmaya izin
vermez. Eğer tevbe etmezse, melek o
günahı yazar". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir çok
hadislerde şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü üç duruşma olacaktır.
İlk iki duruşmada suâl, cevab, özür,
mazeret vs. gibi bütün şeyler
görüşülür Üçüncü duruşmada ise amel
defterleri herkesin eline verilir.
Kimine sağ elinden kimine de sol
elinden verilir"Bir
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kimde
üç şey bulunursa, Allahu Teâlâ onun
hesabını kolay kılar ve Kendi
Rahmetiyle Cennet'e koyar. 1-Sana
iyilik yapmaktan vazgeçene sen
iyilik yap, 2-Seninle akrabalık
ilişkisini kesenle ilişkilerini
devam ettir, 3-Sana zulüm edeni
affet" Yine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Eğer (ahiret
ahvalinden) benim bildiklerimi siz
bilseydiniz, (korkudan) az güler,
çok ağlardınız. Döşekler üzerinde
hanımlarınızdan lezzet hasıl etmeyi
bırakırdınız. Çığlıklar atarak
vadilere çıkardınız". Hz. Ebû Zer
radıyaiiahu anh bunu duyunca, "Keşke
ben kesilen bir ağaç olsaydım
(insan olmasaydım. Çünkü insan
olduğum için bu kadar musibetlere
katlanmak gerekecektir)" buyurdu.
Başka bir hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "İnsan hangi hâl üzere
ölürse, kıyamet günü o hâl üzere
haş-rolunacaktır (yani ölüm geldiği
vakit hangi iyilik veya kötülükle
meşgul ise aynı hâl üzere
haşrolunacaktır)"Bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle bir vaaz
buyurdu: "İyi dinleyin ki, dünya
geçici bir menfaattir. Ondan herkes
faydalanır. İster sâlih olsun
isterfâcir (o halde ondan çok
faydalanmak bir iyilik alâmeti
değildir). Ahiretin vakti
belirlenmiştir. O, belirtilen vakit
mutlaka gelecektir. O gün herşeye
kadir olan Hükümdar karar verecektir
(O'nun yetkileri çok geniştir).
Hayrın tamamı Cennet1-tedir (öyleyse
insan yapabileceği bir hayırda
eksiklik etmemelidir. Çünkü o hayır,
onu Cennet'e götürücüdür). Şerrin de
tamamı Cehennem'dedir (o halde en
ufak bir serden bile sakınmaya
çalışılmalıdır. O şer hafife
alınmamalıdır. Çünkü en ufakşer bile
Cehennem'e götürücüdür). Özenerek
iyi ameller yapınız. Siz Allah
ceiiece-laiuhu tarafından son derece
tehlikeli bir durumdasınız (hiçbir
an O'ndan korkusuz ve endişesiz bir
halde olmamalısınız). Şunu çok iyi
bilin ki, siz kendi amellerinize
göre arz olunacaksınız (onlar hesap
edilecektir). Kim zerre kadar bir
iyilik yaparsa onu görecektir. Kim
de zerre kadar kötülük işlerse onu
görecektir"Hz.
Ali kerremaiiahu vechehu şöyle
buyurmuştur: "Dünya günden güne
yüzünü döndürüp gidiyor (yani
uzaklaşıyor). Ahiret ise günden güne
yakınlaşıyor. (Dünya ve ahiretin)
her ikisinin de ayrı ayrı evlatları
vardır. Öyleyse siz dünyanın
evlatları olmayın, ahiret evlatları
olun. Bugün amel günüdür. Hesap
yoktur. Yarın hesap günüdür, amel
yoktur". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Kıyamet günü üç mahkeme
olacaktır. Birinci mahkemede asla af
yoktur. Bu Allahu /teâlâ'ya
başkasını ortak koşmakla ilgilidir
(yani bu mahkemeye sadece iman ve
küfür davası getirilir. Bu mahkemede
suçun affedilmesi söz konusu
değildir). İkinci mahkemede Allahu
Teâlâ hak sahibine hakkını
verecektir (ister kendinden verir,
isterse haksızdan alıp ona verir).
Bu mahkemede kulların birbirlerine
yaptıkları zulüm konusuna bakılır.
Yani bu mahkemede mazlumun hakkı
zalimden alınacaktır. Üçüncü mahkeme
Allahu Teâlâ'nın kendi hakları ile
ilgilidir (farzlar vs. gibi
konulardaki eksiklikler
hakkındadır). Bu konuyu Allahu Teâlâ
fazla önemsemeyecektir. Bunlar, O
kerim olan Zât'ın haklarıdır. O
dilerse hakkını ister, dilerse
affeder"Başka
bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Kimin üzerinde kardeşinin herhangi
bir hakkı varsa, onun şerefi veya
malına tecavüz ve haksızlık
yapmışsa, bugün o suçu affettirsin.
Ne dinar ne de dirhemin olmadığı
günden önce meseleyi halledin. (O
gün ne gümüş vardır ne de altın. O
gün bütün hesaplar iyi ameller ve
günahlara göre yapılacaktır). O
halde zulüm eden kimsenin bir miktar
iyiliği varsa, zulmü kadar
iyilikleri alınıp mazluma verilir.
Eğer onun yanında iyilikler yoksa, o
ölçüde mazlumun günahı ona yüklenir.
(Böylece kendi günahıyla birlikte
başkalarının günahlarının cezasını
çekmek için Cehennem'de biraz daha
fazla kalması gerekecektir)4. Bir
başka hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Kıyamet günü hak sahiplerine haklan
mutlaka verilecektir, hatta
boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan
hakkını alacaktır".5 Yani, eğer
dünyada bir boynuzlu koyun,
boynuzsuz bir koyuna vurmuşsa, o da
boynuzu olmadığından karşılığını
alamamtşsa, onun hakkı da orada
alınacaktır.Bir defasında Rasûlullah
saMahu aleyhi veseSem, "Biliyor
musunuz, müflis kimdir?" buyurdu.
Sahabeler, "Bize göre yanında
dirhemi (parası) ve malı olmayan
müflis olarak kabul edilmektedir"
dediler. Rasûlullah satiatiahu
aleyhi veseitem buyurdu ki:"Benim
ümmetimin müflisi o kimsedir ki,
Kıyamet günü pek çok namaz ve oruçla
gelir. Ancak birine sövmüş, birini
dövmüş, birine iftira atmış ve
birinin malını yemiştir. Onun
iyiliklerinden birazını o alır,
birazını bu alır. Derken onun
iyilikleri tükenir, ama başkalarının
alacakları kalır. Bunun üzerine
onların alacakları miktardaki
günahları, o kişinin üzerine
yüklenir. Daha sonra o (zalim ve çok
ibadet etmiş kişi) Cehennem'e
atılır"Fakîh
Ebulleys rahmetuiiahi aleyh
buyuruyor ki: Kıyamet günü insanlar
kabirlerinden çıkarılınca 70 sene o
halde ayakta kalacaklardır. Onlara
hiç iltifat edilmeyecektir. Onlar
bu perişan halleri içindeyken o
kadar ağlayacaklardır ki, göz
yaşları bitecektir. Göz yaşlarının
yerine kan gelmeye başlayacaktır.
Ondan sonra Mah-şer Meydanı'na
çağrılacaklardır. Gökten melekler
inmeye başlayacak ve her gök
katındaki melekler birer halka
şeklinde saf tutacak, bir gök ehli
diğerinin arkasında duracaktır. Bu
durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle beyan
edilmiştir:"O gün gökyüzü bulutlarla
yarılır ve melekler bölük bölük
inerler. / O gün gerçek hakimiyet
Rahman'ındır. O kafirler için çok
zor bir gündür. / O gün zalim
(pişmanlığından) ellerini ısırıp
şöyle der; <Ne olaydı keşke ben
Peygamberle beraber hak yolu
tutsaydım. / Vay başıma gelenlere!
Keşke falanı (iyi amelden alıkoyanı)
dost edinmeseydim. / Yemin olsun ki
bana öğüt (Kur'an) gelmişken beni
ondan saptırdı. Zaten şeytan insanı
yardımsız ortada
bırakir>".(Furkan-25,26,27,28,29)
Bu
konudaki geniş kıssa İbrahim
sûresinde geçmektedir. Bir hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: O vakit
Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Ey
cinler ve insanlar! Ben dünyada size
nasihat etmiştim. Bugün amelleriniz
kar-şınızdadır. Kim amel defterinde
iyilik bulursa Allah'a şükretsin.
Kim de iyilik bulamazsa o kendini
kınasın (çünkü o öğüt kabul
etmemiştir)". Ondan sonra Allah
ce//e ceiaiuhu Cehennem'e emredecek,
onun azabı insanların karşısına
gelecektir. Onu gören her şahıs diz
üstü çökecektir. Bu durum Câsiye
sûresinde şöyle buyurulmuştur;"Sen
bütün toplulukların diz üstü
çöktüklerini görürsün. O gün her
topluluk amel defterinin başına
çağrılır" (Câsiye-28). Ondan sonra
insanların arasında hüküm ve karar
verme işlemi başlayacaktır. Hatta
hayvanlar arasında bile adalet
uygulanacaktır. Boynuzsuz koyun
boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.
Daha sonra hayvanlara, "Sizin
meseleniz sona erdi, siz toprak
olun" diye emredilecektir. O zaman
kafirler öyle olmayı temenni
edecekler ve şöyle diyeceklerdir;"Keşke
toprak olsaydım"(Nebe-40Başka bir
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar Mahşer Meydanında
annelerinden doğduklar! gibi çırıl
çıplak olacaklardır". Hz. Aişe
radıyaüahu anha, "Ya Rasûlallah!
Herkesin önünde çıplak olmaktan
dolayı utanılmayacak mı? Herkes
birbirine bakacak" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu a-leyhi veseiiem buyurdu
ki; "O vakit insanlar kendi
başlarına gelen musibetlerle
uğraşmaktan başkasına bakmaya
fırsat bulamayacaklardır. Hepsinin
gözleri yukarı doğru bakacaktır.
Herkes kötü amelleri ölçüsünde tere
batmış olacaktır. Kiminin teri
ayaklarına kadar, kiminin ki
dizlerine kadar, kiminin ki karnına
kadar, kiminin ki ağzına kadar
ulaşacaktır. Melekler arşın
etrafında halka şeklinde saf
tutacaklardır. O vakit teker teker
her şahıs çağrılacak, çağrılan şahıs
topluluğun arasından çıkıp orada
hazır olacaktır. Allah'ın huzurunda
durduğu zaman şöyle ilan
edilecektir; <Kimin bundan bir
alacağı varsa gelsin. Kimin bunda
hakkı varsa veya o birine herhangi
bir zülüm yaptıysa gelsin>. Teker
teker çağrılacak ve onun
iyiliklerinden alınıp onların
hakları ödenecektir. Eğer iyilikleri
yoksa veya tüken-misse, onların
günahları o kişiye yüklenecektir. O
kendi günahlarıyla birlikte
başkalarının günahlarını da başına
alınca ona, <Git. Kendi barınağın
Hâviye'ye git" denecektir (yani
<Cehennem'in kızgın ateşine git>
demektir. El-Kâria sûresinde
Hâv/ye'nin ne olduğu beyan
edilmiştir). Hesap ve azabın bu
şiddetli durumundan korkmayan hiçbir
mukarreb melek veya peygamber
kalmayacaktır. Ancak Allah'ın
korudukları müstesna. O vakit
herkese dört şey sorulacaktır; (Bu
bölümün 6. hadisinde genişçe
geçtiği gibi) 1-Ömrünü hangi işte
geçirdiği, 2-Bede-nini hangi işte
kullandığı, 3-İlmiyle ne amel
yaptığı, 4-Malını nereden kazanıp
nereye harcadığı"İkrime radtyaiiahu
anh diyor ki: O gün baba oğluna,
"Ben senin babandım. Ben senin
pederindim" diyecek. Oğlu onun
iyiliklerini itiraf edecektir. Ondan
sonra baba oğluna, "Bana sadece bir
iyilik lazım. İsterse zerre kadar
olsun. Belki onun sebebiyle benim
tartım ağır gelir" diyecek. Oğlu
babasına, "Benim kendi başıma
musibet gelmektedir. Başıma daha
neler geleceğini bilmiyorum. Ben hiç
bir iyiliği veremem" diyecektir.
Ondan sonra o adam kendi hanımına
aynı şekilde kendi İyiliklerini ve
ilişkilerini hatırlatacak, o da aynı
şekilde reddedecektir. (Kısaca aynı
şekilde herkesten isteyip
duracaktır). İşte bu Allahu
Teâlâ'nın şu ayette zikrettiği
durumdur:
"Hiçbir günahkar bir başkasının
günahını çekmez. Eğer günahı ağır
olan bir kimse yükünü taşımak için
bir başkasını çağırsa, akrabası bile
olsa yükünden hiçbir şey taşınmaz.
(Ona hiçbir şekilde yardım
edilmez)". (Fatır-18)
İkrime radıyaliahu an/i'ın bu
rivayeti Dürrü Mensûr'da daha açık
lafızlarla geçmiştir. Onun manası
şudur: Önce baba oğluna, "Ben
dünyada sana nasıl davrandım?" diye
soracak, oğlu babasının
davranışlarını çok övecektir. Daha
sonra baba, oğluna, "Ben bugün
senden sadece bir sevap istiyorum.
Belki de onunla işim hallolur"
diyecektir. Oğlu, "Babacığım! Sen
çok az şey istedin. Ancak buna
rağmen ben çok şiddetli mecburiyet
içindeyim (veremeyeceğim). Çünkü
sendeki korkunun aynısı bizzat bende
de vardır" diyecektir. Ondan sonra
aynı soru ve cevaplı konuşma
hanımıyla olacaktır.Bunlara
örnek olarak Allahu Teâlâ şöyle
buyurdu:
"Ey
İnsanlar! Rabbinizden korkun. Ne
babanın evladına ne de evladın
babasına hiçbir yardımda
bulunamayacağı günden sakının.
Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır (o
gün mutlaka gelecektir.) Dünya
hayatı sakın sizi aldatmasın (ona
dalarak o günden gafil olmayın).
Allah'ın affına güvendirerek sakın o
aldatıcı şeytan sizi aldatmasın". (Lokman-33)"Kulakları
patlatan gürültü geldiğinde (yani
kıyamet günü gelince). / O gün insan
kardeşinden / anne ve babasından /
karısından ve çocuklarından kaçar
(kimse kimsenin yardımına koşmaz). /
O gün herkesin kendisine yetecek
kadar işi (ve derdi) vardır' (Abese-33,34,35,36,37)
Bu
ayeti kerimenin tefsiri hakkında
Katâde rahmetuliahi aleyh buyuruyor
ki: "Kıyamet günü hakkını benden
ister diye korktuğundan her şahsa
tanıdık bir yakın akrabasının
kendisini görmesi çok ağır gelir" Kur'an-ı
Kerim'de bu konu sık sık çeşitli
ifadelerle zikrolunmuştur;
"Öyle
bir günden korkun ki, o günde kimse
başkası namına bir şey ödeyemez.
{Mesela bir namaz bedeli olarak
başkasının namazı kabul edilmez).
Kimsenin şefaati kabul olunmaz.
Kimseden fidye (mâlî karşılık)
alınmaz ve onlar yardım olunmazlar.
(Biri kendi gücüyle onların azabını
durduramaz. Bu mümkün değildir)". (Bakara-48)
Bu
ayeti kerimede mümkün olabilecek
bütün yardım yollan nefyedilmiştir.
Çünkü bir kimseye yardım dört yolla
olur; 1-Güçlü kuvvetli biri araya
girip engeller. Bu yardımdır. Allah
ceiie ceiaiuhu bunu nefyetmiştir.
2-Zor kullanmadan bir şahsın azabı
durdurmasıdır ki, bu iki türlü olur;
Herhangi bir bedel ödemeden
durdurur ki, bu şefaattir. 3-Yoksa
canla ilgili bir bedel ödeyerek
durdurur. 4-Malla ilgili bir bedel
ödeyerek durdurur. Son ikisi de
ayette nefyedilmiş (geçersiz
sayılmıştır).Aynı şekilde pek çok
yerlerde bu konu çeşitli ifadelerle
geçmiştir. Bu konuyla ilgili şunu
zihinlere yerleştirmek gerekir: Bir
kafirlere yapılan muamele vardır
bir de günahkar rnüslümanlara
yapılan muamele vardır. Yukarıda
zikredilen bütün şeylerin kafirler
için olduğunda ittifak edilmiştir.
Şöyle ki, bir peygamber veya bir
veli veya bir melek ne kadar Allah'a
yakın olursa olsun, kafirlerin
azabını uzaklaştıramaz. Günahkar
müslümanlara yapılan muamele ise
şöyledir; Onlar hakkında da buna
benzer ayetler ve hadisler
gelmiştir. Bütün bunlar özel bir
zaman itibariyledir. Daha sonra
şefaat izni verilir. Nitekim
Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde bu
konu geçmiştir. O yerlerden birinde
şöyle buyurulmuştur:
"O
gün Rahman olan Allah'ın kendisi
için izin verdiği ve hakkında
(birinin) konuşmasına razı olduğu
kimseye şefaat fayda verir". (Tâhâ-109)
Buna
benzer ifadeler sık sık geçmektedir.
Ancak kimin için şefaat izni
verileceğini kimse bilmemektedir.
Bir bakıma herkesin Allah'ın
lütfundan ümitvâr olması gerekir.
Ancak kimse için bir kesinlik
yoktur. Bundan dolayı o şiddetli gün
son derece korkunç ve tehlikeli bir
gündür. Onun şiddetinden korunmak
için yapılabilecek her şey ancak
bugün yapılabilir. Bol bol sadaka
vermenin o günün şiddet ve
ağırlığından koruma hususunda özel
bir etkisi vardır. Birinci bölümdeki
ayet ve hadislerde bu konu sık sık
geçmiştir. Rasûlullah saitaiiahu
aleyhi vese/Win şu buyruğu
meşhurdur: "Yarım hurmayla da olsa
Cehennem ateşinden sakının". Yine
Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "Sadaka, suyun ateşi
söndürdüğü gibi hataları söndürür
(yok eder)" Bir
başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kıyamet
günü herkes kendi sadakasının
gölgesi altında olacaktır" Yani
sadakanın miktarı ne kadar fazla
olursa, sıcağın şiddetinden dolayı
terin ağza kadar ulaştığı o korkunç
günde, kişinin altında duracağı
gölge o kadar geniş olacaktır. Başka
bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Sadaka
Allahu Teâlâ'nın gazabını söndürür
ve kötü sondan (kötü ölümden)
muhafaza olmaya sebebtir" Hz.
Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle
vasiyet etmiştir: "Senden bir hata
meydana gelirse sadaka ver"Bir
ahlaksız fahişe kadının, bir köpeğe
su içirmekle bağışlanmasını anlatan
kıssa, birinci bölümün 10 numaralı
hadisinde genişçe geçmiştir. Uheyd
bin Umeyr rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: "Mahşer Meydanı'nda insanlar son
derece acıkacaklar, son derece
susuz ve tamamen çıplak
olacaklardır. Ancak kim Allah için
birine yemek yedirdiyse, Allahu
Teâlâ ona yemek yedirecektir. Kim
Allah için birine su içirdiyse, ona
su içirecektir. Kim de Allah için
birine elbise verdiyse, ona elbise
giydirecektir" Birinci
bölümde 11 numaralı hadisin
açıklamasında şöyle
geçmiştir:"Kıyamet günü
Cehennemlikler bir safta duracaklar.
Onların yanından (kâmil bir veli
olan) bir Müslüman geçecektir. O
saftan bir adam, "Sen bana Allah'ın
huzurunda şefaat et" diyecektir. O
müslüman, "Sen kimsin?" diyecek,
Cehennemlik olan kişi, "Sen beni
tanımadın mı? Ben dünyadayken, şu
zamanda sana su içirmiştim"
diyecektir.Başka bir hadiste şöyle
geçmektedir: "Kıyamet günü
Cennetliklerin ve Cehennemliklerin
safları oluşunca, Cehennemliklerin
saflarından bir adamın gözü
Cennetliklerin safındaki bir adama
ilişecektir. O, <Ben sana dünyada
falan iyiliği yapmıştım> diyecektir.
Bunun üzerine o şahıs, onun elinden
tutup Allahu Teâlâ'nın huzuruna
götürecek ve <Allah'ım! bunun benim
üzerimde iyiliği var> diyecektir.
Allahu Teâlâ rahmetiyle onu
affedecektir". Diğer bir hadiste
şöyle geçmektedir. "Kıyamet günü,
<Ümmeti Muhammediye'nin fakirleri
nerede? Kalkın ve insanları kıyamet
meydanında arayın. Kim, Benim için
size bir lokma verdiyse veya Benim
için bir yudum su içirdiyse veyahut
yeni veya eski bir elbise
giydirdiyse, onun elinden tutup
Cennet'e dahil ediniz>
buyurulacaktır. Bunun üzerine
ümmetin fakirleri kalkacaklar ve
onları seçip seçip Cennet'e
koyacaklardır". Bir başka hadiste
şöyle geçmektedir: "Kıyamet günü bir
münâdi şöyle nida edecektir;
<Fakirlere ve yoksullara ikram
edenler nerededirler? Bugün siz
üzerinizde hiç bir korku olmadığı ve
mahzun olmadığınız halde Cennet'e
giriniz>".Bu çeşit ifadeler birinci
bölümde geçmişti. O bölümün 13.
hadisinin izahında şöyle geçmiştir:
"Bir kimse bir Müslümamn herhangi
bir musibetini giderirse, Aliahu
Teâlâ da onun kıyamet
musibetlerinden bir musibeti yok
eder. Kim de bir Müslümamn ayıbını
örterse, Aliahu Teâlâ kıyamet günü
onun ayıbını örter". 14 numaralı
hadisin açıklamasında ise şöyle bir
rivayet geçmişti: "Kim çaresiz
kalmış bir kardeşine yardım ederse,
Aliahu Teâlâ dağların bile yerinde
sabit duramayacağı o Kıyamet günü,
onun ayağını sabit kılar
(kaydırmaz)".Birinci bölümün ayetler
kısmında 34 numarada Kur'an-ı
Kerim'in uzun bir ayeti geçmişti. O
ayet şöyledir:
"(Onlar, Allah sevgisinden dolayı)
yoksula, yetime, (kafir olan) esire
yemek yedirirler. / (Sonra da şöyle
derler): Size ancak Allah rızası
için yediriyoruz. Sizden ne bir
hediye isteriz ne de bir teşekkür. /
Çünkü biz Rabbimizden korkarız. Bed
çehreli, çatık suratlı bir günün
azabından... / Allah da onları o
günün azabından korur ve yüzlerine
güzellik ve sevinç verir". (İnsan-8,9,10,11)
Hülâsa o bölümde kıyamet gününün
şiddetinden korunmak için bol bol
sadaka vermenin son derece faydalı
olduğu hakkında pek çok ifadeler
geçmiştir. Bu ayeti kerimede de bir
bakıma Aliahu Teâlâ bizzat bunu
(kıyametin azabından koruyacağını)
vaad etmiştir. Öyleyse bundan (yani
bol bol sadaka vermekten) daha üstün
ne olabilir ki?