42. YÜCE ALLAH'IN MAĞFİRETİNİN
GENİŞLİĞİ
Bu Hadisin Önemi:
Âdem (A.S)'E Dair:
Mağfiretin Sebepleri:
Dua Île Emrolunduk:
Duaya Teşvik:
Duaya Dair Bazı Hükümler :
Hauf Ve Reca (Korku Île Ümid):
Allah'ın Rahmetinden Ümid Kesmek,
Büyük Günahlardandır:
"Peygamberlerin Ümid Kesmesi"
Ayetinin Anlamı:
Günahlar Büyük Olsa Dahi Mağfiret
Dilemek
Günahlardan Mağfiret Dilemenin
Vücûbu:
Günahlardan Mağfiret Dilemenin
Fazileti:
Bazı İstiğfar Şekilleri:
İstiğfarın Tevbe İle Birlikte
Yapılması:
Tevhid:
Şirkten Korkutma:
Hadislerden Çıkartılan Bazı Hükümler
Birinci Hadis
İkinci Hadis
Dördüncü Hadis
Beşinci Hadis
Altıncı Hadis
Yedinci Hadis
Sekizinci Hadis
Dokuzuncu Hadis
Onikinci Hadîs
Onüçüncü Hadis
Ondördüncü Hadis
Onbeşinci Hadis
Onaltıncı Hadis
Onyedinci Hadis
Ondokuzuncu Hadis
Yîrmincî Hadis
Yirmibirinci Hadis
Yirmiikinci Hadis
Yirmiüçüncü Hadis
Yirmidördüncü Hadis
Yirmibeşinci Hadis
Yirmialtınca Hadis
Yirmiyedinci Hadis
Yirmîsekizinci Hadîs
Yirmidokuzuncu Hadis
Otuzdördüncü Hadis
Otuzbeşinci Hadis
Otuzaltıncı Hadis
Otuzyedînci Hadis
Otuzsekizinci Hadis
Kırkıncı Hadis
Enes
(r.a)'den, dedi ki: Rasulullah
(s.a)'i şöyle buyrurken dinledim:
Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Ademoğlu,
sen bana dua edip benden umdukça,
ben de senin neler yaptığına
bakmaksızın sana bağışlarım ve hiç
aldırış etmem. Ey Âdemoğlu eğer
günahların göğe kadar yükselecek
olsa, sonra benden mağfiret
isteyecek olursan, ben de sana
günahlarını bağışlarım. Ey
Âdemoğlu, eğer sen bana yeryüzü
dolusu kadar günahla gelecek olsan,
sonra da benim huzuruma bana
hiçbirşey ortak koşmamış olarak
gelsen, ben de yer dolusu kadar
mağfiretle sana gelirim.
Bu,
şanı büyük bir hadistir. Çünkü
tevhidin şanının, Yüce Allah'ın
mu-vahhidlere hazırlamış olduğu
ecrin büyüklüğünü gösterdiği gibi,
Yüce Allah'ın kullarına
mağfiretinin genişliğini de
göstermektedir.
Diğer
taraftan hadis, çok büyük bir ölçüde
Allah'tan mağfiret dilemeyi, O'na
tevbe etmeyi ve O'na dönüşü de
teşvik etmektedir.
Hadis-i şerifteki: "Yüce Allah
buyurdu ki: Ey Ademoğlu" buyruğunda
sözü geçen Adem, insanlığın
babasıdır. O'na bu ismin veriliş
sebebi, Hafız İbn Hacer'in dediğine
göre şöyledir: "Adem Süryanice bir
isim olup Kitap ehlince bu isim, Dal
harfinin üstününün uzatılması
suretiyle "Âdâm" şeklindedir. Bu
kelimenin gayr-i munsarıf oluş
sebebi, Arapça olmayışı ve özel isim
oluşudur. es-Sa'lebi der ki: Toprak
İbranice'de Adam diye ifade edilir.
İşte Adem (A.S.)'e de bu isim
verilmiş ve Dal'dan sonraki ikinci
Elif hazfedil-miştir. Bunun Arapça
olduğu da söylenmiştir. el-Cevheri
ve el-Cevâliki bunu kesin olarak
ifade etmişlerdir. "Adem"
kelimesinin esmerlik anlamına gelen
"el-Edeme"den geldiği söylendiği
gibr (gökyüzü, yeryüzü ve
tabaklanmış deri gibi anlamlar
ihtiva eden) "edim" den geldiği de
söylenmiştir. Çünkü Adem (A.S.)
yeryüzünden yaratılmıştır. Bu görüş,
İbn Abbâs'tan nakledilmiştir. Bu
görüşe göre ise munsarıf olmaması,
fiil vezninde olması ve özel isim
olması dolayısıyladır. Bunun iki
şeyi birbirine karıştırmak demek
olan "edeme" fiilinden geldiği de
söylenmiştir, çünkü Adem su ve
çamurdan meydana gelmiş ve bunlar
bir arada karıştırılmıştır.
Adem
{a.s.), şerefli bir Peygamberdir.
Yüce Allah O'nu seçmiş ve üstün
kılmıştır: "Gerçekten Allah Adem'i,
Nuh'u, İbrahim'i ve İmrân ailesini
seçip âlemlere üstün kılmıştır.
Hepsi birbirinden bir zürriyetti.
Allah her şeyi işitendir,
bilendir."(An imr&n, 3/33-34) Yüce
Allah O'nu kendi eliyle yaratmış,
ona kendi ruhundan üflemiş,
meleklere emrederek O'na secde
etmişlerdir. Bu hususlar Kitap ve
Sünnet'te sabittir. Nitekim uzunca
şefaat hadisinde de nakledildiğine
göre insanlar (hesabın bir an önce
görülmesi hususunda kendilerine
şefaat etmek üzere) Adem (A.S.)'e
gidecekler ve şöyle diyeceklerdir:
Ey Adem, sen insanların atasısın.
Allah seni eliyle yaratmış, sana
kendi ruhundan üflemiştir. Meleklere
emir vermiş, onlar da sana secde
etmişlerdir.
Yüce
Allah O'na her şeyin adını
öğretmiştir, Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "(Allah) Adem'e
bütün isimleri öğretti. Sonra onları
meleklere gösterip: Eğer siz doğru
söylenenler iseniz, bunların
isimlerini bana haber verin,
dedi..."(ei-Bakara, 2/3i)Y\ne Şanı
yüce ve mübarek Rabb'imiz, bize
İblis ile kıssasını zikretmiş,
şeytanın kendisine nasıl vesvese
verip O'nu Allah'a isyana
düşürdüğünü anlatmış, İblis'in Adem
(A.S.)'e nasıl yumuşak ve teşvik
edici bir üslupla yaklaştığını
zikretmiş bulunmaktadır: "Ve:
Rabb'inizin sizi bu ağaçtan
alıkoymasının tek sebebi, melekler
olmamanız, yahut ebediyyen
(Cennet'te) kalmamanız içindir,
dedi. Bir de onlara: Şüphesiz ki ben
size içtenlikle öğüt verenlerdenim,
diye yemin etti."(ef-AVo/, 7/20-23)
Onlara içtenlikle öğüt verdiğine ve
doğru söylediğine yemin etti, Yüce
Allah da onun bu durumunu şöylece
nakletmektedir: "Şeytan O'na vesvese
verip dedi ki: Ey Adem, sana
ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir
mülkü göstereyim mi?Va-Hâ, 20/120)
İşte
bunlar İblis'in insanları sapıklığa
ve Allah'ın yolundan uzaklaşmaya
davet ettiği üslûplarıdır. O
çağırdığı kimseleri teşvik etmekte,
zaaf kapılarından onlara etkili
olmaya çalışmaktadır. Ta ki, onları
mevlâlarına isyan ettirsin. Onları
isyana düşürdü mü de, onlardan uzak
olduğunu ilân eder: İş olup bitince
şeytan da der ki: Doğrusu Allah size
gerçeği vadetmişti. Ben de size
vadettim, ama size verdiğim sözde
durmadım. Zaten benim sizin
üzerinizde hiçbir sultam ve nüfuzum
yoktu; ben sizi çağırdım siz de
çağırımı kabul ettiniz. O halde beni
kınamayınız, aksine kendinizi
sınayınız. Ne ben sizi
kurtarabilirim ne siz beni
kurtarabilirsiniz. Ben zaten
önceden, beri beni ortak tutmanızı
da şüphesiz kabul etmemiştim.
Elbette zalimler için çok acıklı bir
azab vardır."(ibmhim, 14/22) İşte
şeytanın Kıyamet gününde takınacağı
tavır budur. O halde kula düşen,
onun türlü üslûplarından ve
yollarından çekinmesi, sakınmasıdır.
Şanı Yüce ve Mübarek Allah'ın bunu
bizlere anlatmasının tek sebebi,
yalnızca ibret almak, öğüt almak ve
ondan sakınmak, ona karşı uyanık
olmaktır. Eğer kul bir masiyet
işleyecek olursa, çabucak tevbe
etmeli, Yüce Allah'a dönmelidir.
Çünkü Şanı Yüce Allah bu hadiste de
belirtildiği gibi mağfireti çok
geniş olandır.
Bundan dolayı Adem {a.s.) de
Rabb'ine döndü ve tevbe etti. Yüce
Allah da O'nun tevbesini kabul
buyurdu. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Rabb'imiz, biz kendi
kendimize zulmettik. Eğer bize
mağfiret etmez ve merhamet
buyurmazsan, herhalde zarara
uğrayanlardan oluruz, dediler.'Vef
A'râf, 7/23jBir başka yerde de şöyle
buyurmaktadır: "Sonra Rabb'i onu
seçti, tevbesini kabul buyurdu ve
doğruya iletti."cra-Hâ, 20/122)
Belki
de tevbe, istiğfar ve Allah'a dönüşe
çağırıp teşvik ederken, Rasu-lullah
(S.A.S.)'ın bu hadis-i şerifte, "Ey
Ademoğlu" sözünü kullanmasının
nüktesi de budur.
Bu
hadis-i şerifte Yüce Allah'ın
kullarının günahlarını
bağışlamasının sebepleri
açıklanmaktadır. Bunlar da aşağıdaki
gibidir:
1) Dua:
Hadisi şerifte geçen: "Muhakkak ki
sen bana dua ettikçe..." bölümü
hakkında ilim adamları şöyle
demişlerdir: Yani sen bana dua edip
beni (rahmetimi) ummaya devam
ettiğin süre boyunca, ben de sana
hiçbir-şeye aldırış etmeksizin
mağfirette bulunurum ve ben böyle
bir durumda da seni bağışlamaktan
uzak duracak değilim.
Duâ,
kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de birden
çok anlamda kullanılmıştır ki,
bunların bazıları şanı Yüce
Allah'ın: "Bana dua edin ben de
sizin duanızı kabul
edeyim."fef-Mü'min, 40/60}
buyruğunda olduğu gibi; dilekte
bulunmak anlamındadır. Şer'i anlamı
ile duâ, kimilerinin tarif ettiği
gibi Yüce Allah'ın nez-dinde bulunan
hayırları arzu ederek yalvarıp
yakarmak, dilekte bulunmak ve
istenenin gerçekleşmesi, umulanın
elde edilmesi içinde Yüce Allah'a
niyaz etmektir.
Şanı
Yüce Allah, bize, kendisine dua edip
O'ndan istekte bulunmamızı emrederek
şöyle buyurmaktadır: "Rabb'iniz
buyurdu ki: Bana dua edin, ben de
duanızı kabul edeyim. Şüphesiz bana
ibadeti büyüklüklerine
yedirme-yenler Cehennem'e pek
yakında hor ve zelil olarak
gireceklerdir. VMü'mm,
40/60)
Dua
Allah'a bir ibadet ve Allah'a bir
yakınlaşmadır. Rasulullah (S.A.S.)
de Yüce Allah'ın kendisinden dilekte
bulunmayanlara gazab edeceğini
beyan etmiştir: "Allah'tan dilekte
bulunmayanlara Allah gazab eder.
Rasuluilah (s.a) bizi duaya da
teşvik etmiştir: "Herhangi bir
müslüman günahı bulunmayan,
akrabalık bağını kesmeyi
gerektirmeyen bir duada bulunacak
olursa, mutlaka Allah ona şu üç
husustan birisini verir: Ya onun dua
edip istediğini ona acilen verir ya
onu âhirette o kimse için saklar
yahut da ondan (duasında istediği
şeyin) bir benzerini uzaklaştım.
Ashab: O halde biz de çok dua
ederiz, deyince Rasulullah (s.a)
"Allah'ın vereceği ise daha çoktur."
diye buyurdu.
Yine
Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz Allah çokça haya eder ve
çok kerem sahibidir. Kulun kendisine
ellerini uzatıp da o elleri bomboş
geri çevirmekten haya eder.
Dua
şartlarına riayet olunduğu ve
kabulünü engelleyen hususlardan uzak
kalındığı takdirde, kulun
günahlarının bağışlanmasına sebep
teşkil eder. Bundan dolayı dua
esnasında mağfiret istendiği vakit,
kalbin uyanık ve şuurlu olması,
söylediğinin ve kime hitap ettiğinin
farkında olması gerekir. Rasulullah
(S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Yüce
Allah'a duanızın kabul edileceğine
dair kesin bir kanaat ile dua
ediniz. Biliniz ki, şüphesiz Allah
gafil ve başka şeylerle oyalanan
kalbin duasını kabul etmez. Aynı
şekilde duasının kabul edileceğini
ummalı, isteğinde kesin ifadeler
kullanıp Allah'ım dilersen bana
mağfiret et dememelidir; Nitekim
Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Sizden herhangi bir kimse dua
ettiği vakit duasında kesin ve
kararlı olsun. Allah'ım dilersen,
demesin, çünkü Şanı Yüce Allah'ı
zorlayacak hiçbir güç yoktur.
Bundan dolayı duada alabildiğine
ısrar etmek, Şanı Yüce Allah'ın
huzurunda muhtaçlığımızı açıkça
ortaya koymak gerekir. Çünkü
Allah'tan koruyacak ve O'ndan
gelene karşı kurtaracak yine O'dur.
Ayrıca günahlarının şanı Yüce
Allah'tan başkası tarafından
bağışlanacağını umut etmemelidir.
Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Ve günahları
Allah'tan başka kim bağışlayabilir
ki?"(Âii imrân, 3/135)
Hadis-i şerifteki: "Ve beni umarsan"
ifadesi ile ilgili olarak Hafız İbn
Ha-cer, Fethu'î-Bâri'de Reca
hakkında şunları söylemektedir:
"Eğer kusurlu bir davranışı olursa,
Allah hakkında güzel zan beslesin.
O'nun günahlarını bağışlayacağını
umsun. Yine bir itaatte bulunan kişi
de, onun kabul edileceğini umsun.
Bir masiyeti ısrarla işleyip ona
dalarken, pişmanlık duymaksızın ve
ondan vazgeçmeksizin
sorgulanmayacağını uman kimse ise,
aldanış içerisindedir.
Enes
(r.a)'den, Peygamber (s.a) ölüm
döşeğinde bir gencin yanına girdi,
O'na "Kendini nasıl buluyorsun?"
diye sorunca O: Allah'tan umudum
var, günahlarımdan da korkuyorum,
dedi. Rasulullah (s.a) şöyle
buyurdu-. "Bir kulun kalbinde böyle
bir durumda bu ikisi bir arada
bulunacak oldu mu, mutlaka Allah ona
umduğunu verir ve korktuğundan onu
emin kılar.
Bundan dolayı hem korku, hem de
ümidi gerektirici va'd ve vaid
(teh-did) i kapsayan bir çok hadis-i
şerif vârid olmuştur. Ebu Hureyre
(r.a)'den, dedi ki: Rasulullah
(s.a)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Şüphesiz Allah rahmeti yarattığı
günü yüz rahmet olarak yarattı.
Kendi nezdinde bunun dok-sandokuz
tanesini alıkoydu; bütün yaratıkları
arasında da bir tanesini saldı. Eğer
kâfir Allah'ın yanındaki rahmetin
tümünü bilecek olsaydı, Cennet'ten
ümid kesmezdi ve eğer mü'min
Allah'ın yanındaki bütün azabı
bilmiş olsaydi Cehennem'den emin
olmazdı.
Hafız
İbn Hacer (Allah'ın rahmeti üzerine
olsun) der ki: "Eğer kul Allah'ın
sıfatları arasında rahmet etmeyi
dilediği kimselere rahmet etmek ve
dilediği kimselerden de intikam
almanın da bulunduğunu bilirse, hiç
şüphesiz Allah'ın rahmetini uman
hiçbir kimse, O'nun intikamından
yana kendisini emin görmez, O'nun
intikamından yana korkan kimse de
O'nun rahmetinden umut kesmez. Bu
ise küçük dahi olsa, kötülükten uzak
durmaya, az dahi olsa itaate devam
etmeye iter.
O
bakımdan müslüman kimsenin korku ile
ümidin kanatları arasında olması
gerekir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda
olduğu gibi-. "O'nun rahmetini
umarlar, azabından da
korkarlar.u(ei4srû, n/57)
Bu
kudsi hadiste şanı Yüce Allah
günahları, masiyetleri işlemek
suretiyle, farzları eda etmekte
kusurlu davranmak suretiyle haddi
aşan günahkârların önünde
mağfiretinin kapılarını sonuna kadar
açmaktadır. Ta ki onun rahmet ve
mağfiretinden ümid kesmesinler.
Çünkü onun rahmetinden ümid kesmek,
büyük günahlardandır. Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Ve Allah'ın
rahmetinden de ümidinizi kesmeyin.
Çünkü kâfirler topluluğundan başkası
Allah'ın rahmetinden ümidini
kesmez."(Yusuf, 12/87)
Kurtubi bu âyet-i kerime ile ilgili
olarak şunları söylemektedir: "İşte
bu buyruk, Allah'ın rahmetinden ümit
kesmenin yani ye'sin büyük
günahlar-. dan
olduğuna delil teşkil etmektedir."
Şanı Yüce Allah, İbrahim (a.s.)den
şöyle dediğini haber vermektedir:
"Rabb'inin rahmetinden sapıklardan
başka kim ümid keser ki,
dedi.'Vei-Hîcr, 15/66) Bir başka
yerde de şöyle buyurmaktadır: "De
ki: Ey öz nefisleri aleyhine aşın
giden kullarım, Allah'ın
rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü
Allah bütün günahları bağışlar.
Muhakkak ki O, çok çok
bağışlayandır, merhamet
buyurandır."(e^zümer, 39/53)
Bu
âyet-i kerimede Allah'ın rahmetinden
ümid kesmek yasaklanmaktadır. Yasak
(nehiy) ise, eğer mekruh olduğunu
ortaya koyacak bir başka karine
yoksa haramlığı gerektirir. Bu
âyet-i kerime de İbn Abbâs'ın
dediğine göre şu sebepten ötürü nâzü
olmuştur: Müşriklerden bazı kimseler
adam öldürmüş, bu işi alabildiğine
çok işlemişti. Zina etmiş ve bu işi
alabildiğine çok işlemişti. Muhammed
(s.a)'e gelip şöyle dediler:
Şüphesiz söylediğin ve kendisine
davet ettiğin şey güzeldir ve bu
işlediklerimize bir keffâret
bulunduğunu bildirmektedir. Bunun
üzerine şu buyruk nazil oldu:"Onlar
ki, Allah ile birlikte başka bir
ilâha ibadet etmezler. Allah'ın
haram kıldığı canı da öldürmezler.
Meğer ki hak ile ola. Zina da
etmezler..."(d-Furkan, 25/68)
Ayrıca: "De ki: "Ey nefisleri
aleyhine ileri giden kullarım..."
ayeti de indi.
Burada şu âyet-i kerimenin anlamını
açıklamamız gerekmektedir: "Nihayet
Peygamberler ümidlerini kesip de
artık kendilerinin
yalanlanacaklarını zannettikleri
sırada, onlara yardımımız gelmiş ve
dilediğimiz kurtuluşa erdirilmişti.
Fakat günahkârlar topluluğundan ise
azabımız asla döndürül-mez "(Yusuf,
12/ıiû) Bu buyruğu açıklamamız
gerekir; ta ki bu hususta bir
karışıklık olmasın ve ta ki bu
âyet-i kerimenin sundukları ile
diğer âyetlerin anlattıkları
arasında bir çatışma olduğu
zannedilmesin. "Nihayet o
Peygamberler ümidlerini kesip..."
âyetinin anlamı ile ilgili olarak
Kurtubi şunları söylemektedir: "Yani
nihayet kavimlerinin iman
edeceklerinden ümid
kestiklerinde... demektir.
İbn
Abbâs'dan da: "Kendilerinin
yalanlanacaklarını zannettikleri..."
buyruğu hakkında şunları
söylemektedir: Peygamber
kavimlerinin, iman edeceklerinden
ümid kestiler ve onların kavimleri
de artık Peygamberlerin, kendilerine
yalan söylediklerini zannettiler...
O
halde bu hususta İbn Abbas'tan gelen
bu açıklamaya dayanmak gerekir.
Çünkü O, kendisinin ne demek
istediğini başkasından daha iyi
bilen birisidir.
Aişe
(r.anhâ) de bu âyetin tefsiri ile
ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Bunlar Rab'lerine iman eden,
Peygamberleri doğrulayan kimselerdi.
Sıkınti ve belâları uzayıp gitti ve
ilâhi yardım gecikti. Nihayet
Peygamberler artık kavimlerinden
kendilerini yalanlayanlardan ümid
kesip yine Peygamberler kendilerine
uyanların dahi kendilerini
yalanlayacak noktaya geldiklerini
sandıkları bir zamanda, o vakit
Allah'ın yardımı onlara geldi.
Peygamberler -selâm onlara-
masumdurlar ve Allah'ın rahmetinden
ümid kesmekten yahut da Yüce Allah
hakkında hak olmayan bir zan
beslemekten münezzehtirler. İşte
bu, âyet-i kerimenin özlü bir
açıklamasıdır. Bu hususta geniş
açıklamaları okumak isteyenler
Fethu'l-Bâri'ye başvurabilirler.
Orada Hafız İbn Hacer bu mes'elede
Tefsir bölümünde geniş
açıklamalar getirmektedir. Bu
hadis-i şerifte de şu
belirtilmektedir: Kulun günahları ne
kadar çok olur ve artarsa, hadisteki
ifadesi ile: "günahların göklere
kadar ulaşacak olsa dahi yani
eğer günahların çokluğundan dolayı
bulutlara kadar erişecek olsa, bir
açıklamaya göre de gözün
görebileceği noktaya kadar dahi
çıkarsa, sonra kul Allah'tan
mağfiret dileyecek olursa, Allah'ın
Gafur ve Rahim olduğunu görecektir.
Aynı şekilde yüz kişiyi öldüren adam
ile ilgili kıssanın zikredildiği
hadis de Şanı Yüce Allah'ın
kullarına ne kadar' geniş mağfiretli
olduğunun delilidir. Bundan dolayı
müslüman bir kimsenin Şanı Yüce
Allah'ın rahmetinden ümid kesmesi
helâl değildir.
Hadisteki: "Sonra benden mağfiret
dileyecek olursan" ifadesinde geçen
istiğfar, ilim adamlarının tarif
ettiği üzere; kelimenin asıl anlamı
birşeye kendisini kirletecek şeylere
karşı koruyacak birşey giydirmektir.
Her birşe-yin kirlenmesi ise
kendisine göre değişir. Allah'ın
kulunu bağışlaması (gufranı) ise onu
azabdan koruması ile olur.
İstiğfarın Yüce Allah'tan mağfiret
istemek, günahların örtülmesi,
onları cezalandırmaktan vazgeçmesi
ve o günahların kötülüklerinden onu
koruması demek olduğu da
söylenmiştir.
Şanı
Yüce Allah pek çok âyet-i kerimede
günahlardan mağfiret dilemeyi
emretmektedir. Meselâ, şöyle
buyurmuştur: "Allah'tan mağfiret
isteyin.
Şüphesiz Allah Rahim'dir,
Gafurdur."(ei-Müzzemmii, 73/20) Yine
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Hemen Rabb'ini hamd ile teşbih et
ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O
tevbeleri pek çok kabul edendir
"(en-Nasr, 110/3) O bakımdan kulun
günah işlemesi halinde Rabb'inden
mağfiret dilemesi gerekir ki, O da
onun günahını bağışlasın.
Şanı
Yüce Rabb'imiz, mağfiret dileyenden
övgüyle şöylece söz etmektedir: "Ve
onlar seher vakitlerinde mağfiret
dileyenlerdir."(Antmrdn, mi) Nitekim
Yüce Allah mağfiret dileyenleri azab
etmeyeceğini de beyân etmektedir:
"Onlar mağfiret isteyip dururlarken
de Allah onlara azab edecek
değildir. "(ei-Enfâi. s/33)
Mağfiret dilemek, yağmur yağmasının,
gücün artışının, evlâtların
çoğalışının, hayır ve bereketlerin
inişinin sebepleri arasındadır. Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır:
"Arkasından onlara dedim ki:
Rabb'iniz-den mağfiret dileyin,
çünkü O çok mağfiret edicidir.
Böylece üzerinize semâyı "(gökten
yağmuru) bol bol salıverir.
Mallarla, oğullarla size yardım
eder; size mallar, bahçeler verir,
nehirler akıtır..."(Nuh, 71/10-12)
Yine
Yüce Rabb'imiz bir başka yerde şöyle
buyurmaktadır: "Ey kavmim,
Rabb'inizden mağfiret dileyin, sonra
O'na tevbe edin. Ta ki üstünüze
gökten bol bol (yağmur) göndersin.
Gücünüze daha çok güç katsın.
Günahkârlar olarak yüz
çevirmeyin."(Hud, 11/52)
Büyük
ilim adamı Kurtubi der ki: Bu iki
âyet-i kerime Allah'tan mağfiret
dilemenin nzık ve yağmurların
inişine sebep teşkil ettiklerine
dair delil vardır.
Sünnet-i seniyyede birtakım istiğfar
şekilleri sabittir. Müslümanın
bunlara özel bir itina göstermesi
gerekir. Buna sebep ise bu istiğfar,
şekillerinin büyük bir sevap almayı
gerektirmeleridir. Bu şekilde
istiğfarda bulunmakta Allah Rasulüne
tabi olmak da sözkonusudur. Çünkü O
Yüce Allah'a mağfiret deliyip O'na
dönenlerin en hayırlısıdır. Şeddâd
b. Evs'den, O Rasulullah (s.a)'tan,
dedi ki: "İstiğfarın başı: Allah'ım,
sen benim Rabb'imsin, senden başka
ilâh yoktur. Sen beni yarattın ve
ben senin kulunum. Gücüm yettiğimce
ben senin va'din üzereyim.
Yaptıklarımın şerrinden sana
sığınırım. Üzerimdeki nimetini
itiraf ediyorum, yine günahlarımı
sana itiraf ediyorum. Sen
günahlarımı bana bağışla! Çünkü hiç
şüphesiz günahları senden başka
hiçbir kimse bağışlayamaz." Kul bu
sözleri sabah ve akşam olduğunda
söyleyecek olursa, Cennet'e girer.
-Yahut Cennet ehlinden olur- Sabahı
ettiğinde bu sözleri söyleyip de o
gün ölürse, onun için aynı şey
sözkonusudur.
et-Tıbi der ki: Bu dua, tevbenin
bütün hususiyetlerini topladığı için
bu duaya "baş (es-Seyyid, efendi)"
adı kullanılmıştır. Seyyid ise
aslında ihtiyaçlarda kendisine
başvurulan başkan demektir.
Bilâl
b. Yesâr b. Zeyd
(r.a)den, dedi ki: Babam bana
dedemden anlattığına göre O,
Rasulullah (s.a)'ı şöyle buyururken
dinlemiş: kim: Kendisinden başka
ilâh olmayan, i iayy ve Kayyum olan
Allah'tan mağfiret diler ve O'na
tevbe ederim." diyene Allah mağfiret
eder. İsterse cihaddan kaçmış
olsun...
Bu,
birtakım büyük günahların bazı salih
amellerle bağışlanacağına delildir.
Çünkü cihaddan kaçmak, büyük
günahlardandır; fakat bu, günahı
işleyene can ve mal hakkında
herhangi bir cezai hüküm vermeyi
gerektirmeyen büyük günahlardandır.
Âişe
(r. anhâ) den dedi ki: Rasulullah
(s.a) vefatından önce çokça:
Allah'ı, hamd ile teşbih ve tenzih
ederim. Allah'tan mağfiret diler ve
ona tevbe ederim.
İbn
Ömer (r.anhumâ)'den, dedi ki: Bir
tek mecliste Rasulullah (s.a)'ın yüz
defa (şöylece) istiğfarda
bulunduğunu sayardım:
Rabb'im, bana mağfiret buyur, benim
tevbemi kabul eyle. Çünkü şüphesiz
ki sen, tevbeleri çokça kabul
edensin, çok mer.
Kurtubi, tevbeyi şöylece tarif
etmektedir: Tevbe, senin hakikaten
veya takdiri olarak önceden yapmış
olduğun bir günahı sırf Allah için
terketmendir. Tevbe
günahlardan dönmektir. Ve çoğunlukla
tevbe mağfiret dilemekle birlikte
sözkonusu edilmektedir. Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Onlar Allah'a
tevbe etmeli ve O'ndan mağfiret
dilemeli değiller mi?"(ei-Mâide,
5/74) Tevbenin birtakım şartları
vardır; bunları açıklayalım:
Hasiyetten vazgeçmek. Çünkü Şanı
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir
de işledikleri üzerinde bilip
durdukları halde ısrar
etmeyenler..."(Animin,3/135)
Hafız
İbn Hacer -Allah'ın rahmeti üzerine
sağanak sağanak yağsın- şöyle
demektedir: Burada Allah'tan
mağfiret dilemenin kabul ediliş
şartlan arasında mağfiret dileyenin
günahından vazgeçmesi gerektiğine
işaret vardır. Aksi taktirde dil ile
mağfiret dilemekle birlikte, günah
ile iç içe olmak, oyun oynamaya
benzer. Eğer tevbe Yüce Allah'ın
hakkına taalluk ediyor ise, o günahı
terketmek ve -eğer gerekiyorlarsa-
keffâret ya da kazasını yapmak yeter
lidir.
Yalnızca Yüce. Allah İçin günahı
terketmek suretiyle ihlas. Çünkü
insanlar kendisini ayıplar
korkusuyla veya ondan başkası için
günahı terke-decek olursa, ittifakla
böyle bir kimse tevbe etmiş olmaz.
Bu husustaki delil ise: "Halbuki
onlar dinlerini O'na halis kılanlar
olarak yalnız Allah'a ibadet
etmekten başkasıyle
emrolunmamışlardı.'Vei-Beyyine, 9$5)
Meşhur; "Ameller niyetler iledir. hadisi
de bunu ortaya koymaktadır.
Tevbesi yapılan günah eğer kul
hakkına taallûk eden bir masiyet
ise, hak sahibinden ibra olmak. Bu
da Rasulullah (S.A.S.)'ın şu
hadisinden ötürü böyledir: "Her
kimin bir başkasına ırzı (namus,
şeref ve haysiyeti) yahut da
herhangi birşey ile ilgili bir
haksızlığı sözkonusu olmuşsa, bugün
o hakkından dolayı o kimseden
helâllik dilesin. - Hiçbir dinar ve
hiçbir dirhemin olmayacağı gün
gelmeden önce- (O gün geleceği
vakit) şayet salih bir ameli varsa,
haksızlığı kadar o salih amelinden
alınır. Eğer hasenatı yok ise bu
sefer haksızlık yaptığı adamın
günahlarından alınır, ona
yükletilir.
Canın
boğaza gelip dayanmasından önce
tevbeyi çabuklaştırmak. Çünkü böyle
bir durumda Rasulullah (s.a)'ın şu
buyruğu dolayısıyla tevbe kabul
olunmaz: "Muhakkak Aziz ve Celil
olan Allah, kulun tevbesini can
boğazına gelip dayanıncaya kadar
kabul eder. Yüce
Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Yoksa kötülükleri işleyip durup da
onlardan herhangi birine ölüm gelip
çattığında: Ben şimdi gerçekten
tevbe ettim, diyenlerin ve kâfir
olarak öleceklerin de tevbesi tevbe
değildir."(en-Ntsâ, 4/ıs)
Tevbe
güneşin batıdan doğuşundan önce
yapılmalıdır. Çünkü Rasulullah
(s.a) şöyle buyurmuştur: "Kim güneş,
batısından doğmadan önce tevbe
ederse, Allah da onun tevbesini
kabul eder.
Masiyeti işlemekten dolayı pişman
olmalı ve ebediyyen bir daha ona
dönmemeyi kararlaştırmayıdır.
Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Ey iman edenler,
Allah'a nasuh (bir daha o günaha
dönmemek üzere) bir tevbe ile tevbe
ediniz."(et-Tahnm, 66/8) Katâde de
der ki: Nasuh tevbe, samimi ve doğru
tevbedir. el-Kelbi de der ki: Nasuh
tevbe, kalp ile pişmanlık duymak,
dil ile mağfiret dilemek, o günahtan
vazgeçmek ve bir daha ona
dönmeyeceğini rahatlıkla
kararlaştırmaktır.
Hadis-i şerifte geçen: "Şüphesiz sen
yeryüzü dolusu günahlarla bana
gelecek olsan, sonra da huzuruma
bana hiçbirşeyi ortak koşmaksızın
çıkacak olsan, elbette ben de sana
yeryüzü dolusu mağfiretle gelirim."
Eğer kul, Yüce Allah'ın huzuruna
yeryüzü dolusu günah işlemiş olmakla
birlikte, Allah'a ibadetinde hiçbir
şeyi ortak koşmamış ise, Allah onun
günahlarını bağışlar, onları
affeder. Çünkü tevhid, Allah'ın
kuluna mağfirette bulunmasının en
büyük sebepleri arasındadır. Şirk
ise kulun Allah'ın kendisine tahsis
etmiş olduğu ibadeti O'ndan
başkasına, bir veliye, bir
Peygambere, bir yöneticiye veya
bundan başka bir cihete
yöneltmesidir. Mesela, dua Allah'tan
başkasına yapılmaması gereken
ibadetlerdendir. Kim içinde
bulunduğu bir sıkıntının giderilmesi
için Allah'tan başkasına veya bundan
başka herhangi bir ibadeti başkasına
yapacak olursa, şirke düşmüş olur.
Nitekim şairlerden birisinin
söylediği şu beyitler bu
kabildendir:
"Ey
efendim, ey Allah'ın sevgilisi, işte
kapının eşiğine geldim.
Hastalığımın ızdırabından sana
şikayet ediyorum-
Efendim, bedenimdeki hastalık uzayıp
gitti. O kadar ki, hastalığın
şiddetinden ne uyuyabiliyor ne
uyumayabiliyorum;
Uzun
bir süre yaşayıp durdum, hep
didindim, bu gün ise söz
söylemekten ve kalemden başka
elimden birşey gelmiyor;
Efendim, cihada şevkim uzayıp gitti;
acaba benim için Allah'a bir daha
sancağımın yükselmesi için dua eder
misin?"
O, bu
sözleriyle Rasulullah (s.a)'a dua
ediyor. Halbuki Yüce Allah da şöyle
buyurmaktadır: "Allah'tan başka ve
kendisine Kıyamete kadar cevap
veremeyecek {duasını kabul
edemeyecek) ve esasen kendileri de
bu dualarından gafil olan kimseye
dua eden kişiden daha sapık kim
olabilir?'7e/-Ahkûf. 46/5)
Aynı
şekilde bir başka kutbun,
müslümanlar arasından milyonlarca
kişinin içine düştüğü evliyayı,
şirk koşup temiz kabirlerinde onlara
sığınmalarını, sıkıntılı zamanlarda
da bu kabirlerde duâ edişlerini
temize çıkarmaya ve razı olunacak
bir İş olarak göstermeye çalıştığını
okuyoruz.
Aynı
şekilde bu kişi diyor ki: Biz ne
diye Allah'ın veli kullarına, onları
ziyaret edenlere, kabir ve
makamları yanında dua edenlere hücum
edelim ki? Yine bu kişi diyor ki:
"Bu gibi davranışları şiddetli bir
tepki ile karşılayanlara derim ki:
Yavaş olunuz! Bu işte ne şirk vardır
ne putperestlik ne de inkâr!"
Halbuki bu, âlemlerin Rabb"inin
sevgili kulunun ümmetini
sakındırdığı şirkin kendisidir. Oysa
İslâm'i kılıklara bürünmüş olanlar,
müslüman kimselere bunun dinden
olduğunu, Allah'a yakınlaştırıcı bir
amel olduğunu söyleyerek temize
çıkarmaktadırlar. İnnâ lillâh ve
innâ ileyhi râciun.
Şirk,
en büyük zulümdendir. Alemlerin
Rabb'ine karşı yapılan en büyük
isyandır. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Hani Lukman oğluna
öğüt verirken şöyle demişti:
"Oğulcağızim, Allah'a ortak koşma!
Çünkü şüphesiz bu, çok büyük bir
zulümdür."(Lukman, 31/13) Zulmün
akıbeti ise dünyada da vahimdir:
Zillet, hakirlik ve bedbahtlık.
Ahirette ise hor kılan bir azabdır.
Yüce
Allah, ibadetinde kendisine herhangi
bir kimseyi ortak koşanın Cennet'e
girmesini yasaklamıştır: "Şüphe yok
ki kim Allah'a ortak koşarsa,
şüphesiz Allah ona Cennet'i haram
kılar. Onun barınağı Cehennem'dir,
zalimlerin de hiçbir yardımcısı
olmayacaktır."(ei-Mâide, 5/72)
Yüce
Allah, kendisine ortak koşana asla
mağfiret etmeyecektir: "Şüphesiz
Allah kendisine ortak koşulmasını
bağışlamaz. Bununla birlikte bundan
başkasını dilediğine
bağışlar."(en-msâ, 4/116)
Şirk,
amellerin boşa çıkmasına sebeptir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun ki, sana da senden
öncekilere de şu vahyolunmuştur:
Eğer şirk koşarsan muhakkak amelin
boşa çıkar ve sen elbette zarara
uğrayanlardan Olursun."fez-Zümer,
39/65)
Bu
ayet-i kerime, Yüce Allah'ın şu
buyruğunu da andırmaktadır: "Eğer
şirk koşacak olsalar, elbette
onların yaptıkları boşa
çıkar."(ei-En'&m, e/88)
O
halde salih amelin kabul edilmesinin
şartı, amel sahibinin muvahhid
olmasıdır. Meselâ, müşrik bir
kimsenin sadaka vermesinin, bol bol
malını harcamasının Allah nezdinde
hiçbir kıymeti yoktur ve böyle bir
kimse Kıyamet gününde bundan
yararlanmayacaktır.
Aişe
(r.a.) den, dedi ki: Ey Allah'ın
Rasulü, Ced'an'in oğlu câhiîiye
döneminde akrabalık bağını gözetir,
yoksula yemek yedirirdi. Bunun
kendisine bir faydası olur mu?
Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurdu:
"Bunun ona hiçbir faydası
olmayacaktır. Çünkü o bir gün olsun,
Rabb'im Kıyamet günü günahımı bana
bağışla, demiş değildir." Hatta bir
kimse eğer müşrik ise, söylediği
hak sözün, dine yardımcı olmasının
dahi, kişiyi kurtarması söz konusu
değildir. Gerçekten Ebu Talib
Muhammed {s.aj'e yardımcı olmuş ve
O'nu savunmuştu. Öyle ki, şu
beyitler onundur:
"Andolsun, asla bütün
kalabalıklarına rağmen sana el
uzatamayacaklar-dır. Ta ki ben
toprağa yatırılıp görnülmedikçe;
Sen
işini açığa vur, seni küçültecek
hiçbir şey olmayacaktır. Bu benim
sana müjdem olsun ve gözün aydın
olsun bununla;
Andolsun ki Muhammed'in dininin
yaratılmışların dinleri arasında en
hayırlı olduğunu biliyorum;
Sen
beni (dinine) davet ettin ve bana
samimiyetle öğüt verdiğini
söyledin. Andolsun doğru söyledin
ve sen bunda da emin idin; Fakat
kınanmam olmasaydı, yahut bana
sövüleceğinden çekinmesey-dim,
gerçekten benim bunu rahatlıkla
kabul ettiğimi ve açıkça ortaya
koyduğumu görecektin."
Fakat
buna rağmen ateşten
kurtulamayacaktır. Ayağının çukur
tarafının altında iki parça kor ateş
bırakılacak, bundan dolayı Cehennem
ateşinde
beyni
kaynayacaktır.
O
bakımdan, kulun şirkten sakınması
gerekir ki, malın da evlâtların da
faydalı olmayacağı günde kurtulması
mümkün olabilsin, Rasulullah
(s.aj'ın bu hadis-i şerifte beyân
ettiği mağfiretin sebeplerini yerine
getirsin ki, Allah da günahlarını
ona bağışlasın...
1- Hadis-i
şerifte niyyetin imandan olduğuna
delil vardır. Çünkü niyyet kalbin
amelidir. İman da Ehl-i Sünnet
ve'1-Cemaat'e göre kalb ile tasdik,
dil ile ikrar ve rükünler ile amel
etmektir. Bundan dolayı İmam Buhârî,
bu hadisi Kitâbu'l-İman'da
zikretmiştir.
2- Hadis
aynı şekilde müsiümanın bir işi
yapmaya kalkışmadan önce onun
hükmünü bilmesi gerektiğine
delildir. Yapacağı bu işin meşru'
olup olmadığını, vacib mi müstehab
mı olduğunu bilmelidir. Çünkü
hadis-i şerifte eğer o amel için
meşru görülen niyyet bulunmayacak
olursa, amelin kabul olunmayacağı
belirtilmektedir.
3- Hadis-i
şerif itaat olan amellerde niyyetin
şart olduğuna ve niyyet olmaksızın
yapılan amellerin hiçbir değer
taşımadığına delildir.
1- İlim
adamına bilmediği birşey hakkında
soru sorulacak olursa, "bunu
bilmiyorum" demesi gerekir. Bu onun
mevkiini küçültmez. Aksine, onun
dininin sağlamlığına delâlet eder.
Alim bir kişinin yeterli bilgi
olmaksızın bütün ilimlerin her bir
tarafına dalışlarda bulunması dinine
bağlılığının gevşekliğine delâlet
eder. Nitekim Said b. Ebi Meryem
yoluyla Rasulullah (s.a)'ın:
"Şüphesiz Allah'ın Peygamberi Eyyûb
-salât ve selâm O'na- kendisi için
bela teşkil eden hastalığı ile
onsekiz yıl geçirdi. Sabahları
kendisine uğrayan kardeşlerinden
iki adam müstesna, yakın da, uzak da
O'ndan uzaklaştı." şeklindeki hadis
hakkında muasır ilim adamlarından
birisi bu sahih hadis hakkında şöyle
demektedir: Hadisin senedini iyice
tetkik etmeden (söylenen sözler)
Davud'a yalan ve iftiradır. İşte bu
gibi şeyleri tetkiksiz söylemek
bilmediği hususlara dalmak
kabilindendir. Yüce Allah'tan
esenlik dileriz.
2- Aynı
şekilde hadis-i şerifte Öğrenim
yollarından birisine de delâlet
edilmektedir. Bu da soru ve cevap
yoludur. O bakımdan davetçi bir
kirnsenin sahip olduğu bilgileri
sunmakta değişik teknik ve usûlleri
bilmesi, tek bir üslûp üzere donup
kalmaması gerekir. Çünkü aynı üslûbu
devam ettirmek onu dinleyenlerin
usanması sonucunu verir. Aksine
davetçinin ümmet için hayır ihtiva
eden yeni her şeyden yararlanması
gerekir. Bu sözleri söyleyişimin
sebebi şudur: Bazı kimselerin yeni
olan her şeye karşı olumsuz bir
tavrı vardır. Halbuki bu yol (soru
cevap) en yeni usûllerden ve
eğitimciler nezdinde öğretimde
pratikte kullanılan en güzel
yollardan birisidir.
3-Yine
hadiste meleklerin insan suretinde
şekillendiklerine dair delil vardır.
Kur'ân-ı Kerim'den birtakım naslar
da buna tanıklık etmektedir.
Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Kitapta Meryem'i de
an. Hani o kendi ailesinden doğudaki
bir yere çekilmişti. Sonra onlarla
kendisi arasına bir perde germişti.
Derken biz ona ruhumuzu gönderdik
de, ona tam bir ademoğlu suretinde
görünmüştü."(Meryem, 19/16-17)
Burada "Ruhumuz" dan kasıt,
Cebrail'dir.
Yine
Şanı Yüce Allah, meleklerin İbrahim
(A.S.)'e insan suretinde
geldiklerini ve kendisine durumu
bildirinceye kadar onları
tanımadığını haber vermektedir. Aynı
şekilde melekler Lût (A.S.)'a güzel
yüzlü genç delikanlılar suretinde
gelmişti. Buna dair deliller pek
çoktur.
4-Yine
hadis-i şerifte, ihtiyaç duyulmayan
şekilde bina yapmanın ve gereksiz
yere binaları yükseltmenin mekruh
olduğuna delâlet vardır. Birisi
kalkıp şöyle diyebilir: "Hadis-i
şerifte yüksek bina yapmanın
yeriîdiğine dair açık ve net bir
delil yoktur. Sadece bunun Kıyametin
yaklaştığının alâmetlerinden birisi
olduğu haber verilmektedir." Ancak
böyle bir itiraz şu şekilde red
olunur: Söylediğimize delil teşkil
edecek başka hadisler de vardır.
Resu-lullah (S.A.S) şöyle
buyurmuştur: "Kulun yaptığı her bir
harcama dolayısıyla ecir alması söz
konusudur. Bina bundan müstesnadır."
Rasûlullah (s.a)'ın hoşlanmadığı bu
durum -Rabb'inin korudukları
müstesna- ümmetin içine düştüğü bir
hal olmuştur. Müslümanlar bina
inşaatında aşırıya gitmeye
başladılar. Pek çok malları bu
uğurda harcamaya koyuldular.
Halbuki evlâ olan, bu malların
insanların Allah'a davet edilmesi
yolunda harcanması, içinde
bulundukları azgınlık ve
sapıklıklardan kurtarılması için
harcanmasıdır.
5- Yine
hadis-i şerifte ilim adamlarının
huzuruna fazilet sahibi kimselerle
âdil yöneticilerin huzuruna
girileceği vakit güzel elbise giyip
güzel bir görünüşe ve temizliğe
özen göstermenin müstehap oluşuna
delil vardır.
6- Hadis-i
Şerifte ilim halkalarında oturuşun
âdabı da açıklanmaktadır. Cebrail
(A.S.) Rashulullah (s.a)'ın
yakınında oturmuştur. İşte ilim
talep eden bir kimsenin ilmi
dikkatle belleyebilmesi ve âlimlerin
ağzından sağlam bir şekilde ilim
öğrenebilmesi için böyle davranması
gerekir.
Diğer
taraftan, hadis-i şerifte ilim
halkalarında oturuşun keyfiyeti de
açıklanmaktadır. Cebrail (A.S.)
teşehhüdde oturur gibi oturmuş,
ellerini baldırları üzerine
koymuştu. O bakımdan ilim talep
edene ilim talep ettiği sırada
zihin ve duygularını bu işe
yöneltmesi gerekir ki, ilim adamları
ile birlikte oturup kalkmaktan
gereği gibi yararlanabilsin.
7- Hadis-i
Şerifte gaybı Yüce Allah'tan başka
kimsenin bilmediğine delâlet
vardır. Bu hakikate Kur'an-ı
Kerim'den pek çok naslar da tanıklık
etmektedir ki, Yüce Allah'ın şu
buyrukları bunlar arasındadır: "De
ki: Ben size yanımda Allah'ın
hazineleri vardır, demiyorum. Ben
gaybı da bilmiyorum. Ben hiç
şüphesiz bir meleğim de demiyorum.
Ben ancak bana vah- yolunana
uyarım."(ei-En'ûm, 6/50) Resulullah
(S.A.S.) Yüce Rabbinin kendisine öğrettiğinden
başka gayba dair birşey bilmezdi.
Nitekim Yüce Rabb'imiz şöyle
buyurmaktadır: "Gaybın anahtarları
O'nun yanındadır. Kendisinden
başkası bunları bilmez."(ej-En'âm,
6/59) Bir başka yerde de şöyle
buyurulmakta-dır: "De ki: Ben kendim
için Allah'ın dilediğinden başka ne
bir fayda sağlayabilirim, ne de bir
zararı önleyebilirim. Eğer ben gaybı
bilseydim, elbette daha çok hayır
işlerdim ve bana hiçbir fenalık da
dokunmazdı. Ben ancak azabın
habercisi ve iman edecek bir
topluluğu müjdeleyenim."fef-AYâ/,
7/188) İşte bu ve diğer naslardan,
kendi imamlarının gaybı bildiğini
iddia eden Şîa'nın görüşünün
tutarsızlığı ortaya çıkmaktadır.
Nitekim el-Kâfî'de şöyle
denilmektedir:
"İmamlar -onlara selâm olsun- ne
zaman öleceklerini bilirler. Onlar
ancak kendilerinin tercihleri ile
ölürler."
"İmamlar -onlara selâm olsun- bilmek
istedikleri vakit bilirler."
Yine
el-Kâfî 260'ıncı sahifede şöyle
denilmektedir: "İmamlar olmuş ve
olacağı bilirler, onlara hiçbir şey
de gizli kalmaz."
İlim
adamlarımız bu hadisten pek çok
hüküm çıkarmışlardır. Bunların
bazısını söz konusu edeceğim.
Çıkartılan bu hükümler üzerinde
dikkatle düşünen bir kimse, Yüce
Allah'ın, bu ilim adamlarına
insanların en hayırlısının
hadislerini inceden inceye anlayıp
kavrayabilme nimetini ne denli
lütfetmiş olduğunu görecektir.
Rasûlullah (s.a) da şu buyruğunda ne
kadar da doğru buyurmuştur: "Benim
sözümü işitip de onu ezberleyen,
belleyen ve onu (öylece) başkasına
aktaran bir kimsenin, Allah yüzünü
ak etsin.
Çünkü
nice fıkıh (elinde ince bilgi)
taşıyıcısı vardır ki, fakih değildir
ve nice fıkıh taşıyıcısı vardır ki
,o da kendisinden daha fakîh olana
bunu taşır." Çünkü kişi Kitap ve
Sünnet'ten pek çok şey bellemiş
olmakla birlikte, nas-ları anlayamaz
ve onların inceliklerine vâkıf
olamaz. Bazan bir nassı olmadık
yerde delil gösterir. Kimi zaman da
nassın delâlet ettiği noktayı
görmeden geçer, bunun farkına
varmaz ve bu dikkatini de çekmez.
Şanı
yüce ve mübarek Allah'tan bize ve
ilim adamlarımıza dinini fıkh edip
kavramak nimetini lütfetmesini
dileriz. Rasulullah (S.A.S.) şöyle
buyurmaktadır: "Allah bir kimse
hakkında hayır murad edecek olursa,
onu dinde fakîh kılar."
Bu
hadisten çıkartılan hükümlerden
bazısını aşağıda kaydedelim:
1- Din
üzere sebat için duaya teşvik.
Nitekim Rasululiah (S.A.S.) bu
şekilde Allah'a kavuşuncaya kadar
din üzere sebat vermesi için yüce
Rabb'ine dua ederdi. Enes {r.a)'den,
dedi ki: Rasulullah {s.a) şöyle
buyurmuştur: "Ey kalpleri evirip
çeviren, kalplerimize dinin üzere
sebat ver."
2- Kötü
akıbetten Allah'a sığınmaya teşvik.
Bundan dolayı ümmetin selefi kötü
akıbetten korkarlardı. O kadar ki,
onlardan kimisi şöyle demiştir:
"Ezelden takdir edilmiş
(e!-Kitabu's-Sâbık)in ağlattığı
kadar gözleri hiçbir şey
ağlatmamıştir." İbn Receb de selefin
bu hususta kötü akıbetten korku ve
dehşetlerini açıklayan pek çok şey
nakletmiştir.
O
halde kula düşen, ameline ve
salâhına aldanmamaktır. Aksine o her
zaman için korku ile ümid arasında
bir yerde olmalıdır.
3- Ameller
Cennet veya Cehennem'e girişe
sebeptir.
4- Nasıl
yaratılıp varedildiğini bilen bir
kimseye, kendisini varedip en güzel
surette yaratana şükretmek,
emrettiği hususlarda O'na itaat
etmek, yasakladığı ve vazgeçilmesini
istediği şeylerden vazgeçmek görevi
düşer.
5- Mutluluk
ve bedbahtlığı Aziz ve Celil olan
Allah'tan başka kimse bilmez.
6- Dinleyenin
ruhunda daha bir etkileyici olmasını
sağlamak kasdıyla doğru habere dair
yemin etmek.
7- Rızıktan
yana endişe etmemek ve sebeplere
yapışmakla birlikte kanaatkârlık
gösterip bu hususta hırs
göstermeyerek dini ve vicdanını
-bazılarının yaptığı gibi- satmak
derecesine düşmemek.
8- Hayat
Allah'ın elindedir. Hiçbir kimse
ömrünü tamamlamadan asla ölmez. Bu
da kulun Allah yolunda hiçbir
kimseden korkmamasını ve kahraman
olmasını gerektirir.
9- Kötü
ve iyi ameller sadece birtakım
alâmetlerdir. Yoksa mutlaka Cennet
ve Cehennem'i gerektirici şeyler
olarak görülmemelidir.
10- Bazı
ilim ve hikmet adamları, ceninin
geçirmiş olduğu bu aşamaların,
anneye bir şefkat olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü Yüce Allah
cenini bir defada da yaratabilir.
11- Bazı
ilim adamları cenine ruh üflenmediği
sürece ceninin düşürülmesine ruhsat
vermişler ve bunu azle kıyas
etmişlerdir. Şu kadar var ki, bu
görüş sununla reddedilir: Ceninin
yaratılışı, rahimde yerleştikten
sonra nut-fe ile başlar. Nitekim
Rasulullah (S.A.S.)'in şu buyruğu da
buna tanıklık etmektedir; "Nutfe
üzerinden kırk iki gün geçtikten
sonra -bir rivayette de kırk küsur
gün geçtikten sonra- Allah bir melek
gönderir. Nutfeye suret verir. Onun
kulaklarını, gözlerini, derisini,
etini ve kemiklerini yaratır." İşte
bu da modern ilmin lehine tanıklık
ettiği bir husustur.
İbn
Receb der ki: "Fukahâdan bir kesim
kadına, karnında bulunan cenini,
ona ruh üflenmediği sürece düşürme
ruhsatı vermişler ve bunu azl gibi
değerlendirmişlerdir. Ancak bu zayıf
bir görüştür. Çünkü cenin, hilkati
başlamış, hatta belki de suret
kazanmış bir yaratıktır. Azilde ise
herhangi bir şekilde insan
yavrusunun yaratılışı söz konusu
olmamaktadır. Azil böyle bir
hilkatin bir araya gelmesini
engellemeye sebeptir. Hatta Yüce
Allah o kişiyi yaratmayı dileyecek
olursa, azil bile bunu
önleyemeyebilir."
12- Yine
bu hadiste öldükten sonra dirilişe
dikkat çekilmektedir. Çünkü insanı
hakir bir sudan yaratmaya kadir olan
onu tekrar yaratmaya kadirdir.
13- Bazı
ilim adamları bunu, dört ay sonra
cenin düşürülecek olursa namazının
kılınacağına delil göstermişlerdir.
Çünkü ona ruh üflenmiş
bulunmaktadır. İşte İmam Ahmed'in
benimsediği görüş budur. Aynı
zamanda bu, Said b. el-Müseyyeb'den
de nakledilmiştir. Nitekim Şafiî'nin
iki görüşünden biri de budur, İshak
da bu görüştedir.
1- Yasak,
amelin fâsid olmasını gerektirir.
Nevevî der ki: "Hadis-i şerifte,
usûl âlimleri arasından şöyle
diyenlerin lehine delii vardır:
Yasak, fâsid oluşu gerektirir. Fâsid
olmasını gerektirmez, diyenler ise;
bu vâhid bir haberdir, derler. Bu
derece önemli bir kaideyi tesbit
etmek için yeterli değildir. Ancak
bu da tutarsız bir cevaptır." Hafız
(İbn Hacer) ise der ki: "Bu hadis-i
şerifte yasağın (nehyin) fesadı
gerektirdiğine dair delil vardır."
2- Hadis-i
şerif, İslâm'ın eksiksiz ve kâmil
bir din olduğunu ortaya
koymaktadır.
1- Hadis-i
şeriften anlaşıldığına göre,
müslüman Allah'ın haram kıldığı
şeylerden uzak kalmalı, kendisi ile
Allah'ın haram kıldığı şeyler
arasında bir engel koymalıdır.
2- Müslüman
ırzını (haysiyet ve şerefini)
korumaya gayret etmeli, kendisi
için ayıp teşkil edecek her şeyden,
ırzının da eleştirilmesine sebep
olacak her şeyden uzak durmalıdır.
3- Hadis-i
şerifte haram şeylere giden yollan
tıkamak (seddü'z-zerâi1) ve onlara
giden yolları haram kılmak kaidesini
kabul edenler lehine delâlet vardır.
Nitekim İslâm'ın kaideleri de buna
delâlet etmektedir. Meselâ,
sarhoşluk veren şeyin azı da haram
kılındığı gibi, yabancı bir kadınla
halvet (başbaşa kalmak) da haram
kılınmıştır. Buna dair deliller pek
çoktur.
4- Yine
hadis-i şerif, hayvanını başkasının
ekininden otlayacak şekilde serbest
bırakan kimsenin, hayvanının telef
edip bozduğu ekinlerin tazminatını
ödeyeceğine delil gösterilmiştir.
Aynı şekilde köpek ve benzeri av
hayvanını Harem bölgesine yakın
yerde ava salacak olup da bu av
hayvanı Harem bölgesi içerisinde avı
yakalarsa -İmam Ahmed'in bu
husustaki fetvasında da olduğu gibi-
avladığının tazminatını vermesi
gerekir.
5- Hadis-i
şerifte kalbin önemine işaret
edildiği gibi, onu düzeltmek için
gayret harcamaya da teşvik vardır.
Çünkü kalb azaların komutanıdır.
Onun düzelmesiyle diğer organlar da
düzelir, bozulmasıyla da bozulurlar.
1- Hafız
İbn Hacer, Fethul-Bârî'de şunları
söylemektedir: "Hadiste yer alan:
"Biz; kime? diye sorduk" ifadesinden
hareketle, beyânın hitab vaktinden
sonrasına ertelenmesinin caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Nasihat, aynı
zamanda din ve İslam diye de
adlandırılabilir. Çünkü din sözlü
olarak yapılan işler hakkında
kullanıldığı gibi, amel hakkında da
kullanılabilir.
2- Buhâri'nin
Sahih'inde: Peygamber (s.a)'in: "Din
Allah'a, Rasûlüne, müslümanların
yöneticilerine ve genel olarak
hepsine bir nasihattir." buyruğu
ile Yüce Allah'ın: "Allah'a ve
Rasûlüne nasihat etmeleri şartıyla"
(et-Tevbe, 9/91) buyruğu diye bir
başlığı Kitabu'l-İman'da açmış
olması, nasihatin imandan olduğunu
açıklamak içindir.
1- Hafız
İbn Hacer der ki: İmanın kabul
edilmesi hususunda -delilleri
öğrenmeyi gerekli görenlerin
kanaatine hilaf en- kesin itikâd ile
yetinilir.
2- İbn
Receb der ki: Rasulullah
(S.A.S.)'in: "Benden kanlarını ve
mallarını korurlar" buyruğu şuna
delildir: Rasulullah (S.A.S.) bu
sözü söylediği sırada savaşmakla
emrolunmuştu. İslâm'ı kabul etmeyeni
de öldürüyordu. Bütün bunlar ise
Medine'ye hicretten sonra olmuştur.
3- Hadis-i
şerifte, imanın ayrıca amellere
ihtiyaç bırakmadığını iddia eden
Mürcienin kanaatleri
reddedilmektedir. Bundan dolayı
Buharı bu hadisi Mürcienin
kanaatlerini reddetmek üzere
Kitabuİ-İman adlı bölümde
kaydetmiştir.
4- Hadis-i
şerifte, zahir amellerin kabul
edileceğine, bu zahir gereğince
lehlerine hüküm verilip içyüzlerinin
Allah'a havale edileceğine delil
vardır.
5- Aynı
şekilde bu hadis-i şeriften,
Allah'ın Şer'î hükümlerini uygulayıp
Tevhidini ikrar eden bid'at sahiple,
inin tekfir edilmeyeceği de
anlaşılmaktadır.
1- Nevevî
der ki: Rasûlulîah (s.a)'ın: "Sizi
terkettiğirn hususlarda siz de beni
bırakınız." buyruğunda hükümlerde
asloianın vacib olmamak olduğuna,
Şeriat'ın vürûdundan önce hükmün
olmadığına delil vardır. Usûl
âlimlerinin muhakkıklarına göre
sahih olan görüş de budur. Çünkü
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz
Peygamber göndermedikçe azab
ediciler
değiliz. "(el-İsrâ, U/15)
2- Hafız
İbn Hacer der ki: Hadis-i şerifte
halihazırda kendisine ihtiyaç
duyulmayan şeylerden önce acilen
kendisine gerek duyulan daha önemli
şeylerle uğraşmanın önceliğine
işaret vardır.
3- Hacc
ömürde bir defa farzdır, bu da icmâ'
ile kabul edilmiş hususlardan
birisidir.
1- Hadis-i
şerifte dünyada da, âhirette de kula
fayda sağlayacak şeyler ile
ilgilenmek suretiyle zamanın verimli
kullanılması teşvik edilmektedir.
2- Aynı
şekilde basit, sıradan işlerle
uğraşmaktan uzak durup, üstün ve
değerli işlerle uğraşmaya da teşvik
vardır.
3- Yine
hadis-i şerifte, nefse karşı
mücâdeleye ve nefsi güzelliklerle
bezemeye de teşvik vardır. Bu ise
kişinin, nefsini, küçük düşüren
eksiklik ve bayağılıklardan uzak
tutmakla mümkün olur.
4- İlgilendirmeyen,
faydası olmayan işlere müdahale
etmek, insanlar arasında ayrılıklara
ve düşmanlıklara götürür.
1- Hadis-i
şerif bencilliğin, kıskançlığın,
başkasından hoşlanmamanın ve kin
duymanın yerilen huylar olduğuna
delâlet etmektedir. Çünkü bu
niteliklere sahip bir kimse, hiçbir
şekilde kendisi için sevdiği hayrı
başkası için sevmez.
2- Hadisin
muhtevası gereğince amel etmek,
İslâm toplumunun bireyleri arasında
sevginin yaygınlık kazanması
sonucunu verir. Bu da tek bir
vücudmuş gibi bir bütün haline
gelinceye kadar birbirlerine
kenetlenmeleri sonucunu verir.
Rasulullah (S.A.S.) şöyle
buyurmaktadır: "Birbirlerini
sevmeleri, birbirlerine merhamet
duymaları bakımından müminlerin tek
bir vücut gibi olduklarını görürsün.
O vücudun herhangi bir organı
rahatsızlanacak olursa, vücudun
diğer bölümleri uykusuz kalmak ve
ateş yükselmesiyle ona karşılık
verir." Bu şekilde birbirine
kaynaşmış bir ümmet hiçbir şekilde
yenik düşürülmez, baskı altına
alınmaz ve onun hiçbir sancağı yere
düşmez.
3- Hadis-i
şerif imanın artıp eksildiğine,
itaatle hayır işlemekle arttığına,
masiyet sebebiyle de eksildiğine
delâlet etmektedir.
1- Hadis-i
şerif ırzın (şeref ve haysiyetin)
korunması ve temizliğinin muhafaza
edilmesi gerektiğine delâlet
etmektedir.
2- Aynı
şekilde hadis-i şerif müsîüman
cemaatle birlikte olmaya, onlardan
ayrılmamaya da teşvikte
bulunmaktadır.
3- Allah,
canilerin cinayet işlemelerini
önlemek, toplumu korumak ve suçlara
karşı himaye etmek kastı ile hadleri
teşri buyurmuştur.
4- Hadis-i
şerif aynı zamanda Allah'ın haram
kıldığı canı öldürmekten de
sakındtrmaktadır.
1- İslâm,
İsiâm toplumunun fertleri arasında
sevgi ve ülfeti yaygınlaştıran her
şeye davet etmiştir.
2- Hadis-i
şerif sözün önemine delildir. Çünkü
kul bazan Allah'ı gazab-landiracak
bir söz söyler ve buna hiç önem
vermez; ama bundan dolayı da yetmiş
yıllık bir süre ile Cehennem'de
yuvarlanabilir.
3- Hadis-i
şerifte ahlâkın üstün değerlerini
kazanmaya, kötülerinden uzaklaşmaya
teşvik vardır.
4- Hadis-i
şerifte aynı şekilde başkaları ile
güzel bir şekilde geçinmek de teşvik
edilmektedir.
1- Müslüman
nasihata, hayır yollarını
araştırmaya ve bu yolları izlemeye
özel bir tutku sahibi olmalıdır.
2- Dinleyen
kişi iyice belleyinceye, önemini
kavrayıncaya kadar sözü tekrar etmek
(uygundur).
3- Kızgın
bir kimse tasarruflarından
sorumludur. Kızgınlığı sırasında
herhangi bir malı telef edecek
olursa tazminatını öder. Birisini
Öldürecek olursa, Şeriat'ın nass ile
tesbit ettiği şekilde, öldürmenin
gerektiği hükümler onun hakkında
sozkonusu olur. Bununla birlikte,
bazı tasarruflarda gazabından
dolayı mazur görülebilir. Özellikle
de mazur görüleceğine dair herhangi
bir nas ve sahih bir kıyas varsa.
Meselâ, kızgın kimsenin talâkının
tahakkuk etmeyeceğini kabul eden
görüşler delil gösterilebilir.
1- Hadis-i
şerifte hayvana merhamet ve şefkat
teşvik edilmektedir. Avrupa
toplumlarında insanoğlu tepelerine
çöreklenen zulümden inim inim
inlerken, orada ve başka yerlerde
son zamanlarda kurulan hayvanlara
yumuşak davranma cemiyyetlerinden
önce İslam bu alanda ileriye
geçmiştir.
2- Hadis-i
şerif, aynı şekilde Öldürüldükten
sonra haklı herhangi bir gerekçe
olmaksızın insana müsle yapmayı da
yasaklamaktadır.
1- Öğreticinin,
öğrencisinin dikkatini yeterince
çekmesi ve gerekli bilgileri ona
vermeden önce onu hazırlaması
gerekmektedir. Bu ise Rasulullah
(S.A.S.)'in: "Ey delikanlı, ben sana
bazı sözler öğreteceğim..."
buyruğundan anlaşılmaktadır.
2- Çocukların
terbiyesine ve onlara dinlerinin
öğretilmesine teşvik vardır.
3 Zamanın
güzel bir şekilde kullanılması ve
dünyada ve âhirette mükellefe fayda
sağlayacak şekilde
değerlendirilmesine özel gayret
gösterilmesi gerektiği
anlaşılmaktadır. İşte Allah Rasulü
zamanı bir yerden bir başka yere
yolculuk yaptığı sırada bile
değerlendirmeye çalışmaktadır. Çünkü
Rasulullah (S.A.S.), İbn Abbâs'a bu
vasiyeti, İbn Abbâs binek üzerinde
terkisinde bulunduğu sırada
yapmıştır.
4- Akıllıca
davranmak ve sebepleriyle yerine
getirmek suretiyle, kahramanlık ve
atılganlığı bir ahlâk haline
getirmek. Bu ise zararın da faydanın
da Allah'ın eliyle olduğunu
bilmekten, insana zarar olsun, fayda
olsun hak-
kında
takdir edilenden başkasının isabet
etmeyeceğine inancından
gelmektedir. Bu inanç da kişiyi
kahramanlığa ve cesaretle ileri
atılmaya iter.
1- Bu
hadis-i şerif, hayanın bütünüyle
hayır olduğunu göstermektedir.
Hayası çoğalan kimsenin hayrı da
çoğalır, faydası yaygınlaşır. Hayası
azalanın hayrı da azalır.
2- Öğrenmekten
ve hakkı talep etmekten alıkoyan
haya yerilmiş bir
hayadır.
3- Veli
kimsenin, çocuklarına hayanın huy
olarak yerleşmesi için çalışması
görevidir.
4- İffet
ve vefakârlık hayanın bir ürünüdür.
5- Hayanın
zıddı yüzsüzlüktür. Bu ise kişiyi
kötülük işlemeye, kötülüğe dalmaya,
açıktan açığa masiyetleri işlemeye
götüren yerilmiş bir haslettir.
Rasululiah (S.A.S.) şöyle
buyurmaktadır: "Bütün ümmetim
esenliktedir, ancak kötülükleri
açıktan açığa işleyenler müstesna."
6- Haya,
imanın sahip olunması gereken
dallarındandır.
1- Ashab-ı
Kiramın nasihate ve dini öğrenmeye
ileri derecedeki-tutkunluğu,
2- İman
ve onun gerekleri üzerinde ölünceye
kadar dosdoğru yürüme
emri,
3- Rasulullah
(S.A.S.)'e verilmiş özlü sözlere bir
örnek.
1- Müslüman,
dini ile ilgili bilmediği hususları
ilim ehline sormakla görevlidir.
2- Öğretici
kimse, ilmi öğrenecek kişiye
ulaştırmadan önce, kaldırabileceği
şeyleri verebilmek amacıyla,
öğrenecek olanın durumunu gözönünde
bulundurmalıdır.
3- İlmi
yayarken müjdelemek, kolaylaştırmak
ve teşvik etmeye dikkat etmek
gerekir.
4- Farzları
ifa etmek, yasaklan terketmekle
yetinmek, kişiyi Cennet'e girdirir.
1- İman,
söz ve ameldir. İtaat ile artar,
masiyet ile eksilir.
2- Çokça
zikir teşvik edilmiştir.
3- Temizlik
de bu hadis ile teşvik edilmektedir.
1- Bu
hadis-i şerifte insanın ihtiyaç
duyacağı ister diniyle, ister
dünyasıyla ilgili her türlü
menfaate dair dilediğini Allah'tan
istemesi gerektiğine delil vardır.
Çünkü hayır, bütünüyle Allah'ın
elindedir.
2- Yine
hadis-i şerifte kalbin önemine de
delil vardır. Çünkü takvada da
günahkârlıkta da asıl olan
kalplerdir. Kalp istikamet üzere
oldu mu, sair organlar da istikamet
üzere olurlar. Kalp günaha yöneldi
mi, diğer organlar
da
bozulurlar.
3- Hadis-i
şerifte hayır ve faziletin, lütfün
tümüyle Allah'tan geldiğine işaret
edilmektedir. O kullan böyle bir
şeyi fiilen hak etmemiş olmakla
birlikte, kendi lütfundan bunları
kullarına ihsan eder. Kötülük ise
kendilerinden {yaptıklarından
ötürü) gelir. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Sana bir
iyilik isabet ederse o Allah'tandır,
sana bir kötülük isabet ederse o da
kendinden (dolayıJdır.'Ven-NiM,
4/79)
4- Nitekim
hadis-i şerifte: "Kendisinden
başkasını kınamasın." buyruğunda
nefsin hesaba çekilmesine,
günahlardan dolayı da pişmanlık
duymak gereğine de işaret
edilmektedir.
1- İlmin
neşri esnasında söylenen sözü, delil
ile desteklemek. Çünkü bu, hakkın
kabulüne bir yardımcı unsurdur.
Mükelleflerin kalbinde de hakkı '
daha bir yerleştirir. O bakımdan
ilim adamlarının kendilerine delile
dair soru sorulacak olursa, bundan
dolayı kalplerinin daralmaması
gerekir. Diğer taraftan delile dair
soru sormak, onlara olan güvenin
sarsıldığı anlamına da
kabul
edilmemelidir.
2- Hanımla
güzel geçinmek ve ona iyilikte
bulunmak kulun kendisiyle
Rabb'ine yakınlaşabileceği, Allah'a
yakınlaştırıcı amellerdendir.
3- İşleri
ele alırken bu gibi konularda hikmet
yolunu kullanmak.
4-Yüce
Allah'a yakınlaştırıcı amellere özel
bir tutku gösteren Ashab-ı Kiram
topluluğunun fazileti de bu hadisten
anlaşılmaktadır.
5- Şükreden
zenginin sabreden fakirden üstün
olduğu da bu hadisten
anlaşılmaktadır.
1- Hadis-i
şerifte kamuya ait yerlerin
temizliği teşvik edilmektedir. Eğer
müslümanlar bu Peygamberi irşada
gerektiği gibi bağlı kalacak
olurlarsa, onların ülkeleri dünya
ülkelerinin en temizlerinden olur.
Fakat maalesef kâfirlerin, özellikle
de Avrupa ve Amerikalıların buna
daha çok önem verdiklerini,
müslümanların ise ihmal ettiklerini
görmekteyiz.
2- Hadis-i
şerifte adalet teşvik edilmektedir.
Çünkü gökler ve yer adaletle ayakta
durur.
3- Sadaka
adı bütün iyilik (mâruf) çeşitleri
hakkında kullanılabilir.
4- Hadiste
nafilelerin işlenmesi teşvik
edilmektedir. Çünkü bunlar Allah'ın
sevgisini kazanmanın ve O'na
yaklaşmanın bir sebebidir.
1- Hadis,
kalbin yerinin ve kanaatinin önemine
işaret etmektedir.
2- Semâdan
gelen Şeriat'a uymaya iten unsur
insanın içinden gelir. Oysa
insanlar tarafından konulmuş yasalar
böyle değildir. Bu yasalara uymayı
sağlayan etken dış bir etkendir.
3- Hadis-i
şerifte kalbin önemine büyük bir
işaret vardır. O düzeldiği, doğru
yol üzere olduğu, dinin esas ve
kaidelerini iyice bildiği takdirde,
kalbin vereceği hükmün şüpheli
hususlarda doğru olacağına, kalbin
huzur bulduğu şeyin iyilik ve hayır
olduğuna, hoşlanmadığı şeyin de
günah ve kötülük olduğuna işaret
vardır.
4- Hadis-i
şerif, insanın şüpheli hususlarda ve
benzerleri bazı konularda, herhangi
bir işi yapmak istediği takdirde
kalbine başvuracağına delildir.
1- Bu
hadis-i şerif dünya ve âhiret
maslahatını ihtiva eden hususların
vedalaşma esnasında vasiyet
edilmesinin teşvik edildiğini
göstermektedir.
2- Bu
hadis-i şerif, bid'at ortaya
çıkarmaktan sakmdırmaktadır.
3- Bu
hadis-i şerif, Râşid Halifelerin
Önemli yerini ortaya koymaktadır.
4- Günümüzde
ümmetin içine düştüğü bu durum, Hz.
Peygamber'in verdiği haberin
doğruluğunun delili ve tanığıdır.
1- Bu
hadiste Muâz b. Cebel (r.a)'in salih
amellere ileri derecede önem
verdiğine bir delil vardır.
2- Bu
hadiste öğretim yollarından bir yola
dikkat çekilmektedir. Bu da oldukça
müstesna bir eğitim yoludur ve bu
soru sorma yöntemidir ki,
Rasu-lullah (S.A.S.)'ın: "Sana haber
vereyim mi, bildireyim mi?" sözünde
ortaya
çıkmaktadır.
3- İnsanlara
öğretimde tedrici metodu izlemek.
İşe dinin esas ve kaidelerini
öğretmekle başlanır, sonra da
tedrici olarak diğer hususlara
geçilir.
4- Nafilelerle
Allah'a yakınlaşmanın fazileti
büyüktür.
5- Aynı
şekilde Allah yolunda cihadın mevkii
ve önemi de dile getirilmektedir.
1- Bu
hadis, iyiliği emredip münkerden
alıkoymanın imanın özelliklerinden
olduğunu göstermektedir. Bundan
dolayı Müslim bu hadisi "îman
bölümü, münkeri alıkoymanın imandan
olduğunun beyanı" başlığı altında
zikretmiştir.
2- İmanın
özelliklerinden herhangi birisini
yerine getirebilip de bunun gereğini
ifa eden bir kimse, acizlikten
dolayı -bu hususta mazur olsa
bile-onu terkeden kimseden
hayırlıdır. Meselâ, kadın ay hali
olduğu sırada namazı terketmekte
mazurdur. Bununla birlikte
Rasulullah (s.a) böyle bir şeyi
kadının dinindeki bir eksiklik
(sevap kazanma imkânını bulamama)
olarak
değerlendirmiştir.
3- Her
kim kendisinin dövülmesinden yahut
öldürülmekten çekinecek ya da
malının zayi olmasından korkacak
olursa, el ve dil ile münkeri
değiştirme yükümlülüğü ondan
kalkar.
4- Diğer
taraftan, bayram gününde önce namaz
kılınır, sonra hutbe okunur. Ümmetin
selefinin kabul ettiği budur.
5- Hadis-i
şerif, yöneticilere karşı elle
cihadın olabileceğine delâlet
etmektedir. Ebu Said (r.a)'in
yaptığı gibi. Bir kimsenin bu
yöneticilerin şaraplarını dökmesi,
kendilerine ait olan eğlence
âletlerini kırması da bunun
gibidir. Onlara karşı kılıçla
ayaklanmaya gelince, bu (namaz
kılıp, kıldırdıkları sürece
-çeviren-) bu hususta nehyedici
hadislerin sabit oluşu dolayısıyla
sözkonusu olmaz.
1- Kalbin
büyük önemine işaret vardır. Çünkü
kalp, Yüce Allah'tan korkmanın,
O'nun huzurunda saygı ile eğilme
duygusunun kaynağıdır.
2- Takva
ve iyi niyet, şanı Yüce Allah'ın
kullarında kendisiyle ölçtüğü ve
gereğince haklarında hüküm verdiği
ana mikyas (ölçü)dır.
3- İslâm,
4- İslâm
mu üzerinde
akide, ibâdet, ahlâk ve karşılıklı
ilişkilerdir, kötü ahlâka karşı
savaş açar. Çünkü kötü ahlâkın islâm
toplu-olumsuz etkileri vardır.
1- Hadis|-i
şerifte, amellerin türüne göre,
karşılıklarının verileceği
belirtilmektedir.
2- Hadis-i
şerif, Allah'ın kullarına ihsanda
bulunmayı {iyilik yapmayı) teşvik
etmektedir.
3- Hadis-i
şerif, küçük ve büyük günahlardan
tevbe hususunda eli çabuk tutmayı
teşvik etmektedir.
4- Hadis-i
şerirYüce Allah'ın Kitab'ına gereken
ihtimamı göstermeyi teşvik
etmektedir.
5- İlmi
müzâkere ve okumak için, Allah'ın
evlerinde oturanın faziletini dile
getirmektedir.
1- Teşvik
ve korkutma, eğitim üslûplarının en
üstünlerindendir.
2- İbn
Battal der ki: Bu hadiste şanı Yüce
Allah'ın bu ümmete büyük lütfü beyân
edilmektedir. Çünkü bu lütuf
olmasaydı kimse Cennet'e
giremeyecekti. Zira kulların
günahları onların iyiliklerinden
fazladır.
3- Yine
bu hadis-i şerifte, eğer kul yüce
Mevlâsı için O'nun nezdindeki sevabı
arzulayarak, Kıyamet günü de ceza
göreceği korkusu ile zevk aldığı
şeyleri terkedip arzularından ve
nefsinin hoşuna giden şeylerden
vazgeçecek olursa, bunlara dair
verilecek büyük mükâfat da bu
hadiste söz konusu edilmektedir.
4- Hafız
(İbn Hacer) der ki: Bu hadis, Hafaza
meleklerinin işlenen mubahları
yazmadıklarına delil gösterilmiştir.
Çünkü hadis hesenat ve seyyiât
(iyilikler ve kötülükler) kaydı ile
zikredilmiştir.
5- Hadis-i
şerifte belirtildiği gibi Yüce Allah
lütuf, kerem ve inayetiyle günaha
cezayı ona denk kılmıştır. Hatta bu
hususta adil cezadan ayrı olarak
lütfunu da ilâve etmiş ve işlenen
bir günahın cezalandırılmasının da
affedilmesinin de sözkonusu
olduğunu belirtmiştir: "Ve Allah onu
siler. Allah'ın bunca lütfuna
rağmen ise ancak helak olanlar
(bunca lütfa rağmen kendisini helake
sürükleyenler) helak olurlar."
buyruğu ile: "Kim bir kötülük
işleyerek gelirse, onun cezası ya
onun misli bir kötülüktür yahut da
ben onu mağfiret ederim." hadisleri
ile buna işaret etmektedir.
Yüce
Allah iyiliğin pek çok kat
fazlasıyla karşılığını vereceğini
tesbit ettiği halde, kötülüğün
karşılığında fazlasıyla
cezalandırmayı takdir buyurmamıştır.
6- Hafız
(İbn Hacer) der ki: Bu hadis-i şerif
ile: Şeriat'te amel eden kimse
hakinda mubah diye birşey yoktur.
Kişi ya asi olur ya sevap kazanır,
şeklinde bir kanaate sahip olan
el-Ka'bi'nin bu görüşü
reddedilmektedir.
7- Yine
hadis-i şerif, meleğin Yüce Allah'ın
kendisine imkân verdiği bir yol ile
insanın kalbine muttali olduğuna da
delildir.
1- Hadis-i
şeriften, kişinin ileri süreceği
mazeretlerinin bırakılmaması-nm,
uyarıp korkutmadan önce geldiği
anlaşılmaktadır.
2- Hafız
(İbn Hacer) der ki: Hadisteki: "Kul
bana...yakınlaşmadı" ifadesinden şu
anlaşılmaktadır: Nafile, farzın
önüne geçirilmez. Çünkü nafileye
"nafile" adının veriliş sebebi,
farzdan fazla olarak yapılması
dolayısıyladır. Farz edâ
edilmedikçe, nafile de tahakkuk
etmez. Önce farzı edâ edip sonra da
buna nafileyi ilâve eden ve bunu
sürdüren bir kimse ise, gerçekten
Allah'a yakınlaşmak istediğini
ortaya koymuş olur.
3- Nafile,
farzlardaki eksiklikleri telâfi
eder. Çünkü Rasulullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Bakın bakayım kulumun
nafile bir ibadeti var mı? Onunla
farizası (ndaki eksiklikler)
tamamlanır.”
4- Yine
Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre
kul yüksek derecelere ne kadar
ulaşırsa ulaşsın, Yüce Allah'tan
isteklerini kesmemelidir. Zira
Allah'tan istekte bulunmak, O'nun
Önünde zilletini, huzurunda boyun
eğişini açığa vurmak demektir.
1- Rasulullah
(s.a)'ın Abdullah b. Ömer'in
omuzlarını yakalaması, ilim talep
edenin anlatılacak hususlara
dikkatini çeken bir davranıştır.
Ayrıca Öğrenciye öğretmeninin
kendisine önem verdiğini, öğrettiği
bilgiyi ruhunun derinliklerine
ulaştırmak için özel bir gayret
harcadığını hissettirmektedir. Bu
ise ilmin iyice bellenmesi sonucunu
verir. Zira kendisine bu şekilde
dav-ranılan kimsenin bunu unutmasına
imkân yoktur.
Aynı
şekilde bu hadisten, Rasulullah
(s.a)'ın Abdullah b. Ömer'i ne
kadar sevdiği de anlaşılmaktadır.
Çünkü böyle bir davranışı kişi
çoğunlukla sevdiklerine yapar.
2- Hadis-i
şeriften Rasulullah (s.a)'ın
ümmetine hayır ve salâhı ulaştırmaya
olan tutkunluğu anlaşılmaktadır.
3- Yine
hadii Şerifte mutlaka gerekli
şeylerle yetinmeye işaret vardır.
4- İtaatleri
işlemekte eli çabuk tutmak da teşvik
edilmektedir.